19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 15 TEMMUZ 2019 PAZARTESİ TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Başrolünü Russell Crowe’un üstlendiği 7 bölümlük mini dizi Digiturk’te izlenebilir Sesi yüksek çıkanlar Bugün ABD’nin en etkili haber kanallarından biri olarak bildiğimiz Fox News’un kuruluş aşamaları sı rasında kanalın en üst konu mundaki isim olarak öne çı kan Roger Ailes (Russell Cro we), CNN ve diğer rakipleriyle kendilerini kıyaslarken “Onlar capuccino’culara hitap ediyor, bizse kahvesini karton bardak ta alıp yolda içen lere” diyerek özet liyor her şeyi. Ba sit, ama yerinde bir analoji, tam da emrah kolukısa tüm dünyada vasatlığın yükselişe geçtiği, sıradanlı ğın övülmeye başlandığı yılla rı anlatması açısından bir hay li de etkili. Sırf bu yönüyle bi le şu sıralar çokça tartışılan di zilerden biri olan “The Loudest Voice” bize, medyanın bugün geldiği yeri anlatması açısın dan en azından, birkaç güçlü cümle bırakacak gibi duruyor. Her yol mubah… Roger Ailes bizde çok bilinen bir isim değil. Belki işi gereği onu tanıyan, medya ve habercilik açısından ne anlama geldiğini bilen birileri vardır kuşkusuz, ama biz ondan ziyade, onun yarattığı ve Rupert Murdoch adıyla özdeşleşmiş Fox kanalını biliyoruz. Dünyada çeşitli şaibelerle anılan bir isim Murdoch, ama yine de Türkiye’de haber izleyen kesim en çok onun kanalı Fox’u tercih ediyor, zira iktidar bir türlü onu ele geçiremedi. Ne tuhaf ve çarpık aslında değil mi? Bu da bizim utancımız olsun, bizim medyamızın, bizim siyasetimizin, bizim demokrasimizin... Öte yandan Showtime’ın (bizde Digiturk yayımlıyor diziyi) Fox News’un hikâyesini anlattığı dizide, şeytani bir karakter gibi resmedi Amerikan haber kanalı Fox News’un ABD’nin en çok izlenen haber kanalı oluşunun hikâyesini anlatan “The Loudest Voice” adlı mini dizi, medya ve politika arasındaki kirli ilişkileri ve güç oyunlarını konu ediniyor. len bir Roger Ailes ve pazarlıkçı, kaypak bir tip gibi çizilen bir Rupert Murdoch izliyoruz, ki bunun da aslında ABD’nin yakın tarihine tutulmuş bir projektör ışığının bize gösterdikleri olduğunu ve ne olursa olsun belli bir tarafgirlik ölçüsünde yapıldığını unutmamak gerek. Yani Fox News, Roger Ailes’ın taktik anlayışı doğrultusunda son derece bel altı vuran, hedefe ulaşmak için her yolu mubah gören bir kurum belki, ama buradan hareketle faturayı bir (ya da birkaç) kişiye kesip geri kalan herkesin ve her kurumun pirüpak olduğuna inanmamız beklenmesin. Çok iyi biliyoruz ki her yerde sesi en yüksek çıkan en haklı gibi görünüyor hâlâ. Sistem her daim bas bas bağıranları parlatıyor ne yazık ki. Trump’ın yolunu çizen adam Gabriel Sherman’ın medya ve politika arasındaki kirli ilişkileri teşhir etmek için yazdığı “The Loudest Voice in the Room” adlı kitabından hareketle Tom McCarthy’nin senaryosunu kaleme aldığı 7 bölümlük dizi, Fox News’un kurulduğu 1995’ten Roger Ailes’in öldüğü 2017’ye kadarki dönemi, her bölümü birkaç kilit olayın yaşandığı tarihlere sabitleyerek anlatı yor. Dizinin ikinci bölümünde 11 Eylül saldırılarını, üçüncü bölümünde ise Barack Obama’nın seçim zaferini izliyoruz örneğin. Sherman’ın ana tezi Roger Ailes’ın şahsi politik görüşlerini Fox News aracılığıyla yayarak Cumhuriyetçi Parti’nin resmi politikası haline getirdiği yönünde ve nihayet onun söylemleriyle iktidar olan Donald Trump’ın kaderini de bir anlamda ona bağlamakta. Üçüncü bölümün sonunda Roger Ailes’in halka açık olarak yaptığı bir konuşmada “Make America great again” (Amerika’yı yeniden büyük yap) sözlerini kullanması boşuna değil anlayacağınız. Malum bu sözler kısa bir süre sonra Donald Trump’ın seçim sloganı haline gelecek ve tüm dünyanın inanmaz bakışları altında ABD yeni başkanını belki de bu slogan sayesinde seçecekti. Oscar ödüllü film “Spotlight”ın senaristi McCarthy tarafından yazılan “The Loudest Voice” en çok da başrolündeki Russell Crowe’un performansıyla öne çıkıyor. Açıkçası dizinin diyalogları ve kurgusu daha önce izlediğimiz ve bu konuya değinen birçok yapımın altında kalıyor. Aaron Sorkin yazdığı “Newsroom” ya da “The West Wing”, hatta “Boss” ve “House of Cards” gibi dizilerde olsun, Hollywood’un 70’lerden beri ürettiği çoğu politik filmde (“All the President’s Men”, “Network”, hatta “Vice”) olsun, daha sağlam kalem işçiliği gördük doğrusu. Hal böyle olunca Crowe’un oyunculuğunun öne çıkması da doğal elbette, yoksa çok da aman aman bir performans değil açıkçası. Oyuncu kadrosunda Sienna Miller, Seth MacFarlane, Naomi Watts gibi başka ağır toplar da var ve dizi yurtdışında genel olarak ortalamanın üstünde notlar aldı (hatta Crowe için Emmy sesleri bile duyulmaya başlandı), ama heyecanla beklediğimiz halde çok da tatmin olmadığımızı söyleyelim. Belki çok daha kontrolsüz bir savrulma yaşayan Türk medyasını anlatan bir dizi çekilse (tabii çekilebilirse) o zaman muradımıza erebiliriz, kim bilir. ŞİŞLİ’DE AÇIK HAVA SİNEMA GÖSTERİMLERİ Şişli Belediyesi’nin düzenlediği “Şişli’de Açık Hava Sinema Gösterimleri” başlıyor. 21 Temmuz’a kadar her gün, Şişli’nin bir mahallesinde yapılacak film gösterimleri saat 21.00’de başlayacak. Yarın Kuştepe Pazar Sokağı’nda, Ali Atay’ın yönettiği “Limonata” filmiyle başlayacak gösterimler 17 Temmuz’da İzzetpaşa Kent Atölyesi’nde, Aydın Sayman’ın yönettiği “İçimdeki İnsan” 18 Temmuz’da Mahmut Şevket Paşa Fatma Girik Parkı’nda, Kıvanç Sezer’in yönettiği “Babamın Kanatları” 19 Temmuz’da Mecidiyeköy İstanbul Ortaokulu’nda, İlksen Başarır’ın yönettiği “Başka Dilde Aşk” 20 Temmuz’da Nişantaşı Sanat Parkı’nda, Ahmet Katıksız’ın yönettiği “Bizim için Şampiyon” ve 21 Temmuz’da, Feriköy Ortanca Parkı’nda, Onur Ünlü’nün yönettiği “Sen Aydınlatırsın Geceyi”yle devam edecek. Ahmet Boyacıoğlu Altın Portakal’da 56. Uluslararası Antalya Altın Portakal Ankara Film Festivali’nin yürütme kurulunda gö Film Festivali’nin fes rev yaptı. 1995 yılın tival direktörlü da Avrupa Film ğüne yapım leri Festiva cı yönet liGezici men Ah Festival’in met Bo kurucu yacıoğ ları ara lu geti sında yer rildi. 26 aldı. “Os Ekim’de başlayacak Ahmet Boyacıoğlu car Filmleri” adlı bir kitabı, olan Uluslararası “Cenaze Töreni” ve Antalya Altın Portakal Film “3x8=24” adlı iki kısa filmi Festivali’nin direktörlüğü bulunan Boyacıoğlu, 2018 nü üstlenen Ahmet Boya yapımı “Paranın Kokusu” cıoğlu, 198895 arasında filmini yazıp yönetmiştir. Parkan Özturan yaşamını yitirdi Tiyatro oyuncusu, yayıncı ve çe virmen Parkan Öztu ran (59), girdiği şe ker komasından dola yı kaldırıldığı hastane de dün yaşamını yitirdi. Özturan’ın cenaze Özturan si bugün öğle namazını mütakiben Maltepe Merkez Camisi’nden kaldı rılacak. Hiçbiryerde, Çakal gibi film lerin yanı sıra, Ortaoyuncular Fer han Şensoy Tiyatrosu’nda da oyun culuk yapan Özturan, 2010 yılında geçirdiği şeker rahatsızlığı yüzünden 2 bacağını kaybetmişti. Oyuncular Sendikası’ndan yapılan açıklamada, “Değerli üyemiz Parkan Özturan’ı kaybettik, çok üzgünüz. Başımız sağ olsun” denildi. l Haber Merkezi Oturduğum daire beşinci katta. Salondaki büyük pencerenin önüne zaman zaman koca bir martı gelip konuyor. İçeri bakıyor, açın camı der gibi bağırıyor. Şu anda da tam karşımda duruyor. Anton Çehov’un ilk kez 1896’da sahnelenen ünlü oyunu “Martı”nın semboller ve gerçekler ile örülü dokusu içinde, martı figürü oyuna adını vermesinden de anlaşıldığı üzere ayrı bir yere sahiptir. Çehov’un ‘Martı’sı İstanbul ve Boğaziçi semalarının sahiplerinden olan, hatta bizim salon penceresinin önüne de ortak çıkan martı, Çehov’un oyununda üç varoluş biçiminde belirir karşımızda: Canlı olarak, ölü olarak ve doldurulmuş olarak. Devlet Tiyatroları’nın teklifiyle geçen yaz üzerinde çalışmaya başladığım, gönderilen distribüsyon listesini imzalamama rağmen bilemediğim nedenlerle önce ertelenip, sonra kadrosu parçalanan ve kaldırılan “Martı” oyunu da aynı kaderi paylaştı, ne tuhaf… Canlı, ölü, doldurulmuş… Onunla beraber ben de zor bir süreçten geçtim. Tiyatroyu iyi bilenlerin ve tabii ki kadınların kolaylıkla anlayabileceği bir gündemine taşınır mı demeyen sanat sever ve haksever tutumuna müteşek kirim. Ayşegül Hocam Doldurulmuş martılar ve Sayın İlgezdi, bana uzun süredir unuttuğum kadın dayanışmasının da keyfini yaşattılar. Bilen bilir, erkek egemen zihniyet her alanda olduğu durum bu: Uzun süre hazırlanıl gibi kültür, sanat mış bir doğumda çocuğun ölü doğması veya hiç doğamaması gibi… Sevgili Ayça Han’ın gaze ve tiyatro alanında da yoğun biçimde hissedilir, tiyatrolarda “martılar” dolaşır, canlı, ölü ve doldurulmuş olarak… temizde 18 Haziran’da çıkan haberinden sonra, değerli Ayşegül (Yüksel) Hocam 25 Hazi ‘Kim korkar Martı’dan?’ ran tarihli yazısında “Martı”nın Bütün bu süreçte, sonunda sessizce kaldırılmasını protesto olan güzel bir projeye oldu. ederken son derece duyarlı bir Neden oldu, bilmiyorum. Oysa şekilde bu kahırlı sürecin altını Çehov önemlidir, “Martı” önem çizmişti: “Bir yönetmenin bir lidir. oyuna hazırlanması, bazen çok Değerli hocam Sayın Prof. uzun zaman alabilen bir süreci İlber Ortaylı, 14 Temmuz Pazar gerektirir… Söz konusu olan, günü Hürriyet’teki köşesinde sancılı bir yaratım sürecidir.” “Kim Korkar Martı’dan” baş Sonra CHP Genel Başkan lıklı yazısında Çehov’un çok Yardımcısı Sayın Gamze Akkuş önemli yönlerini birkaç cümle İlgezdi, konuyu bir soruyla Mec de özetleyivermiş: “Çehov hiç lis gündemine taşıdı. Kendisinin şüphesiz Henrik Ibsen’le birlikte sanatı siyasete ezdirmeyen ama bence onun çok önünde bu duyarlılığına, bu kadar so modern tiyatroyu şekillendiren run varken bu konu da Meclis yazar (…)  Rusya’nın köylüsü Çehov’da köylü değildi. Her tip insanın iç dünyasının serimlendiği, tabiatın ortasında beşerin çıkmazının ele alındığı bir ortam.” Sonra da sormuş: “Devlet Tiyatroları, Ayşe Emel Mesci’den sahnelemesini istediği ‘Martı’ oyununu önce ertelemiş, sonra hiçbir açıklama yapmadan ‘sessizce’ kaldırmış. ‘Martı’yı bundan çok seneler önce Şehir Tiyatroları’nın repertuvarında görmüş fakat doğrusu temsili yakalayamamıştım. Ayşe Emel Mesci’nin yönettiği ‘Martı’yı izlemek isterdim. Niye gösterilmiyor, bilmiyorum. (…) Bunun yorumundan ne sıkıntı veya gürültü bekliyorsunuz? II. Nikolay’ın bile rahatsız olmadığı bir oyunun kime ne zararı dokunabilir?” Evet, diyecek bir şey yok, “tabiatın ortasında beşerin çıkmazı”… Benim martı bir kere daha fıldır fıldır çevirdi gözlerini, son bir acıklı kahkaha attı, sonra kocaman kanatlarını çırpıp havalandı, süzülerek uzaklaştı… H Sevgili 68’li arkadaşım Işıl Özgentürk’e verilen, düşünce ve ifade özgürlüğünü; ayrıca Osman Hamdi’leri, Ekrem Akurgal’ları, Muazzez İlmiye Çığ’ları yetiştirmiş bir ülkede tarih ve arkeolojiyi hiçe sayan cezayı kınıyorum. KÜLTÜR ŞİİR TÜKENMEZ / ATAOL BEHRAMOĞLU CAHİT KÜLEBİ Kişisel olarak karşılaştığım, daha doğrusu gördüğüm ilk ünlü şair Cahit Külebi’dir. Çankırı Lisesi’ndeki öğrenciliğimde okulumuza müfettiş olarak gelmişti. Bu karşılaşmadan bende pek fazla iz kalmamış. Şiirlerini daha önce mi, daha sonra mı okuduğumu şimdi anımsamıyorum. Fakat yine o yıllarda, bizden olsa olsa birkaç yaş daha büyük sanat tarihi öğretmenimiz sevgili Hüsnü Tekin’in yol göstericiliğiyle şiirlerini okuduğum ve sevdiğim şairlerimiz arasında Cahit Külebi, belki de en ön sıradadır. İnsancıl, aydınlık, duru şiirlerin yazarı. “Rüzgâr”, “Kuşun Ölümü”, “Hikâye”, ”İstanbul”, “Sivas Yollarında” vb. kimileri bütünüyle, kimileri birkaç dizesiyle de olsa belleğimde ve duygularımda o yıllardan bugüne yer etmiş şiirlerindendir. 60’lı yıllarda ve sonrasında, Ankara’da bu kez, iki şair olarak yakınlaştık. Birkaç açıkoturumda, söyleşide birlikte olduk. Cahit Külebi, 20. yüzyıl şiirimizin en özgün, en büyük şairleri arasında en ön sıradadır. Bu hafta, bu köşede, onun yine ezbere bildiğim, fakat nedense pek bilinmeyen bir şiirini paylaşmak istedim. HAFTANIN ŞİİRİ SABRET Sen petekte bir gümeç bal gibisin! Renksin yazdan kıştan, tazeliksin bahardan. Yapraklarda dolaşan serin bir rüzgârsın ki Her gün eser durursun hafızamdan. Ellerin var beyaz güller gibi küçücük, Mutlak kalbin tomurcuklardan pembe! Sanki yeşil yaylalardır gözlerin Alnımda ter ve kuvvetsin içimde. Ben kanadı kırık bir kuş değilim Döner birgün gurbet ellerde kalan Sabret neşem, sabret şarkım, sabret sevdiğim, Sabret kalbi tomurcuklardan pembe olan. Can Yayınları Coelho’nun kitabını toplatacak Yazar Paulo Coelho’nun, Saadet Özen çevirisi ve Can Yayınları etiketiyle Türkiye’de yayımlanan “11 Dakika” adlı romanı pazartesi günü toplatılacak. İlk baskısını 2004 yılında yapan romanın bir cümlesinde “Kürdistan” yerine “Ortadoğu” yazılması, okuyucuların tepkisine sebep oldu. Tepkiler üzerine sosyal medya hesabından açıklama yapan Can Öz, “Paulo Coelho 11 Dakika’daki çeviriyle aslı arasındaki farkların sorumlusunu, editörünü bilmiyorum. Baskı çok eski. Ancak yayıncının böyle kafasına göre metne müdahale hakkı yoktur. Tepki gösteren okurlar haklı. İlk baskıda düzelteceğiz” ifadelerini kullandı. Kitabın çevirmeni Saadet Özen ise sosyal medya hesabından yaptı ğı açıklamada “Kitapta geçen ‘Kürdistan’ kelimesini sansürlediğim iddia edildi, faşist, ırkçı, akla gelebilecek her tür hakaret sıralandı” di yerek geçen yıl çevirisini yaptığı başka bir kitapta, Kürdistan kelimesinin yer aldığı görseller paylaştı. Yazarın yazdığı ifadeleri kullandığını söyleyen Özer, açıklamasında “Coelho’nun kitabı on altı yıl önce yayımlanmış. Dünden beri hatırlamaya çalışıyorum, acaba o zaman farklı mı düşünüyordum, diye. Hayır. Bugün ne düşünüyorsam onu düşünüyordum. Kararsızlık anlarında insanı ilkeler korur. Çeviri her zaman yorumla yürüyen bir iş, fakat sansür başka. Hiçbir zaman bunun yanında olmadım. Yazarın görüşüne katılıp katılmamak da önemli değil. Ne yazdıysa o” dedi. Şarkıları, dansları ve enerjisiyle Aşkın Nur Yengi Harbiye’de 90’lar rüzgârı MÜNEVVER OSKAY Sezen Aksu imzalı “Allah’tan Kork” şarkısında düet yapan Aşkın Nur Yengi ve Mehmet Erdem, önceki gece ilk kez aynı sahnede buluştu. DenizBank sponsorluğunda Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’ndaki konserin ilk yarısında kendine özgü sesiyle özel bir dinleyici kitlesine sahip Mehmet Erdem vardı. Çıkış yaptığı “Hâkim Bey”le konserine başlayan Erdem, Ahmet Kaya, Barış Manço’dan şarkılarla devam etti. Erdem, ikinci yarıda sahneyi Yengi’ye bırakmadan önce düet parçaları “Allah’tan Kork”u birlikte seslendirdi. Ve artık sahne, bitmeyen enerjisiyle Aşkın Nur Yengi’deydi. Siyah bir tulumla sahneye çıkan sanatçı için gecenin anlamı büyüktü. Harbiye, Yengi’nin ilk konserini verdiği yerdi. Ve bu gece, 90’lardan sonra ilk kez prodüktör olarak Yengi ile albüm hazırlığındaki Sezen Aksu’nun da doğum günüydü. Harbiye’deki binlerce kişi Yengi’yle birlikte “İyi ki doğdun Sezen” diye haykırdı... “Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam”, “Yazık”, “Yalancı Bahar”, “Ayrılmam”, “Serserim Benim” gibi şarkıları ile serin bir temmuz akşamında Harbiye’ye 90’ların ılık rüzgârını getiren Aşkın Nur Yengi’ye şarkılarında dansçılar da eşlik etti. Kimi zaman oryantal kimi zaman Latin danslarla şov yapan sanatçı, Aysel Gürel, Uzay Heparı ve Harun Kolçak’ı da andı. Kolçak’ın görüntüleri eşliğinde düet yapan Yengi, “Bile Bile”yi söyledi. Sözleri Aysel Gürel’e ait “Ünzile” şarkısında ise çocuk yaşta evlendirilen kızlara vurgu yaptı. Koreografi büyük alkış aldı...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle