19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 28 HAZİRAN 2019 CUMA [email protected] TASARIM: BAHADIR AKTAŞ olaylar ve görüşler BİTMEYEN DAVA! Hamdi Yaver AKTAN Yargıtay Onursal Daire Başkanı Sokrates, Dreyfus vb. yargılamalar dünya adalet tarihine hukukla ilgili olmayan davalar olarak geçmiştir. Düzmece Moskova davalarında zorla itiraflar alındığı bilinmekte... Yirminci yüzyılın ilk yarısında Nâzım Hikmet yargılanırken “delil aranmayacağı” savcı tarafından ifade edildiği de ne yazık ki gerçek! Bütün açıklığı ve gerçekliği ile ortaya çıkan bir terör örgütünün kurguladığı tertip davalar ise yargımızı on yılı aşkın süredir meşgul etmekte. Dünya tarihindeki hukuksuz davalara örnek gösterilecek nitelikte olduğu ve eklendiği ortada. Hatta yargılananların kimliklerine bakıldığında hedefin ulusdevlet olduğu da görülmekte. Hedef kurucu felsefe Çağdaş teknolojinin olanakları ve medya gücü kullanılarak, düşman ceza hukukunun enstrümanlarıyla oluşturulan davalarla, yargı yoluyla darbe gerçekleştirilmek istenmiştir. İşaret fişekleri, bilindiği üzere Yargılamayı sürdüren makamların kusurları olmasa bile adeta bitmeyen dava haline dönüşen davanın artık bitirilmesinin, Murat Eren’in kaybolan yıllarını getirmeyecek olsa da “onurlu subaylık görevine dönmesi” tesellisi olacağı unutulmamalıdır. Murat Eren Şemdinli iddianamesi ve Atabeyler soruşturmasıyla başlatılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, Şemdinli iddianamesiyle sorgulanmıştır. İddianameyi yazan kişi ya da kişiler bugüne değin ortaya çıkarılamamıştır. Soruşturma makamlarının önünde ertelenemeyecek, geciktirilmeyecek bir görev olarak durmakta... Ancak ki min yazmadığı bilinmektedir... Olan Murat Eren’e oluyor Öte yandan gerçeklerin ortaya çıkarılması gereken bir dava da Atabeyler davası... Soruşturma aşamasında Genelkurmay Başkanlığı’nın önünde gazetecilere “sarı zarf” içinde bilgiler (?) dağıtılan dava!... Görüntülere rağmen şüpheli olabileceklerin ortaya çıkarılmadığı açık. Yargılama sürecinde ise Askeri Yargıtay’ın kararındaki karşı oylar düşündürücü... Sözgelimi üç farklı yerde yapılan arama sonucu birçok CD bulunmasına karşın sadece “istenilen” ya da “bulunması gereken” bir CD’nin markası yazılmış, ancak parmak izi alınmasına gerek bile görülmemiştir. Olan genç subay Murat Eren’e olmuş, özgürlüğünden ve mesleğinden edilmiştir. Soruşturma evresinde görev alanların ne tür usulsüzlük ve uydurma delillerle dosya oluş turdukları diğer davalarda da görülmüştür. Yeniden yargılamanın kabulünden sonra da yargılama olumlu bir sürece girmesine karşın ceza davasının uzadığı bir vakıa olarak bilinmektedir. Kuşkusuz ki mahkeme maddi gerçeğe ulaşacaktır. Ne var ki, kim ya da kimlerin kurguladığı da tespit edilerek sorumlularının yargı önüne çıkarılabilmesi için özellikle suç duyurusu yapılması gerekmektedir; diğer benzer davalarda yapıldığı gibi!... Neden mi dosya oluşturuldu? Atatürk’e hakaret eden kişiye karşı Murat Eren’in tepki göstermesi davanın kurgulanması için yetmez mi? Yargılamayı sürdüren makamların kusurları olmasa bile adeta bitmeyen dava haline dönüşen davanın artık bitirilmesinin, Murat Eren’in kaybolan yıllarını getirmeyecek olsa da “onurlu subaylık görevine dönmesi” tesellisi olacağı unutulmamalıdır. Pompeo ve Kushner Bilderberg Zirvesi’nde! DAVER DARENDE (Emekli Diplomat, Yazar) 30Mayıs 2019 günü İsviçre’nin Montrö (Montreux) kentinde başlayan, dünyaca ünlü birçok devlet adamının katıldığı ve 2 Haziran günü sona erdiği basınımızda kısa bir haber şeklinde yer almıştır. (Hürriyet, 2 Haziran 2019) Başta eski ABD Dışişleri bakanlarından Henry Kissinger olmak üzere NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Hollanda Başbakanı Mark Rukke, Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen’in ve daha birçok ünlünün katılımıyla zirvenin önemli bir foruma dönüştüğü haberlerden anlaşılmaktadır. (Hürriyet, 2 Haziran 2019) Bilderberg nasıl bir kuruluştur Körfez de ABDİran arasında gerilim tırmanırken, Beyaz Saray “askeri harekât hâlâ masada” açıklamasını yaparken Bilderberg Zirvesi’ne ABD Başkanı Trump’ın başdanışmanı ve damadı, Musevi kökenli Jared Kushner ile Dışişleri Bakanı Pompeo’nun da katılmaları dikkatlerden kaçmamıştır. Ancak asıl dikkat çekici olan damat Kushner’in ABDİran krizi doruk noktasına ulaşmışken İsrailFilistin sorununun çözümü için hazırladığı “Yüzyılın Anlaşması” hakkında ayrıntılı bilgi sunmasıdır. (Hürriyet, 2 Haziran 2019) Kushner’in hazırladığı sözde Arap devletlerinin ekonomilerini kalkındırmak için 50 mil Ortadoğu’da yeni haritalar çizilirken, Doğu Akdeniz’de ve bölgemizde Türkiye, için yaşamsal önemde gelişmeler olurken Bilderberg gibi gündemi gizli bir düşünce kuruluşunda ülkemiz hakkında neler konuşulduğunu merak etmez misiniz? yar dolarlık bir yatırım fonu oluşturulmasına ilişkin plan daha çok İsrail’in güvenliği ile ilgilidir ve İsrail’in güvenliği ABD dış politikasının temelini oluşturmaktadır. Filistin’in bu plana tepki gösterdiği ve kendi geleceği için sakıncalı bulduğu biliniyor. Peki dünya liderlerinin, CIA, FBI direktörlerinin NATO genel sekreterlerinin , ABD senatörleri ve Kongre üyelerinin, çeşitli ülkelerin cumhurbaşkanları, muhalefet liderleri ve milletvekillerinin her yıl katıldıkları Bilderberg nasıl bir kuruluştur? Dünyamıza huzur getiren, sorunları barışçı yollarla çözümleyen bir düşünce kuruluşu mudur? Yoksa , “özgürlük” ve “demokrasi” adı altında savaştan başka bir çözüm yo lu düşünmeyen, küresel gücün buyruğuna göre hareket eden bir kurum mudur? Bilderberg, toplantıları gizli, gündemi basına kapalı “gizemli” bir düşünce kuruluşudur. Kurucuları arasında Lord Rothchild ve David Rockefeller yer alır. Üyeleri arasında Amerikan başkanları ile Paul Wolfowitz, Zbigniew Brzezinski, Tony Blair ve daha birçok ünlünün bulunması bu kulübün önemini artırmaktadır. İngiliz gazeteci Bill Hutton “The Guardian” gazetesinde yayımlanan 4 Haziran 2004 tarihli makalesinde Bilderberg toplantılarına katılanları şöyle sıralamıştır. Başkanları, başbakanları, maliye bakanları, gelecek vaad eden siyasiler, büyük borsa ya tırımcıları, uluslararası bankaların temsilcileri,büyük medya kuruluşlarının başkanları, diplomatlar ve akademisyenler. Yeni Dünya Düzeni’ni ABD ve Batı çıkarları doğrultusunda yönlendiren Bilderberg’in “devlet içinde devlet” olarak tanımlanan Dış İlişkiler Konseyi ‘ile (Council on Foreign Relations) tam bir eşgüdüm içinde çalıştığı, Atlantik Konseyi ile birlikte yaptığı çalışmalarla NATO’ya da yol göstericilik görevini üstlendiği bilinmektedir. Ortadoğu’da yeni haritalar çizilirken, Doğu Akdeniz’de ve bölgemizde Türkiye, için yaşamsal önemde gelişmeler olurken Bilderberg gibi gündemi gizli bir düşünce kuruluşunda ülkemiz hakkında neler konuşulduğunu merak etmez misiniz? Bir musibet bin Emre Kongar eder “TOPLUMBİLİMSEL AÇIDAN BÜYÜK DEMOKRASİ İTTİFAKI” başlıklı dünkü yazımı “Atalarımızın ‘BİR MUSİBET BİN NASİHATTAN İYİDİR’ sözü önünde şapka çıkarıyorum!” diye bitirmiştim. Bugün o cümlemin açıklamasını yapmaya çalışacağım: Özetle; “Hizmetkâr” olarak seçilmiş bulunan iktidar, Demokratik Rejimi tahrip edip, halkı ezmeye başlayınca, toplum (hem partiler, hem de halk) birdenbire, nefes alamaz duruma geldi, benim kırk yıldır anlatmaya çalıştığım “Demokrasinin ilkelerini ve değerini” fark etti. İstanbul seçim sonucu budur. HHH Tarih boyunca, sadece Anadolu ve Trakya’da değil, bütün dünyada, binlerce yazar, düşünür, filozof, siyaset bilimci, milyarlarca kez, YÖNETİCİLERİN ASLINDA HİZMETKÂR OLDUKLARINI açıklamış, yazmışlardır. Yönetcilerin, halkların hizmetkârı olduğu sadece Demokratik Rejim için belirtilmemiştir: Örneğin, bütün dinler, yöneticileri, topluma adalet ve refah getirmekle yükümlü kılar. Çeşitli âlimler yazdıkları “Nasihatnameler”de, kralların, imparatorların, şahların, padişahların, topluma nasıl iyi hizmet edebileceklerini anlatmışlardır. Yani yöneticinin, halkın “Hizmetkârı” olması son yıllarda icat edilen bir kavram değildir; devlet ortaya çıktığı andan beri tartışılan bir konudur. HHH Elbette, yöneticiler ile halklar arasındaki “hizmet” ilişkisi, anayasal olarak, ancak Demokrasinin icadı ve gelişmesiyle bugünkü niteliğini kazanmıştır: Her seçim döneminde, yöneticiliğe talip olan politikacılar, halka, en iyi “hizmetkârın” kendileri olduğunu anlatarak seçmenlerden oy isterler. Seçmen de, “meşru olarak zor kullanma gücüne sahip olan devleti”, kendisine en iyi hizmet edeceğini düşündüğü “hizmetkârına”, belli bir süre için, bir dahaki şeffaf ve âdil seçime kadar emanet eder. İşte zurnanın zırt dediği yer burasıdır: Ya seçilmiş olan politikacı, yani “Hizmetkâr”, devlet gücünü eline geçirince, halka hizmet etmek yerine zulmetmeye başlarsa ne olur? Seçim yoluyla gelen Hitler’in Demokrasiyi tahrip etmesini engelleyemeyen Batı, bu kötü örneğin bedelini İkinci Dünya Savaşı ile ödemiştir. Hitler’den ders alan insanlık, Demokratik Rejimi korumak ve geliştirmek için, bütün insanları do ğuştan eşit sayan “Temel Hak ve Özgürlükler” anlayışını kabul etmiş ve bu anlayışı korumak için de iktidarın, (hayır, hayır, iktidarın değil) “Hizmetkâr”ın, bütün icraatını Anayasa Mahkemesi’nin denetimine tabi kılmıştır. HHH Türkiye, Demokrasi konusudaki ilk musibeti, Demokrasi sayesinde iktidara gelip, Demokrasiyi katleden Demokrat Parti dönemindeki süreçte yaşamış ve bunun bedelini de maalesef Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın hayatlarıyla ödemiştir. Ne yazık ki aynen 1946 ve 1950’de olduğu gibi, 1960’ta da, toplumsal/ekonomik ve siyasal koşullar yeterince olgunlaşmadığı için bu “musibet süreç” “bin nasihattan evla (yeğ)” olamamış, 1961 Anayasası’na rağmen ülkede Demokrasi yerleşememiş, iç ve dış “köktendinci emperyalistlerin” etkisiyle yapılan 12 Mart ve 12 Eylül Askeri darbeleriyle, Demokrasi yeniden tahrip edilmiştir. Toplum, bu tahribat sonrasında Demokrasiyi sadece kendi çıkarları için isteyen iç ve dış köktendinci emperyalistlerin yönlendirmesi ve etkisiyle, dinci siyasetten gelen ama bu gömleği çıkardığını iddia eden bir partiden, Demokrasiyi kurmasını beklemek gibi tarihsel bir hata daha yapmıştır. HHH Toplumun bugünkü noktaya nasıl geldiğini herkes bilmektedir; onun için gerek Birinci Silivri Trajedisini, gerekse eşitsiz ve adaletsiz koşullarda kimileri yasalara bile aykırı olarak yapılan seçimleri ve halkoylamalarını tekrar anlatmanın bir yararı yoktur. Sadece, bütün Temel Hak ve Özgürlüklerin tehlike altında olduğu, insanların idari kararlarla işlerinden atıldığı, garip yasa maddelerine dayanılarak hapsedildiği, özgür medyanın tamamına yakın bölümüne el konulduğu, yargının ve yüksek yargının bağımsızlığını yitirdiği, üniversitelerin özerkliğinin kaldırıldığı, eğitimin perişan edildiği, büyük kentlerin yağmalandığı, kamu kaynaklarının hortumlandığı, Parlamenter Demokrasi’nin lağv edildiği, ülkenin kaderinin “ucube bir anayasa” ile “Tek Bir Kişi”nin eline bırakıldığı bir noktada olduğumuzu anımsatmakla yetineceğim. İşte “Demokrasinin yok edildiği bu dönem” bir süreç olarak “Demokrasinin ilkeleri ve değeri” konusunda yaşanan ikinci bir eğitici “musibeti” vurguluyor. Üç büyük kent başta olmak üzere yerel seçimlerde Hizmetkâr/İktidarın yaşadığı gerileyiş işte bu “musibet etkisidir” diye düşünüyorum. YAZ DÖNEMİ REZERVASYONLARIMIZ DEVAM ETMEKTEDİR. bir tavsiyedir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle