28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 30 AĞUSTOS 2019 CUMA gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: BAHADIR AKTAŞ olaylar ve görüşler 30 Ağustos ve stratejik ortaklıklar Prof. Dr. Cengiz Kuday Sakarya Meydan Muharebesi’nin şiddetle başladığı günler ile Büyük Türk Taarruzu’nun başlangıcı arasında tam bir yıllık zaman vardır. Bu dönem iç ve dış politika yönünden çok hareketli, harp harekâtı bakımından ise sakin geçmiştir. On yıllık aralıksız sürüp gelen harplerin millette uyandırdığı bıkkınlık, yılgınlık, isteksizlik ve ilgisizliği anlatmak çok zordur. Asker kaçakları bugünlerde çok yüksek sayılara ulaşmıştır. İşte bu güç şartlarda yapılacak bir Büyük Taarruz’da komutan ve komuta mensuplarının üyelerinin sorumlulukları çoktur. Gazi Mustafa Kemal Paşa, bir taraftan orduyu son zaferi sağlayacak bir taarruz için hazırlarken, öte yandan da İtilaf Devletleri’nin düşünce ve niyetlerini anlamak için ilk önce Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey’i (Tengirşek) ve daha son ra Fethi Okyar’ı Londra ve Paris’e gönderdi. Bu görüşmelerde bir sonuç alınamadı. Ancak son taarruza kadar siyasi alanda bir oyalama fırsatı elde etti. 26 Ağustos’ta başlayan meydan savaşı Yunan ordusunun İzmir’de denize dökülmesiyle sonuçlandı. Askerlik, savaşların sürdürülmesi değil, insanları sevk ve idare sanatıdır. İnsanlar, ancak emelleri, fikirleri kişiselleştirerek sevk ve idare olunabilir. “Subay nedir?” maiyetindeki kişiler için örnek olur. Subay, kendi ilim ve gücünden kumanda ettiği insanları yararlandırmak için, yanındakilere metin olmak ve kahramanlık noktalarında daha fazla kişisel özellikleri sahip olmalıdır. İşte böyle bir komutan ve komutanlar topluluğu ile birçok olumsuz şartlar rağmen bu Büyük Taarruz başarılı olmuş ve 30 Ağustos zafere ulaşmıştır. Bu zafer daha sonra Cumhuriyet ve onu takip eden devrimlere ivme kazandırmış tır. Fakat bu ivme daha sonra çeşitli nedenlerle hız kaybetmiştir. İlk defa hiçbir ittifaka bağlı olmayan ülkemiz daha sonra bazı stratejik ortaklık dediğimiz birtakım dayatmalara maruz kalmıştır. Bu dayatmalar 1947 yılında Marshall yardımıyla başlamış, ülkenin ileri gitmesini sağlayan birçok kuruluşun önü kesilmiştir. (Halkevleri, Köy Enstitüleri gibi) Daha sonra bugün Rusya’nın bazı olumsuz istekleri yüzünden Batı ittifakı olan NATO’ya kendimizi zorla kabul ettirmeye çalıştık. Ve Kore Savaşı’nda yer alma şartıyla daha sonra kabul edildik. Ve sonuç; eşit haklara sahip olduğunu zannettiğimiz ve aslında hiç de eşit olmayan bir stratejik ortaklık doğdu. Bizler Batı için yalnızca ihraç ürünü ve ruhu asker olan bir ülke olarak görülmüşüz. Hiçbir ciddi problemde fikrimiz dahi alınmamıştır. (Küba krizinde eğer sonuç anlaşma olmasaydı, ilk nükleer taarruza biz uğrayacaktık) Bu olaydan halkın ve hatta bizlerin ve hükümetin çok sonradan haberi olmuştur. Bu stratejik ortaklık denen tuzaklardan nasıl kurtulabiliriz? Eğitim ile. Bugün dünya sıralamalarında gençlerimiz bilimsel yönden 139 ülke içinde 99. sıradadır. Üniversite giriş sınavlarında binlerce kişi fenbilimlerinde 0 puan alıyor. Atatürk, en hakiki yol gösterici ilim dememiştir, “En hakiki yol gösterici bilimdir” demiştir. İlim mahevidir, bilim gerçektir. Son günlerde bazı yerel yönetimlerin (hangi siyasi görüşte olursa olsun) yörelerinde bazı sokak ve meydanlardan kendi içlerinden çıkmış, yurtiçi ve yurtdışında önemli görevlerde bulunmuş asker kökenli isimleri değiştirip, bugünün bazı siyasi isimlerini koyduğunu görüyoruz. Bir vefasızlık olarak gördüğümüz bu durum, üzücüdür. Unutmayın, bizler ordusu olan bir millet değiliz, milleti olan bir orduyuz. Bu algıyı değiştirmek sanırım zor olacaktır. Türk devrimini korumalıyız Bugün, Türkiye’nin ulusal bağımsızlığını sağlayan ve bir dintarım imparatorluğundan laik ve demokratik bir ulus devlet yapısına geçen devrimi hazırlayan “Büyük Zafer”in 97’nci yıldönümü. 30 Ağustos zaferiyle sadece bir muharebe ve İstiklâl Savaşı kazanılmamıştı... Bu zafer bize, 20’nci yüzyılın en başarılı toplumsal/ekonomik ve siyasal devrimini yapma yolunu da açmıştı. Ne yazık ki, kanlarımız dökülerek kazanılan bu zafer üzerine gerçekleştirilen Türk Devrimi bugün tehdit altındadır: “Parlamenter Demokrasi” rafa kaldırılmış, “Ucube bir Anayasa” ile, adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen, garip bir “Tek Kişi Rejimi” uygulamaya konulmuştur. HHH Toplumsal, ekonomik ve sınıfsal yapı hazır olmadan, sadece zafer kazanan komutanın kafasındaki çağdaş ve uygar bir modele göre gerçekleştirilen “Türk Devrimi”, Sovyetler de çöktükten sonra, bütün saldırılara ve yozlaştırmalara karşın, 20’nci yüzyılın, 21’inci yüzyılda da yaşayan tek ve biricik siyasal, kültürel ve ekonomik mucizesi olma niteliğini koruyor. HHH Peki, biz ne yaptık: Sahte demokrasi sloganlarının peşine takılarak çağdaş bir toplum çizgisinde kazanılmış olan tüm laik ve demokratik hak ve özgürlüklerden geri dönmeye başladık... Bu yetmedi, “hortumcularla”, “yolsuzluklarla” mücadele etmek için iktidara geldiklerini iddia edenler, naylon fatura, vergi, kambiyo, kent yağması ve orman afları ile kendilerini akladılar, kitabına uydurulmuş yeni “yollarla”, yandaş şirketler, vakıflar ve tarikatlar aracılığı ile yeni “hortumcular” ürettiler. HHH Türkiye, 1990’lardan sonra “küreselleşen dünyadaki” yerini “Laik ve Demokratik bir Cumhuriyet” kimliği ile değil, “Ilımlı (Amerikancı) İslam Cumhuriyeti” kimliği ile almaya çalıştı... Ne yazık ki, ülkemiz hâlâ, ABD’nin “Radikal Siyasal İslam” ile mücadele için icat ettiği ve Ortadoğu ile Kuzey Afrika’yı perişan ettikten sonra yanlışlığını görerek terk ettiği bu modelin peşinden gidiyor. HHH 1945’ten bu yana ortaya çıkan değişmeler büyük bir hızla ülkemizi, dünya tarihine armağan ettiği “Türk Devrimi” modelinden uzaklaştırıyor. Bu yıl 30 Ağustos’u kutlarken bu gerçeği fark etmeli ve savaşla, kan dökerek kazanılan: Bağımsızlığımızı... Temel hak ve özgürlüklerimizi... Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devletimizi... Korumalıyız! Bunu başaracağımızdan hiç kuşkum yok: Çünkü “Temel Hak ve Özgürlüklere Dayalı olan” bu “Demokratik Model”, tarihin gelişme çizgisiyle uyumludur ve insanlığın evrensel birikiminden/ evriminden kaynaklanmaktadır. Eserlerinin üretim sürecini anlatan Cemal Akyıldız, “2000 yılında Cumhurbaşkanlığı’nca görevlendirildim. Üç sene boyunca Atatürk’ün savaştığı tüm cephelere giderek bu çizimleri yaptım” dedi. Akyıldız’ın gravürleriyle Zafer Bayramı Sergisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür AŞ’nin düzenlediği ve ressam Cemal Akyıldız’ın Atatürk temalı resimlerinden oluşan “30 Ağustos Zafer Bayramı Sergisi”, 8 Eylül’e kadar Taksim Sanat Galerisi’nde ziyaretçilerini ağırlıyor. İBB Kültür AŞ’nin düzenlediği, ressam Cemal Akyıldız’ın gravür tekniğiyle çizdiği Gazi Mustafa Kemal Atatürk temalı eserlerinden oluşan “30 Ağustos Zafer Bayramı Sergisi” Taksim Meydanı metro istasyonu girişindeki Taksim Sanat Galerisi’nde sanatseverleri bekliyor. 8 Eylül’e kadar ziyarete açık olan sergide, Akyıldız’ın farklı tarihlerde çizdiği 45 eser yer alıyor. Atatürk portrelerinin ön plana çıktığı sergide, 19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a gittiği Bandırma Vapuru, 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi’nin yapıldığı bina, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk binası, 4 Eylül 1919’da Sivas Kongresi’nin yapıldığı binalar gibi tarihi mekânların resimleri de yer alıyor. l Haber Merkezi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle