12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 28 OCAK 2020 SALI [email protected] EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR olaylar ve görüşler İşyerinde aşırı rekabet işletmeye zarar veriyor Yazan: Sue Shellenbarger The Wall Street Journal Çeviren: M. Birol Güger Rekabet çoğunlukla sağlıklı ve teşvik edilebilir bir etkinliktir. Sağlıklı rekabet güden insanlar, bu etkinliği becerilerini geliştirmek, hedeflerine ulaşmak ve işlerinde başarılı olmak için bir yol olarak görürler. Ancak aşırı rekabetçi bireyler üzerinde yapılan araştırmalar onları bu Shellenbarger bağlamdan çıkarır. 2010 yılında Harvard Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, yoğun rekabetin tetiklediği, “her ne pahasına olursa olsun kazanma” güdüsü, başkalarının bakış açıları ve çalışmalarını göz ardı etme, hatta gölgeleme eğilimini doğurur. Kısmen kalıtımsal Rekabete nasıl tepki verdiğimiz oldukça değişkendir. Bireyler erken dönem deneyimleri ışığında, aşırı rekabetçi bir meslektaşın tutumunu meydan okuma olarak algılayabilir ve ona daha rekabetçi bir tutumla karşılık verebilir ya da onu bir tehdit olarak algılayıp geri çekilebilir. Budapeşte’deki Eötvös Loránd Üniversitesi’nden bilim insanları, 2015 yılında yaptıkları bir araştırmada, baskı altında performans göstermede belirleyici olan bir genin, “savaşçı” (warrior) ve “kaygılı” (worrier) olmak üzere iki ayrı türünü keşfettiler. Bu durum aşırı rekabetçiliğin kısmen genetik ile de ilişkili olduğunu ortaya koydu. Yönelimleri belirliyor Öte yandan, Florida, Rollins College’da psikoloji profesörü olan John M. Houston tarafından yürütülen 2015 tarihli bir çalışmaya göre, doğası gereği rekabetçi yapıda olan üniversite öğrencileri daha çok antrenörlük gibi rekabetçi işlere yönelme eğilimi gösteriyor. Buna karşın, daha az rekabetçi olanlar da okul danışmanlığı gibi işbirliğine daha açık işlere yöneliyorlar. New York merkezli bir uzman psikolog ve “Bilinçli Lider” kitabının yazarı olan Shelley Reciniello, aşırı rekabetçi rakiplerinden endişe duyan utangaç insanların, genellik Her işyerinde en az bir adet “aşırı rekabetçi” çalışana rastlamak mümkün. Psikologlara göre bu sınıflandırmaya dahil olan bireyler, giriştikleri her işi rekabete dönüştürüyor ve meslektaşlarıyla iletişimi kesmekten tutun da fiziksel şiddete varan ölçüsüz tepkiler veriyorlar. Dahası, kontrol edemedikleri bu olumsuz tutumlarıyla, çalıştıkları işletmeye de zarar veriyorlar. le kendi performanslarına zarar verdiklerini söylüyor. Bu tür çatışmalar öylesine güçlü içgüdüsel tepkimeler üretiyor ki insanları adeta kör edebiliyor. Dr. Reciniello’ya göre, aşırı rekabetçi eğilim içinde bulunan bireyler kızgın olduklarını bilir, hasta ve üzgün hissederler ve kendilerini ansızın intikam fantazileri düşlerken bulabilirler. Ne zaman harekete geçmeli? Aşırı rekabetçi bir meslektaş ile yüz yüze gelip bu durumu görüşmeye karar vermek zor olabilir. Kadınların işyerinde nasıl rekabet etmeleri gerektiğine dair bir kitap olan, “New Rules of the Game”in (Oyunun Yeni Kuralları) yazarı Susan Packard, “Bu ‘içinde bulunduğunuz’ duruma bağlıdır. Kaybedecek neyiniz olduğunu gözden geçirmek durumundasınız” diyor. Rakip tarafından yapılacak küçük bir politik manevra sizi çok da fazla incitmeyebilir. Ancak aşırı rekabetçi rakibiniz, kariyer hedeflerinize veya işinizi sürdürmek için gerekli olan olan araç veya kay REKABETÇİ SEVİYE TESTİ Ne kadar rekabetçi olduğunuzu tespit etmek için aşağıdaki soruların yanındaki kutucuklara “doğru” (d) veya “yanlış” (y) yanıtlarını işaretleyin. Kazanmak kendimi daha güçlü hissettiriyor. Rakiplerimi düşman olarak görmüyorum. Rekabeti seviyorum çünkü kendimi ve kapasitemi tanımama ola nak tanıyor. Tartışmaları kaybetmeye katlanamıyorum. Rekabet başkalarıyla yeni dostluklar kurmama yardımcı olabilir. Rekabet sürecindeki başarısızlık veya kayıplar, bir insan olarak kendimi daha az değerli hissetmemi sağlıyor. Araç sürerken biri tarafından geçilmem beni rahatsız etmiyor. Rekabet yeteneklerimi geliştirmeme yardımcı olamaz. Rekabet sonrası elde ettiğim başarı, başkalarından üstün hisset memi sağlamaz. Avantaj sağlamak adına rakibimi rahatsız edeceksem bunu yap maktan çekinmem. naklara müdahale etmeye baş PUANLAMA: larsa, harekete geçme zamanınız çoktan gelmiştir. 1, 4, 6, 8 ve 10. sorulara “doğru” yanıtını vermek aşı Nasıl yaklaşmalı? Bu bağlamda ilk adım, tepkilerinizde bilinçli ve soğukkanlı olmaktır. Daha sonra rakibiniz rı rekabetçi eğilim içinde olduğumuzu gösterir. Sadece 2, 3, 5, 7 ve 9. sorulara “doğru” cevap verenler sağlıklı bir rekabet anlayışına sahiptirler. le gerekirse, paylaştığınız ortak hedeflerin altını oymayı bırak ması konusunu görüşmek için lışan, sona erdirmesi gereken yüzleşebilirsiniz. olumsuz davranışları açıklama Bunun yanı sıra, aşırı reka dığınız sürece ne sorduğunuzu betçi meslektaşınızın olumsuz dahi anlamayacaktır. O halde davranışlarına dair örnekler işe, davranışlarının işletmeye toplayabilirsiniz. Zira muha veya ekibe hangi ölçüde zarar tabınız olan aşırı rekabetçi ça verdiğini açıklayarak başlayın. Depremde ortaya çıkan toplumsal fay hatları! Aynen yerkabuğundaki kırılma çizgileri gibi, her toplumun da, içindeki gerilimleri yansıtan ve zaman zaman toplumsal depremlere yol açan “fay hatları” vardır: Her doğal felaket, bu “toplumsal fay hatlarının” da ortaya çıkmasına yol açar! Bu “Toplumsal fay hatlarının” doğal krizler sırasında ne denli etkili olacağı, genellikle siyasal iktidarların politikaları ile belirlenir: Bir siyasal iktidar, doğal krizlerden önce de toplumu ayrıştırıcı olan bu gerilimleri yani “toplumsal fay hatlarını” genel politika olarak kullanıyorsa, elbette doğal felaket sırasında da bu çizgilerdeki ayrışmalar açıkça ortaya çıkacaktır. HHH Türkiye’deki “toplumsal fay hatları” da hiç kuşkusuz, din ve mezhep gibi, ırk ve milliyet gibi, dünyadaki kırılma çizgilerinden etkilenir. Üstelik kimi durumlarda bunlardan birkaçı, aynen bütün dünyada olduğu gibi, üst üste de çakışarak birbirini güçlendirir. Örneğin, din ve mezhep, ırk ve milliyetle çakışır, eğitim ve cehalet üzerinden açığa çıkar, sol ve sağ olarak belirginleşir, demokratik ve antidemokratik çizgi ile iktidar muhalefet ayrışmasında sertleşir. Ülkemizdeki bu “toplumsal fay hatlarının” en temel olanları şöyledir: 1) Din ve mezhep üzerinden: MüslümanHıristiyan, SünniAlevi, Dinci (dindar değil)laik çizgileri. 2) Irk ve milliyet üzerinden: TürkKürt ve Türkler ile öteki etnik gruplar arasındaki çizgiler. 3) İdeoloji ve ekonomi üzerinden: Solcusağcı çizgisinde her türlü ideolojik ve ekonomik rejim karşıtlıkları. 4) İktidarmuhalefet ilişkileri ve parti üzerinden: AKP’li (ve bazen de MHP’li) olanlarla olmayanlar. HHH Bu fay hatlarına, bir de gelir ve servet, eğitim, ekolojik çevre ve bölge farklılıkları ile siyasal/ ideolojik grupların birbirleriyle ve kendi içlerindeki ayrışmaları ekler ve bunların yukardaki temel çatışma çizgileriyle nasıl birleştiklerini ve onları ne ölçüde pekiştirdiklerini düşünürseniz, Türkiye’deki sıkıntıları daha iyi anlarsınız. İşte ElazığMalatya Depremi, bir yandan toplum olarak dayanışma ve yardımlaşma reflekslerimizi harekete geçirirken, öte yandan, bütün bu “toplumsal fay hatlarını” da gündeme getirdi: Depremzedelerin etnik köken üzerinden değerlendirilmeye çalışılması... Suriyelilerin çeşitli biçimlerde yeniden ortaya çıkması... İnşaat sektörüne ve bu sektörün denetimine yönelik haklı eleştiriler... 1999 Depremi’nden sonra toplanan vergilerin nerelere harcandığına, yardım isteyen Kızılay’ın yapısına ilişkin sorular ve iktidarın Sosyal Medya eleştirilerini ahlaksızca sayması ve bunlar hakkında soruşturma açması... Özellikle muhalif belediyelerin yardımlarının ve faaliyetlerinin ön plana çıkması ve bunun iktidarda yarattığı tedirginlik... Bazı yardımların yerlerine ulaştırılmalarında ve dağıtımlarında ayrımcılık yapıldığı iddiaları... Bu “Toplumsal fay hatları”nın yansımaları olarak düşünülebilir. HHH Peki, bu “Toplumsal fay hatları” nasıl aşılabilir: Bence bunun yanıtı “Adalet” ve “Demokrasi” gibi iki temel değer etrafında kenetlenmekle verilebilir: Bütün bu gerilimleri çapraz kesen bir “Adalet” ve “Demokrasi” çağrısı belki toplumu yeniden “Temel İnsan Hak ve Özgürlükleri” ekseninde bir araya getirmeye yardım edebilir. Ben Türkiye’de “Adalet” ve “Demokrasi” arayışında en güçlü ve en büyük örgüt olan CHP önderliğinde, böyle bir ittifakın kurulabileceğine inanıyorum... Çünkü CHP, Demokrasi ve Adaleti “sadece kendisi için istemeyen” ve bunu tarihsel olarak kanıtlamış olan tek partidir. Kemal Kılıçdaroğlu’nun son çabalarını da bu bağlamda olumlu değerlendiriyorum... Dilerim “Geniş bir Adalet ve Demokrasi İttifakı” oluşturmakta başarılı olur. KUZEY KUTBU VE GRÖNLAND ADASI Barbaros BÜYÜKSAĞNAK Pîrî Reis Üniversitesi Öğretim Görevlisi 2019Temmuz ayı içinde İş Bankası sponsorluğunda Kuzey Kutbu’na gerçekleştirmiş olduğumuz ilk Türk Arktik Bilimsel Seferi süresince Grönland Denizi ve Arktik Okyanusu’nda seyir yapmış ve birçok bilimsel çalışma gerçekleştirmiştik. Son olarak 722 Ocak 2020 tarihleri arasında UZMAR Tersanesi sponsorluğunda Ebru Caymaz ve Engin Hınçer’den oluşan ACT Ekibi, Grönland’a giderek “Harekete Geç Gezegenini Kurtar” sloganı ile kış mevsiminde kimsenin yapmaya cesaret edemediği buzul tırmanışı ve buzul dalışı yaptılar ve biz Türklerin de küresel iklim değişikliğine karşı farkındalık yaratmak için çabaladıklarını tüm dünyaya göstermiş oldular. Cesur ekibe yürekten tebrikler! Son yıllarda adını çok andığımız Kuzey Kutup bölgesinde yer alan ve 2.1 milyon kilometrekare yüzölçümüne sahip Grönland Adası’nın 3 milyon yıl önce buzullarla kaplanarak beyaza büründüğü bilimsel araştırmalar sonucunda ortaya çıkarılmış. Dünyanın en büyük adası olan Grönland’a bu ismi adayı MS. 986 yılında keşfeden Viking “Kızıl Erik” in verdiği tahmin ediliyor. Normalde sadece yaz aylarında güney kesimi yeşil olan adaya daha fazla kişi gelip yerleşsin ve oralarda yaşasın diye bu şekilde düşünmüş olabilir Kızıl Erik. Öte yandan, günümüzde sadece 57 bin kişinin koca adada yaşadığı düşünülürse Erik’in pek de başarılı olduğu söylenemez. İşin diğer bir ilginç yanı ise bölge ülkelerinden İzlanda’nın yemyeşilken İngilizce Iceland (Buzlar ülkesi) olarak, buzullarla kaplı Grönland’ın ise Greenland (Yeşil ülke) olarak adlandırılıyor olması. 1721 yılında Danimarka’nın kolonisi, 1953’te eyaleti olan Grönland 1979 yılında özerk bir yapıya sahip olmuş. 2009 yapılan referandumla ise Grönland Hükümetine kendi geleceğini belirleme ve halkına kendi kendini yönetme hakkı verilmiş. Trump’tan ilginç teklif Dünyanın kuzeyinde yer alan bu sessiz ada geçen yıl sonunda ilginç bir teklifle karşı karşıya kaldı. ABD Başkanı Donald Trump, Grönland Adası’nı satın alma olasılığıyla ilgilendiğini açıkladı. Trump yaptığı açıklamada, adanın halen Danimarka’ya ait ve Danimarka’nın bir NATO üyesi olarak ABD’nin iyi bir müttefiki olduğunu, öte yandan dünyanın birçok ülkesi gibi ABD’nin Danimarka’yı da koruduğunu ve yardım ettiğini ve korumaya devam edeceğini, fikrin kendisine sorulduğunda stratejik olarak ilginç bulduğunu, öte yandan adanın Danimarka’ya bü yük bir mali yük getirdiğini ve yıllık 700 milyon dolarlık kaybı olduğunu, Kraliçe’nin daveti üzerine Danimarka’ya yapacağı ziyarette bu konunun bir numaralı gündem maddesi olmasa da konuşulabileceğini belirtti. Peki, durup dururken ve yüzde sekseni buzullarla kaplı bu büyük ada yönetenler tarafından satılığa bile çıkarılmamışken Trump bu konuyu niçin gündeme getirdi? Küresel ısınma nedeniyle son yıllarda önemi her geçen gün artan Arktik bölgede, ABD’nin daha fazla söz sahibi olmak istemesi doğal karşılanmalı elbette. 1867 yılında Alaska topraklarını 7.2 milyon dolara Rusya’dan satın alarak gerçekleştirdiği stratejik hamleden sonra ABD bir önemli hamle daha yapmanın peşinde anlaşılan. Danimarka tarihinin en genç ve kadın başbakanı Mette Frederik sen, bu öneriyi saçma olarak niteleyerek Grönland’ın satılık olmadığını ve adanın Danimarka’ya değil Grönland halkına ait olduğunu, önerinin ciddi olmadığını umduğunu belirtince Trump yapmayı planladığı ziyareti gerçekleştirmeyeceğini açıklamıştı. İştah kabartan zenginlik Demir cevheri, kurşun, bakır, çinko, elmas, altın, uranyum ve petrol gibi iştah kabartıcı doğal kaynaklarla zengin olduğu bilinen adada, bu madenlerin yeryüzüne çıkarılması için tüm Arktik bölge gibi buzulların erimesi bekleniyor maalesef. 2019 yılı yazında Grönland tarihindeki en büyük buzul parçalarının kopuşunun yaşandığını dikkate aldığımızda bu beklemenin fazla sürmeyeceğini söyleyebiliriz. Çok fazla miktarda ve tertemiz içme suyu ve buz, balık stokları ve diğer deniz ürünleri düşünüldüğünde ise iştahların daha da kabarması işten değil. Son yıllarda artan macera turizmi faaliyetleri de adanın diğer önemli bir kazanç kapısı. Trump’ın demecindeki “Danimarka’yı da koruyoruz” ifadesini altında adanın kuzeyindeki ABD Thule Hava Üssü’nün varlığının yattığını düşünebiliriz. Kuzey kutup noktasına sadece 1500 kilometre mesafede yer alan hava üssünde ABD Balistik Füze Erken Uyarı Sistemi’nin bir parçası olan radar istasyonu bulunduğu ve üssün ABD Hava Kuvvetleri Uzay Komutanlığı tarafından da kullanıldığı biliniyor. Yükselen değer Öyle veya böyle Trump’ın bu çıkışının altında ne yattığını anlamak için belki bir süre daha beklemek zorundayız. Bu çıkış tamamen bir spekülasyon için yapılmış olabilir veya ileride yapılacak bir hamlenin altyapısını oluşturabilir. Bununla birlikte bugün Danimarka’ya bağlı ancak kendi kaderlerini kendileri belirleme hakkına sahip Grönland halkı yarın tercihini ABD’den yana kullandığını açıklarsa kim ne diyebilir? Her ne kadar güvenlik ve dış politika konularında Danimarka hükümeti söz sahibi olsa da Grönland hükümeti büyük iş anlaşmalarını imzalama yetkisine sahip. Örneğin son dönemde Çin’le madencilik anlaşmaları imzaladıkları bi liniyor. Trump planlı gezisini iptal etse de ABD’nin Grönland’a konsolosluk açmayı planladığını ve Danimarka İstihbarat Servisi’nin adayı 1 numaralı güvenlik riski olan yer olarak belirlediğini hatırlatalım. Son günlerde Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarına ilişkin yaşadığımız gelişmeler ve Libya ile imzalanan anlaşma gündemdeki sıcaklığını koruyor. Dünyamızın yüzde 71’ini oluşturan okyanuslar ve denizler bir yandan dünyamızın en önemli dengeleyicisi konumunu korurken, öte yandan devletlere çeşitli fırsatlar sunmaya devam ediyor. Kuzeyde de durum benzer. Grönland’a sahip olması halinde; küresel ısınma ve iklim değişikliği nedeniyle son yıllarda jeopolitik açıdan önemi giderek artmakta olan Arktik Okyanusu’na Alaska dışında farklı bir coğrafyadan da kıyıdaş devlet konumu kazanacak ABD’nin böylece bölgede Rusya’ya karşı dezavantajlı konumunu biraz olsun azaltacağı ve kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge gibi deniz yetki alanlarını artırarak hem Rusya’ya, hem de İpek Yolu Projesi vasıtasıyla bölgeye ve Grönland’a olan ilgisini açıkça gösteren ve kendisini “Arktik’e Yakın Ülke” olarak tanımlayan Çin’e karşı hamle yaparak avantaj sağlamak isteyebileceği gerçeğini de gözlerden kaçırmamak gerekir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle