11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 13 OCAK 2020 PAZARTESİ EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ DİZİ Ayrıntılar Şeriat devleti kurulur mu? Azgın siyasal İslamcı hükümetler küresel güçlerce desteklenir. Hiçbirinin kapitalizme itirazı yoktur, İslamcıların. Alma satma işlerinde pek becerilidir İslamcılar. Herhangi etik bir değer taşımadıkları için de yaşam kolaydır. Kolay yalan söylerler. Suçluluk duygusu taşımazlar. Siyasal İslam insanlığın kanseridir. Küresel kapitalizm bu fırsatı iyi değerlendirerek, İslamcı hükümetlerle işbirliği yapar, sırtlarını sıvazlar liderlerin, bolca övgü boca eder üstlerine ve işini yürütür. Emperyalist devletler, küresel şirketleriyle bu işi başarıyla yapar. Bu çağda bilişim olanaklarını elinde tutan, teknoloji üreten ülke egemenlik alanını geliştirir. Şimdilik petrol zengini İslam ülkeleri de har vurup harman savurarak gününü gün eder. Ya biz? Bizdeki siyasal İslamcıların ilk talihsizliği Arap olmayışlarıdır. Dolaysıyla palavradan atıp tutmaları pek para etmez. İslam dünyasında en küçük etkileri yoktur. Üstelik petrol zengini olmadıkları için de ötekiler gibi muamele görmezler. Elde kalan nedir peki? Güzel coğrafyanın olanakları elbette! Satışa çıkan memleket toprağıdır. Bir de Soros’un dediği gibi “En değerli ihraç malı asker”dir. Yani toprak ve kan! Siyasal İslamcıların gözü para hırsıyla karardığı için, her tür akıldışı kararı alırlar. Onlar için bilim yoktur, çıkar vardır. Aslında onlar için öteki dünya hesabı falan da yoktur, bu dünyada cenneti yaşamak için ne gerekirse yaparlar. Kanal İstanbul ve İstanbul Havaalanı çevresinde yeni kent kurma girişimi zorunludur siyasal İslamcılar için. Rant üretmediği gün devrileceğini gören RTE, gözlerimizin içine bakarak “yapacağız” diyor. Bakanlarına, yandaşlarına da aynı talimatı vermiş anlaşılan. Her yanda bağırarak “çatlasanız da patlasanız da kanalı yapacağız” diyorlar. Oysa daha dün deprem oldu, İstanbul ölümü bekliyor. Siyasal İslamcılar için ne gam! Garip bir pervasızlıkla sadece laik(!) kesimin öleceğini sanıyorlar depremde! Nasıl bir kafayla muhatap olduğumuzu anlayın işte! Savaşlar Bizdeki şarlatan televizyon tartışmacılarına bakmayın siz, mesele derin ve başka. Dünyanın acil savaşa gereksinimi var. Bildik durum, kapitalizm her krizde bu yola başvurur. İyi de bize ne oluyor? Kullandığın silah senin değil, iktisadi krizin dibindesin, üstelik hükümet kararının meşruiyeti de tartışmalı! Eline al mikrofonu, oku önünden akan yazıyı ve pazarla neoOsmanlı düşlerini! Dünya gözü dönmüş liderler elinde şu günlerde. Büyük tehlikedir bu. Her biri iç pazara, seçmenine yönelik türlü hayaller satan bu insanlar, gezegenimizin sonunu getirmek üzere. Elbette bu süreci her ülkenin satılık akademisyenleri, gazetecileri de destekliyor. Düzen bu. Bizim gibi üçüncü dünya ülkelerine de, belki, bu oyunda sus payı düşecek, emin değilim ya, neyse. Bir Putin’in soğukkanlı diplomasi trafiğine bakıyorum, bir de bizimkilere... Arada yüzyıllara dayanan mesafe var, kapanması güç. Bir çift söz de muhalefete Bu ortamda gülünç bir muhalefete mahkum oluşumuz acıdır. Sadece olan bitene tepki veren, vaziyeti idare etmek üzere kurulu bir muhalefet anlayışıdır bu ve tehlikelidir. Durduğu yerde özgün fikir yoktur. Muhalif liderler çapsız isimleri yanlarında tutmayı severler. Parlak zekâlı, yaratıcı olan insanlardan hoşlanmazlar. Dünyayı farklı okuyan, yeni açılımlar getirecek insanları hemen iterler, dahası, eleştirilmekten hiç hoşlanmazlar. Erdoğan, nasıl ülkenin “baba”sı olarak sayıyorsa kendini, muhalefet liderleri de partilerinin “babası” ya da “anası” olmak derdindedir. Bizde gerçek anlamda parti yoktur. Sadece biat edenlerin adım adım yükseldiği, tuhaf dernek benzeri otoriter yapılar vardır. Buradan kayda değer verim elde etmek söz konusu değildir. Tüm kurullar baskı altındadır, özgür tartışma iklimi yoktur. Dolayısıyla siyasal İslamcıların kuyruğuna takılı, geçici başarılarla(!) övünen kimseler vardır. Talihsizlik değildir bu, bildiğiniz kâbus işte! Diyeceğim, bu iktidar ve muhalefetle “Türk Tipi Şeriat Devleti” çoktan kuruldu da, haberimiz yok! Okurdan bir yazı izin Geçen seneyi ameliyatla kapadım, bu sene de öyle başlıyor. Doktorlarıma güveniyorum, çarşamba başarılı geçecek ameliyat. Bir yazı eksik olacak o yüzden, şimdiden anlayışınız için teşekkür ederim.  Libya’ya uluslararası müdahale çağrısı yapan ilk aktörler Körfez ülkeleriydi HançeriAyrıntılar Ayrıntılar ‘dostları’ vurdu Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkeleri, Kaddafi’nin devrilmesinden memnuniyet duydular. Çünkü Kaddafi, Suudi Arabistan’ı “İngilizlerin ürettiği, ABD’nin koruduğu ülke” Lolarak tanımlıyordu. ibya’daki tüm yerel güçleri eşit gören kilit aktör Rusya, Türkiye’nin müdahalesine itiraz edebilir. Önümüzdeki süreçte Türkiye’yi Körfez ülkeleriyle hararetli bir çatışma da bekliyor. Batılı güçler ile hedefe koydukları Rusya arasında bir çekişmenin olduğu Libya’da Körfez ülkelerinin krize müdahale biçimlerini, güçlü etkilerini göz ardı eden yanılgıya düşer. Kaddafi sonrası gelişmelerde bu ülkelerin oynadığı rol çok ama çok önemlidir. 20022008’de yeni yeni keşfedilen petrol ve gaz rezervlerinin de yardımıyla Doha, Abu Dabi ve Dubai’nin hızlı ekonomik gelişimi, Katar ve BAE’nin uluslararası ilişkilerde daha aktif bir rol oynamasına yol açtı. Libya bu “proaktif politikanın” önemli bir alanı oldu bu ülkeler için. Kabul edilmeli ki Körfez ülkelerinin benzersiz bir dış politikaları var. Nüfuslarının fazlalığı, zenginlikleri, coğrafi konumları, tehdit algıları gibi çeşitli fakörlere dayanan politikalar bunlar. Katar ve BAE güvenlik konularında öne çıkmalarına rağmen Suudi Arabistan elbette geleneksel olarak da daha büyük bir role sahip. Körfez ülkelerinin dış politikadaki etkinlikleri geniş bir güvenlik kalkanına sahip olmalarıyla da ilgili. ABD ve birçok Batı devletinin Arap Yarımadası etrafına dağılmış askeri tesisleri var. Bunların en önemlileri ABD donanmasının Bahreyn’deki Beşinci Filosu, Suudi Arabistan’daki Prens Sultan Hava Üssü, Kuveyt’teki Camp Arifjan ve Katar’ın Al Udeid Hava Üssü. Bu güvenlik kalkanının varlığı Körfez ülkelerinin güvenlik tehdidi endişesi duymadan dış politikada aktif askeri rol almalarını sağladı. Bu nedenle ne olursa olsun Türkiye, ister Akdeniz’de, ister Ortadoğu’da bu ülkeleri hafife alırlık edemez. ‘İngilizler üretti, ABD korudu’ Unutmayalım, 2011 yılında, Libya’ya uluslararası müdahale çağrısı yapan ilk aktörler olan bu uğursuz Körfez ülkeleri Kaddafi’nin devrilmesinden memnuniyet duydular. Özellikle Suudi Arabistan. Çünkü Kaddafi, Suudi Arabistan’ı “İngilizlerin ürettiği, ABD’nin koruduğu ülke” olarak tanımlıyordu her fırsatta. Körfez devletleri, uluslararası toplumun Libya’daki çatışmaya tepkisini şekillendiren diplomatik çabalarda başrol oynadı. Fransa ve İngiltere, Libya politikalarını Katar, Suudi Arabistan, BAE kaynaklı Arap ve İslam forumlarında yürüttü. Mart 2011’in başlarında Körfez İşbirliği Örgütü üyeleri Abu Dabi’de bir araya geldi ve “Güvenlik Konseyi’nin Libya’da uçuşa yasak bölge de dahil olmak üzere sivilleri korumak için gerekli adımları atmasını” talep eden bir bildiri yayımladı. Katar’ın o dönem başkanlığını yürüttüğü İslam Konferansı Örgütü ve Arap Birliği de benzer eylem çağrıları yayımladı. Körfez, Batı’yı rahatlattı Körfez ülkeleri ile girdikleri işbirliği, Libya operasyonları için para sıkıntısı çeken Avrupa savunma bütçeleri üzerindeki baskının önemlice bir kısmını hafifletti. Libya’da ABD ile Batı’nın işlerini kolaylaştırdı. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın, “Katar Emirliği’nin öncülüğü olmasaydı, sadece NATO üyelerini değil Arap devletlerini de içeren geniş tabanlı uluslararası koalisyonu şekillendiremezdik” demesi boşuna değil. Ancak müdahaleleden kendilerine pay çıkacağını düşünen Körfez ülkelerinin Akdeniz’de bir Dubai veya Doha yaratma umudu, Libya’daki gruplar arası çatışmalar yüzünden bir hayal olarak kaldı. Giderek Körfez ülkeleri arasında İslamcı güçlerin siyasetteki rolü nedeniyle önemli farklılıklar oluşmaya başladı. Burada bu ülkelerin yararına olacak bir gelişmeyi daha ekleyelim. O da İngiltere’nin konumu. AB’den ayrıldıktan sonra İngiltere, Libya krizine daha da fazla dahil olacak gibi görünüyor. Ama bunu yaparken özellikle, MısırBAESuudi Arabistan ekseninden yana Avrupalı müttefiklerinin aleyhine bir tutum alacak. Kilit aktör Rusya Uluslararasılaşmış bir kriz olarak Libya denkleminde Rusya’nın dikkate alınması gereken kilit bir aktör olduğu ortada. Bu ülkenin Libya’daki tutumu son derece “fırsatçı” bir tutum. Çünkü Rusya, Libya siyasi alanındaki tüm oyuncuları eşit rakipler olarak görüyor. Rusya “ülkenin fiili bölünmesi”ni kabul eden Hafter’e hem siyasi hem de askeri destek verirken öte yandan Trablus hükümetiyle de ilişkileri olan bir ülke. Rusya’nın Libya politikasındaki stratejisi üç politika üzerine kurulu: Birincisi Hafter ve Libya ulusal ordusuna verilen destekle ilgilidir. Rusya’nın hedefi, Suriye’de olduğu gibi Libya’da da siyasi ve askeri anlamda güçlü yerel müttefikler geliştirmek, ikinci olarak uluslararası kabul görmüş Ulusal Uzlaşı Hükümeti’ne odaklanmak, üçüncü olarak da Cezayir ve Mısır gibi bölgesel müttefiklerle ilişkileri geliştirmek. Libya bağlamında Rusya için en değerli bölgesel müttefik elbette Mısır’dır. MısırRusya ittifakı Rusya’nın General Hafter’i destekleme kararı, Moskova’nın Rus silahlarına ve eğitimine aşina olan yerel bir müttefik yetiştirme stratejisi ile tutarlı. Bu nedenle Rusya, Libya hükümetinin birliğinden çok özellikle Hafter’in Libya ulusal ordusunu gelecekteki bir ordunun çekirdeği olarak kabul ediyor. Kuvvetli bir MısırRusya ittifakı Hafter’e silah tedarikini, Rus Özel Kuvvetleri ile Hafter işbirliğini kolaylaştırır. Rusya ile Hafter arasındaki ilişkinin Rusya ile Trablus hükümetinin başı Serraj arasındaki ilişkiden daha güçlü ve istikrarlı olduğu kuşkusuz. Bununla birlikte, Vladimir Putin her zaman Serraj’ı ve Trablus hükümetini dikkate aldı. Moskova Libya’daki hiçbir aktörü dışlamadı. Bu tutum Libya’ya karşı kapsamlı bir yaklaşıma işaret edebilir, fakat aynı zamanda Rusya’nın dağılmış bir Libya’yı kabul etmesi olarak da değerlendirilebilir. Türkiye açısından önemli olan da Suriye krizinde aynı eksende yer aldığı Rusya ile Libya’da karşı eksende yer alması. Rusya’nın mevcut Libya politikası Türkiye’nin yaklaşımı ile anlaşmazlık doğuracak bir içerik taşıyor. Başrol oyuncuları ABD’nin Libya’daki tutumu alışılmışın dışında. 2011 ayaklanmalarından bu yana Libya, ABD dış politika gündeminin en üst sıralarında yer almamıştı. Başkan Barack Obama yönetiminde ve Trump yönetiminin ilk aylarında Amerika Birleşik Devletleri, BM, Avrupalı müttefikler ve bölgesel ortaklar da dahil olmak üzere diğer aktörler Libya’nın çatışma sonrası istikrar ve yeniden inşasını kolaylaştırmada liderlik rolleri üstlenmeye çalıştı ancak bunda bugüne kadar bir başarı gösteremediler. Mart 2011’de NATO, BM Güvenlik Konseyi’nin 1973 sayılı Kararı doğrultusunda, Libya’ya saldırı tehdidi altındaki sivilleri korumak için gerekli sözde “tüm önlemleri almalarını sağlayan” askeri bir müdahaleye öncülük etti. Amaç, “Kaddafi’ye karşı ayaklanan Bingazi sivillerini korumak”tı. Ancak NATO askeri operasyonlarının gerçekleştirilme şekli, müdahalenin gerçek amacının çok daha farklı olduğunu, yani Muammer Kaddafi’nin çöküşünü hızlandırdığını açıkça ortaya koydu. Silahlı isyanı ve uluslararası müdahaleyi takiben ülkenin istikrara kavuşması için bir planın olmaması, bunca yıldan sonra bile, ülkeyi çok daha karmaşık ve tehlikeli bir durumda bıraktı. TÜRKİYE’Yİ BEKLEYEN Kaddafi’ye karşı savaşan yerel güçlerin farklı çıkarları vardı. Ama istisnasız hepsinin amacı kentlerde, köylerde egemen olmaktı. Bu, egemen oldukları yerlerde otoriter yapılar doğurduğu gibi, bir yandan da suç örgütlerinin, aşırı İslamcı grupların çoğalmasına, istikrarı ülkeye geri getirme girişimlerine zarar veren bir parçalanmaya yol açtı. Kaçınılmaz olarak, çeşitli gruplar arasındaki rekabet, bir dizi dış aktörü Libya siyasetine sürükledi, bu da ülkedeki çatışmayı bir vekâlet savaşına dönüştürdü. Libya’da bölgesel ve uluslararası aktörlerin çıkarları var. Bunları sağlamaya yönelik operasyonları son derece karmaşık. Bu nedenle dinamikleri hesaba katmadan, sadece bir “hükümetle” yapılmış anlaşmayı tüm Libya’yı temsil eden bir güçle yaptığını varsaymak, davet (!) üzerine ülkeye asker çıkarmak, kabileler arası savaşın kıyasıya sürdüğü bölgede Türkiye açısından hayli riskli bir girişim. ABD’nin bile güvenlik kaygılarıyla uzun süre boyunca hem asker hem diplomat bulundurmaktan kaçındığı Libya’da, Körfez ülkeleriyle hararetli bir çatışma da bekliyor Türkiye’yi. BİTTİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle