11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 28 OCAK 2020 SALI DİZİ Mantıksızlık Çağı zafer sarhoşluğu içinde Doğu Anadolu’daki yıkıcı depremden sonra AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Malatya’da konuşmuş. “Biz her şeyden önce Müslümanız, kadere inanırız. Sabrımız imanımızın bir gereği” demiş. Beş yıl önce de 301 madencinin hayatını kaybettiği Soma katliamı sırasında, “Bunlar sürekli olan şeyler, bu işin fıtratında var” dediğini hatırlıyorum. Kader... Fıtrat...  Evet, bugünün teknolojisiyle depremin ne zaman olacağını kesin olarak bilmek olanaklı değil. Ancak fay hatlarını yıllardır izleyen bilim insanlarının önemli çalışmaları var ve Türkiye’nin deprem kuşakları biliniyor. Uygun olmayan zeminlerde rant için inşa edilen çürük ve kaçak yapıların depremde yıkılacağı ve altlarında daha çok canlının öleceği açık. Madencilerin ise gerekli güvenlik önlemleri önceden alınmadığında ve kurtarma çalışmaları etkili olarak zamanında yapılmadığında enkaz altında kalarak can vereceği belli.  Bu gibi felaketlerin en az zararla atlatılması için, bilim insanları ile uzmanların uyarılarını dikkate almak şarttır. İhmallerin, yoksulluğun ve çaresizliğin kader ya da fıtrat ile ilgisi yoktur.  Aydınlanma, laik gelenek ve bilim karşıtlığı Bunları yazarken, aklıma yıllar önce okuduğum, Amerika’da giderek yükselen antientelektüel hareketi anlatan kitap geldi. Susan Jacoby, “The Age of American Unreason” (Amerikan Mantıksızlık Çağı) adlı mükemmel eserinde, Aydınlanma, laik gelenek ve bilim karşıtlığı olarak ortaya çıkan bu anlayışın sonuçlarını anlatıyor. Bush döneminde doruk noktasına varan “antientelektüelizm”, holding medyasının pompaladığı rantçı popüler kültür aracılığıyla Amerika’ya hâkim oldu.  Bilimsel çalışmaları din karşıtı gibi gösteren, küresel ısınmayı yok sayan, evrim teorisine karşı çıkan, bilginin karşısına hurafeleri çıkaran bu görüş, her geçen gün güç kazandı. Dinci sağın pompaladığı cehaletin yükselişi Akılcılık karşıtı olarak gelişen cehaletin toplumlara faturası her dönemde çok ağır oldu. Jacoby’ye göre, sorun sadece politikacıların doğruyu söylememesi değil; insanların kamu görüşü oluşturabilmek için bilmeleri gerekenleri öğrenmek adına hiçbir çaba harcamaması...  Yığınlar, bunun sonucunda işlenen insanlık suçlarının asıl nedenini araştırmaz hale geldi, yöneticileri sorgulamadı. Reagan döneminden bu yana entelektüeli “elitist” göstermeye çalışan dinci sağın geriletilmesi sadece Amerika için değil, tüm dünya için çok önemliydi. Çünkü Bush’la iyice popülerleşen cehalet ve korku temelli bu ideolojinin yönettiği Mantıksızlık Çağı, adeta bir virüs gibi tüm dünyaya yayılıyordu.  Aradan geçen zamanda bu virüs, Amerika’da Trump ile en vurucu darbesini yaptı. Türkiye’de ise son 18 yıldır zirvede; sonuç olarak örselenen bilimin yerini her alanda “kader ve fıtrat” aldı.  Mantıksızlık Çağı’nın veda çanlarını ne zaman duyarız bilmiyorum ama görünen o ki hâlâ zafer sarhoşluğu içinde... avukatlardan dilekçe Gezi davası heyeti HSK’ye şikâyet edildi Gezi Direnişi sırasında Eskişehir’de darp sonucu yaşamını yitiren üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz’ın (19) ailesinin avukatları cinayette suçlu bulunan polis Mevlüt Saldoğan’ın mağdur olarak Gezi davasına müdahil edilmesi üzerine Hâkimler ve Savcılar (HSK) kuruluna kararın iptalini ve hâkimler hakkında soruşturma açılması için başvuruda bulundu. HSK’ye gönderilmek üzere Çağlayan’da bulunan Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığı’na dilekçe veren Korkmaz’ın ailesinin avukatları İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde süren Gezi davasına Mevlüt Saldoğan’ın müdahil olarak katılmasının kabul edilemeyeceği vurgulandı. Dilekçede şu ifadeler yer aldı: “Bu karar herhangi bir yargısal işlemin ötesinde anlamlar içermektedir. Bizim açımızdan 30. Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin, iki mahkemenin vermiş olduğu kararı sanığın hanesine ‘mağduriyet’ olarak işlemesi en basit anlamıyla bir suçlunun aklanması, en geniş anlamıyla ise yargının bir hesaplaşma aracı olarak kullanılmasıdır. Üzerinden yaklaşık yedi yıl geçmesine rağmen 79 ilde en az 2.5 milyon insanın katıldığı barışçıl gösterilerin haklılığı orta yerde durmaktadır. Halen Gezi’yle derdi olanların Gezi’de ‘finansör’ ya da ‘dış mihrak’ arama çabaları nafiledir. Barışçıl gösteriler karşısında keyfi güç kullanarak ölümlere yol açan kolluk kuvvetlerini mağdur olarak bu davaya dahil etmek, görevi kötüye kullanmanın ötesinde bir tutumdur.” l İSTANBUL/Cumhuriyet En güvenilir limandıUĞUR MUMCU’NUN HABER KAYNAĞI MELİH YÜZBAŞIOĞLU: UĞUR MUMCU’YU ANLATIYORLAR 5 MUSTAFA BALBAY Uğur Mumcu’yu ilk subaylık günlerinde tanıyıp, ömür boyu dostluğunu koruyan, pek çok konuda haber kaynağı olan, pek çok haber kaynağıyla tanıştıran Melih Yüzbaşıoğlu ile Cumhuriyet Ankara Bürosu’nda konuştuk... n Mumcu ile ne zaman, nasıl tanıştınız? Mehmet Barlas’ın TRT Genel Müdür Yardımcısı olduğu dönemde Ankara’daki evinde tanıştık. Barlas, Uğur Abi’nin diliyle liboşluğa evrilmemişti, devrimci Mehmet’ti... n Gazeteciğinin ilk yıllarından beri dosttunuz... Ankara’da Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı İrfan Özaydınlı’nın emir subayıydım. Uğur Abi de İrfan Özaydınlı Paşa’yı Eskişehir Bölgesi Sıkıyönetim Komutanlığı döneminde izlemiş. Din simsarlarına karşı tek yönetim gösteren İrfan Paşaydı. Sonradan Milliyetçi Cephe Hükümeti döneminde Hava Kuvvetleri Komutanı olmamasının nedeni bu tavırlarıydı. İki sene sonra Ecevit, İrfan Paşa’yı partiye davet etti. 1978 Ecevit hükümeti döneminde İçişleri Bakanlığı yaptı. Uğur Abi ile İrfan Paşa’yı tanıştıran benim. n Siz Uğur Mumcu’nun gazeteciliğine pek çok alanda tanıklık ettiniz... Bire bir tanık olduklarım var... Özellikle Hava Kuvvetleri’nde bir alım yolsuzluğu olmuştu. İşin şahidi olan Albayla Uğur Abi’yi buluşturdum. MİT Müsteşarı vardı 1970’lerde Fuat Doğu. Oğlu Zafer sınıf arkadaşımız Harbiye’den. “Babamı 65 yaşında emekli edecekler, nüfus kâğıdını değiştirmek istiyoruz” dedi. Uğur Abi’yi aradım. “Fuat Doğu, yaşını küçültüp görev süresini uzatmak istiyor” dedim. Ertesi gün yazdı... n Uğur Mumcu’nun güven veren kişiliği sanki başlıca haber kaynağı, ne dersiniz? Uğur Abi’ye yardım etmekten büyük onur duyuyordum. O bizim en güvenli limanımızdı... 1970’li yıllardan Uğur Abi’nin katledilişine kadar, pek çok insan vardı ona bilgi veren... n Aradan yıllar geçti, şimdi açıklamakta sakınca görmediğiniz anılarınız var mı? Abdi İpekçi öldürüldü... Polisten haberler İçişleri Bakanı Emir Subayı kimliğimle ilk önce bana geliyordu. İlk işim Uğur Abi’yi aramak oluyordu... n İlk Uğur Mumcu’yu? Bakana da aktardıktan sonra o dönem hedefte olan Uğur Abi’ye, Örsan Öymen, Mümtaz Soysal’a koruma gerektiğini konuştuk... Uğur Abi’ye koruma verildi. Bir gün Uğur Abi aradı, gittim... Kapıda şezlongda yatan bir adam. Bekçi, koruma verilmiş. Uğur Abi dedi ki: “Hasta... Süt verdim, istirahatte... Uğur Mumcu’nun yol arkadaşı Melih Yüzbaşıoğlu, elinin üstüne yaptırdığı Atatürk dövmesini göstererek poz verdi. Teşekkür ederim gönderdiğin koruma için...” Hafiften de gülümsüyordu. Bekçi, Uğur Abi’nin bakımında... n Uğur Abi bekçiyi koruyup kolluyor, hastalıktan falan... Öyle oldu... n Şunu da konuşalım; Uğur Abi korunabildi mi? Korunamadı... O bekçi gitti, başka bir polis geldi. Gelen polis PolBir’li. Gelen polis bir ay sonra Uğur Abi’ye demiş ki, “Ben ülkücüyüm ama, sizi tanıdıktan sonra fikrim değişti.” Uğur Abi’yle bizim bir de Ankara’dan Ayvalık’a seyahatimiz var. O patlatılan aracıyla beraber. Hergün gazetesi neredeyse her gün Uğur Abi’nin fotoğrafını yayımlıyor, evinin krokisini veriyor. Adresi de oluyordu... Kasketin sırrı n Hedef gösteriyordu... Kaç yılı? 12 Eylül civarı... Uğur Abi de bir kas ket almış. Yola çıkarken onu taktı, “Faşizme karşı korumam kasket” diye gülüyordu. Kasketi gözlerinin önüne indirerek takıyordu. Bir benzincide durduk. Adam Uğur Mumcu’ya baktı, “Aaa hoş geldiniz, nasılınız” dedi. Uğur Abi adamı selamladıktan sonra bana döndü, “Faşizme karşı şapkanın da faydası yok” dedi. Uğur Abi’nin en büyük kor kusu demeyeyim ama üzüntüsü, kendi ifadesi ile arabada çoluk çocuk varken bir saldırıya uğramaktı. Bunu bizzat birkaç kez kendisinden dinledim. O nedenle her zaman için arabaya önce kendisi biniyordu... Abdi İpekçi’nin ölümünden sonra babadan kalma bir silahı varmış. Ona ruhsat almak istedi. Ankara Emniyet Müdürü’ne gittik, Ercan Belen’e. Uğur Abi’nin ruhsatını çıkarttık. O günlerdeki yazısında “Ne günlere kaldık, kovboy gibi olduk” diye yazdı. Yıllar sonra, katledilişinin ardından o silaha ruhsat çıkartılmasını da maalesef yine ben aracı oldum. Oğlu Özgür’ün üzerine yaptık. n Uğur Mumcu’nun silahı oğlu Özgür Mumcu’nun üzerinde... Emniyet Müdürlüğü’nde kaydedilirken, “Vefat eden Uğur Mumcu” diye yazmışlar. Güldal Mumcu müdahale etti, “Vefat etmedi, katledildi, öyle yazın” dedi. Özgür’ün doğumunu anımsıyorum, küçük bir Uğur Mumcu vardı kundakta. Daha sonra Özge doğdu. Ben de kızıma Özge adını koydum. n Uğur Abi’nin mizah ustalığına siz de tanıklık ettiniz tabii... Sakıncalı Piyade’yi yazmadan önce ondan çok dinledik. Tam bir acıklı güldürü. Askerlik bittikten sonra Uğur Abi, Milli Savunma Bakanlığı’nı mahkemeye verdi. Bakanlık da kendine göre niye yedek subay değil de er olduğuna dair açıklamalar yaptı. Uğur Abi’nin orada bir sözü var “Eğer orgenerallikten emekli olup holdinglere yönetim kurulu üyesi olmaktansa piyade er olarak askerlik yapmak benim için daha büyük bir şereftir” demişti. Bunu her duyarlı subay, astsubay defterine yazmıştır. n Devletin dahi üzerine gitmediği, gidemediği olayların üzerine gidiyordu... Uğur Abi’nin girmediği konu olmadı. Apo’nun karısının babasının MİT’te çalıştığını ortaya çıkarmıştı. Biliyorsunuz, o çalışması bitmedi... Bitiremediği, daha doğrusu başlayamadığı bir çalış ma daha vardı. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Moskova’ya gelip, yerinde gözlemek, dağılma nedenlerini yazmak istiyordu. n En son üzerine gittiği olaylardan dönemin Milli Savunma Bakanı Ercan Vuralhan’la ilgili yolsuzluk dosyasında da ona yakındınız değil mi? Uğur Abi, Özal hükümetinin Milli Savunma Bakanı Ercan Vuralhan’la ilgili bir dosya açmıştı. Zırhlı arabayla ilgili bir yolsuzluk olayı... Benim Uğur Abi’yle dostluğumu bilen Ercan Vuralhan’ın arkadaşı çiçekçi bir hanım vardı. “Uğur Bey’le aramızı yapsın, Melih Bey ne istiyorsa Milli Savunma’dan veririm diyor” dedi. Ben bunu Uğur Abi’ye anlattım. Uğur Abi bir başka açıdan mutlu oldu. Haber geliyordu! O hanım Uğur Abi’ye, “Türkiye’de herkes her şeyi yapıyor, niye Ercan’ın üzerine bu kadar gidiyorsunuz” dedi. Uğur Abi, gayet sakin bir şekilde, “Ben gitmiyorum, kendisi getiriyor” dedi. “Ama Ercan’la görüşseniz” dedi. Uğur Abi, “Ben neyi görüşeyim?” dedi. “O zaman Melih Bey görüşsün” dedi. Uğur Abi, “Melih git bakalım” dedi. Ercan bana, ne kadar Ecevitçi olduğunu anlattı. Ben Uğur Abi’ye gidip görüşmeyi anlattım. Aradan üç gün geçti. Özal sağına Ercan Vuralhan’ı almış, solunda görüşme yaptığı gazeteci. Özal diyor ki, “Benim bakanım böyle bir şey yapsa, kulağından tutup hemen atarım. O Uğur Mumcu’nun yalanı’ diyor. Uğur Mumcu da ertesi gün açıklama yaptı, “Sen bana aracı göndermedin mi Ercan” dedi. Ercan da “Hayatımda kimseyle görüşmedim” dedi. Uğur Abi, “Bu durumda senin adını vereceğim” dedi. “Ver abi” dedim. Uğur Abi, “Ben her şeyiyle güvendiğim bir kişi olmasaydı, Melih Yüzbaşıoğlu ile oraya gitmezdim” dedi. Ertesi gün benim fotoğrafımı bulmuşlar muhtarlıktan. “İşte kilit adam” diye başlık attılar. Ercan Vuralhan, Uğur Mumcu’yu mahkemeye verdi, yalan haber diye. Ben de şahit olarak mahkemeye gittim. Görüşmeyi anlattım, “Bana iş teklif etti” dedim. O zaman da ticarete yeni başlamışız. Ertesi gün maliyeciler geldi büroma. Önce Mustafa Kemal... n Zaten hep öyledir... Daha sonra Ercan Vuralhan ne yazık ki boğazı kesilerek öldürüldü... n Uğur Mumcu öldürüldüğü gün Moskova’daydınız. Orada nasıl yankılandı? Katledilişinin ertesi günü Rus televizyonlarında dakikalarca gösterildi. Ona Moskova’dan bir kalpak getirmiştim. n Uğur Mumcu’ya bir hayranlıktan öte tam bir bağlılık görüyorum sizde... Uğur Abi 1942’li, ben 49’luyum. Üçüncü, dördüncü görüşmeden sonra abi demeye başladım. Bir hayranlıktı benim için... Öncelikle askerliğini er olarak yapması, bunu onurla taşıması bir hayranlık uyandırdı. Bizlerde tam bir Mustafa Kemal’in askeriyiz duygusu vardı. Uğur Abi de bunu en iyi yansıtandı. O bir sosyalist olabilir ama, önce Mustafa Kemal’di. UĞUR MUMCU’YA MECLİS KÜTÜPHANESİ’Nİ AÇAN ALİ RIZA CİHAN: Ona yardım, ülkeye hizmetti Uğur Mumcu’nun TBMM Kütüphanesi’nden en etkin yararlanmasını sağlayan kişi dönemin kütüphane müdür yardımcısı Ali Rıza Cihan’dı. Cihan’la o günleri konuştuk... n Mumcu’nun ikinci adresi Meclis kütüphanesiydi. Onunla nasıl bir bağ kurdunuz? 1960’lı yıllarda tanıdım. Kayınbiraderim Güven Tekinsoy’un Ulus Devrim İlkokulu’ndan sınıf arkadaşı... Uğur herhangi bir konuyu araştıracağı, kitap yazacağı zaman mutlaka belgelere dayalı olmasını isterdi. Bir kaynağa ulaşsa bile mutlaka doğrulatmak ister. Meclis Kütüphanesi Fransız Komünist Partisi yayın organından Takvimi Vakayi’nin tüm sayılarına kadar çok zengin bir içeriğe sahip. Bana araştırılacak şeyin ne olduğunu söylüyordu. Ben hemen hazırlıyordum. Gazete, dergi, kitap ne olursa... n Herkese böyle yardım etmeniz zor... Elbette mümkün değil. Düşünsel olarak da çok sevdiğim için her türlü yardımı yapıyordum. Tüm yetkilerimi kullanıyordum... n Bu ilişki zamanla dostluğa da dönüştü. Kişiliğinden sizde hangi izler kaldı? Yanar döner olanlara çok kızıyordu. Düşüncesi tam karşısında olana bile, saygı duyardı. Yeter ki kalemini satmasın, inanmadığı düşüncelere kiralamasın. Ama yanar döner olanı affetmezdi... n Unutamadığınız anılardan Mumcu’yu da tarif edenler vardır. Paylaşır mısınız? Bir gün çok neşeli geldi... “Kahve içelim” dedi. Baki Tuğ’la randevusu varmış. DYP milletvekili, eski savcı... “Birkaç yıldır uğraşıyordum, söz verdi, belgeyi verecek” dedi. Ali Rıza Cihan Belge de Apo’nun MİT’le bağlantısı... n Kaç yılı? 1992 olmalı... Kahveyi içtik, gitti... Geldi ama, suratı asık, canı sıkkın... Demek ki dinleyenler dinlemiş, çok canı sıkıldı... Oysa giderken, “Helal olsun, demek ki yurtsever” falan dedi... Konuşmayı dinlemişler uyarmışlar, korkmuş... Bilgi, belge vermeme kararı almış. Giderken öyle neşeli, dönüşte öyle sıkkındı ki, bir meslek ancak böyle bir aşkla yapılır. n Araştırdığı konuyu yaşıyordu adeta... Aynen öyle... Akla hayale gelmez belgeler arıyordu. Belge ararken, büyük şevk duyuyordu. Bir konunun peşine düşmüşse bırakmıyordu. Çevresel konulara da giriyordu. Araştırmacı gazeteciliğin simgesiydi... İstese siyasete girerdi... Ama siyasi yapıları da beğenmiyordu... Abdullah Baştürk’le bağımsız bir gazete kurma hevesi de vardı. Gidişten memnun değildi... Sürgünü engelledi n Anlattıklarınız iki mesai arkadaşının anıları adeta? Büyük onur duyardım ona yardım etmekten. Araştıracağı konuyu önceden haber verirse hazırlar, gelmesini beklerdim. Vermezse hemen hazırlardım. Sonrasını bir kahve içmeye ayırırdı... “Eve de gel” derdi. n Dostluklar kurmayı da çok severdi... Arkadaş canlısı, dürüst bir insandı... 1980’lerin başında benim sürgün edilmem gündeme gelmiş. Haberim olmadan engellemiş. Çok sonra öğrendim. n Bu dostluklardan süzdüğünüz Uğur Mumcu portresinin içine neler koyarsınız? Söylenmemesi gerekeni ölse söylemez, söylenmesi gerekeni ölse söyler... Sosyalistti, Atatürk’ten söz ederken gözleri çakmak çakmak olurdu. Her şeyi göze alarak ona yardım ettim. Başkalarına da yardım ediyordum ama ona ayrıydı. Omuzlarımdaki bir görev olarak kabul ediyordum. İyi kütüphaneci neyin nerede olduğunu bilir, her şeyi bilmez... Her kitabın en azından önsözünü okurum. Benim için efsane kü tüphane müdürü derler... Bir şeyi hemen bilip yerinden getirirdim... Severek, koşarak yapıyordum...Uğur Mumcu’ya hizmet, ülkeme hizmet diye düşünüyordum. O bireysel çıkarları için ya da sermaye gruplarıyla değil, ülkenin emekçileri için çalışırdı... n Verdiğiniz bir bilgiyi gazetede görünce ne hissederdiniz? İnanılmaz bir haz duyardım. Muammer Aksoy da Meclis’te görev yaptı. Ona yardım etmeyi de çok severdim. n Uğur Mumcu, Aksoy’u çok severdi... Sevilmeyecek insan değildi... Ülkesini çok severdi... n Prof. Aksoy öldürüldükten sonra onun da tehdit altında olduğu bir gerçekti... Başına geleceği tahmin ediyordu... Tahmin değil, biliyordu... Canı pahasına inançlarından vazgeçmedi. Başına geleceğin bir tek gününü bilmiyordu... n Tehlikeli bir bilgiye ulaştığında siz tedirgin olur muydunuz? Hiç olmazdım. Aklımdan geçmezdi. Bilirdim ki Uğur onu mutlaka yazacak. Ne pahasına olursa olsun... Hiç olumsuzluk aklımdan geçmedi. Hiç yılmazdı, iyi irdelerdi... Bilgi belge gücüyle konuşurdu... n Meclis Kütüphanesi’nden yararlanma sıklığı nasıldı? Ayda ortalama 23 defa... Bir şeyi araştırıyorsa daha sık... Her konuyla ilgiliydi... Çok vefakârdı... Kayınbiraderin çocuğunun nikâhına İstanbul’a geldi... SÜRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle