18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
kültür EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: BAHADIR AKTAŞ VENEDİK FİLM FESTİVALİ’NDE: Ödüller şaşırttı! Todd Phillips İtalya’da bu yıl 76’ncısı düzenlenen Venedik Film Festivali’nin büyük ödülü “Altın Aslan”, ABD’li yönetmen Todd Phillips’in çektiği “Joker” filmine verildi Eleştirmenler ödülü Polanski’ye Genelikle büyük ödülün habercisi olan FIPRESCI (Uluslararası Film Eleştirmenleri) ödülünü Roman Polanski’nin “J’accuse” ile alması da tartışmalara yol açtı. Jüri başkanlığını bu yıl Türkiye’den Esin Küçüktepepınar’ın üstlendiği altı kişilik jüri, kararın oy çokluğuyla alındığını vurguladı. Jüri yan bölümde ise oybirliğiyle ödülü Ufuklar’da yer alan Şili asıllı genç İspanyol yönetmen Theo Court’un ülkesinin sömürge yıllarına gittiği “Blanco en Blanco” (Beyaz Üzerine Beyaz) adlı filmi kazandı. Yönetmen Court, Ufuklar’ın ana jürisinden de en iyi yönetmen ödülünü aldı. “Alem iyice çıldırdı mı yoksa bana mı öyle geliyor!” “Joker”in bu repliği 76. âleminde geçmişi pek detaylandırılmayan Joker’i gönüllerince yazmışlar ve Scorsese’nin “arka sokakları” misa Venedik Film Festivali’nin ödülle li dokunuşlarıyla hüznü çoğalan, orta rine bir nevi damgasını vurdu ve eleştirmenlerden büyük ilgi gör esin ya sistemin her türlü öksüz, yetim bıküçüktepePINAR rakarak delirttiği bir tragedya kahra mesine rağmen filmin büyük ödül manı çıkmış. Gelgelelim film haksız Altın Aslan’ı kazanması şaşırttı! Böyle lığa karşı bu şiddetli ve yok edici tepkile ce ilk kez büyük bir festivalde bir çizgi ro ri devrimci bir başkaldırıya dönüştürme man uyarlaması da ödül almış oldu. Mak siyle içinden çıkılması zor bir duruma da sat dön dolaş yarışmadaki en iyi filmi seç sokuyor kendisini. Ne de olsa finalinde mek olsa da Avrupa’nın en eski film festi ki son kurşunlar ileride şizofrenik şekilde vali olarak göz önüne çıkamayan sanat ya Batman olacak genç milyarderin intikam pıtlarını destekleme misyonu hatırlanınca hedefini hiç de istenilmeyen bir tarafa çe Amerikan çizgi roman devi DC Comics’in kiyor. Özgün sinemasıyla taviz vermeden bol bütçeli “Joker”ini büyük ödülle takdir başyapıtlar çıkaran Arjantinli yönetmen edilmesine şaşırmak doğal. Gerçi Ameri Lucrecia Martel’in jüri başkanı olarak kalı yönetmen Todd Philips’in ödül konuş “kararların malesef oybirliğiyle alınmadı masında teşekkür ettiği gibi yapımcılar, ğını” söylemesi ise biraz fikir veriyor. onun Hollywood’un bildik anti kahraman Martel’in Roman Polanski’nin yarışma klişelerine düşmeden bildiğini okumasına ya alınmasıyla karşılaştığı ikilemin ya izin vermişler. Başroldeki Joaquin Phone ni “sanatçının özel hayatı ve eserinin bir ix ve yönetmen Phillips ikilisi çizgi roman birinden ayrılıp ayrılmayacağı” tartışma sının son kertede “J’accuse”ün (Suçluyorum)” ikincilik anlamına gelen Jüri Büyük Ödülü’nü almasıyla şimdilik kapandığı söylenebilir. ABD’nin “yaşı küçük birisiyle ilişkiye girmekten” hüküm giyen Polanski’yi iade talebi nedeniyle törene katılmayacağı biliniyordu. Dereyfuss olayı gibi geçtiğimiz yüzyılda kanun ve düzeni hiçe sayarak suçsuz bir Yahudi subayı yetersiz delillerle mahkum eden anlayışı hatırlatan film adını ünlü yazar Emile Zola’nın aynı başlıklı gazete yazısından alıyor. Festivalin en iyi yönetmen ödülünü “About Endlessness” ile Isveçli Roy Andersson’ın alması biraz şaşkınlık yaratsa da insanlık hallerini incelikli kara mizahıyla tespit eden Altın Aslanlı sinemacıya verilen ödüle itirazı olan çıkmayabilir. Yarışmanın sevilen filmlerinden “Martin Eden”de ki rolüyle Luca Marinelli en iyi aktör, Ariane Adcaride ise Fransız filmi “Gloria Mundi” ile en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandı. l VENEDİK Luca Marinelli 76. Venedik Film Festivali ödülleri n Altın Aslan: Joker – Todd Phillips Jüri Büyük Ödülü: J’accuse – Roman Polanski n En İyi Yönetmen: Roy Andersson – About Endlessness n En İyi Kadın Oyuncu: Ariane Ascaride – Robert Guédiguian’ın filmi’ Gloria Mundi’deki yorumuyla n En İyi Erkek Oyuncu: Luca Marinelli – Pietro Marcello’nun filmi Martin Eden’deki yorumuyla. n En İyi Senaryo: Yonfan – No. 7 Cherry Lane n Jüri Özel Ödülü: La Mafia Non E Più Quello Di Una Volta – Franco Moresco n En İyi Genç Oyuncu: Toby Wallace – Babyteeth Orizzonti (Ufuklar) bölümü ödülleri n En İyi Film: Atlantis – Valentyn Vasyanovych n En İyi Yönetmen: Theo Court – Blanco En Blanco n Jüri Özel Ödülü: Verdict – Raymund Ribay Guttierez n En İyi Kadın Oyuncu: Marta Nieto – Madre n En İyi Erkek Oyuncu: Sami Bouajila – A Son n En İyi Senaryo: Jessica Palud – Revenir n En İyi Kısa Film: Darling – Saim Sadiq Geleceğin Aslanı Ödülü: n You Will Die At 20 – Amjad Abu Alala Ariane Ascaride Venedik üzeri44. Toronto Festivali’nden notlar: Toronto Venedik üzeri Toronto ya da Toronto üzeri Venedik demek doğru değil artık. Venedik yanında Toronto demek gerekir. Farklı kulvarlarda anlamsız bir yarışa girmekten vazgeçip, yıllar önce başladıkları flört ardından sürdürdükleri uzun balayı dönemi, giderek sağlam bir evliliğe dönüşmüş gibi görünüyor. Cumartesi gecesi Lido adasında açıklanan aslanlar listesinde yer alan sekiz filmden beşini Toronto’da izlemek mümkün yine; ödül alamayan filmlerin büyük bir çoğunluğu da burada zaten... Bu akıl evliliğinin simgesel göstergesi, büyütüp devasa bir sinema AVM’sine dönüşen, kısa adıyla TIFF’in mimarı Piers Handling’in, görevini devreder devretmez soluğu Venedik’in ana jürisinde almış olması... Lucrecia Martel... Başta Altın Aslan, en önemli ödülleri belirlemekle yükümlü olan bu yılki jürinin başkanı Arjantinli kadın yönetmen Lucrecia Martel’in, daha ilk gün Roman Polanski’ye karşı aldığı tavır, çelişkiler örgüsünün ilk ilmeği ol muştu. Ne mutlu ki, sonuçlarda sinema öne çıkıyor, içerik ve biçim arasındaki uyum ve yaratıcılık ön plana alınarak, Roman Polanski’nin Alfred Dreyfus olayıyla İlgili önemli tarihsel filmi “Sucluyorum”, listenin ikinci sırasında, Gümüş Aslan’a layık görülüyordu. Polanski’nin fimi, ayrıca, bu yıl Esin Küçüktepepınar’ın başkanlığında ki FIPRESCI jürisi tarafından da en iyi film seçildi... Altın Aslan’ın, Todd Phillips’in Oscar yarışlarında söz sahibi olacağına kesin gözle bakılan olağanüstü başarılı filmi “Joker”e verilmesi gerisinde de, filmin yönetmeninin kimliği, ülkesi ya da bütçesindeki paranın rengi herhangi bir rol oynamış olamamalı. Hatta, öyküsünü anlattığı kahramanın popüler bir çizgi roman figürü olması da hiç önemli değil. Tam tersine, bu tür yaklaşımlar bakış açımızı yönlendireceğinden, filmi özgürce algılamamıza, rahatça kucaklamamıza engel olacaktır. “Joker”, ana akım sineması içinde yer alsa da, derinlikli bir yaratıcı sineması örneği olarak Altın Aslan’a çok yakışıyor. Tıpkı, listenin 3. sırasındaki en iyi yönetmen ödülünü alan, İsveç sinemasının kendine özgü adı Roy Andersson (1943) gibi. Mizansen sanatının en özgün, en yaratıcı adlarından biri olan Andersson, olağanüstü bir estetik ustası aynı zamanda. Ödüllendirilen filmi “Sonsuzluk Hakkında”, umutsuz, soluk ve soğuk bir dünyanın yalnız insanlarını, ağırbaşlı kamera vuruşlarıyla parça parça anlatırken, popüler izlenebilirlik peşinde koşmayan sinema sanatının belki de en derinlikli örneği. 2014 yılında yine Venedik’te Altın Aslan alan Andersson’un bu ödüllere ihtiyacı yok kuşkusuz; ancak, farklı sinema dillerine giderek uzak kalan seyirci kitlelerinin bu ödüllere ihtiyacı var... Mustafa Kemal Atatürk VENEDİK’TE ÇEVRECİLERDEN BÜYÜK GEMİ PROTESTOSU 76. Venedik Film Festivali’nin son günü bir protestoya sahne oldu. Festivalin kırmızı halı geçişinin yapıldığı nokta, öğle saatlerinde bir grup çevreci tarafından bir süreliğine işgal edildi. Yaklaşık 400 çevreci, UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan kentten geçen cruise tipi büyük yolcu gemilerini protesto ederek, “Venedik’te büyük gemilere hayır” pankartlarıyla kırmızı halıda eylem yaptı. İzmir’de Monica Molina rüzgârı Ünlü İspanyol şarkıcı Monica Molina, 88. İzmir Enternasyonal Fuarı Çim Konserleri kapsamında sahneye çıktı. Molina, şarkıları ile fuar ziyaretçilerine unutulmaz bir gece yaşattı. ‘Tu Despedida’, “Vuela”, “De Cal y Arena”, “A Vida”, “Mar Blanca” ve “Autorretrato” isim li 6 albümüyle aşk rüzgârları estiren Monica Molina, en güzel şarkılarını İzmirli sevenleri için söyledi. Son albümü Autorretrato’nun kapak çekimlerini de İstanbul’da gerçekleştiren Monica Molina’ya şarkılarını söylerken, çim alanı dolduran binlerce kişi eşlik etti. 139 EYLÜL 2019 PAZARTESİ Ölümünün 35. yılında Yılmaz Güney Artık sayısını unuttuğum taşınmalardan birindeydik. Saat ilerlemiş, nakliye şirketinin Karslı çalışanları bir türlü bitmeyen işe söylenmeye başlamışlardı. Bir köşede çerçeveli fotoğraflar yığılıydı, “Aman ne olur, onları dikkatli taşıyın, camları kırılmasın” dedim, yorgunluktan canları çıkmış çocuklar cevap vermeden çerçeveleri sarmaya başladılar, sonra biri bir an durdu, diğerine dirsek attı, “Baksana” dedi. Yılmaz Güney’in çerçeveli güzel bir fotoğrafına bakıyorlardı. “Abla sen tanıyor musun Yılmaz Güney’i?” diye sordular. “Tanırım” dedim, kısaca anlattım. 20’li yaşlarındaki, yani muhtemelen 1990’lı yıllarda doğmuş o gençlerin gözlerindeki ışıltıyı, yorgunluğu nasıl unuttuklarını, o değişen ruh halini hep hatırlarım. ‘Çirkin Kral’ efsanesi Bazı insanlar vardır, kelimenin gerçek anlamıyla halk, onları öyle sever ki, hakiki öyküleriyle olduğu kadar efsaneleriyle de yaşarlar. O sevgi halesi onları öyle sarıp kucaklar ki, bu dünyadan ayrıldıktan sonra da o efsanelerin hükmü sürer, hatta bazen gerçek öyküyü gölgede bile bırakabilirler. Yakın tarihimizin önemli bir dönemecinde, 68 hareketine uzanan bereketli 60’lı yıllardan başlayarak sinemamızda yeni bir çığır açan Yılmaz Güney, böyle bir halk sevgisiyle kucaklanmış ender sanatçılardandı. “Çirkin Kral” mıydı Yılmaz Güney? Bir kere katiyen çirkin değildi, güzel bir adamdı. Ona takılan “çirkin” lakabı aslında farklılığın ifadesiydi. Dönemin “jön” kalıbının dışındaydı, halk kahramanı tipiydi daha çok. O şekilde sevildi, o şekilde efsane oldu daha yaşarken. Tanıdığım Yılmaz Güney Ama benim tanıdığım Yılmaz Güney bu efsanenin dışında bir insandı. O sırada asıl derdi sinema yapmaktı. Türkiye’nin sınıfsal ve insani gerçeklerini sinemayla, evrensel bir sinema diliyle anlatmaktı. 12 Mart döneminden sonra afla serbest bırakılmış, işçi sınıfının içinde yaşayacağım diye Çeliktepe’de bir gecekonduya yerleşmiştim. Daha yirmi üç yaşındaydım. Bir gün Yılmaz Güney’in bir arkadaşı, Ali Aydın Çığ geldi, “Yılmaz Ağabey seni bekliyor” dedi, kalktık gittik. Acar Film’de “Arkadaş” filminin montajı yapılıyordu. Yılmaz Güney, “Emel, gecekonduyu falan bırak, gel Güney Film’de çalış, yapacağımız önemli işler var” dedi. Benim de gecekondu ütopyam böylece sona erdi. Yılmaz Güney’in kafasında çeşitli projelerin yanı sıra, beş önemli film yapmak vardı. “Arkadaş”ın ardından, Romanların hayatını anlatacağı “Cemil” adlı filmi çekmek istiyordu. Sonra bir gün Adana’dan telefon etti. “Ben Adana’dayım, şimdi mevsimlik pamuk işçilerinin hayatını çekiyoruz. Sen de oynuyorsun, yarın uçağa atla gel” dedi. Ertesi gün, “Endişe” filminin çekimlerindeydim. Bence bu ani kararlar, hızlı adımlar, inat, azim ve yapmayı düşündüğü işin önünde engel kabul etmeyen tutum Yılmaz Güney’in önemli karakteristikleriydi. Yaptığına hep inandı, inanarak yaptı, sanırım sinemamızda neyi değiştirmesi gerektiği konusunda, nasıl bir yeni sayfa açması gerektiği konusunda uzun uzun düşünülmüş, olgunlaştırılmış bir fikri vardı. Araya giren hapislik yıllarının ardından Avrupa’da sürgünde tekrar karşılaştığımızda, Yılmaz Güney “Yol” filmiyle Cannes’da Altın Palmiye’yi kazanmıştı, “Duvar”ı çekmeye hazırlanıyordu, ama sanatçı kimliğinin hemen yanında eskiden olduğundan farklı bir düzeyde hissedilen bir siyasal kimlik söz konusuydu. Bir zaman sonra, 1984’ün ilk aylarında, hastalığı artık kendini iyice hissettirirken bir buluşmamızda bu durumla ilgili sızısını şu sözlerle özetleyivermişti: “Keşke bir siyasi parti olsaydı da biz bu işlerle uğraşmasaydık, kendi sanatımızı yapsaydık, her şey yarım yarım oldu.” Bugün, yeri doldurulamayan sevgili Yılmaz Güney’in 35. ölüm yıldönümünde, Çukurova Belediyesi’nin düzenlediği anma etkinliğinde, yakınları, dostları ve sevenleriyle birlikte olacağız. Sadece unutulmaz filmleriyle değil, 1972’de Orhan Kemal ödülünü alan “Boynu Bükük Öldüler” romanıyla da ölümsüzleştirdiği Çukurovası’ndan Yılmaz Güney’in Paris komüncüleriyle birlikte yattığı PèreLachaise Mezarlığı’na bir selam göndereceğiz: “Mahrumi derler adıma/Atladım bindim atıma/Varam o dostun yanına/Durmak olmaz Çukurova.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle