19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 8 HAZİRAN 2019 CUMARTESİ [email protected] TASARIM: SERPİL ÜNAY olaylar ve görüşler Yaparak yazmak, konuşmak! Feridun Andaç Ahmet Rasim’in, Refik Halit Karay’ın, Falih Rıfkı Atay’ın, Çetin Altan’ın, İlhan Selçuk’un gazete yazılarını okuduğunuzda ironiyle birlikte bir düşünce derinliği bulursunuz. Güncele, gündeme bakışlarında neredeyse bir üslup olan bu söyleyiş biçimlerini onların sözcüklerle alışverişlerine bağlarım öncelikle. Söz ustasıdırlar. Bir bakışı, düşünüşü, bağlanışı da dile getirseler; her dem üslubu ve adabı ön planda tutmuşlardır. Bunu da dil zenginliği kadar, engin bilgilerine, yaşanan zamanın ruhuna derinlikli bakışlarına vermek gerekir. Günü yazmak salt güne bakış, olagelen gündemi yakalamak değildir onlar için. Yaşamın her alanında olup bitenleri belli bir bilinç süzgecinden geçirebilmek için tarih bilinci kadar belli bir düşünce birikiminin gerekliliğini anlatır bize her birinin yazıp dile getirdikleri. Siyasal ve toplumsal yaşamın mihenk taşı olmuş değerlerini; insaninsan, insantoplum ilişkisinin varoluşsal birikimini göz ardı etmeden kurdukları dil/düşünce yolculuklarına katarlar sizi. Yer yer itirazları itirazınız, eleştirileri eleştiriniz olsa da; katılmadığınız düşüncelerini de onların Doğa yasasıdır, bilinir; bütün ırmaklar nehirlere akar, nehirler de denizlere... Akarsuyu tersine çeviremezsiniz. “Zaman usta” bunu anlatıyor bize. dil şenliğinde bilgi hanenize yazdığınız olur. Bir zamane gerçeğini gündemleştirirken “hakikat”in yazıda dönüştüğü “gerçeklik” boyutlarını aklın/bilincin/duygunun süzgecinden geçirerek okurla bağlantı kurmayı öncelediklerini söyleyebilirim. Yani salt yazmış, değinmiş olmak için dile getirmediklerini de yazılan yazının içeriği ve üslubu anlatır bize. Bugün bile onları okunur, hatırlanır kılan yanlarından belki de en önemlisi budur. Günümüzün ‘bazı’ yazarları Günümüzde “zamane gazete yazarları”nı okurken, düşüncedeki yüzeysellikleri kadar dil bilincinden de yoksunluklarına sıklıkla rastlarız. Öyle ki; bazıları, Flaubert’in o yaban/yoz/cahil dili kullananlar için deyimlediği, “dil fahişeliği”ni yaparak sözüm ona gazetecilik görevlerini yerine getirdiklerini sanıyorlar. Niyetim bu adları sıralamak değil. “İyi okur” çoğunu bilir, tanır. Şimdi ilk sıraya Engin Ardıç’ı yazsam, ardından da Ahmet Hakan’a sırayı getirsem... Birkaç ad sonrasında bunun bir abecesel sıralamayla ne denli “çok” örnek içerdiğini göreceksinizdir! Şubu derken, eminim ki “dil fahişeleri sözlüğü”nün tüm maddelerini bizdeki “yeni medya düzeni” yazdırabilir. Hele Ertuğrul Özkök gibileri de buraya katarsak, sanırım bu zamanın aynasını yansıtan bir kronik ortaya çıkar. Sözü evriltmeden kısaca şuraya gelmek istiyorum: Bu “dil fahişeliği” öyle bir şey ki, her yöne evrilir. Sizin kem küm etmelerinden sezinlediklerinizin daha çoğunu o vasat halleri ortaya koyar. Malum, bunlar kendilerini yalnızca “kalem erbabı” görmekle yetinmez; “söz erbabıyız” da diyerek televizyonlarda boy gösterirler. Geçenlerdeki bir televizyon programında böylesi bir duruş/bakışla vasatlığının gösterisini sunan Ahmet Hakan’ın tarzı bu “dil fahişeliği”nin en tipik örneğidir bu mecrada. Sözüm ona dokunuşlar yaparak derme çat ma bilgi kırıntılarıyla budalalık gösterilerini akrobatik hareketlerle ortaya koymak derdinde. Üstüne üstlük gün geçmiyor ki bu tarzın fedaisi kesilmiş daha niceleri arzı endam etmesin. Flaubert’in Bilirbilmezler romanını hatırlayalım. Çağının yozlaşmasının ironisini simgeleyen o iki karakterini: Bouvard ile Péuchet’i... Yanardönerlik böyle bir şey olmalı! Demem o ki, günümüz medya düzeni görülmeyeni gösteren, hissedilmeyeni hissettiren, düşünülmeyeni düşündüren bir misyona sahip değildir artık. Sözcüklerin vicdanı olabilmek İranlı yönetmen Muhsin Mahmelbaf, Kandahar filmini çekme amacından söz ederken şunları söylüyordu: “Çekime başladığımda, ilk defa bir filmimde bunun bir sinema projesi olmadığını, aslında dünyayı bir trajediden haberdar etmek için sinemanın araçlarını kullandığımı hissettim.” Mahmelbaf, orada bir başka şey daha söylüyordu: “...ben bu filmi unutulmuş bir halkın durumunu anlatan bir röportaj gibi çekmeye çalıştım. Kitle iletişim araçlarının dünyayı küresel bir köye dönüştürdüğüne inanan Mars hall McLuhan’ın aksine ben, siyasetin hâlâ söz konusu küresel imgeye kimin girip kimin girmeyeceğini belirlediğine inanıyorum.”(*) Muhsin Mahmelbaf, vicdan duygusu olan bir sinemacı. Kendisine adeta göz/deyiş edindiği kamerasıyla insanlık durumlarına dönüp bakıyor, gerçekliklerini yansıtıyordu. Ahmet Rasim, Refik Halit Karay, Falih Rıfkı Atay, Çetin Altan, İlhan Selçuk yaşadıkları dönemin ruhuna ayna tutan bir bakışla yazarken sözcüklerin vicdanı olabilmeyi bilgiye/birikime dayanarak gerçekleştiriyorlardı. Oysa, günümüzün bu “dil fahişeliği” yapan “kalemşor”ları günü karartma, gerçeği örtme, gündemi saptırma, siyasi erkin güdümünde var olma derdindeler. Ama güneş balçıkla sıvanmıyor ne yazık ki! Doğa yasasıdır, bilinir; bütün ırmaklar nehirlere akar, nehirler de denizlere... Akarsuyu tersine çeviremezsiniz. “Zaman usta” bunu anlatıyor bize. Bu telaş, bunca “dil fahişeliği” yapmak artık kimseyi kurtaramayacak. Bu da biline. (*) “Muhsin Mahmelbaf”, Hamid Dabaşi; Çev.: Derya Kömürcü, 2013, Agora Kitaplığı, 165 s. İsmail Hakkı Tonguç ve Eskişehir ilkleri İlyas KÜÇÜKCAN Edebiyat Gr. Öğretmeni (E) / 1949 Çifteler Köy Enstitüsü Çıkışlı Ön yaklaşım Bu yazıda ülkemizin çağdaş uygarlığa ulaşma hedefinde başçıl aşamalarından birini oluşturan Köy Enstitülerinin (KE) ve öncüllerinin kurucusu, kuramcısı ve genel uygulayıcısı İsmail Hakkı Tonguç’un aramızdan ayrılışının 59. yılına (23 Haziran 1960) yaklaştığımız şu günlerde hem onun yaşantısı açısından hem de KE olgusu yönünden önemli bir dönüm noktası durumundaki Eskişehir bağlantılarından söz edilecek; böylece de destansı yaşantısından alınmış bir kesitle Tonguç Baba’ya saygı görevi yerine getirilmeye çalışılacaktır. Tonguç Eskişehir’le tanışıyor İsmail Hakkı Tonguç’un değinilen yörede odaklanmasının temelinde Almanya dönüşü, 11 Eylül 1919’da Eskişehir Darülmuallimin’inde (Erkek Öğretmen Okulu) resim ve elişleri öğretmeni olarak meslek görevine başlaması yatar.1 Bu başlangıçlık zamanla ülke düzeyinde yaygınlaşacak hizmetinin üç alanındaki kararlılığının temelini oluşturacaktır. Bunlar: Hizmetin Hedef Kitlesi, Hizmetin Başlama Yeri, Hizmetin Niteliği İsmail Hakkı Tonguç’un bu konudaki ilk kararlılığını öğrenim yapmak amacıyla İstanbul’a geldiğinde karşılaştığı umarsızlıkların açmazıyla başvurmak zorunda kaldığı akrabası olan Osmanlı paşasının onu aşağılayarak kapıyı göstermesi üzerine kendi kendine verdiği şu söylem oluşturur: “Görürsün sen... Parası olmayan okur mu okumaz mı? Senin gibi budalalar yüzünden babalarımız cahil kalıp yoksul düşmüşler. Ne yapıp yapıp okumanın yolunu bulacağım. Hem de benim gibi zorluk çeken çocukların zorluksuz okumaları için de yaşamımın sonuna kadar mücadele edeceğim.”2 Sonraki süreçte görürüz ki İ.H. Tonguç hayatını bu karara adamış ve ömrünü bu yolda tüketmiştir. KE’yi ve öncesi kurumları bu kararlılığının ürünü olarak görmek abartı sayılmamalıdır. Eskişehir kararlılığı İ.H. Tonguç’un hizmeti başlatma ve geliştirme yeri olarak Eskişehir ilini belirlemesi ise ikinci kararlılığını oluşturacaktır. Eskişehir’deki görevinin ilk günlerinden itibaren kente dönük olumlu yargılar geliştirmiştir. Anılarında bu küçük Anadolu kentini ekonomik ve stratejik açıdan önemli bulduğunu belirtirken HaydarpaşaBağdat demiryolunun kazandırdığı yenilik ve canlılıktan söz eder. Eskişehir’le Avrupa kentleri arasında benzerlikler bulmaya çalışır.3 Öte yandan yöre kırsalındaki halkın onun üzüntülerini katlayan yok sulluğu ve terk edilmişliği ise yine onun ilk kararlılığının yerindeliğini gösteren bir Anadolu gerçeği olarak belleğine yeniden kazılır. Eskişehir’e ilişkin çelişkili yaşantı kesitleri de anılarında canlılığını hep koruyacaktır. Bir yandan İngiliz işgal subayından yediği tokatın onur kırıcılığını unutmazken öte yandan da utkuyla sonuçlanan İnönü Savaşları’nın kıvancını yaşar.4 Onu Eskişehir’e yakınlaştıran bir başka husus ise adını çok duyduğu, örnek aldığı, gıyabında tanıdıkça daha çok takdir edeceği Ethem Nejat adlı eğitimcinin 1. Dünya Savaşı’nın bunalımlı döneminde (19151917) bile eğitim müdürü olarak bu kentte gerçekleştirdiği başarılı çalışmalar ve gelişmiş uygulamalardır. Ethem Nejat’ın kırsal eğitime dönük yaklaşımları Tonguç’un gelecekteki hizmetinin niteliğini belirlemede ışık tutucu olacaktır.5 Enstitüleşmenin yaklaştığı dönemde ise Eskişehir’le ilgili bir başka değerlendirmesini Tonguç şöyle dile getirecektir. “Trenimiz karanlık deryası içinde kaybolmuş ışıksız köylerin çevrelediği birçok istasyondan geçti. Mütemadiyen ışıklı köy arıyorum. Işıklı yollarla birbirine bağlanmış Avrupa köy ve kasabalarının manzarasını hatırlıyorum. Yüreğim burkuluyor. Nihayet memleketin her yerinden gelmiş trenlerin doldurduğu Eskişehir istasyonuna gelebildik. Hasretini çektiğim tabloya sonunda kavuşuyorum. Eskişehir bu dinamizmi dolayısıyla çok sevimlidir. Cumhuriyetimizin yarattığı canlı hayatı ve dinamik vatandaş tiplerini burada görebilirsiniz.”6 Uygulama başlarken İzleyen süreçte İ.H. Tonguç’un bir ileri görüşlülükle kırsal eğitim projesinin ilk örnekle ri olan 1936’da ilk eğitmen kursunu, 1937’de ilk köy öğretmen okulunu, 1940’ın 17 Nisan’ında ilk Köy Enstitüsünü Eskişehir’in Hamidiye ve Mahmudiye köylerinde (şimdi ilçe merkezi) uygulamaya koymasının temelinde yukarıda sıralanan beğeniler yanında kuruluş arazisinin ve konumunun uygunluğuna ek olarak özellikle çevrede o güne göre ileri tarım uygulamasını bilen Kırım ve Romanya kökenli göçmen köylüleriyle onların arasına serpiştirilmiş Türkmen köylülerinin birlikte oluşturduğu barışçı, hoşgörülü ve yenilikçi toplumsal yapı özendirici olmuştur.7 Uygulamanın yerindeliği Böylesi bir ortamda belirtilen kararlılıkla hayata geçirilen ilkler, her aşamada “canlandırılacak köy” atılımının ve ulusal imece katılımının başarılı örnekleri oldular. Doğayla uyumlu yapılanma; planlı yerleşimle kentselliğin yerele uygulanması; özemek kaynaklı olarak enstitünün elektriğe, sağlıklı suya, hijyenik altyapıya kavuşturulması; pedagojik eğitim öğretim ortamının oluş turulması; “kafakolkalp” işbirliğinden oluşan üçlü üretimin yaşayışın temel belirleyicisi olması Hasan Âli Yücel’in “Dağ başlarında kentler yarattık” söyleminin somutlayıcıları oldular.8 Sonuç İsmail Hakkı Tonguç, Çifteler (ÇKE) ve öncesindeki büyük projesinin başarısızlık riskini en aza indirirken uygulamanın da ulusal düzeyde örnek alınmasını sağlamış; uluslararası açılımda da ÇKE’nin bilimsel çevrelerce incelenmesinin ve gerçek KE modeli olarak tanınmasının yolunu açmıştır.9 Çifteler (ÇKE) başarıları yeni kurulmakta olan enstitüler için özendirici model olurken dizgenin yaygınlaştırılmasına da önemli katkılar yapmıştır. Sonsöz Bir kez daha Tonguç Baba’yı en derin saygılarla anarken, Eskişehir’siz bir İsmail Hakkı Tonguç anlatımının eksikli olacağının altını çizmek istiyorum. 1 Tonguç Engin, Bir Eğitim Devrimcisi (İsmail Hakkı Tonguç) 1. Ki. 51 Güldikeni Ya. Ank. 1997 2 a.g.y. 22 3 a.g.y. 51 4 Küçükcan İlyas, Öncesi ve Sonrasıyla Çiftele Köy Enstitüsü. 141 (2018 Yunus Nadi Ödülleri Sosyal Bilimler Araştırma ödülü) YKKED Ya. İzmir 2018 5 Küçükcan İlyas, a.g.y. 141; Yılmaz Yunus, Turancı Sosyalist Ethem Nejat 57,83,107 İleri Ya. İst 2012; Erkek M.Salih, Ethem Nejat 279,295 Kitap Ya İst. 2012 6 Tonguç İsmail Hakkı, Kitaplaşmamış Yazıları C.1/180 Köy Ens. Ve Çağdaş Eğt. V. Ya. Ank. 1997 7 Küçükcan İlyas a.g.y. 140 8 Küçükcan İlyas a.g.y. 150 9 Kirby Foy, Türkiye’de Köy Enstitüleri (Ya. Hz. E. Tonguç) 141, 207 Güldikeni Ya. Ank. 2000, Küçükcan İlyas a.g.y 167 Afrodit kime peşkeş çekiliyor Hüseyin Özbek Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Nasreddin Hoca’nın yorganının yürütülmesi misali, çoğu kez gerçeği öğrendiğinizde iş işten geçmiş olur. Annan Planı, Kıbrıs ve Türkiye’de halka Hacıbekir lokumu gibi yutturulurken, Denktaş, çözümsüzlüğün sorumlusu olarak çarmıha geriliyordu. Türkiyeli sermayenin Türkiyeli medyası; “YES BE ANNEM!” manşetleriyle beyin yıkarken, çözümün önündeki engeller, “BalyozErgenekonAskeri CasuslukAmirallere Suikast” gibi FETÖ kumpaslarıyla birer birer ortadan kaldırıyordu! Takke düşüp kel görünür amma velakin, atı çalan da Üsküdar’ı çoktan geçmiş olur! Akdeniz’i, Ege’yi, Türk donanmasına kapatıp, Marmara’dan çıkamaz hale getirmek isteyen üst akılın, paralel ihanet şebekesine tetikçiliğini yaptırdığı tezgahın niçin kurulduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Türkiye ve KKTC’nin haklı itirazlarını kale almadan tek yanlı ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölge (MEB ) kapsamında, Kıbrıs ile Mısır arasında oluşturduğu 12 No’lu Parsele “AFRODİT” adını vermiş! Afrodit’i de uluslararası petrol tekellerinden Nobel Enerji bünyesinde oluşturulan ABDİsrailHollanda Konsorsiyumu’na teslim etmiş! 12 No’lu Parsel’de 18 yıl süreceği öngörülen üretimden 9 milyar doların üzerinde gelir bekleniyor. Afrodit’ten çıkarılacak gaz, döşenecek boru hattıyla Mısır’ın İskenderiye limanından dünya pazarlarına sunulacak. Sizin anlayacağınız, Afrodit’e çöken çökene. Bir tek Türk’e yasak! Türkiye’ye; “Preveze’yi unut, İnebahtı’nda kal” deniyor. Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye, Çanakkale Boğazı’ndan çıkıp Ege’ye açılması halinde ağzına acı biber sürülmekle tehdit ediliyor. Daha anlaşılır biçimde söyleyelim: Akdeniz ülkesi Türkiye’ye Akdeniz yasaklanıyor! Devlet işlerinin şaka kaldırmayacağının, hafiflik ve hayal dünyasının gerçek dışı fantezileriyle de devlet yönetilemeyeceğinin son örneğini okurlarımızla paylaşalım istedik.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle