29 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 1328 HAZİRAN 2019 CUMA Sinemanın en ünlü komiklerinden “Laurel ile Hardy” ikilisini anımsarken Gerçekçi ve içtenlikli... FİLM, GÖRÜNTÜLERİ VE MÜZİKLERİYLE DE Aralarındaki fiziksel, ruhbilimsel ve mizaci karşıtlıkların, yanlış anlaşılmaların, karışık durumların filmlerinin başlıca güldürü öğesini oluşturduğu LaurelHardy ikilisi, bütün sinema tarihinin en çok sevilmiş, tutulmuş, benimsenmiş en ünlü komedyenlerindendir kuşkusuz. Vaktiyle (1940’lı 1950’li yıllarda) Ferdi Tayfur’un seslendirmesiyle bizde de çok ünlenerek büyük kitlelere mal olmuş bu meşhur komik ikilinin İngiliz kökenli, sıska ve ezik olanı (Chaplin’le aynı gemide gelerek 1915’te ABD’ye ayak basmış), aileden oyuncu Arthur Stanley Jefferson (18901965), kimileyin yönetimlerine de karıştığı filmlerinin çoğunun senaristi, “gag yaratıcısı” ve beyniydi. Azametli, kibirli ve her şeyi ben bilirim havasındaki, şişman Oliver Hardy (18921957) ise onca özgüvenli ve güçlü görünüşüne karşın herşeyi birbirine karıştırıp kaybederek sonuçta hep gülünç durumlara düşerdi.1910’lu yıllarda sessiz kısa filmlerde oyunculuk yaparak mesleğe adım atan ikilinin 1926’da başlayan beraberliği yaklaşık çeyrek yüzyıl süresince sürdü ve ‘LorelHardi’ komedileri yıllarca bütün dünyayı güldürdü. Yoz bir polisin hikâyesini anlatan “FilthPislik”ten (2013) sonra sesi soluğu çıkmayan İskoç yönetmen Jon S. Baird, bizde “Enayiler Kralı” olarak tanınan genç, komik Norman Wisdom’un İngiltere’de parlamaya başladığı 1950’lerin başlarında artık kariyerlerini tamamlamaya hazırlanan ve yolları bol güneşli California’dan hep yağmurlu, ıslak İngiltere’ye düşen ikilinin, ortalığı AbbottCostello gibi gibi kötü taklitçilerinin sardığı son yıllarını ele alıyor yeni filmi “Stan & Ollie Laurel ile Hardy”de. Yazar A.J. Marriott’un, ikili DİKKAT ÇEKİYOR Siyah Beyaz, Sessiz Sinema nostaljisiyle, baştan sona azalmayan bir ilgiyle seyredilen, hüzün verici, gerçekçi ve içtenlikli, çok iyi oynanmış bir film “Stan & Ollie”, sonuçta biyografik film türü ne yeni bir soluk getiremese de, görsellik bakımından sıradanlığı pek aşamasa da, kameracı Laurie Rose’nın görüntülerinde renk kullanımı ve Rolfe Kent imzalı müzikleriyle ayrıca dikkati çekiyor. nin son dönemindeki İngiltere turnesini aktaran “Laurel & Hardy: The British Tours” adlı kitabından esinlenen senarist Jeff Pope’un senaryosunu yazdığı film, ikilinin sahne kişiliklerini bırakıp insani hallerine yoğunlaşıyor, örnekse Hardy evliliklerini yürütemeyen, at yarışı, kumar, içki ve eğlence tutkunu bir “pragmatist”, her daim “gag” düşünüp senaryo tasarlayan, üretken, lafını da esirgemeyen Laurel ise tam bir “mükemmeliyetçi”dir. Paragöz yapımcılardan, yaygın stüdyo sisteminden, TV teliflerini alamamaktan şikayetçi ve yeni kuşaklara ulaşamamaktan dertli olup borçları nedeniyle her öneriyi kabul eden ikilinin son demlerinden kesitler sunan “Stan & Ollie”, 1937’de Hal Roach stüdyosunda çekilen “Way Out West”in setinde Laurel’in yapımcı Roach’la (Danny Huston) tartışıp işten kovulduğu sahneyle açılıyor.Filmleri iyi çalışsa da, seyirci tarafından çok sevilseler de hakettiklerini alamayıp sürekli maddi sıkıntı çeken ikilinin, ucuz otellerde kalıp boş salonlara oynadığı 1951’deki İngiltere turnesine geçen “Stan & Ollie”de, çokça konuşulan ama asla çevrilmeyen Robin Hood projesine de değiniyor yönetmen Jon S.Baird. Başarılı performanslar... Onların devri artık geçmişti demeye getiren hikâyesine karşın yönetmenin kahramanlarımızın karanlık yanlarını vurgularken mizahi dokunuşlarla yer yer tekdüzeleşen anlatımını renklendirdiği de söylenebilecek “Laurel ile Hardy” asıl gücünü, mükemmel makyajlarla nerdeyse birebir asıllarına benzetilmiş “Lorel Hardi” rollerindeki Steve Coogan’la John C. Reilly’nin çok başarılı performanslarından alıyor. Kocalarının hayatlarındaki baskın figür olarak filme eklenmiş yan karakterleri canlandıran Shirley Henderson’la (Hardy’nin eski dansçı karısı Lucille) Nina Arianda’nın (Laurel’in ufak tefek karısı Ida) da, epeyce olumlu katkıları var. Siyah Beyaz, Sessiz Sinema nostaljisiyle, baştan sona azalmayan bir ilgiyle seyredilen, hüzün verici, gerçekçi ve içtenlikli, çok iyi oynanmış bir film “Stan & Ollie”, sonuçta biyografik film türüne yeni bir soluk getiremese de, görsellik bakımından sıradanlığı pek aşamasa da, kameracı Laurie Rose’nın görüntülerinde renk kullanımı ve Rolfe Kent imzalı müzikleriyle ayrıca dikkati çekiyor. “Stan & Ollie”, kısacası gönül rahatlığıyla sinemaseverlere salık verilecek bir film. Fazıl Say yine büyüledi... Piyanist ve besteci Fazıl Say, 2. Antalya Akra Caz Festivali’nde dinleyenlerle buluştu. Seyircilerin yoğun ilgi gösterdiği konserde, Fazıl Say piyanodaki güçlü yorumu ve sahne performansı ile büyüledi. Konserin ilk yarısında Say, son eserleri arasında yer alan “Truva Sonatı” adlı eserini seslendirdi. Konserin ikinci yarısında ise, yine son eserleri arasında bulunan “İzmir Süiti”ni çaldı. Sanatçı konser sonunda dakikalarca alkışlandıktan sonra yeniden sahneye çıktı ve “Karatoprak” adlı eserini bis parçası olarak çaldı. Akra Caz Festivali’nde Rus saksafon sanatçısı Igor Butman, Moskova Caz Orkestrası ile birlikte bu akşam 21.00’de izleyiciyle buluşacak. l ANTALYA/Cumhuriyet Caravaggio’nun eseri gizlice satıldı TURHAN VE İLHAN SELÇUK KARDEŞLERİ ANIYORUZ 9. İlhan SelçukTurhan Selçuk Anma Etkinlikleri 30 Haziran 2019 Pazar Saat: 13.30 PROGRAM • Saat: 11.00 Çilehane’de gömütleri başında anma, çiçek bırakma ve lokma ikramı • Hacı Bektaş Veli Kültür Merkezi Saat:13.30 PANEL KATILIMCILAR: ALEV COŞKUN ALİ SİRMEN MEHMET ATAY ŞÜKRAN SONER Anma törenine katılmak isteyen okurlarımız için 29 Haziran 2019 Cumartesi günü Saat: 23.00’da gazetemiz önünden ücretsiz otobüsler kalkacaktır. İletişim için: (212) 343 72 74 C “Kayıp bir şaheser” olarak tanımlanan Caravaggio’nun “Judith Holofernes’in Başını Keserken” eseri, açık artırmaya çıkması planlanan tarihten 2 gün önce satıldığı ortaya çıktı. Tablonun kime ve ne kadara satıldığı açıklanmadı. The Guardian’ın haberine göre, 2014 yılında Fransa’nın Toulouse şehrinde eski bir evin çatı katında yatak altında bulunan, İtalyan Barok ressam Caravaggio’ya ait olan eserin yabancı bir alıcıya müzayedeye çıkmadan satıldığı öğrenildi. İncil’de yer alan, Asurluların Yahudilerin yaşadığı bölgeyi işgal etmek istemesi üzerine Judith’in Asurlu General Holofernes’in başını kestiği hikâyeyi betimleyen tablonun dün açık arttırmaya çıkarılması planlanıyordu. Gizlice satılan tablonun alıcısının ismi ve ödediği miktar, yapılan gizlilik anlaşması gereği açıklanmadı. Tablo 2014 yılında bulunduğunda İtalyan yetkililer eserin orijinalliği konusundaki şüphele rini dile getirmişti. Bunun üzerine yapılan xray incelemeleri tablonun üzerinde çok fazla rötuş yapıldığını gösterdi. Bu incelemelerin tablonun Caravaggio tarafından yapılan orijinal versiyonu olduğunun kanıtı olduğunu söyleyen sanat tarihi uzmanı Eric Turquin, “Tablonun replikasını yapanlar bu tür rötuşlar yapmazlar, sadece kopyalarlar” dedi. Eserin Caravaggio’ya ait olduğunu ispatlayan Turquin, tablonun değerinin 100150 milyon Avro arasında olduğunu, müzayedede satış fiyatının 170 milyon Avro’ya kadar yükselebileceğini belirtmişti. Nasreddin Hoca Karikatür Yarışması’na başvurular başladı Geçen yıl yarışmada birinci olan karikatür. Jitet Koestana. 39. Uluslararası Nasreddin Hoca Karikatür Yarışması’na başvurular başladı. Katılım koşullarının açıklandığı yarışma, bütün dünya karikatüristlerine açık olarak düzenlenecek. Gönderilecek karikatürler için yayımlanmış ya da yayımlanmamış koşulunun olmamakla beraber, daha önce herhangi bir yarışmada ödül almamış olması gerekiyor. Üç karikatür ile katılımın yapılabileceği yarışmada, konu serbest olacak. Gönderilecek karikatürlerin boyutları 3040 cm’den büyük olmayacak ve yarışmacılar, sadece orjinal eserleri gönderebilecekler. Katılımcılar, eserlerinin arkasına büyük harflerle adını, soyadını, adresini, telefon numarasını, ülkesini yazacak ve kısa özgeçmişlerini de karikatürlerine ekleyecekler. En geç 29 Temmuz tarihine kadar eser gönderilebilecek yarışmanın sonuçları ise, 5 Ağustos’ta açıklanacak. Murat Karahan Verona’da Devlet Opera ve Balesi (DOB) Genel Müdürü, tenor Murat Karahan, İtalya’da 100. yılını kutlayan Verona Opera Festivali’nde, Il Trovatore, Carmen, Tosca ve Aida operalarında başrolleri seslendirecek. Arena di Verona, 7 Eylül’e kadar Verona Opera Festivali’ne ev sahipliği yapıyor. ‘Sanatçı sanatçılığını yapsın!’ “Sanatçı sanatçılığını yapsın!” sözü, sanatla ilgisi olmayan birinin ağzından çıkmışsa gülünüp geçilir. Önünde ardında vızıldayarak uçuşan bal yapmaz kör arıları sanatçı sayansa söyleyen, gülümsenmeye bile değmez! Her sözcüğüyle doğrudur söz; çünkü sanatından başka bir şey yapmamak sanatçının varoluş nedenidir. Sanatçı, bir efsane kişisi gibi, yaratıcılık bağışlanan yüce bir yetenekle doğmuştur. Onuru da sanatı gibi yücedir; beklentiyle kimsenin kapısının önünden geçmez. Uzak durur, her çağıranın ardına düşmez. İnsanlığı şiirlerle, anlatılarla, resimlerle, bestelerle aydınlatırken, dilenci, kral ayrımı yapmadan, ürettiklerini değer bilenlere sunar. Sanatsal algı Sanatçının, somuttan soyut, soyuttan somut veriler yarattığını tanımlamaya kalkan, ya yapamaz, ya yaptığını sanır, ya da kavramları birbirine karıştırarak belirsizliğe yol açar. Sanat açısından, tanımlama denecek işlemin sınırını çizmek gerekirse belki şöyle bir sonuca varılabilir: Sanat; insanın yaşadıklarını konu edinerek; taşatoprağademire, tahta türü tüm somut maddelerden yansıyan soyut izlenimleri duyumsatıp algıya dönüştürmektir. Bu bağlamda sanatçı, Picasso’nun “Guernica”sında olduğu gibi, toplumca yaşanan acı olaylara gerçeğin aynasını tutar. Algıları bu bağlamda cana getiren sanatçı, yaratısıyla vardığı soyutlama dünyasının zihinlere kazınmasını sağlayarak ruhlarda yeni bir dünya yaratır. Bunu gerçekleştirmek için renkte renk arayan bir tüp boya, mendil kadar bir bez parçası onun parmak uçlarında hayal edilemeyecek güzelliklere, gerçeklere ulaştırır izleyeni. Bestecinin armonileriyle insan sesleri, kuş cıvıltıları, yaprak ipiltileri o güne değin algılamadıkları güzellikleri duyumsatır sanat eğitimi görenlere. Sanatçının duyumsal dünyasında, görünen değil, görünenden yansıyan öz önemlidir. Sanatçının duygu dünyasında yer bulan kişi, bilir sanatsal olanın, özünde neler barındırdığını... Sanatçı sorumluluğu Sanatsal ürünlerin değeri, algılarla kavranır. Ama istese de herkes sanatsal üretimde bulunamaz. Yeteneksiz insan yoktur. Yeteneksiz olduğunu varsayan biri bile, kendini verirse çevresiyle sanatsal bağlantı kurup beğenisini geliştirebilir. Benjamin Franklin insanı, öbür yaratıklardan “araç yapma”sıyla ayırır. İnsan yeter ki okusun, tiyatrolara, sergilere gitsin, sanatsal etkinlikleri izlesin, ilgi alanını genişletip kendini duyarlı kılabilir. Şu da var ki, kimi kaval öttürecek kadar gelişirken, başka birinin çaldığı piyanonun sesi dünyayı sarar... Sanatçılar, düşünürler, büyük anlatıcılar her çağda kültürel bir dünya kurarak ırk, din, ülke ayrımı yapmadan insanlığa aydınlığın yolunu göstermişlerdir. Homeros gibi evrensel anlatıcıları, Leonardo da Vinci gibi üretimsel yaratıcılığın her dalında yetenekli bir dahiyi, Ludvig van Beethoven gibi bir besteciyi, dünyaya enerjinin gücünü armağan eden Albert Einstein gibi bilim insanlarını düşünüyorum. Geceyi gündüze katarak evrensel sorumluluk duygularıyla her çağda özgür düşüncenin, irade sağlamlığının, verimli toplum yaratmanın bilinç kaynağı; geçmişte geleceğin güvencesi, umudu oldular. Sanatçının varlığı Okullarda bilimsanatdüşünce eğitimine yer verilseydi, halkın arasından çocuklarını öldürenler, küçücük kızlara tecavüze kalkışanlar, hırsızlar, dolandırıcılar böylesine artar mıydı yurdumuzda?.. Sanatçıların çizdiği yolda gidilmiş olsaydı, toplumlar, savaş çığırtkanlarının kışkırtmalarına kapılıp birbirini boğazlar, insanca yaşamak varken, dünyamızı kan gölüne çevirirler miydi?.. ‘Martı’ sansürü TBMM gündeminde CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Akkuş İlgezdi, Anton Çehov’un “Martı” adlı eserinin Devlet Tiyatroları tarafından engellenmesini Meclis gündemine taşıdı. CHP Genel Başkan Yardımcısı İlgezdi, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy tarafından yanıtlanması istemiyle verdiği soru önergesinde; Devlet Tiyatrolarının 1999 yılından bu yana 17 oyun sahneye koyan yazarımız Ayşe Emel Mesci’den Martı oyununu talep ettiğini anımsatarak, oyunun son anda seyirci ile buluşmasının yine Devlet Tiyotraları tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeksizin engellendiğini anımsattı. Mesci’nin Cumhuriyet’te yazmasının ve Nâzım Hikmet oyunu sahnelemesinin bu engellemede katkısı olup olmadığını soran CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Akkuş İlgezdi ayrıca yine Mesci tarafından hazırlanan “Kerbela” oyununun da kapalı gişe süren 6 sezonun sonunda gösterimden kaldırılmasının gerekçesinin açıklanmasını istedi. l ANKARA/Cumhuriyet
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle