19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 22 TEMMUZ 2019 PAZARTESİ [email protected] TASARIM: FUNDA YAŞAR ER olaylar ve görüşler Kültürel yozlaşma Prof. Dr. Yakup KEPENEK Kültür, en yalın anlatımıyla insanlar tarafından yaratılan her türlü yaşayış, düşünüş ve sanatsal varlıkların tamamıdır. İnsanların yarattığı her şey emek ürünüdür; değerdir. Kültürel değerlerin oluşumunda ve sonraki kuşaklara iletilmesinde kullanılan araçlar, insanın doğal ve toplumsal çevresine ne ölçüde egemen olduğunu da gösterir. Resimden heykele, yemekten müziğe uzanan çok geniş bir kapsamı olan kültürün, diğer biçimleri de önemli olmakla birlikte, asıl ve ortak taşıyıcılarının başında dil gelir. Bu nedenle toplumlar Tanrı’ya yakarıştan bilimsel çalışmaya kadar, yaşamın her alanında kendi dillerini kullanmaya özel bir önem verirler. yoğunlaşıyor Türkçeden uzaklaşılmasıyla giderek yaygınlaşan Osmanlıcaya dayalı kültür, eğitimden siyasete yaşamın her alanını artan oranda kapsıyor. Bu da, onarımı hiç de kolay olmayacak ağır bir yozlaşma yaratıyor. Kültürel bölünmüşlük toplumsal birliğe yıkıma götüren bir biçimde derinleşiyor. Milliyetçilik dil ile başlar! Ülkemizde dilde milliyetçilik Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sü recinde çok güçlenir. O kadar ki döne min ünlü düşünürü Ziya Gökalp, “Bir ülke ki camiinde Türkçe Kuran okunur, Ey Türkoğlu işte senin orası dır vatanın” der. Cumhuriyet kültür dür diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün istediği ve özenle ve ısrarla vurgula dığı diğer dillerin boyunduruğundan kurtulmuş arı Türkçedir. Bu ülkenin kimi sağcılarının Türk çe ile büyük sorunları var. Bilindiği gi bi 1950’de işbaşına gelen Demokrat Parti hükümetinin ilk işlerinden bi Atatürk, Türk Dil Kurumu Genel Merkez Kurulu’nun toplantısında başkanlık ederken. (Ankara, 4 Ocak 1933) ri, içeriğine hiç dokunmadığı, ne ölçüde demokratik olduğunu sorgulamadığı 1924 Anayasasının dilini Osmanlıca yapmaktı, anayasa bir gecede Teşkilatı Esasiye Kanunu oldu. 1961 Anayasası’yla şimdiki adına kavuştu. AKP özelindeyse Türkçe karşıtlığı her geçen gün tırmanıyor. Başkan ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez, 2014 yaz aylarında Osmanlıcayı eğitimin göbeğine yerleştirmeye başladı. Aynı anlayışın doğal bir sonucu olarak 24 Aralık 2014’te de Türkçe ile felsefe yapılamaz diye buyurdu. Türkçe karşıtı bir anlayışın aslını yansıtan bu sözler, kamuoyunda hemen hiç tartışılmadı; ne Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin özgün kurumlarından biri olan Türk Dil Kurumu, ne üniversitelerin ilgili bölümleri ne de milliyetçi geçinen siyasetçiler, yazar ve yorumcular tarafından sorgulandı. Kaldı ki, eğer doğru okunursa, bu sözler Türkçe ile düşünme süreçlerinin güçlü ve etkin bir biçimde işlemeyeceği; sanatsal ve bilimsel çalışma yapılamayacağı anlamına gelir. Anadili Türkçe olan milyonlarca insanı aşağılamaya varan bu tür bir yaklaşımda bulunmaya kimsenin hakkı olamaz, bu bir. İkincisi de Türkçe ile felsefe yapılamaz bir önyargıdır; nesnel olarak da doğru de ğildir; Türkçe yazılan ve yabancı dillere çevrilen çok sayıda bilimsel çalışma ve yazın eseri vardır. Temel kayınca Türkçeden uzaklaşılmasıyla giderek yaygınlaşan Osmanlıcaya dayalı kültür, eğitimden siyasete yaşamın her alanını artan oranda kapsıyor. Bu da, onarımı hiç de kolay olmayacak ağır bir yozlaşma yaratıyor. Çoğu yerde halkın istekleri hiçe sayılarak ana ekseni iyice imam hatipli kılınan devletin elindeki eğitim, çok büyük ölçüde, Osmanlıcayı baş tacı eden, Harf Devrimi’nin yadsınmasını, giderek alfabenin değişmesini açıkça isteyen dini vakıflardan, halkın parasıyla hizmet satın alıyor. Sağlıklı bir insan gelişmesinin önkoşulu olan karma eğitim karşıtlığı o kadar iliklere işlemiş ki, kadın üniversitesi saçmalığı gündeme getiriliyor. TV programlarının çok büyük bir bölümü siyasal İslam kültürünün, insanı bağımlı kılan, özgür düşünmesini ve yaşamasını sınırlayan yönlerini toplumun ortak aklına yerleştirmeyi iş ediniyor. TV dizilerinde, doğru bir tutumla, sigara ve içki görüntüsü engelleniyor. Ancak, toplumda, hemen her gün silahlı çatışmalar yaşanırken TV dizilerinde silahlar dizi dizi boy gösteriyor; ara sivil silahlanma ile bir bakıma savaş aşkı yaratılıyor. Özgürlük, eşitlik ve barış iyice kullanımdan uzaklaşırken, ölüm akıl almaz bir biçimde kutsanıyor. Öteki dünya günlük yaşama aşırı bir biçimde yerleştiriliyor. Dahası helal gıda gibi başka kültürlerden alıntı kokan kavramlar kol geziyor. Hak arama yolları kapandıkça insanlar Allah’ından bulsun noktasına varıyor. Öteki dünya günlük yaşama o kadar aşırı bir biçimde yerleştiriliyor ki, giderek ölümü kutsayan bir kültür oluşuyor. Benzer tercihler İstikşaf, iltisak, beka gibi anlamını büyük çoğunluğun anlamadığı; özellikle de dava gibi her gün kullandığı ancak içeriğini açıklama gereği duymadığı kavramları kalıcı biçimde kullanıma sokan iktidardaki siyasetin, ana muhalefet tarafı da uzunca bir süredir, bu gidişe uyuyor; günlük söyleminde insan hakkı yerine kul hakkını; suç yerine günahı yerleştirmiş bulunuyor. Devletin varlık nedeni olan gelirgider hesaplarının görülmesi de artık Sayıştay’a değil öteki dünyaya bırakılıyor. Sonunda, halk artık kullanılmıyor; ulus gibi güzelim Türkçe kavramlar unutuluyor; giderek millet gibi yerleşik sözcüğün yerine bile ümmet yerleştirilmek isteniyor. Kültürel yozlaşmanın yaygınlık ve derinlik kazanması, getirilen yeni yöntemlerle büyük ivme kazanıyor. Yöntem şu: Kolayca anımsanacağı gibi Fethullah Gülen sıkça kullandığı TV söyleşilerinde önce bir ya da birkaç tümceyi Arapça söyler, sonra da onun Türkçe karşılığını, dinleyenlerinin ağzı açık bakışları ortamında açıklardı. İslamcıların sıkça başvurduğu bu anlatım yöntemini, çok ilginçtir, Erdoğan dakullanıyor. Kimi zaman başvurduğu bu yöntemin sonuncusunu, yıkıcı FETÖ başkaldırısının 3. yıldönümünde, 15 Temmuz törenlerinin İstanbul ayağında yaptığı konuşmada kullandı. Önce, dinleyicilerinin tamamına yakınının hiç anlamadığı Arapça bir şeyler söyledi, sonra da o söylediklerinin Türkçe karşılığını verdi. Anlatılanı tartışılmaz doğru sayan bu yaklaşımın, sıkça başvurulan kültürel kaynak olarak sürdürüleceği anlaşılıyor. Sonuç olarak kültürel yozlaşmanın yoğunlaşması, yalnız yerel kültürün evrensel kültürden kopuşuna neden olmakla sınırlı kalmıyor. Bu ülkenin insanı kendi öz diline yabancılaşıyor. Bu durum, kuşaklar arasında büyük ve onarılmaz kopukluklar yaratıyor. Kültürel bölünmüşlük, toplumsal birliği yıkıma götüren bir biçimde derinleşiyor. Doğu Akdeniz’de neler yapılmalı? Can Erenoğlu E. Koramiral Akdeniz, okyanuslar dahil dünya denizlerinin yüzde 1’lik alanını oluşturmasına rağmen dünya deniz ticaretinin yaklaşık yüzde 30’unun yapıldığı bir alandır. Doğu Akdeniz ise kardeş devlet KKTC ile Türkiye’nin geleceği ve hayati çıkarları açısından dünya jeopolitiğinin kalpgâhı haline gelmiştir. GKRY’nin hukuksuz ve tek taraflı olarak AB’ye tam üye yapılması ve Suriye’de devam eden iç savaş sözde Büyük İsrail ile denize çıkışı olacak sözde Kürdistan’ın kurulması; İran, Rusya ve Çin’in güneyden kuşatılarak zayıflatılması ve sonuçta ABD’nin tek kutuplu düzeni koruması hedefine hizmet etmektedir. ABD ile nikâh kıyan ve aynı zamanda Rusya ile dost hayatı yaşayan GKRY Doğu Akdeniz’deki her yaygarasında Yunanistan ve AB’yi şimdi de ABD’yi arkasına almaya çalışmaktadır. AB’nin pozisyonuna bakarsak; “Üyelerimizden biri, üye olmayan bir ülke ile sorun yaşarsa, AB olarak; haklı ya da haksız olduğuna bakılmaksızın üye ülkenin yanında yer alırız” şeklindedir ve bu pozisyon değişmemektedir. AB’nin Türkiye’ye uygulayacağını belirttiği yaptırımların hiçbirinin hukuki ve ahlaki dayanağı yoktur. Yunanistan’a gelince her zamanki gibi Türkiye düşmanlığından beslenmektedir. Dün bir bugün iki yeni kurulan hükümetin dışişleri ve savunma bakanları selefleri gibi hemen Türkiye düşmanlığı söylemlerine başlamışlardır. Biz denizciler için güzel bir özdeyiş vardır: “Geçmişini bilmeyen ve geçmişinden ders almayan denizcinin sığınacak limanı yoktur.” Yunanistan hükümetleri ve halkı hem geçmişinden ders almalı hem de aklını başına almalıdır. Geçmişte olduğu gibi kendisini tetikçi yapıp sonra yalnız bırakan emperyalist güçlere arkasını dayamaktan vazgeçmelidir. Akılcı bir yaklaşımla hakkaniyete dayalı bir şekilde ortak coğrafyanın nimetlerinden birlikte istifade etmek için dostane işbirliğini seçmelidir. Türkiye ve KKTC’nin Doğu Akdeniz’deki uygulamaları tamamen hukuki ve meşru uygulamalardır. Türkiye, kendisinin ve kardeş devlet KKTC’nin geleceği için Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik bölge sınırlarımızı gecikmeksizin ilan etmeli ve KKTC’de bir deniz ve hava üssü tesis etmelidir. Eğer bu ilan gecikir, Yunanistan, Mısır ve GKRY ile MEB sınırlandırma anlaşması yaparsa çok geç kalmış oluruz. Sonuçta zamanında gerekli adımların atmaz ve tedbirleri uygulamaz isek kontrolü kaybederek çaresizliğe düşmemiz kaçınılmaz olur. Tek ses olmanın zorunluluğu Doğu Akdeniz gibi son derece hayati ve çatışma riski yüksek sorun alanında muhalefet ve iktidar tek ses ve tek yumruk olmalıdır. Bu düşünce doğrultusunda; TBMM Genel Kurulu’nda 18 Temmuz 2019 tarihinde Doğu Akdeniz’deki hak ve çıkarlarımızın korunması konusunda HDP hariç diğer siyasi parti grup başkanvekillerinin imzasıyla yayımlanan ortak bildiri memnuniyet verici ve önemli bir gelişme olmuştur. Mavi Vatanımızın tümünde ve özellikle bölgede çok yüksek faaliyet yüzdesiyle fedakarca görev yapan Deniz Kuvvetleri ve Sahil Güvenlik Komutanlığı unsurlarımız ile araştırma/sondaj gemilerimize siyasi destek kapsamında ve bu ortak bildirinin tamamlayıcısı mahiyetinde; Dışişleri Bakanlığımızca 18 Mart 2019 tarihinde Birleşmiş Milletler’e deklare edilen alan içinde Türkiye Cumhuriyeti adına icra edilecek faaliyetlere engel teşkil edecek eylemlere karşı önlem almak maksadıyla TBMM’de Türkiye Cumhuriyeti hükümetine askeri bakımdan gerekli görülecek olanlar da dahil olmak üzere tüm yetkilerin verilmesine ve bu durumun dünya kamuoyuna duyurulmasına karar verilmelidir. Libya’da Türkiye karşıtı politikalar izleyen General Hafter, Libya deniz yetki alanlarının Yunanistan tarafından gasp edilmesine ve Türkiye ile karşılıklı deniz yetki alanlarının Yunanistan’a devredilmesine ses çıkarmamaktadır. Libya’da iç siyasi çekişme ve çatışmaların devam ettiğini dikkate alarak bu çekişmelerde sorunun değil çözümün ta raflarından birisi olacak şekilde ulusal çıkarları esas alan bir dış politika izlemeli ve Libya ile bir an önce karşılıklı deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşması imzalamalıyız. Bu anlaşmanın imzalanmasının önemi çok büyüktür, Çünkü anlaşma imzalanırsa Yunanistan ile GKRY arasında adeta önleyici bir kalkan oluşturulacak ve deniz yetki alanları irtibatı ilelebet kesilecektir. Mısır ile politik çekişmelere son vererek karşılıklı çıkarları esas alacak şekilde diplomatik ilişki tesis etmeliyiz. Mısır’a, GKRY ile yaptığı MEB anlaşması sonucu kaybettiği 10 binlerce km2’lik deniz yetki alanını tekrar kazanabileceğini anlatmalıyız. Vakit kaybetmeden Bölge ülkelerinden GKRY ile MEB anlaşması imzalamayan tek ülke olan Suriye ile de tekrar çıkar dengesini esas alan dostane ilişki kurmalı ve Lübnan ile Libya’yı da yanına alacak politikalar izlemeliyiz. Rusya’yı KKTC ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarları konusunda ikna etmeliyiz. Aynı durum Çin için de geçerlidir. Tüm bu dış politika faaliyetlerini başarılı bir şekilde yürütebilmek için de; TBMM’nin dış politika konularına daha aktif şekilde dahil edilmesi, sorunların komisyonlarda ve genel kurulda ayrıntılı bir şekilde müzakere edilmeli, Dış politika geleneklerimizden ve ulusal çıkar anlayışından uzaklaşmaksızın ve dış politikamızı kurumsal kimliğinden kopartmaksızın tecrübeli, deneyimli, güvenilir ve nitelikli saygın diplomatlarımızdan yararlanılmalıdır. Kanaatimce Kıbrıs’ta mezalim veya başkalarının sorun dediği anlaşmazlık, KKTC’nin ilan edildiği 15 Kasım 1983’te çözüme kavuşmuş ve KKTC o gün bağımsız bir devlet olmuştur. Adada hangi şekilde olursa olsun artık siyasi bir çözüme ulaşılamayacağı açıktır. Kıbrıs için çözüm ve müzakere demek AB ve ABD’nin politikalarına hizmet demektir. Bize ve Kıbrıs Türk halkına düşen görev bu devleti yaşatmaktır. KKTC artık bizim yavru vatanımız değil, en değerli kardeş vatanımızdır. Türkiye, hem kendi hem de KKTC’nin güvenliği ve çıkarları açısından KKTC’nin bağımsızlığından, garantörlüğünden, oradaki askeri varlığından asla vazgeçmeyeceğini ve bunun bedelini de ödemeye hazır olduğunu dünyaya ilan etmelidir. Türkiye, yapılacak her türlü kışkırtma ve silahlı çatışma tuzaklarına düşmemelidir. Unutulmamalıdır ki Akdeniz’de güçlü bir devlet olmak güçlü bir donanmaya sahip olmak demektir. Çünkü dış politikanın en güçlü aracı Donanmadır. Aksi takdirde bedeli yakın tarihte yaşadığımız üzere Kıbrıs, Girit ve birçok Ege adası’nın kaybı gibi çok büyük felaketler olur. Kanaatimce Türkiye, bazı konularda gecikse de Doğu Akdeniz krizini iyi yönetiyor. Çünkü vatana ihanet olarak isimlendirebileceğimiz tüm siyasi davaların en fazla zarar verdiği kuvvet olmasına rağmen hainlerinden temizlendikçe donanmamız küllerinden doğarak güçlenmeye başladı. Yüreği vatan, millet ve Atatürk sevgisi dolu, fedakâr personeliyle denizlerdeki hak ve çıkarlarımızın korunması amacıyla Deniz Kuvvetlerimiz ve donanmamız dünya denizlerinde milli güce dayalı etkin bir güç olarak sancak göstermeye devam ediyor. Bağımsızlığa giden yolun kilometre taşları... Bu yıl ve önümüzdeki üç dört yıl Türkiye’yi bağımsızlığına kavuşturan yolun kilometre taşlarında 100. yıllara tanıklık edeceğiz. 19 Mayıs’ta 100 sayfalık Cumhuriyet’le okurun karşısına çıkmıştık. Amasya Genelgesi’nin 100. yılında özel sayfalar hazırladık... Cumhuriyet, 2324 Temmuz’da okurun karşısına bir kez daha özel sayfalarla çıkmaya hazırlanıyor. 23 Temmuz Erzurum Kongresi’nin 100. yılı... 23 Haziran 1919’da yayımlanan Amasya Bildirisi “bir direniş ve işgallere” karşı çıkıştı. Bu bildiri üzerine Mustafa Kemal İstanbul’a çağrıldı. Ancak Atatürk, kurtuluş rotasını kafasında çoktan çizmişti. Yarın Alev Coşkun’un kaleminden 100 yıl önce Erzurum’da yaşananları okuyacaksınız. Erzurum’da gerçekleştirilen “gizli toplantı”yı ilk kez bu kadar ayrıntılı okuyacaksınız... Işık Kansu, Erzurum Kongresi ile ilgili el yazısı gündem taslaklarıyla ilgili belgeleri sizler için derledi. Osman Selim Kocahanoğlu ve Metin Aydoğan da özel sayfalarımızda yazılarıyla yer alacak... Atatürk’ün şahsi meselesi: Hatay... Yarın bir başka tarihi günün yıldönümü. Hatay’ın Türkiye topraklarına katılışının 80. yılı. Geçen hafta 24 saatliğine Hatay’daydım. Kısa bir süre önce açılan Hatay Gastronomi Evi’ndeki Cumhuriyet Odası’nda Atatürk’ün sözü başköşede sizi karşılıyor. Atatürk, 29 Ekim 1937’de katıldığı son Cumhuriyet Balosu’nda Fransız Büyükelçisi’ne tarihi cümlelerle sesleniyor: “Büyük Meclis’in kürsüsünden milletime söz verdim. Hatay’ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getiremezsem onun huzuruna çıkamam; yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilmem. Yenilirsem bir dakika yaşayamam. Bunu bilerek ve sözümü mutlaka yerine getireceğimi düşünerek benim dostluğumu lütfen bildiriniz ve doğrulayınız.” Halkına böylesi inanmış bir lider hastalığına aldırış etmeden Hatay davasından ödün vermediğini göstermek için 19 Mayıs 1938’de Adana yolculuğuna çıktı. Yarınki özel sayfalarımızda bu yolculuğun hikâyesini okuyacaksınız. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Lütfü Savaş, Hataylılara ve Türkiye’ye Cumhuriyet’teki yazısıyla seslenecek. Yazar Ayla Kutlu da doğduğu kenti gazetemiz için kaleme aldı... Ve zaferin taçlandığı gün 23 Temmuz’daki özel sayfaların ardından 24 Temmuz’da da uluslararası zafer günü Lozan Antlaşması’nın 96. yılı için hazırladığımız özel sayfaları okurumuzun beğenisine sunacağız. Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı, Lozan çarpıtmalarına belgeleriyle yanıt verecek. Lozan’ın tarihsel önemini Metin Aydoğan’dan okuyacaksınız... HHH Orhan Bursalı dün köşesinde Noam Chomsky’nin Cumhuriyet’le ilgili sözlerini şöyle aktarmıştı: “Türkler durdu durdu Gezi protestosunu çıkardı. Bu büyük bir olay.. Hem Gezi’niz var hem de Cumhuriyet gazeteniz. Bu ikisi var oldukça siz düzlüğe, demokrasiye çıkarsınız. Korkmayın ve umutsuzluğa kapılmayın...” Gezi Direnişi sırasında Cumhuriyet’in sorumlu yazıişleri müdürüydüm. Her gün, her gece arkadaşlarımızla çok iyi manşetler attık. Daha sonra Emre Kongar’la tarihi günleri kitaplaştırdık. Cumhuriyet bugün de tarihsel sorumluluğunun farkında. Her gün Türkiye’nin en iyi gazetesini çıkarmak için arkadaşlarımızla çalışıyoruz. Uğur Mumcu’nun dediği gibi her gün “bir ekmek bir Cumhuriyet!..” Olaylar ve Görüşler... İki ayda bir Yayın Kurulu’muz toplanıyor. Fikirler, öneriler masaya yatırılıyor. Cumhuriyet’in simge sayfası Olaylar ve Görüşler’de son toplantımızda gündem maddelerinden biriydi. Okurlarımızı yüzlerce, binlerce yazarla buluşturuyoruz. Genç beyinleri de sayfalarımızda konuk etmek istiyoruz. Bu haftadan itibaren dünyaca ünlü uzmanların en çok okunan makalelerini okurlarımız için yayımlayacağız. Sağlıktan bilimdeki yeniliklere, ekonomideki ufuk açıcı tahlillerden keşfedilen galaksilere uzman yazarların makalelerinin çevirileri haftanın bir ya da iki günü Olaylar ve Görüşler’de yer alacak... Cumhuriyet Kitapları’ndan büyük yaz kampanyası İstanbul Kitap Fuarı için hazırlıklarına şimdiden başlayan Cumhuriyet Kitapları, kitapseverlerin yazın daha çok ve daha uygun fiyata kitap okuyabilmesi için büyük yaz kampanyasına başladı. Bu kampanya kapsamında okuyucular, Cumhuriyet Kitapları bünyesindeki kitapların büyük kısmına yüzde 70’e varan indirimle sahip olacaklar. İnternet dünyasında www.cumhuriyet.com. tr’yi; YouTube’da Cumhuriyet TV’yi takip edin, “habersiz, kitapsız” kalmayın...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle