18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SÖYLEŞİ 7 5 EKİM 2020 PAZARTESİ NEDEN SABİH KANADOĞLU? Türkiye, yine çok tartışılacak kararların verildiği bir hafta yaşadı. 17 HDP’li tutuklandı. Kars Belediyesi’ne kayyım atandı. Süleyman Soylu’nun başlattığı Anayasa Mahkemesi (AYM) tartışmasını Devlet Bahçeli bir adım ileriye götürdü, “AYM’yi kapatalım” dedi. İçişleri Bakanlığı koronavirüs önlemleri kapsamında meslek kuruluşlarının etkinliklerini 1 Aralık’a kadar erteledi. YSK baroların genel kurullarını yapamayacağına, ancak siyasi partilerin kongrelerini toplayabileceğine karar verdi. Üstüne Cumhurbaşkanı konuştu, “Hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukukunun yürürlükte olduğu dönemler artık geride kalmıştır” dedi. Tartışmalar “hukuk” ekseninde alevlenince bize de Türkiye’nin hukuk duayenlerinden birine, Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’na sormak kaldı. ‘3 Y’ ile mücadele edeceğiz deyip dördüncüyü eklediler: Yalan Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu Hukukun üstünlüğü sona erdi, üstünlerin hukuku asıl şimdi başladı. 1946’da çok partili siyasi hayata girerken anayasayı koruyacak, çıkacak yasaların anayasaya uygunluğunu irdeleyecek, tartışacak ve sonuca bağlayacak bir Anayasa Mahkemesi olsaydı Kırşehir ilden ilçeye dönüştürülemez, Tahkikat Komisyonu kurulsa dahi iptal edilir ve herhangi bir askeri müdahale yapılamazdı. AYM’yi ortadan kaldırmak anayasa değişikliğini gerçekleştirecek güce bağlıdır. Şu anda bir anayasa değişikliği yapma olanakları yok. Yapılmak istenen, AYM’de görülmekte olan davalarda kendi arzularına uygun bir karar çıkarabilmek için bir gözdağı vermek, tehdit etmektir. “3 Y”; yasaklar, yolsuzluk ve yoksullukla mücadele edeceğiz diye yola çıkanlar üstüne dördüncü Y’yi eklediler: Yalan... İdam tartışması, yalanı politikanın ana temeli yapan siyasi iktidarın devamlı ağzında sakız olmuştur. n Cumhurbaşkanı geçen gün “Hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukukunun yürürlükte olduğu dönemler artık geride kalmıştır” dedi. Duayen bir hukukçu olarak katılır mısınız? Tersini düşünürüm. Aslında “hukukun üstünlüğü sona erdi, üstünlerin hukuku şimdi başladı” desek daha doğru olurdu. n Size böyle düşündüren sebep? Her şeyden önce anayasayı korumakla görevli Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) neredeyse gereksiz görülmek istendiği bir döneme girdik. Türkiye, anayasasını uygulayan anayasal bir devlet olma iddiasındayken, anayasası olan ama uygulanmayan, birbiriyle çelişik hükümlerle hukuk devleti olduğu iddiasını ileri süremeyecek hale gelmiştir. Yani anayasal devlet değil, anayasalı devlet olduk. Zaten tek adam rejimi kurulduktan sonra ortada ne denge ne denetim kaldı. Bu yüzden sayın Cumhurbaşkanı’nın söylediğinin tam tersinin gerçekleştiğini düşünüyorum. Gözdağı vermek istiyorlar n Hukuk üzerindeki tartışmalar siyaseten artarak sürüyor. Önce İçişleri Bakanı Soylu, yüksek yargıçları hedef aldı, ardından MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin “AYM yeni baştan yapılandırılmalı” sözleri gündeme geldi. AYM niçin siyaseten bağımsız olmalı, bize anlatır mısınız? Tarihten örnek almak lazım. Türkiye, 1946’da çok partili siyasi hayata girdi. Eğer anayasayı çağdaş ve uygar bir anayasa haline getirmezseniz, o anayasayı koruyacak kurumları da yerleştirmezseniz ortaya çıkacak manzara tıpkı 27 Mayıs 1960’taki gibi olur. n Açar mısınız? Eğer, 1946’da çok partili siyasi hayata girerken anayasayı koruyacak, çıkacak yasaların anayasaya uygunluğunu irdeleyecek, tartışacak ve sonuca bağlayacak bir Anayasa Mahkemesi olsaydı Kırşehir ilden ilçeye dönüştürülemez, Tahkikat Komisyonu kurulsa dahi iptal edilir ve herhangi bir askeri müdahale yapılamazdı. Yani anayasayı korumak, gerçekte çağdaş ve uygar bir demokrasiyi korumak anlamına gelir. 1936’da Karl Loewenstein adlı bir Alman hukukçusu “Anayasayı savunacak, demokrasiyi koruyacak önlemler alınmaz ise o ülkede demokrasiyi gerçekleştirmek mümkün değildir” dedi. Bu görüş, zaten 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bütün anayasalara egemen olan demokrasi ve anayasayı koruma kurumlarının yerleşmesine yol açtı. Biz Türkiye’de bu önlemi alma yoluna gittik. Gerek BM İnsan Hakları Beyannamesi’nin 30. maddesi, gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 17. maddesi anayasaları koruma hükümlerini taşıyordu. Bizim anayasada da bu hüküm vardı. Şimdi eğer geldiğimiz noktada AYM’nin gereksiz olduğunu, ortadan kaldırılması istemini ortaya koyarsak tek adam rejimini kalıcı bir tek adam rejimi haline getirme arzusunu da ortaya koyarız. Tek adam rejimi mucidinin, “Hukuka uyduramadık, o halde hukuku buna uyduralım” demesi üzerine geldiğimiz nokta budur. n AYM’yi ortadan kaldırmak mümkün mü? Anayasa Mahkemesi’ni ortadan kaldırarak yola devam etme arzusu açığa çıkmakla beraber gerçekleşmeyecek bir istemdir. İstedikleri gibi Anayasa Mahkemesi’ni ortadan kaldırmak veya kendi istedikleri gibi tek adamın arzusunu onaylayan bir merci haline getirmek anayasa değişikliğini gerçekleştirecek güce bağlıdır. Şu anda bir anayasa değişikliği yapma olanakları yok. Anayasa değişikliği için 200 oyu bulurlar, ama bunun halkoylamasına götürülebilmesi için 360’ı elde edemezler. 400’ü yani 3’te 2’yi hiç bulamazlar. Tabii bunu halkoylamasına götürme cesaretleri de yoktur. Yapılmak istenen, AYM’de görülmekte olan davalarda kendi arzularına uygun bir karar çıkarabilmek için gözdağı vermek, tehdit etmektir. Patronlu rejim, ucube rejim n Siz darbelerden bahsetmişken... AYM’yi “darbe dönemi ürünü” ve “eski sistemden kalmış küflü prangalardan biri” diye de nitelediler... 60 yıl sonra 27 Mayıs darbesinin üzerinden AYM’yi kötülemek doğru mu? Herhangi bir mahkemeyi eleştirmek gayet doğaldır, ama onu kötüleyerek, tehdit ederek, gözdağı vererek bir sonuca gitmeye çalışmak zaten demokrasiyi özümsememek demektir. Böyle bir özümseme olsa ne böyle bir talep yapılabilir ne de kamuoyuna açıklanarak bir gözdağı haline getirilebilir. Türkiye’nin sıkıntısı bu olsa gerek. Demokrasi diye yola çıkıp, tramvayda “YoBir fotoğrafı göz önüne getirelim: Meclis açılıyor. Milli iradenin tecelligâhı denilen yere partili cumhurbaşkanının büyük posteri asılıyor. Ancak buna cesaret edemeyenlerin ortaya çıktığı bir ortamda demokrasiden bahsedilebilir. lun sonuna geldik, ben iniyorum” demekle aynı anlamdadır. n Siz mümkün olmadığını söylüyorsunuz ama diyelim ki Bahçeli’nin istediği oldu, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle çelişmeyecek bir Yüce Mahkeme, yani “Divanı Âli” kuruldu... Karşımıza nasıl bir fotoğraf çıkar? Bu fotoğraf şu anda da görülüyor. Bugün Türkiye, ister kurumlar ister düşünce bazında zaten demokratik bir ülke değil. Bakınız, anayasasında laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti yazar. Kâğıt üzerinde bu doğrudur. Ama gerçeğe bakarsanız, Türkiye Cumhuriyeti bugün laik değildir, demokratik değildir, sosyal bir devlet değildir, hukuk devleti zaten yoktur, çünkü yargısı bağımsız olmayan bir ülkede hukuk devletinden bahsetmek insan aklıyla alay etmektir. Ayrıca kuvvetler ayrılığını anayasasında muhafaza eden, ama buna mukabil yasamayı işlevsiz hale getiren, yargıyı kendisine bağlayan bir “tek adam rejimi” var. Buna isterseniz “patronlu rejim”, isterseniz “tek adam rejimi”, isterseniz “ucube rejim” deyin, ki ucubedir. Çünkü başkanlık sistemi değildir, yarı başkanlık hiç değildir. Dünyanın hiçbir çağdaş ve demokratik ülkesinde böyle bir sisteme rastlamazsınız. n Adli yıl açılışlarında gözümüz kulağımız siyasetçilerde, hukukçularda olurdu, çünkü mutlaka yargının bağımsızlığı konusu gündeme gelirdi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile AYM Başkanı arasındaki söz düellosunu düşünürsek bir süredir sanki polemiklerin üslubu da değişti... Üslup üzerinde durmayacağım. Böyle bir üsluba hiçbir demokratik ülkede rastlamak mümkün değil. Bugün bir fotoğrafı göz önüne getirelim: Meclis açılıyor. Milli iradenin tecelligâhı denilen yere partili cumhurbaşkanının büyük posteri asılıyor. Yani şöyle düşünelim: Almanya’da Bundestag’da Merkel’in, İngiltere’de parlamentoda Boris Johnson’ın posterini assanız, sabah uyanan İngiliz ve Alman halkı ne der? Ancak buna cesaret edemeyenlerin ortaya çıktığı bir ortamda demokrasiden bahsedilebilir. Hele hele tarafsız olacağına yemin eden bir partili cumhurbaşkanı zaten en büyük çelişkidir. Partili cumhurbaşkanı, partili başkomutan ve anayasaya göre tarafsız olması gereken bir cumhurbaşkanı... Bu çelişkiler içerisinde demokrasiden bahsetmek, dediğim gibi insanın aklıyla alay etmekten başka şey değildir. AYM Başkanı’na yönelik sözlere gelince... Anayasa Mahkemesi Almanya’da da var, Fransa’da, Amerika’da da... Siz Amerika’da herhangi bir başkanın federal mahkeme başkanıyla böyle bir tartışmaya girebileceğini düşünebiliyor musunuz? Mümkün değildir... Gaye bir düşman yaratmak n Yasal olarak mı mümkün değildir? Dediğim gibi üslubu konuşmuyorum bile, üslup demokrasi anlayışının sonucudur. Yani herhangi bir şekilde bir kararı eleştirmek başka bir şeydir, “cesaretin varsa bisikletle sokağa çık” demek başka bir şeydir. Demokrasideki düzeyimizin aslında üslup seviyemizle aynı orantıda olduğu ortaya çıkıyor. Toplum şunu bilmelidir: Demokrasi bir kurallar rejimidir. O kurallara riayet etmiyorsanız, kurumları birbiriyle çatıştırarak veya aşağılayarak, küçülterek, yok ederek demokratik ülke haline gelmeniz mümkün değildir. Şu anda bu şekildeki konuşmaların bir tek gayesi var: Safları sıklaştıralım. Bir düşman yaratalım. Bu düşman isterse Anayasa Mahkemesi olsun. Kurumları yok etmeye kalktığınız anda, ortaya çıkan Türkiye’deki durumdur. Bugün yasama işlevsiz haldedir. Yargı bağımlı hale gelmiştir. Kurumlar ortadan kalkmışsa, demokrasi yoksa, “Ben bu ülkenin demokratik cumhurbaşkanıyım yahut yürütmenin erkiyim” deseniz de inandırıcı olmaz. BAROLARI ELE GEÇİRME POLİTİKASI kuruluşları yapamaz” dediğiniz zaman aklınıza ilk gelen şey, iki ay sonra yapılması gereken Baron “Amaç gözdağı vermek” dediniz. AYM, kuya kapılmanız doğal. Evvela bir bakanın, sonra lar Birliği seçimi olacak“çoklu baro düzenlemesinin iptali” talebini red da tek adam rejiminin mucidi ve koruyucusu olan tır. Aslında deveye sormuşlar, “neren eğri” diye, detti. İktidar bu noktada hedefine ulaştı? zatın tavrı sonuca ulaştı. Bundan sonra tehlike, “nerem doğru” demiş, hesap buna geliyor. Kesinlikle, amaçladığı buydu. Bunu sağladı de AYM’nin vereceği her kararın ikiye ayrılmış n HDP’ye yönelik tutuklamalar hukukmektir. Aslında anayasaya baktığımızda, bir “hu toplum tarafından tartışılacak olmasıdır. sal mı, siyasal mı size göre? kuk devleti“ dediğimizde 2. maddeye gideriz. O Kararlara kuşkuyla bakıldığı bir yerde Kars Belediye Başkanı gözaltına alın2. maddenin ötesinde, 10. maddede bir eşitlik hukuka güven kalmayacaktır. dıktan sonra bir açıklama yaptı, “Ben hükmü vardır. Bunun üzerine kurulmuş olan kan YSK baroların genel kurullarını bu görevden istifa edeceğim” dedi. mu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları varyapamayacağına, ancak siyasi parMevcut mevzuata göre orada yeniden dır. Bunları 2, 10 ve 135. madde olarak ele aldığı tilerin kongrelerini toplayabileceğimeclis tarafından seçilecek bir başkan mız zaman zaten alınan çoklu baro kararının ger ne karar verdi. Genelgeler, yasaların olması gerekir. Böylece kayyım tayini önçekte hangi amaçla yapıldığını ve barolar ile baüzerine mi çıkıyor? lenmiş hale gelir. Bu açıklamadan sonra rolar birliğini ele geçirme politikasının sonucu olNereye baksanız bu yanlışlığı göreceksiniz. eşbaşkan olarak bir diğerinin gözaltına alınıp duğunu görmek çok kolay. Bu sağlandı. GerçekSağlık Bakanlığı’nın vaka ve hasta ayrımıyla doğ ardından kayyım tayini olayın hangi boyutta oldute anayasaya aykırı olduğuna yüzde yüz inandıruyu halktan sakladığı, bunu ülke çıkarına bağla ğunu kanıtlayacaktır herhalde. Dosyadaki duruğım bir konuda Anayasa Mahkemesi böyle bir ka dığı bir durumla karşı karşıyayız. Bu, halka karşı mu bilmiyorum, onun için bunun hakkında hukuki rar verdi. Acı tarafı, gözdağından sonra böyle bir yapılan büyük bir ihanettir. Böyle bir durumda siz bir değerlendirme yapamam. Ancak şunu söyleyekarar alınıyorsa mahkemenin kararıyla ilgili kuş“Siyasi partiler kongrelerini yapabilir ama meslek bilirim: O tarihte yine Ayhan Bilgen hakkında yapılan bir soruşturma var. Bir mahkumiyet, tutukluluk ve AYM’nin hak ihlali kararı var. Tahliyesi var... Tazminat ödenmesi var. Bu durumda yeni bir delili ortaya koymadan aynı biçimde hareket etmek... Dosyayı bilmediğim için hukuki yönden fikir yürütemem ama görüntü, bunun tamamen siyasi bir eylem olduğunu ortaya koyuyor. n Son olarak idam tartışmaları ısıtılıp ısıtılıp önümüze getiriliyor... Aynı sakızı devamlı çiğneme olarak düşünürüm. Yani “Benim artık, çağdaş demokrasinin içinde yerim yok. Avrupa Konseyi’nde olsam ne olur, olmasam ne olur” düşüncesine sahip iseler bu yapılabilir elbet. Getirirseniz bunun sonucunu halka anlatmak zorundasınız. Gerçekten fevkalade kötü olayların istismarıyla halkı oyalamaktan başka hiçbir sonuç getirmeyecek. “3 Y”, yasaklar, yolsuzluk ve yoksullukla mücadele edeceğiz diye yola çıkanlar, üstüne bir de dördüncü Y’yi eklediler: Yalan... İdam tartışması, yalanı politikanın ana temeli yapan siyasi iktidarın devamlı ağzında sakız ettiği olaydan ibarettir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle