19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 27 TEMMUZ 2019 CUMARTESİ Herkese Bilim Teknoloji Dergisi’nin katkılarıyla hazırlanmıştır. TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN BİLİM TEKNİK Kırmızı giy, fark edilKırmızı rengin biyolojik ve simgesel çağrışımları yalnızca egemen olma ve cinsellikle sınırlı değil EN İYİ 10 UÇAK BİLETİ BULMA SİTESİ 1) SkyScanner.com 2) Momondo.com 3) Turna.com 4) UcakBileti.com 5) EnUygun.com 6) Obilet.com 7) EkoBilet.com 8) BiletBayisi.com 9) AloBiletHatti.com 10) Seyahatim.com Kaynak: Çeşitli En eski Avrupalı Homo sapiens bulundu Renklerin insanlar üzerindeki ruhsal etkileriyle ilgili olarak yıllar boyunca epey araştırma yapıldı. Ve bu konu günümüzde huzurlu ve dingin bir ortama kavuşmak için evinizi nasıl döşemeniz gerektiğinden, karşı cinsin ilgisini nasıl çekebileceğinize ve sporda nasıl başarılı olabileceğinize uzanan hemen hemen her alana taşındı. Ancak konu hâlâ sıcak. Rochester Üniversitesi’nden Andrew Elliot ile Daniela Niesta tarafından yapılan bir araştırmada, kendilerine yalnızca birkaç saniyeliğine gösterilen kadın resimleri, beyaz yerine kırmızı bir fonla sunulduğunda, erkek deneklerin kadınları “daha çekici” ve “cinsel açıdan daha albenili” olarak değerlendirdiklerine tanık olundu. Ne var ki, fon renginin kadın deneklerin başka kadınların çekiciliğiyle ilgili algılarında bir farklılık yaratmadığı görüldü. Araştırmada şu sonuca varılıyordu: İnsan ve insan dışındaki tüm erkek primatlar kırmızıya tepki veriyorlar... Erkekler kadınlara düşünceli, kılı kırk yaran ve ustalıklı bir biçimde tepki verdiklerini sansalar da, en azından bir dereceye kadar, seçim ve tercihlerinde ilkel oldukları görülüyor. Kimilerine göre bu sonuç, kadınların (ve de erkeklerin) kendilerini karşı cinse beğendirmek için bilinçaltından ustalıklı bir biçimde yararlanmaları gerektiği anlamına geliyordu. Ancak kırmızı giysinin kendisi değil, ilk anda göze çarpmayan kırmızı saat kayışı çok daha etkili oluyordu. Kırmızı renk aynı zamanda hayvanlar dünyasının erkek üyeleri arasında başatlığın da evrimsel bir simgesiydi ve bu simge görünürde insanlar için de geçerliydi. Durham Üniversitesi’nden Russell Hill ve Robert Barton tarafından yapılan bir araştırma spor karşılaşmalarında kırmızı forma giyenlerin üstün gelme olasılığının kırmızı giymeyenlere kıyasla daha yüksek olduğunu ortaya koyuyordu. Doğanın uyarısı Doğal olarak, kırmızı rengin biyolojik ve simgesel çağrışımları yalnızca egemen olma ve cinsellikle sınırlı değil. Kırmızı, aynı zamanda tehlike ve uyarı ile de ilintili bir renk. Rochester Üniversitesi’nden Andrew Elliott ve arkadaşları tarafından yapılan bir başka çalışmada da kırmızı rengin çocukların sınavlardaki başarısını nasıl etkilediği araştırıldı. Araştırmacılar kendilerinden beş dakika boyunca kelime bulmacaları çözmeleri (harflerin yerini değiştirerek sözcükler oluşturma) istenen çocuklardan katılım numaraları kırmızı renkte olanların ortalama 4.5’ten az bulmaca çözdüklerine, katılım numaraları yeşil ya da siyah olanlarda bu oranın 5.5’in üzerinde olduğuna tanık oldular. Elliott ve arkadaşları IQ sınav kitapçığının kapak rengi kırmızıya dönüştürüldüğünde çocukların başarı düzeylerinde bir düşüş olduğunu da gördüler. EEG taramalarından yararlanarak art arda yapılan beyin etkinliği ölçümleri de kırmızı kapaklı sınav kitapçıklarıyla çalışanların sağ frontal loblarındaki etkinlik düzeyinin yeşil ya da gri kapaklılarla çalışanlardan görece daha yüksek olduğunu ortaya koyuyordu. Özetle, tüm bu bulgular başarı bağlamında kırmızıdan yararlanırken çok özenli davranmak gerektiğine ve renklerin davranışlar üzerinde önemli etkiler yaratan son derece ustalıklı bir çevresel gösterge işlevini görebileceğine işaret ediyor. Derleyen: Rita Urgan ‘Wear red, get noticed’and othe subtle psychological ways colour affects us The Conversation/ Oortaiznmdargiseknilbeüreyübkağlı İnsanlığın Afrika’da doğduğu bir gerçek, ancak Homo sapiens’in ne zaman geliştiği ve hangi göç yolları üzerinden dünyanın diğer bölgelerine yayıldığı konusu tam açıklığa kavuşmuş değildi. İsrail’de bulunan yaklaşık 190 bin yıllık fosiller bugüne dek Afrika dışındaki en eski Homo sapiens kalıntıları olarak biliniyordu. Ancak şimdi Mora Adası’nın güneyindeki Apidima mağara kompleksinde daha eski kalıntılar ortaya çıktı. İki insana ait kafatasları aslında 1970’li yıllarda bulunmuştu. Fakat taksonomi sınıflandırması bir türlü yapılamamış ve kalıntıların hangi insan türüne ait oldukları açıklanamamıştı. Tübingen Üniversitesi’nden Katerina Harvati ve ekibi bu konuda bir açıklama getirebilmek için Apidima 1 ve Apidima 2 fosillerini tekrar ayrıntılı bir şekilde incelediler. Kafatasların zarar görmüş kısımlarını restore ederek, anatomik özelliklerini diğer insan türleriyle karşılaştırdılar. Araştırmacılar ayrıca kemiklerin yaşlarını da uranyumtoryum tarihlendirme yöntemiyle belirlediler. Sonuçlara göre Apidima 1, 210 bin yıl yaşında ve anatomik olarak modern ve arkaik insan özelliklerinin bir karışımını yansıtıyor. Araştırmacılar Apidima 1’in Afrika dışındaki en eski Homo sapiens kalıntısı olduğunu söylüyorlar. Söz konusu kafatası, ilk modern insanın Afrika’dan bilinenden çok daha önce çıktığını ve dünyaya ilk yayılımı sırasında epey uzaklara gittiğini kanıtlıyor. Apidima Cave fossils provide earliest evidence of Homo sapiens in Eurasia, Nature, 10.07.2019. Bitkileri uzun genetik kökleri koruyacak Her 161 çocuktan biri otizm riskiyle karşı karşıya Çokuluslu bir çalışma, otizm riskinin büyük oranda genlere bağlı olduğunu gösteriyor. Aile bağları Araştırmacılar 1998’den 2007’ye kadar Danimarka, Finlandiya, İsveç ve Batı Avustralya’da doğan çocuklar hakkındaki verilere dayanarak ulusal sağlık kayıtları aracılığıyla tarama yaptılar. Ayrıca, 2000’den 2011’e kadar İsrail’de doğan yaklaşık 130 bin çocuğun ulusal sağlık kayıtlarına da baktılar. Toplamda, örnek otizm tanısı konulan 22 bin 156 kişi de dahil 2 milyon 1631 çocuk incelendi. Çocukların çoğunluğu Danimarka, Finlandiya veya İsveç’te yaşıyordu. İstatistiksel bir model kullanan araştırmacılar, otizm riskinin yaklaşık yüzde 81’inin çocukların ebeveynlerinden miras kalan genlerden kaynaklandığını bulguladı. Otizm Spektrum Bozuklukları (OSB), kısacası otizmin görülme sıklığı ve dağılımının küresel incelenmesine göre, her 10 bin kişi başına 62 vaka söz konusu. Yani her 161 çocuktan biri otizm riskiyle karşı karşıya. Otizm Vakfı da ülkelere göre farklılık göstermekle birlikte OSB’nin günümüzde yaklaşık olarak her 150 çocuktan birini etkilediğini söylüyor. Peki ama kalıtımsal bir aktarım mı, yoksa çevre koşulları mı daha fazla etkili? JAMA Psychiatry’nin beş ülkeden iki milyondan fazla çocuk üzerinde yaptığı analize göre, otizm riskinin yaklaşık yüzde 81’i kalıtsal genetik faktörlerden kaynaklanıyor. Çalışma, çokuluslu bir popülasyonda otizm riskinin kalıtımsallıkla ilişkisini tahmin etmek için yapılan en büyük çalışma olarak nitelendiriliyor. Bulgular, İsveç’teki otizm riskinin yaklaşık yüzde 83’ünün kalıtımsal olduğunu öne süren ikiz ve ikiz olmayan kardeş çiftlerinin geniş bir araştırmasından elde edilen sonuçlarla da ör tüşüyor. Bunu çalışmayı destekleyen bir başka çalışma da 2010 yılında yapılırken kalıtımın otizm riskinin yaklaşık yüzde 80’ine katkıda bulunduğu ortaya çıkarıyor. Yeni çalışma, birkaç ülkeden çok sayıda ailenin katılımsal özelliklerini analiz ederek önceki çalışmaları geliştiriyor. New York’taki Icahn Tıp Okulu’ndan Psikiyatri Profesörü Joseph Buxbaum, “Çok büyük bir çalışma ve birçok bağımsız ülkenin tanısal kültürünü yansıtıyor” diyor. “Bu, yakın gelecekte görebileceğiniz muhtemelen en iyi tahmin.” Araştırmacılar ayrıca otizme bağlı diğer faktörleri de inceledi. Örneğin, otizm riskinin yüzde18.1’i çevresel faktörlerden kaynaklanıyor. Ekip, ev ortamı gibi aile üyeleri arasında paylaşılan faktörlere de baktı, ancak genel olarak otizm riskine katkısını bulamadı. Analiz ayrıca, belli kronik koşulların, annenin genleri aracılığıyla otizm için risk oluşturmadığını da gösteriyor. Pennsylvania’daki Drexel Üniversitesi’nden, çalışmaya dahil olmayan Epidemiyoloji ve Biyoistatistik Profesörü Brian Lee, araştırmacıların hamilelik sırasında yaşanan ateşli hastalıkları hesaba katmadıklarını söylüyor. Zira daha önce yapılan çalışmalar, hamilelik dönemindeki enfeksiyonlar gibi çeşitli annelik faktörlerinin otizmle yakın ilişkisi olduğunu gösteriyordu. Lee ayrıca, araştırmacıların riski tahmin etmek için kullandıkları algoritmaların otizm riskine bağlı diğer faktörleri de göz ardı ettiğini söylüyor: “[Algoritmalar] elimizdeki en iyi modeller, ancak oldukça yüzeyseller” diyor ve ekliyor, “Otizmde bu özel çalışma tasarımının değerlendiremeyeceği birçok şey var.” Derleyen: Batuhan Sarıcan https://www.spectrumnews.org/ news/majorityofautismriskresidesingenesmultinationalstudysuggests/ https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/ articles/PMC3763210/ https://www.otizmvakfi.org.tr/otizm yayginligi/ Derine inen uzun köklü bitkilerin birçok avantajı var. Örneğin daha dayanıklılar. Meşe gibi uzun köklü ağaçlar, kısa köklü ladinler gibi güçlü fırtınalarda kolay kolay devrilmezler. Derinlere uzanan kökler, bitkinin zeminle bağlantısını güçlendirir. Dahası kuraklıktan da korurlar. Nitekim uzun kökler, toprağın üst tabakası kuruduğunda derinlerden besleyici madde ve suya ulaşabilirler. Bitki, besleyici maddeleri örneğin büyürken depolayabilir. Köklerdeki biyokütle bir yerde bitkinin yeraltı enerji deposudur. Bu nedenle sağlam ve dayanıklı kökler bitkiyi aşırı sıcaklara karşı da dirençli kılar. Bir araştırma grubu, şimdi köklerin büyümesinden sorumlu olan bir gen keşfetti. EXOCYT70A3 geni bitkinin büyümesinde önemli bir rol üstlenen Auxin hormonunu kontrol ediyor. Söz konusu hormon, bitkinin bulunduğu yere uyum sağlayabilmesi için önemli olan kök reaksiyonunu ayarlıyor. Aslında bu bilinen bir şeydi ama köklere hangi moleküler mekanizmayla ulaştığı anlaşılamamıştı. Araştırmacılar söz konusu genin değişimden geçirilmesi halinde çok daha derinlere kadar uzadıklarını gördüler. Spesifik çevreye uyum sağlayabilen yeni kök sistemleri gelişti. Bu yeni bilgiyle, bitkiler iklim değişimine karşı dirençli hale getirilebilecek. Gene identified that will help develop plants to fight climate change, Cell 12.07.2019. Oğlu çiftleşirken başında nöbet tutuyor Maymun türlerinde ‘helikopter’ anneler var Aynı insanlarda olduğu gibi maymunlarda da helikopter anneler var. Ne var ki bonobo anneler insanlardan da beter. Oğullarının eş bulmasına yardımcı oldukları gibi çiftleşirken başlarında nöbet de tutuyor. Bonoboların (cüce şempanzeler) yakın kuzeni olan şempanzelerin, erkek erkeğe yapılan kavgada oğullarına destek çıktıkları biliniyordu. Fakat bonobolar, işi daha da ilerleterek oğullarına uygun eşi kendileri arayıp buluyor. Anaerkil olan bonoboların seçkin ve üst düzey erkekleri, çiftleşme havuzunu tekelleri altına alma eğiliminde oldukları için, alt düzey erkekler oyun dışı kalmış oluyor. Erkek bonobo anneleri de, genlerinin devamını şansa bırakmamak için, oğullarını üremeye hazır olan dişilerin yanına getiriyor ve onları tanıştırıyor. Bu süreçte anneler, kendi statülerini kullanarak oğullarının sosyal statüsünü artırmakla kalmıyor, ayrıca çiftleşme esnasında, diğer erkeklerin araya girmesini de engelliyor. Genele bakıldığında, annelerinden yardım alan erkek bonoboların, almayanlara göre 3 kat daha fazla üreme becerisine sahip oldukları görülüyor. İlginç olan ise, kızların annelerinden böyle bir destek almaması. Bu da büyük ihtimalle, kızların erken dönemde evden uzaklaşarak, yeni bir topluluğa katılması veya kendi topluluğunu oluşturmasından kaynaklanıyor. Araştırmacılara göre anne bonobolar oğullarına yardım ediyor çünkü bu, kendilerinin üremesinden daha kolay ve ayrıca genlerinin devamı da sağlanmış oluyor. Mercan Bursalı https://www.sciencemag. org/news/2019/05/bonobohelicoptermomsstandguard whiletheirsonsmate Çalışma masası dağınık mı, yoksa düzenli mi olmalı? Dağınıklık, şirket yönetimi konusunda eğitim veren kişi ve kurumlarca oldum olası ciddi bir sorun olarak değerlendirilir. 1911’de Bilimsel Yönetimin İlkeleri başlıklı son derece etkili bir kitabı kaleme alan Frederick Winslow, işyerinde yapılan işle ilgisi olmayan her bir şeyin çalışanlardan uzak tutulması suretiyle verimliliğin artırılabileceğinden söz ediyordu. Winslow’un bu olabildiğince minimalist yaklaşımı yönetim konusunda uzman olan kişiler tarafından da kuşaklar boyunca benimsendi. Aidiyet hissini pekiştirir Şimdi New Mexico Üniversitesi’nden Catherine Roster ve arkadaşları tarafından yapılan yeni bir araştırma söz konusu yaklaşımın ancak bir ölçüde geçerli olabileceğini ortaya koyuyor. Roster ve arkadaşları işyerinde gerginliğin ve çalışanlarla ilgili beklentilerin yüksek olmasının kararsızlığı ve işle bağlantılı dağınıklığı daha da körükleyebileceği, kısır bir döngüye yol açabileceğine dikkat çekiyorlar. Dağınıklık genelde yarım bırakılmış işleri çağrıştırdığından, çalışanlardaki gerginliği daha da artırıyor. Ancak dağınıklığa asla izin verilmeyen işgücüyoğunluklu çözümlerde çok önemli bir unsur da göz ardı ediliyor. Avustralya Queensland Üniversitesi’nden sosyal psikolog Alex Haslam, “İnsanlarda ait olmadıkları, ya da yanlış bir yerde oldukları duygusunu uyandırmak işyerinde verimin düşmesine yol açabilecek en güçlü etmenlerden biridir” diyor. Müdahale ters tepebilir Yaklaşık on yıl önce Haslam’ın o sırada Exeter Üniversitesi’nde öğrencisi olan Craig Knight ile birlikte yürüttükleri bir araştırmada, çalışanlara yakın çevrelerini farklı düzeylerde denetleyebilme olanağı tanındı. Araştırmacılar çalışanların işyerlerini kendi seçimlerine göre resimler, bitkiler ve biblolarla süslemelerine izin verdiklerinde, tamamlanan iş oranında yüzde 30’luk bir artış sağlandığına tanık oldular. Haslam, çalışanlarda görülen bu olumlu etkinin, bitki ve bibloların yarattığı bir etki olmaktan çok, bu kişilerin yaptıklarına değer verildiğinin bir yansıması olduğuna dikkat çekiyor. Çalışma masasının dağınık olması ve bilgisayar klavyesinin kırıntılarla dolmasının sağlık kurallarıyla ne denli bağdaştığı ise çok farklı bir tartışma konusu. Ancak çalışanın verimliliği bağlamında düzenin mi, yoksa dağınıklığın mı daha etkili olduğu sorusu söz konusu olduğunda, araştırmalar her ikisinin de eşit oranda etkili olabileceğini ortaya koyuyor. Knight, çalışanlar için en verimli ortamın kişinin kendisini geliştirebildiği ortamlar olduğuna dikkat çekiyor ve “Dağınık bir masada çalışmaktan hoşlanan insanlara ortalığa çekidüzen vermelerini söylemek bu kişilerin işyerindeki verimini düşürmekten başka bir işe yaramayacaktır” diyor. Rita Urgan https://www.newscientist.com/article/mg24132120600winningatworkhowtocreatetheperfectdeskspace/
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle