27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 29 EYLÜL 2019 PAZAR TASARIM: İLKNUR FİLİZ Haber/ yorum 26. Altın Koza Uluslararası Film Festivali günleri... Okurlarım Adana’yı çok sevdiğimi bilirler. Çünkü ayrı bir cumhuriyettir. Kentin büyüsünü hissetmek için çok zaman gerekmez; kent, hikâyeleriyle hemen kendini anlatır. Birçok film yönetmeninin, pek çok yazarın, heykeltıraşın, ressamın, türkü çağıranın Adanalı olması boşuna değildir. Bu kent bin Tanrılı uygarlık, Hititlerin en esaslı kentlerinden biridir. İşte bu nedenden, bir sinema gişesinde sarı saçlarına dünyanın en kokulu gülünü takmış gencecik bir kız size biletinizi uzatır. İşte bu nedenden, bir Antepfıstığı satıcısı boynunuza geçirdiğiniz “festival konuğu” kartınızı görünce “Abla söyle hangi filme gideyim?” diye başlayıp sizi soru yağmuruna tutar. Peki, ben Adana’da ne arıyorum? Sevgili okurlarım, tam altı yıl Adana Altın Koza Uluslararası Film Festivali’nde bir hafta süren kısa film atölyeleri yaptım. Sonunda kısa film garantili. Ancak festival yönetimi değişince son iki yıl bu güzel işten mahrum bırakıldım. Ama hayat güzelliklerle dolu. İşte gene atölyeme kavuştum. Dilerim işlerinden uzak tutulan tüm kişiler de benim gibi yeniden işlerine kavuşsun. Film atölyesi sabahtan akşama kadar sürdüğü için ne yazık ki, çok az film izledim. Ne yazık ki, izlediğim filmlerin bazılarından gerçekten hiçbir şey anlamadım. Sadece ben değil, yanımda bu işlerden anlayan dostlarım vardı, birbirimize “şimdi ne oluyor, kim öldü, katil kim” diye sorduğumuz soruların yanıtlarını bulabilmek için epey çaba harcadık. Ben Türk sinemasını severim, yenilerden “Daha”, “Kelebekler”, “Abluka”, “Babamın Kanatları” sevdiğim filmler arasındadır. Hepsine de methiye yazmıştım. Ancak seyredebildiğim yarışma filmi “Uzun Zaman Önce” ve “Aidiyet” filmleri için güzel sözler söyleyemeyeceğim. Üstelik “Uzun Zaman Önce”nin silme erkek kahramanları çok iyi oynuyorlardı, ama senaryosu olmayan bir filmdi. Bana kızıp “Vay şu dinozor neler de söylemiş” diyecekler biliyorum. Canları sağ olsun. Efendim, herkes bilir ki, Türk sinemasının en önemli sorunu senaryodur. Hikâye kaynayan ülkemizde ne yazık ki, o hikâyeleri anlatabilecek çok az kişi çıkıyor. Sanırım yeni kuşak sinemacılar, senaryolarını hiç kimseye okutmuyorlar. Keşke okutsalar, senaryo doktorlarına filan değil, kapıcı Recep’e okusunlar. Şimdi içime oturan başka bir filmden söz etmek istiyorum. “Aidiyet” filmi başlıyor ve 24 dakikada bir adam hayatını anlatıyor. Ardından gene hikâyesini, bu kez planlarla bölünmüş, flu efektler aracılığıyla anlatıyor. Bu bir deneme. Kısaca bir performans. Acaba kaç sinemacı, “Neden seyirci filmlerimize gitmiyor” diye kendine soruyor. Arkadaşlar en basit tanımıyla film bir hikâye anlatır. Seyirci filme bilmece çözmek için gitmiyor! Atölye aralarında gördüğüm bir başka yarışma filmi “Görülmüştür” oldu. Gereksiz uzunluğuna rağmen, en azından senaryosu olan bir filme rastladım. En keyifle çıktığım film Biket İlhan’ın “Hilali Ahmer Hanımlar Merkezi” adlı belgeseli oldu. Özellikle Balkan Savaşları sırasında kurulan merkezde ülkemin kadınlarının yokluk içinde nasıl canla başla yaralılara kucak açtıklarını, “kan görünce bayılan kadın” imajını nasıl yerle bir ettiklerine tanık oldum. Yakın tarihimizin kadın mücadelesi hakkında çok önemli bilgiler edindim. Canım arkadaşım Biket, bu filmi bütün kadın örgütlenmelerinde göstermelisin. Sendikalarda, okullarda göstermelisin. Tembelliği sana yasaklıyorum! Bu arada Adana’da Engelsiz Film Gösterimi de yapılıyor, bu bölümde gösterilen “Mandıra Filozofu” filmi o kadar beğenilmiş ki ikinci bir gösterim istenmiş. Yazdıklarımı okudum, atölyeden söz etmemişim. Ne söylesem, atölyemiz epey kalabalıktı, katılımcı meslektaşlarım öyle güzel bilgiler aktardılar ki, onları dinlemek benim için tam bir kazanç oldu. Atölye katılımcıları için de. Bu yıl katılımcıların kimler olduğundan da söz etmeliyim. Fotoğraf sanatçısı ve film yönetmeni Cemil Ağacıklıoğlu, bir sinema sihirbazı Levent Öztürk, o çekilen bir arabayı önce kırmızı, sonra sarı, sonra yeşil yapabilir. “Babamın Kanatları” yönetmeni Kıvanç Sezer ve bendeniz. Bunları cuma günü fırsat bulduğum için yazıyorum, ama bitmedi. Az sonra Semih Kaplanoğlu’nun “Bağlılık Aslı” filmine gideceğim. Biliyorsunuz film vizyonda izlenmeden Oscar’da Türkiye adına aday adayı. Çok merak ediyorum, siz de merak ediyorsunuzdur. Yazıyı neden bitirmedim, bunun için bekleyin. Evet, Semih Kaplanoğlu’nun filmine gittim. Epey uzun bir film. Film kahramanları iki kadın, bu hoşuma gitti. Tabii ki, Semih Kaplanoğlu sinemayı bilen bir yönetmen. Ancak film boyunca anneliğin aşırı yüceltilmesi bir süre sonra yeter artık duygusu veriyor. Bir başka okuma yaptığınızda iki anne tarafından emzirilen çocuğun bir ülke metaforu olduğu şıp diye aklınıza geliyor. Ve o zaman diyorsunuz ki, keşke kadınlardan birinin kocası teröristler tarafından öldürülmeseydi de bir trafik kazasında ölseydi. Son, kör gözüm parmağına olmuş. Henüz yarışma açıklanmadı, siz bu satırları okurken biliyor olacaksınız. Ben Semih Kaplanoğlu’nun “Bağlılık Aslı”, Serhat Karaaslan’ın “Görülmüştür” ve Nihat Durak’ın “Kapı” filmlerine şans veriyorum. Bakalım tutturabilecek miyim? Bu arada İstanbul’da yaşayan tüm dostlarıma geçmiş olsun diyorum. Diyanet, deprem kovma duasına çıkacakmış, gel de sıkıntıdan patlama. Yahu ben hep Adana’da kalsam. 29 eylül 2019 SAYI: 34325 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ALEV COŞKUN Genel Yayın Yönetmeni Aykut Küçükkaya Yazıişleri Müdürleri Serkan Ozan / Olcay Büyüktaş Akça (Sorumlu) Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Reklam Genel Müdürü Ayla Atamer Törün l Haber Merkezi: Murat Hantaş l Dış Haberler: Mine Esen l Ekonomi: Şehriban Kıraç l İç Politika: Ali Açar l Gece: Ayça Bilgin Demir l Fotoğraf: Uğur Demir l Kültür Sanat: Emrah Kolukısa l Ankara Temsilcisi: Sertaç Eş Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 l Ege Bölge Temsilcisi: Tuncay Mollaveisoğlu Halit Ziya Bulvarı 1352 sok. 2/3 Pasaport İzmir. Tel: (0232) 441 12 20 Yayın Kurulu: Alev Coşkun (Başkan), Ali Sirmen (Bşk. Yrd.), Aykut Küçükkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Kemal Işık Kansu, Orhan Bursalı, Mine Kırıkkanat, Miyase İlknur, Ataol Behramoğlu. l Mali ve İdari İşler Müdürü: Osman Selçuk Özer Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: İleri Basım Mat. Amb. Reklam Tanıtım Yay. ve Teknik Hiz. Tic. A.Ş. Yenibosna Mah. 29 Ekim Cad. No:11A/41 Bahçelievler İstanbul Tel: (0212) 454 32 55 Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş. Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05:26 05:12 05:37 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 06:51 13:00 16:19 06:35 12:44 16:04 06:58 13:07 16:28 Akşam 18:58 18:43 19:06 Yatsı 20:18 20:01 20:22 Yunus Nadi’nin doğup büyüdüğü ve oğlu Nadir Nadi’nin ana rahmine dü şüp göbeğinin kesildiği toprak lardan geliyorum. İnsanı coğrafya biçimler, der ler. Doğruymuş. Antikçağdaki adıyla “ışık yurdu” Likya’nın mirasçısı Fethi Yunus Nadi’nin ye, adeta çöl ortasında bir vaha, cehalet cehenneminin ortasında Yörük bilgeliğini yücelten bir Fethiye’si cennet parçası olarak, ışıklı yurt insanları yetiştirmeyi sürdürüyor. yıllık sürgün dönemini Fethiye’de ge Abalızade Halil Efendi’nin oğlu çirmiş ve ödül olarak, oğlu Nadir Nadi Yunus Nadi, 1879 yılında Fethiye’nin de onun ait olduğu bu güzel coğraf Seydiler Mahallesi’nde doğdu. İlkoku yada dünyaya gelmişti. lu Fethiye’de okudu. Seviyordu “memleket”ini. Yunus Nadi’nin yaşadığı yıllarda Fethiye, Rumca “uzak diyar” anlamına gelen Makri (Meğri) diye anılırdı. 1934 Arşiv sevmeyen AKP kütüphanecisi yılında Şam’dan havalanarak Teberi Cumhuriyet gazetesinin yayımlan ye yakınlarında uçağı düşürülüp şehit maya başladığı 7 Mayıs 1924 tari edilen ilk pilotlarımızdan Fethi Bey’in hinden öteye Yeni Gün ve Cumhuri anısına, Fethiye adını aldı. yet gazeteleri, Yunus Nadi’nin isteği Çocukluk anılarının zeki, dona üzerine Fethiye Halk Kütüphanesi’ne nımlı ve duygulu insanların belleğin gönderilmeye başlandı. de silinmeyecek izler bıraktığını, zor Kütüphanenin gelen geçen müdür günlerde güç veren anılar ördüğü leri tarafından titizlikle saklanan, cilt nü bilirsiniz. lenen ve hatta CHP’li Belediye Baş Yunus Nadi de çocukluk gözlerini kanı Özer Olgun tarafından özel raf kamaştıran Meğri güneşini, Osman lar yaptırılan gazete koleksiyonu, pek lıca elifbe, tebareke, amme cüzlerini çok araştırmacıya belge ve bilgi kay öğrendiği Seydiler’deki mahalle mek nağı oldu. tebini, yazın çıkılan yayla evini, Yörük 2018 yılına kadar Cumhuriyet gaze çadırlarını, Telmessos denizinin tuzu tesinin kendi arşivleri dışındaki belki nu; yalnız Fethiye bölgesinde yetişen de tek eksiksiz Fethiye koleksiyonu, günlük ağaçlarının kokusunu, hemşe ne yazık ki halen kütüphane müdiresi rilerini hiç unutmadı. olan Özlem Bağcıtek tarafından söz Nasıl unutabilirdi ki? de dijital ortama kaydedilmek üzere 1901 yılında Abdülhamit’e karşı Muğla Belediyesi’ne gönderildi. gizli örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle Eğer maksat arşivi dijital ortama çarptırıldığı hapis cezasını izleyen üç geçirmekse, bu iş niçin Fethiye’de yapılamadı, bilinmez... Koleksiyonun hazin taşın ma öyküsünü, meslektaşım Celal Bozkurt’un 20 Eylül 2018 tarihli Gerçek Fethiye gazetesine yazdığı makaleden öğrendim: “En son 20 gün önce gittim kütüphanemize. Cumhuriyet arşivi yoktu yerinde! Araştırdım, soruşturdum. İki kamyona yüklenerek bir yerlere gönderilmiş, 1990 sonrası arşiv ise bahçeye atılmış, bir yerlere gidecekti! ” (*) 2018 yılına değin korunan bu değerli koleksiyonun Muğla’daki akıbeti, halen meçhul. Eğer arşiv yok edilmediyse, Yunus Nadi’nin Fethiye’sine iade edilmeli ve entelektüel birikimi AKP düzleminde olduğu pek belli Özlem Bağcıtek de Mozambik’e falan konsolos (büyükelçi de olabilir) atanarak, yurtiçinde herhangi bir kültür arşivini Süleyman Şah Türbesi gibi diyar diyar gezdirmekten alıkonulmalıdır... diye düşünüyorum! Nadir Nadi devrede Fethiye’de bir cadde Yunus Nadi’nin adını taşıyor, bir de okul. Yunus Nadi İlkokulu’nun öyküsünde de gazetemizi babasından devralan, Cumhuriyet’in unutulmaz imzası Nadir Nadi’nin izleri var. 1957 Fethiye depreminde tamamen yıkılan Yunus Nadi İlkokulu, 1959 yılına kadar geçici bir barakada eğitim verdi. 1961 yılında yapımına başlanan yeni okulun müteahhitleri Ömer Dur ve Raif İrgil’di. Okulun kaba inşaatı 1962’de bitti, ama ayrılan bütçe de tükenmişti. Nadir Nadi devreye girdi. Okulun tüm ihtiyaçlarını, müteahhit arkadaşı Raif İrgil’in aracılığıyla o yıllarda karadan zor ulaşılan Fethiye’ye Rodos üzerinden gemiyle gönderdi. Raif İrgil, eski CHP Bursa Milletvekili Op.Dr. Ceyhun İrgil’in babasıydı. Ve oğluna, Nadir Nadi’nin okulun duvarına asılacak Yunus Nadi İlkokulu yazısını taşıyan özel granit taşı bile İstanbul’dan gönderdiğini anlatmıştı... Ne yazık ve ayıptır ki, günümüzde Yunus Nadi adı altında eğitim veren bu ilkokulun yunusnadiilkokulu.meb. k12 adresli internet sitesinde, ne okulun tarihçesi yer alıyor, ne de Yunus Nadi ve Nadir Nadi hakkında en küçük bir bilgi kırıntısı... İki Cumhuriyet’in bir kalesi Ama aydın ve yiğit Fethiyeliler, hemşerileri Yunus Nadi’yi hiç unutmuyor, Nadir Nadi’yi de övündükleri “memleket evlatları”ndan sayıyorlar. 25 yıl aradan sonra Fethiye Belediyesi’nin başında yeniden bir CHP’li var. 19 Mart seçimlerinde belediye başkanı seçilen Alim Karaca, lise yıllarından beri CHP saflarında yer alan, inançlı bir politikacı. Eğitimi, sporcu disiplini (çünkü lisanslı voleybolcu) ve sakin kararlılığıyla umut veriyor, çok çalışıyor. Son yıllardaki en güzel günlerimi Fethiyeliler arasında geçirdim. Kalbim has Cumhuriyet okurlarının diyarı, canım Üzümlü köyü bakkalında bile en çok Cumhuriyet gazetesinin satıldığı, iki Cumhuriyet’in bir kalesi, Fethiye’de kaldı... (*) https://gercekfethiye.com/yazi/ celalbozkurt/cumhuriyetarsivinereyegitti/1899/ Bireysel anılar daha çok edebiyattan sayılıyor. Bizde kamusal hayat ye’deki Mülkiye köklerini kurutmasının nedeni de budur. Yoksa makaracı bir sefilin yaşayanlar ise nedense yaz ne sefir olması mümkündü, ne mıyorlar. Soylu Süleyman Bey’in valilere Çekiniyorlar ya da üşeni hükmetmesi ve ne de The yorlar. Büyük vebal altına gi Damat’ın Maliye’de tutunması.. riyorlar. Yazmak topluma karşı bir borç. Kamusal üç hayat Ruşen Hoca, ömrünü “kent bilim”e adamış bir insan. Kentleşme ve çevre konusun Çünkü ölen bir insanla, da doksana dayanan yaşına koskoca bir kütüphane de nı eğitmek, aydınlatmaktı. Cumhu aldırmadan yazıyor, konuşuyor, yok olup gidiyor. riyetin, aklın, bilimin ışığını köyle dersler vermeyi sürdürüyor. HHH re yaymaktı. (AKP 17 bin köy oku Gücünü de “Mülkiye Ruhu” diye 90 küsur yıllık Cumhuriyetin, 80 lunu kapattı. 12.05.2017 Yeni Şa inceden dudak bükülen toplumsal küsur yılında bin türlü hadiseye fak) Artık o köylerde milli bayram sorumluluk ve görev bilincinden badireye taraf olmuş, tanık olmuş lar kutlanmıyor. Bayrağımız dalga alıyor. Çünkü bu “ruh” bugün yok aynı kuşağın üç kamusal insanı lanmıyor. İstiklal Marşımız söylen edilmeye çalışılan “devlete sahip yaşamlarını kitaplaştırdılar. miyor .‘Andımız’ zaten okunmuyor. çıkma bilinci”nin ta kendisidir. Mülkiye hocası Ruşen Keleş, Oysa 650 bin atanamayan öğret HHH hayatını “Başka Bir Aşk İstemez” men var. Peki, siz hiç ‘atanamayan “MÜSTEŞAR”, pejmürde diye özetlemiş. imam’ duydunuz mu?” edilmek, istenen Türkiye’nin “Eski Türkiye”nin yüksek bürok Bu satırlar anonim. Ama üçü de bürokrasideki en saygın kamusal ratı, diplomatı, milletvekili Ertuğrul Kumcuoğlu yaşadıklarını “Müsteşar” diye kitaplaştırmış. “58.5 yıllık” gazeteci Oktay Ekşi ise tarihe tanıklık diye özetlenen mesleğini “O yıllar2” diye yazmayı sürdürüyor. bu sözleri kitaplarına önsöz yapmaya hazır üç kalem. HHH Prof. Ruşen Keleş’in Mülkiye Marşı’nın ilk cümlesiyle yaşamını özetlemesi boşuna değildir. Hocanın ha payesi idi. Ertuğrul Kumcuoğlu, ileriki yaşamında daha da “prestijli” sayılan HHH Kitaplar farklı sosyal ortamlarda kaleme alınmış. Öyle birbirleriyle bir hukukları yok. Ortak özellikleri meslek yaşamlarını hep Cumhuriyet ilkeleri çizgisinde sürdürmüş olmaları. “Köy okullarını kapatıp öğretmenleri köylerden çektiler. Köylüyü imamlarla baş başa bıraktılar. Oysa Cumhuriyetin aydınlanma projesi her türlü masrafı göğüsleyip her köye öğretmen göndermek, köy çocukları yatı biraz da Mülkiyelilik aşkının tarihidir. Bu türden “aşk” belki de bugünkü Mülkiye husumetinin nedenidir. 102 yaşındaki Maliyeci, 1938 mezunu Cahit Kayra bile, bu yılın mezunlarıyla birlikte hâlâ coşkuyla  “Başka bir aşk istemez. Aşkınla çarpar kalbimiz, Ey vatan gözyaşların dinsin, yetiştik artık biz!” diye haykırma heyecanı içinde. Arsaparsa aşkı peşindeki iktidar, Hariciye, Dahiliye ve Mali büyükelçilik ve milletvekilliği de yaptı. Ama yaşamöyküsünü haklı olarak “Müsteşar” diye özetliyor. 12 Eylül darbesinin yaşandığı 1980’lerde tam altı yıl Maliye teknesinin kaptan köşkünde görev yapması, Demirel’e, Evren’e ve Özal’a yakın çalıştığı dönemin ilginç olaylarını okur ile paylaşıyor. Merhum Nevzat Yalçıntaş’ın önerisi ile “genç iktisat asistanı” Abdullah Gül’ün 1983 yılında İslam Kalkınma Bankası’nda Türkiye’ye tahsisli bir kadroya atanması gibi “tarihe ışık tutan” olayları anlatıyor. Müsteşar’ın akıcı ve renkli bir anlatımı, üslubu var. HHH Meslek yaşamında çok uzun dönem “başyazar” sıfatıyla gazetecilik yapan Oktay Ekşi, Tayyip Bey’in siyasi sillesine maruz kalan ne ilk ne de son gazeteci. Sağlık dilediğimiz 86 yıllık, ömrünü yarım asrı aşan mesleğini tek kitaba sığdırmanın okura haksızlık olacağı düşüncesiyle “O Yıllar”ın 2. cildini çıkardı. Günlük gazete dili ile gördüklerini, yaşadıklarını ve daha önemlisi duygularını paylaşıyor. En güncel ve en yerinde saptamalarından biri de şu: “Bizde ‘adalet’ ve ‘hukuk’ çoğu kez, adalet bakanı sıfatı taşıyan politikacılara katlettirilir.” İçişleri bakanı sıfatı taşıyanlarla hissiyatını belli ki sonraki ciltlere saklamış. HHH 90 küsur yıllık Cumhuriyetin, 80 küsurluk üç delikanlısı, ayrı ayrı zevkli ve renkli bir kişisel Cumhuriyet tarihi okuması sunuyor. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Cumartesi ANNELERİ Morsümbül için adalet istendi ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] Cumartesi Anneleri, eylemlerinin 757. haftasında,18 Eylül 1980’de gözaltına alındıktan sonra işkence ile öldürülen Hüseyin Morsümbül için adalet istedi. İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi önündeki eylemde basın açıklamasını, gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un kızı Besna Tosun okudu. Tosun, “18 Eylül 1980 akşamı Morsümbül ailesinin Bingöl’deki evi asker ve polisler tarafından basıldı. Bingöl Lisesi’nde öğrenci olan çocukları Hüseyin gözaltına alındı. Hüseyin geri gelmeyince ailesi Bingöl Askeri Tugay Komutanlığı’na gitti. Ancak kendilerine ‘Bizde yok’ cevabı verildi. Aile arayışını sürdürünce Hüseyin’in yüksek güvenlik önlemleri ile korunan taburdan kaçtığı söylendi. Oğullarını aramaya devam eden anne ve baba gözaltına alındı. Baba Hanefi Morsümbül ağır işkence gördü. Fatma ve Hanefi Morsümbül askeri savcılığa giderek ifade verdi, sorumlular hakkında şikâyetçi oldu, ama Hüseyin’in kaybedilmesiyle ilgili hiçbir işlem yapılmadı” dedi. l Fotoğraf: KÜBRA KÖKLÜ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle