28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 27 EYLÜL 2019 CUMA gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: SERPİL ÜNAY olaylar ve görüşler Deniz Kuvvetleri, okyanuslar ve kutuplar Barbaros BÜYÜKSAĞNAK Piri Reis Üni. Öğretim Görevlisi (E) Deniz Kurmay Albay Kuruluşu 1081’e dayanan Deniz Kuvvetlerimiz 938 yaşında. Bugün aynı zamanda deniz tarihimizin en parlak amirali Barbaros Hayreddin Paşa komutasındaki “leventler”in kazandığı Preveze Deniz Savaşı’nın 481’inci yıldönümünü kutluyoruz. Ne mutlu bizlere! Zaferlerine gerektiği önem ve anlamı verebilen toplumların yeni başarılar ve zaferler elde etmesi çok daha kolay olur. Denizci toplumların geleceğe çok daha güvenle baktıklarını ve onları daha aydınlık günlerin beklediğini biliyoruz. Bu nedenle, bu büyük zaferi ve Deniz Kuvvetlerimizin kuruluş yıldönümünü, tıpkı 1 Temmuz’lar gibi, içten ve büyüklüğünü derinden hissederek kutlamalıyız. Ben de bir denizciyim. 28 yıl süreyle Deniz Kuvvetleri’nde görev yaptım. Bunun 16 yılı denizlerde, muhrip ve fırkateyn tipi gemilerde geçti. Hayatımın tam olarak şekillendiği bu dönemde meslektaşlarımdan çok şeyler öğrendim. Ama en çok doğadan bir şeyler öğrendim. Denizlerden, rüzgârlardan, dalgalardan, bulutlardan, güneş ve ayın durumundan öğrenecek o kadar çok şeyleri var ki insanların. En önemlisi, insan, ne kadar çaresiz olduğunu anlıyor doğanın gücü karşısında. Bilmiyorsa da zamanla ama acı şekilde öğreniyor zaten. Doğayı iyi anlayabilmek ise ancak dünyanın (hatta evrenin) bütününü tanıyıp anlamakla mümkün oluyor; atmosferiyle, kıtalarıyla ve okyanuslarıyla... Mavi vatanın önemi Türk Deniz Kuvvetleri’nin temel görevi, denizlerden gelebilecek her türlü tehdide karşı ülkemizin savunmasını sağlamak ve tüm deniz ve okyanuslardaki hak ve menfaatlarımızı korumaktır. Mavi vatanda güçlü olursanız ana vatan daha güvenli bir yer haline gelir. 1915’te Çanakkale’de kaybettiğimiz binlerce askerimizi bir düşünsenize, acaba o yıllarda kuvvetli bir donanmamız olsaydı, düşman gemileri oraya kadar gelip Gelibolu’ya asker çıkarma cesaretini gösterebilir miydi? Bugün 4 araştırma gemimizi birden sismik araştırma, doğalgaz arama ve sondaj faaliyetleri için Doğu Akdeniz’e gönderebiliyorsak bunu Deniz Kuvvetlerimiz sayesinde yaptığımızı unutmamak gerekir. Amiral Cem Gürdeniz’in rahmetli babası Halit Gürdeniz’in belirtmiş olduğu gibi, denizcilik mesleği Tanrı’ya yakınlık mesleğidir. San Denizci toplumların geleceğe çok daha güvenle baktıklarını ve onları daha aydınlık günlerin beklediğini biliyoruz. Bu nedenle, bu büyük Zafer’i ve Deniz Kuvvetlerimizin kuruluş yıldönümünü, tıpkı 1 Temmuz’lar gibi, içten ve büyüklüğünü derinden hissederek kutlamalıyız. Bu yıl Temmuz ayında yapılan İlk Türk Arktik Bilimsel Seferi’ne katılan Piri Reis Üniversitesi Öğretim Görevlisi Barbaros Büyüksağnak cak gezdirdiği için şeref mesleğidir. Kendine güven, kuvvetli şahsiyet ve liderlik mesleğidir. Çok değişik şartlarda görev yapma zorluğundan devamlı mücadele gerektirir. Gönülden birlik, beraberlik, sevgi ve saygı mesleğidir. Her türlü yeniliği takip ve uygulama gerektirir. Mertlik, efendilik ve yerine göre tavır mesleğidir. Üstün fedakârlık ve vefa mesleğidir. Ve en önemlisi kendine has kutsal özellikleri nedeniyle tek kelime ile asalet mesleğidir denizcilik! Norveç örneği Biz Türkler karaların etrafındaki tuzlu suyu hep deniz olarak biliriz. Yüzmek için denize girer, balık tutmak için denize açılır veya deniz kenarına gideriz. Ama birçok ülke için durum böyle değil. Bazıları daha şanslı, çünkü onların okyanuslara kıyısı var ve denize değil okyanusa giriyorlar. Sadece girip yüzmekle kalmıyorlar elbette, millerce alan içindeki canlı, cansız tüm kaynaklara, dolayısıyla büyük bir ekonomik gelir elde etme hakkına sahip oluyorlar. Bunu sağlayan hukuki düzen ise 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ile kurulmuştur. İskandinavya’nın o zamanlar mütevazı ülkesi Norveç’in, ilk kez 1969 yılında Kuzey Denizi’nde yer alan “Ekofisk” isimli sahada bulup 15 Haziran 1971’den itibaren petrol üretimine başlamasıyla bugün eriştiği ekonomik güce baktığımızda coğrafyanın devletlerin kaderinde ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlıyoruz. 5.2 milyon nüfusa sahip Norveç, ilan etmiş olduğu 200 millik deniz yetki alanları ile anakarasının tam 6 katı büyüklüğünde bir deniz alanında söz sahibi olan bir devlettir. Bu alan neredeyse Akdeniz’in tamamına eşit bir alan. Peki, insanların birçoğu, bu derece önemli ve yeryüzünün yüzde 71’ini kaplayan okyanuslar ve esrarengiz dünyalarından ne kadar haberdar? Ya da okyanusların ayrılmaz parçası “Büyük Okyanus Taşıyıcı Kuşağı” adı verilen muazzam döngüden? Okyanusların ve suyun dünyada yaşayan tüm canlılar üzerindeki yeri ve önemi tartışılmaz elbette. İnsanlar olmuş, olmamış hiç fark etmez. Düzen basittir; güçlü okyanus verir, zayıf insanoğlu alır. Ama okyanusların verdiği kaynakları her an geri alabileceğini unutmamalıyız. Paylaştığımızdan fazlasını almaya ve okyanusları kirleterek zehirlemeye kalkarsak insanlığın sonu bellidir. Doğada okyanuslar sayesinde var olduğumuzu ve ancak onlarla dost kalarak bunu sürdürebileceğimizi aklımızdan hiç çıkarmamamız gerekiyor. Atlantik ve Pasifik okyanuslarını birbirine bağlayan ve kuzey kutup bölgesinin yarısına yakınını oluşturan Arktik Okyanusu’nu biz nedense Kuzey Buz Denizi olarak öğrendik coğrafya kitaplarında. Oysa bu okyanus, merkezi Monako’da bulunan Uluslararası Hidrografi Teşkilatı ve birçok ülke tarafından dünyada kabul edilen okyanuslardan birisidir. Zaten 14 milyon kilometrekarelik devasa su kütlesine deniz demek doğru değil elbette. Tarihte bir ilk 2017, 2018 ve 2019 yıllarında Antarktika’ya düzenlenen bilim seferlerinin ardından bu yıl temmuz ayında ilk Türk Arktik Bilimsel Seferi (TASE), İstanbul Teknik Üniversitesi Kutup Araştırmaları Merkezi (PolReC), Piri Reis Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Sahil Güvenlik Komutanlığı işbirliği ile düzenlendi ve İş Bankası sponsorluğunda başarıyla gerçekleştirildi. Sefer süresince Arktik bölgedeki kirleticilerin miktarlarının belirlenmesi, mikroplastik araştırmaları, hava kalitesi ölçümleri gibi çalışmalar için bölgeden örnekler toplandı ve ölçümler yapıldı. Kuzeye yapılan ilk sefer öncesi Norveç makamları nezdinde yapılan başvurular ve görüşmeler bu yolda bir hafıza oluşturulmasına katkı sağladı. Denizde geçen sefer süresince bilim insanlarımız, kiralanan Fransız bayraklı Anakena isimli bir teknede bulundu. Antarktika’ya yapılan 3 seferde de kiralanan Şili bayraklı gemilerde faaliyetler gerçekleştirilmişti. Oysa bazı ülkelerin bu seferleri, varsa kendi araştırma gemileri veya Deniz Kuvvetlerine bağlı gemileriyle yaptığı biliniyor. Peki, bizim de bu bölgelerde seyir yapabilecek araştırma gemimiz oluncaya kadar, Deniz Kuvvetleri uygun bir gemi tahsis ederek bilim insanlarımız için bu tür bir destek sağlayabilir mi? Her iki tarafı da yakından tanıyan biri olarak, bu soruya olumlu yönde verilecek bir cevabın çok doğru ve yerinde olacağını düşünüyorum. Türk Deniz Kuvvetleri dünyadaki sayılı donanmalardan birisine ve bayrağımızı dünyanın her yerinde dalgalandırma gücü ve kudretine sahiptir. Bugüne kadar farklı maksatlarla çeşitli okyanuslarda gemi görevlendiren Türk Deniz Kuvvetleri’nde kutup bölgelerine de gemi gönderebilecek bilgi, beceri, tecrübe ve altyapı mevcuttur. Kutup bölgelerine intikal edene kadar farklı bölge ve denizlerde değişik alanlarda proje üreten bilim insanları çalışmalar yapmak üzere gemide bulunurken, kutup bölgelerine ulaşıldığında kutup çalışmaları yapacak araştırmacılar gemiye katılabilirler. Akdeniz’de denizbilimleri, kutuplarda buzul ve kara bilimi çalışması yapacak değişik kafilelerle gemiye katılmış bilim insanlarına sağlanacak ortamı bir hayal edin! Bu asla zor değil. Bilimsel faaliyetlerin dışında diplomatik ilişkiler de düşünülerek, intikal esnasında farklı ülkelerin limanlarında yapılacak liman ziyaretleri ile ikili ilişkiler kapsamında iyi niyet mesajları verilmesi, ülkemizin tanıtımına katkı sağlanması ve o bölgede yaşayan Türklere moral verilmesi gibi birçok faktörü de düşünmek gerekir. Bunun gerçekleşmesi halinde kutup bölgelerinin çok soğuk ve zorlu şartlarında faaliyetlerini yürütmeye çalışan bilim insanlarımıza çok daha rahat çalışma imkânları sağlanmış ve daha iyi ve etkili sonuçlar elde edilmesine imkân verilmiş olacaktır. Deniz Kuvvetleri’ne bağlı gemilerle seferlerin yapılacak olması, aynı zamanda kutup sefer hazırlıklarının en zor bölümünü oluşturan “lojistik destek” faaliyetlerinin çok daha rahat bir şekilde planlanması ve gerçekleştirilmesini sağlayacaktır. Bilimsel çalışmaların Deniz Kuvvetlerimizin desteğini yakından hissederek ve farklı okyanuslarda Türk bayrağını dalgalandırarak yapılmasının devletimiz için büyük bir prestij kaynağı olacağını ve olumlu sonuçlar doğuracağını değerlendiriyorum. Depremin anımsattıkları: Zulüm ve ölüm Tam yazıya oturmuştum ki, oldukça şiddetli bir depremle sarsıldık. Yazımın konusu “Otoriter Kişilik ve Otoriter Yönetimlerin Çıkmazı” idi. Deprem, 15 yaşımdayken yaşadığım ağabeyimin ölümünden sonra kişiliğimin, kimliğimin bir parçası olan ve daima birlikte yaşadığım “ölümlülük” duygusunu yeniden tetikledi. HHH Yazımın anafikri, “Otoriter Kişilik ve Otoriter Yönetimlerin çıkmazı: Güçlerini kaybettikçe zulümlerini artırmalarıdır” biçimindeydi. Bu konuyu pazar gününe erteleyerek “Depremin Tetiklediği Ölümlülük Duygusu ve Zulüm Üzerine Düşünceler” yazmaya karar verdim. HHH Herkesin cenazelerden veya mezarlıklardan dönerken aklına gelen “Şu ölümlü dünya”, “Benim ne kadar vaktim kaldı ki”, “Şu yalan dünya”, “Sevdiklerimi aramalıyım”, “Ailemle yeterince vakit geçirmiyorum galiba”, “Yalınayak çimenlerde yürümek istiyorum”, “Bu kadar zulüm niye”, “Bu dünya Sultan Süleyman’a kalmamış, size, bize mi kalacak” biçimindeki düşünceler, zaten kimliğimin, zihnimin ve yüreğimin bir parçası olduklarından, gerçekten ölüme yaklaştığım şu günlerde beni iyice sardı, sarmaladı. HHH Tam yazıya oturmuşken yaşadığım şiddetli deprem bana zulüm ile ölüm arasındaki şu ilişkiyi anımsattı: Hiçbir zalim ölümden kaçamamıştır. Mısır piramitleri Firavunların, Terra Kota askerleri Çin İmparatorlarının “ölümlülüğü yenmek için” başvurdukları “umutsuz eylemleri” simgeler: Yaptıkları şeyler “umutsuz eylemlerdir”, çünkü onların peşinde oldukları “ölümsüzlük” tarihsel bağlamda “anımsanmak” veya “hayırla yâd edilmek” değil, aynen Gılgamış’ın da aradığı sonsuz bir “gerçek yaşamdır”. Üstelik, bu “umutsuz çabalar” sonunda firavunların “ölümsüzlük” aradıkları piramitler, ancak “Firavun zulmünün” simgesi olabilmiş... Terra Kota askerleri ise, ordusuyla birlikte gömülen Çin imparatorunun rakibi tahta geçince, mezarları açılarak kelleri kesilmiş askerlerden oluşan “müzelik, kilden, yenilmiş bir ordu” olarak zamanımıza gelmiştir. HHH Ailelerine zulmederek, onlara hayatı zehir eden otoriter zalim “aile reisleri”... Ve ülkelerine zulmederek, vatandaşlarına cehennem azabı çektiren otoriter zalim “yöneticiler”: İnanıyorsanız; biliniz ki, öldüğünüzde hem CEHENNEMDE YANACAKSINIZ, HEM DE TARİH, SİZİ LANETLE ANACAK... İnanmıyorsanız; biliniz ki, EVLATLARINIZ, AHFADINIZ VE TARİH, SİZİ LANETLE ANACAK! Türkçeye sevdalı Kerim Afşar’ı anarken Günay Güner Türk tiyatro sanatı birkaç öncü ustanın emeği üzerinde yükselir. Bu ustaların biri hiç kuşkusuz Kerim Afşar’dır. O, ömrünün neredeyse son gününe değin sahnede oldu. Sahnede oynamadı, sahnede yaşadı. Yaşamı tiyatroydu. Oynadığı oyunların tümü Türk ve dünya sanatının başyapıtlarıdır. Film, radyo tiyatrosu kişilikleri Afşar’ın sesiyle varlık buldu; emeğiyle radyo, okula dönüştü. Sait Faik Abasıyanık, Orhan Veli, Attilâ İlhan gibi usta yazarların yapıtlarını seslendirdi. Günümüz Türkçesine kazandırılan, Atatürk’ün Söylev’ini 27 Mayıs 1960 Devrimi sonrasında, her gün, aylarca radyodan ulusa okudu. Yurtdışında da oynadı, Türk oyun sanatını temsil etti. Unutulmaz kişilik Aydınlanma, Atatürk devrimine bilinçle bağlıydı. Özellikle 1970’li yılların Türk devrimci tiyatrosu Kerim Afşar’sız düşünülemez. Ankara Sanat Tiyatro’su Kerim Afşar’la özdeşleşti. Dostluklarıyla da devrimci, aydınlanmacı çizginin unutulmaz kişiliğiydi. Son Kerim Afşar döneminde, Işık Kansu’nun yazdığı “Bugün Ne Yazsam” adlı oyunda, Uğur Mumcu’yu oynuyordu. Turneye çıkacaklardı... Kerim Afşar’ın eşi Sanatçı Sevgili Leyla Afşar’la söyleşiyoruz. Anlatırken gözleri ışıldıyor. O büyük insan, yaşamını nasıl da güzelduyulaştırmış, daha iyi anlıyorum. Kerim Beyin oynadığı kişilikleri anımsatıyor Leyla Hanım. Onun, salt sanatı için yaşadığını, özünü adadığını vurguluyor. Gerçekten de Kerim Afşar bir an bile kişisel kazanç kaygısı gütmeden tiyatroyu yüceltti; adeta tarihten, eski çağlardan gelmiş, görevini, işini çok ama çok iyi yapmış, dönüp gitmiş gibi... Dil Bayramı Günü, 26 Eylül 2003’te yitirdiğimiz Kerim Afşar’ı sonsuz sevgiyle, saygıyla anıyorum. Işıklarda uyusun.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle