17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 5 MAYIS 2019 PAZAR [email protected] TASARIM: SERPİL ÜNAY OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Emperyalizmin Kürtlere olan ilgisi, petrolün öneminin artması ve Ortadoğu’da zengin petrol yataklarının Cumhuriyetinbulunmasıyla yoğunlaşmıştır. Bölgeyi denetim altında tutabilmek için, bölgedeki devletlerin güçlenmesine izin verilmemiş, yörenin geri unsurları bu amaçla kullanmıştır. Bu kullanım sürmektedir. ‘Dersim’ tavrı Metin Aydoğan Yazar Türk aydını, sıkıntılı bir geleceğe kendini hazırlamalı, alabildiği önlemleri almalıdır. İngiliz Parlamentosu’ndaki ‘tertele’ toplantısı, Türkiye’nin gittiği yerin yeni göstergelerinden biridir. HDP Genel Merkezi Twitter’da kısa bir yazı ve İngiltere Parlamentosu’nda çekilmiş 4 fotoğraf paylaşmış. Yazıda, ‘Dersim’ HDP milletvekili Alican Önlü’nün, İngiltere Parlamentosu’nda ilk kez yapılacak ‘1938 Dersim Tertelesi’ (bazı yerlerde soykırım, bazı yerlerde yağma, talan, karışıklık olarak kullanılmakta) anmasına katıldığı söyleniyor; fotoğraflarda içlerinde İngilizlerin de bulunduğu bir grup insan yer alıyordu. Alican Önlü, burada yaptığı konuşmada; “Sadece Türkiye devleti değil bu katliama sessiz kalan ve bir parçası olan bütün devletler bununla yüzleşmelidir” demiş. Birçok insana inanılmaz gibi gelebilir ama olay gerçek. Bu ülkenin bir milletvekili, Kürt ayaklanmalarında uzman olmuş ve uzmanlığını bu topraklarda 200 yıl uygulamış emperyalist bir ülkenin ‘merkez üssüne’ gidiyor, Türkiye’yi bastırdığı ayaklanma nedeniyle soykırımla suçluyor. Bu girişime önem verilmelidir. Zayıf düşmüş Türkiye’nin başına ne çoraplar örüleceğinin göstergesidir bu olay. Sevr’de, Osmanlı’dan bir şeyler koparmak için sıraya girenler, belli ki şimdi Türkiye için sıraya giriyor. Türk aydını, sıkıntılı bir geleceğe kendini hazırlamalı, alabildiği önlemleri almalıdır. İngiliz Parlamentosu’ndaki ‘tertele’ toplantısı, Türkiye’nin gittiği yerin yeni göstergelerinden biridir. Bugün yaşanmakta olan olayların daha iyi kavranması için eskiye biraz bakmak, neler yaşandığını bilmek gerekiyor. Tarihsel arka plan Batılı büyük devletler, Kurtuluş Savaşı’nda ve Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulamaya çalıştıkları ancak başarılı olamadıkları Kürt politikasını, hemen aynısıyla bugün yeniden gündeme getiriyor. Atatürk döneminde tam anlamıyla bozulmuş olan bu oyun, 21. yüzyılın başında yeniden oynanıyor ve ne yazık ki bu kez daha başarılı olunuyor... Devrim ilkelerinin resmi politikadan çıkarılmış olması, bunun sonucu Türkiye’nin güçsüz düşmesi, bu konuda da etkisini gösteriyor ve 1930’lu yıllarda çözülmüş olan sorun, bugün yeniden sorun durumuna getiriliyor. Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’na başlarken, Misakı Milli sınırları içinde kalan Kürt unsurların, emperyalizmin ayrılıkçı yaymacasına ve maddi çıkar sözverilerine kanarak, ulusal savaşıma zarar verecek bir davranış içine girmemeleri için yoğun çaba göstermişti. Türkiye Kürtlerini hiçbir zaman yabancı unsur olarak görmemiş; onları tarihsel, toplumsal ve kültürel olarak, Türk toplumu içinde yaşayan yerel unsur olarak kabul etmişti. Milli Mücadele ile eş zamanlı isyanlar Mustafa Kemal, Samsun’a çıkıp ulusal savaşımı başlattıktan sonra, birden bire Kürt ayaklanmaları ortaya çıktı. Ayaklanmaların zamanlaması bunların bir merkezden yönlendirildiğini gösteriyordu. 50 yılı aştığı için bugün açıklanmış bulunan, ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gizli belgelerinde bu durum çarpıcı bir biçimde görülmektedir. Mustafa Kemal, durumu bu belgeleri sanki görmüş gibi doğru biçimde saptamıştı. Sivas Kongresi’nde; “İngilizlerin amacı, para ile memleketimizde propaganda yapmak ve Kürtlere Kürdistan kurma sözü vererek, aleyhimize ve bize karşı suikast düzenlemeye yöneltmek olduğu anlaşılmış, karşı önlemler alınmıştır” demişti. İngiltere’nin İstanbul’daki Yüksek Komiser Yardımcısı Amiral Webb, Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği 19 Ağustos 1919 günlü raporda şunları yazıyordu: “Amerika, Trabzon ve Erzurum’u içine alan bir Ermenistan’ı himaye edecek, geri kalan dört il ise bir Kürt devleti olarak İngltere’nin himayesine bırakılıyor.” Kürt aşiret reislerinin nasıl satın alındıklarını ve kime karşı kışkırtıldıklarını gösteren iki gizli belgeyi, bir başka İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, 9 Temmuz 1919 ve 21 Temmuz 1919 tarihlerinde hazırladı ve Londra’ya gönderdi: “Binbaşı Noel (Kürtler içinde çalışan binbaşı rütbeli bir İngiliz ajanı) Abdülkadir ve Bedirhanoğulları ile görüştü. Abdülkadir satın alındığı takdirde güçlük çıkarmaz.” “Binbaşı Noel, Kürt şefleriyle görüş birliğine varırsa, bundan büyük yararlar sağlayacağını söylüyor... Kürtler henüz Mustafa Kemal’e karşı ayaklanmadı. Noel bunu başarabileceğinden emin.” İngilizler’in, Kürtleri çıkarları için nasıl kullandığını gösteren kendilerine ait iki gizli rapor, o gün olduğu gibi bugün de geçerliliğini korumaktadır. Emperyalizmin azgelişmiş ülke insanlarına bakışını göstermesi açısından ilginçtir. Hohner imzalı ve 27 Ağustos 1919 tarihli raporda şöyle söyleniyordu: “Kürt sorununa verdiğimiz önem Mezopotamya’ya verdiğimiz önemdendir. Yoksa Kürtlerin ve Ermenilerin durumu bizi hiç ilgilendirmez.” Öbür rapor, 28 Kasım 1919 tarihliydi ve İngiliz ajanı Kindston tarafından kaleme almıştır: “Kürtlere ne kadar inanmasak da onları kullanmamız çıkarımız gereğidir.” İlk Kürt Ayaklanması, 1919 Mayıs’ın Uzunu, kısası, kentlisi, taşralısı… Çehov’un o muhteşem öykü dünyası! Seçme Öyküler 4 • Uzun Hikâyeler Türkçesi: Nuri YAldArAm Seçme Öyküler 3 • Kısa Hikâyeler Türkçesi: Nuri YAldArAm da ortaya çıkan Ali Batı Ayaklanması’ydı. Bunu, 1921 Mart’ında ‘Sevr’in uygulanmasını isteyen’ Koçgiri, 1924 Ağustos’unda ‘Musul’un İngilizlerde kalmasını isteyen’ Nasturi Ayaklanmaları izledi. Nasturi Ayaklanması’nın bastırılmasından yaklaşık dört ay sonra, Sunni Şafi mezhebinden bir Nakşibendi olan Şeyh Sait, ayaklandı. Kürt ayaklanmaları, Şeyh Sait Ayaklanması’ndan sonra da sürdü. 1938’e dek süren bu ayaklanmaların adları ve tarihleri şöyleydi: Sasan Ayaklanması (19251937), Ağrı Ayaklanmaları (19261930), Koçuşağı Ayaklanması (1926), Zeylan Ayaklanması (1930), Oramar Ayaklanması (1930). Cumhuriyetin ilanından sonra meydana gelen bu ayaklanmalardan başka; Roçkotan ve Raman (1925), Biçar (1927), Tendürük (1929), Savur (1930), Pülümür Tedip (yola getirme) eylemceleri (harekatları) meydana geldi. Genç Cumhuriyetin Dersim’e yaklaşımı Dersim Ayaklanması’nın, gerek ayaklanmacılar gerekse genç Cumhuriyet açısından ayrı bir önemi vardır. Kürt olmayan Dersim, Osmanlı’dan beri zorlu doğa koşulları ve etkin aşiret egemenliğiyle, Anadolu’nun ortasında içine kapanmış ayrı bir ülke gibiydi. Bölgeye tümden egemen olan aşiretler; vergi vermiyor, askere insan göndermiyor ve kendi adlarına vergi topluyordu. Aşiretlerin sürekli olarak beslediği özel silahlı güçleri vardı. Dersim’de yerleşik düzen, aşiretçilik ve göçerlikti. Bölgenin tek ‘ekonomik’ eylemi, ticaret değil eşkıyalıktı. Türkiye Cumhuriyeti yasaları bu bölgeye henüz ulaşmamıştı. Ulusal bütünlüğün tamamlanması, Dersim halkının, aşiret baskısı ve gerilikten kurtarılması, bitmek bilmeyen eşkıyalığa son verilmesi için, Dersim sorunu çözülmeliydi. Ankara’nın, kalıcı bir çözüm bulunması için kararı şuydu: ‘Dersim sorunu yalnızca askeri eylemlerle çözülemez. Kalıcı bir çözüm için, toplumsal ve ekonomik önlemlerin alınması gerekmektedir...’ Bu anlayışla yapılacak işlerin tasarlanmasına 1927’de başlandı ve alınan kararlar bir izlence düzeniyle uygulamaya sokuldu. Önce, bölgeyle olan ulaşım sorununu çözmek için yol ve köprüler yapıldı. Aşiret dışı köylülere toprak verilerek bunların tarım ve ticaretle uğraşmaları sağlandı. Eğitime özel önem verildi, ilk elden, bölge okulları açıldı. Aşiretler hakkında araştırmalar yapıldı. Nüfus ve silah güçleri ile etkinlik alanları, ekonomik durumları saptandı. Aşiretlerin tüzel kişilikleri kaldırıldı, bu nitelikteki taşınmazları devletleştirildi. 1935 yılında, 2884 sayılı ‘Dersim’in vilayet teşkilatına alınması’ için, bir yasa çıkarıldı. Vali ve komutan yetkilerini birleştirerek yönetim gücünü arttıran bu yasa ile Dersim’in adı Tunceli olarak değiştirildi. Bu gelişmelerden rahatsız olan ve bölgede yüzlerce yıl neredeyse eylemli (fiili) bir bağımsızlık içinde yaşayan aşiret şefleri, tepki göstermekte gecikmedi. 21 Mart 1937’de ayaklandılar. 1938 yılında ayaklanma bastırıldı. Yalnızca Demenan Aşireti yüksek dağlara çekilerek 1942 yılına dek direndi. Sonuçta Dersim, Türkiye Cumhuriyeti’nin başka bölgelerinden herhangi bir ayrımı olmayan yurt parçası durumuna getirildi. Eşkıyalık önlendi ve Tunceli kısa sürede, bölgenin okuma oranı en yüksek ve Cumhuriyet ilkelerine bağlı ili durumuna geldi. Emperyalizmin Kürtlere olan ilgisi, petrolün öneminin artması ve Ortadoğu’da zengin petrol yataklarının bulunmasıyla yoğunlaşmıştır. Bölgeyi denetim altında tutabilmek için, bölgedeki devletlerin güçlenmesine izin verilmemiş, yörenin geri unsurları bu amaçla kullanmıştır. Bu kullanım sürmektedir. YSK’dan beklenti: Ahlâk mı, kahramanlık mı? Hiç düşündünüz mü: Ahlâklı insan ne zaman kahraman olur? 1) Bir toplumda ahlâksızlık egemense, ahlâklı insan kahraman olur. 2) Genel ahlâka veya meslek ahlâkına uygun davranmak insanın canını, malını, güvenliğini, ailesini, mesleğini tehdit ediyorsa, ahlâklı davranan insan yine kahraman olur. Vay o toplumlara ki, ahlâklı davranmak kahramanlık sayılır... Vay o toplumlara ki kahramanlara muhtaçtır! HHH Ahlâk nedir, nereden, nasıl gelir, nasıl biçimlenir? 1) Ahlâk tutum ve davranışlarımızı biçimlendiren kurallar bütünüdür: 2) Aileden, toplumdan gelir... 3) Eğitimle ve beklentilerle biçimlenir. HHH Mahkemeden adalet beklemek... Meclis’ten yasa beklemek... Başkandan, başbakandan, bakandan, validen, belediye başkanından hizmet beklemek... Polisten güvenlik beklemek... O makamlarda oturanların ahlâkını belirler. O makamlarda oturanlar toplumsal yaşamı düzenleyen kurallardan da sorumlu olduklarından, hem meslek ahlâkına hem de genel ahlâka uygun davranmak ve o kuralları pekiştirmek zorundadırlar. HHH Aşiret ve Din/Tarım toplumlarında gerek aileden gerekse toplumdan gelen ahlâkın kaynağı aile/aşiret/devlet reisi ile din ve mezhepti. Çağdaş toplumlarda ise ahlâkın kaynağı artık “Hukuk Devleti” yani, “Temel Hak ve Özgürlüklere Dayalı İnsan Hakları Hukuku”dur. “Temel Hak ve Özgürlüklere Dayalı İnsan Hakları Hukuku” ise “Demokrasi Ahlâkı”nın temelidir. HHH Şimdi tüm Türkiye, Yüksek Seçim Kurulu, YSK’nın hem genel ahlâka, hem de meslek ahlâkına uygun bir karar vermesini bekliyor: Yani verilecek karar hem genel ahlâka, “Temel Hak ve Özgürlüklere Dayalı İnsan Hakları Hukukuna” yani “Demokrasi Ahlâkı”na uygun olacak... Hem de meslek ahlâkına, yani Anayasa’ya, yasalara ve YSK’nın içtihatlarına uygun olacak. HHH Hem genel ahlâka, hem de meslek ahlâkına uygun karar vermesi beklenen YSK’yı vereceği karardan dolayı kahraman ya da korkak diye yargılamak, Türkiye’de “Demokrasi Ahlâkı”nın henüz yerleşmemiş olmasından... Ve zaten henüz kökleşmemiş olan Demokrasi Ahlâkı’nın üstelik bir de kaba kuvvet saldırısı ile karşı karşıya kalmasından kaynaklanmaktadır. M. Kemal uyarmıştı İrfan O. Hatipoğlu Mustafa Kemal Üniversitesi Uzunca süredir yurttaşlar olarak farklı bir deneyim yaşıyoruz. Yaşanan deneyimin en önemli çıktısı, ortalama yurttaş olarak tanımladığımız geniş zümrede, referandum, genel/yerel sürecinde yaşananlarsiyasal İslamcı iktidarın demokrasi anlayışının yarattığı hayal kırıklığıdır. Çünkü siyasal İslamcılar yanlarına kattıkları ‘ikinci cumhuriyetçiler’, ‘neoliberal aydınlar’, ‘yetmez ama evetçi’ler ile vesayetleri yıkmak; başta inanç özgürlüğü olmak üzere, tüm özgürlüklerin önünü açmak için iktidar olmuşlardı. Bunun böyle olmadığını yandaş aydınlar kısa zamanda gördü. Ortalama yurttaş ise yerel seçimler sonrası yaşadıkları ile tanı koyabildi. Koşulsuz oy verdiği siyasal İslamcı iktidarın, yerel seçim sonrasında demokrasiye inanmadığını tanıklık ederek travma yaşadı. Kaygısı arttı, derin sessizlik içinde gelişmeleri izliyor. Öfkeleri dinmedi Siyasal İslamcıların demokrasi, özgürlük, çağdaş yaşam, aydınlanma, insan haklarını öteleyen vb. tutumlarını cumhuriyetin kuruluş sürecinden biliyoruz. Cumhuriyetin kuruluş öyküsü bunlarla yapılan zorlu kavgaları içerir. Yenilgiyi içselleştiremediler. Öfkeleri bir türlü dinmedi. Cumhuriyetin değerleri ile sürekli kavgalı kaldılar. Ortaçağ değerlerinin/yaşam biçiminin bir ulusun yazgısı olmaktan çıkartılması onları korkuttu. Ülkede karşı devrim sürecinin başlamasıyla ‘inlerinden’ çıkıp, cumhuriyetin ‘kalelerine’ girdiler. Cumhuriyeti örselemek için, cumhuriyetin tüm kazanımlarını yok ediyorlar. Yerleştirmeye çalıştıkları ‘tek adam’ yönetim izlencesi ile hukuksuzluk, kayırmacılık, korku, yılgınlık egemen kılın mak isteniyor. Ne kadar yol aldıklarını, cesaretlerini yükselttiklerini yerel seçim sonrası yaşadıklarımızla tanıklık ediyoruz. Yerel seçim sonrası yaşananlar kavganın yeniden başlayacağını gösteriyor. Daha güçlüler, deneyimliler, usta takiyyeciler, dış destekliler. Artık demokrasi, özgürlükler, yaşam tarzımız, uygarlık arayışımız sinsi saldırı altında. Öngörüsü yüksek Mustafa Kemal 1925 yılında yaptığı bir konuşmada, saldırının nerden geleceğini işaret etti ve yurtseverleri uyardı: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en tehlikeli düşmanı, siyasal düşünceye dönüşen, irtica, yobazlık ve şeriat bağnazlığıdır” diyerek. Uyarı dikkate alınmadı, ötelendi. Karanlık sever oldukları bilinmelerine karşın “ortak değerler” üretme arayışına girildi. Kolaycı/uzlaşıcı yaklaşımla “dincilerin” geriletileceği, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşılacağını sanısına varıldı. Oysa siyasal İslamcılık uzlaşmacı değil, dayatmacı anlayışa sahiptir. Söylemleri tartışılmaz, yaşam örgülerinde akal/bilime yer yoktur. Bu nedenle aydınlanmacıların, siyasal İslamcılarla ortak noktada buluşmaları mümkün değil. Toplu cuma, kandil mesajları atmakla, mevlit okutmalarla uzlaşma aranmamalı. Değişik etkinlikler de –seçimler vb. siyasal İslamcılarla yan yana durulmamalı. Örtüşen söylemler geliştirilmemelidir. Benzer çabalar dincileri meşrulaştırma, görünür kılmanın dışında katkı sağlamaz. Ülkede ‘dinci’ iklimin oluşmasının önü açılır. Yaşayarak öğrendik ki; uygarlığın savunulması kolay değil. Şeriatçı anlayışın bir ulusun yazgısı olmaktan çıkartılması ataletle olmuyor. Kazanımların etkin korunması/geliştirilmesi de gerekiyor. Bunun için yeterli deneyime/birikime sahibiz. Önümüzde cumhuriyetin kuruluş öyküsü ve Mustafa Kemal’in önderliği var. Yine de işimiz çok kolay değil. Yeni çıktı! Türkçesi: Nuri Yıldırım, 480 sf., 28 TL Yeni çıktı! Türkçesi: Nuri Yıldırım, 400 sf., 25 TL Daha önce Hasan Âli Ediz çevirisiyle Anton Çehov’un Kent Hikâyeleri ile Taşra Hikâyeleri’ni yayımlayan Yordam Edebiyat, şimdi onların yanına Nuri Yıldırım çevirisiyle Kısa Hikâyeler ve Uzun Hikâyeler’i ekledi. Çehov’dan “Seçme Öyküler” artık dört kitap! Her biri birer novella olarak da ele alınabilecek Uzun Hikâyeler’inde Çehov, edebî dehasının sınırsızlığını gösterirken Kısa Hikâyeler’de piskopostan mujiğe, öğretmenden çavuşa, keşişe, öğrenciye hatta köpeğe uzanan karakter çeşitliliğini yansıtıyor. “Sanki bütün dünya gizlenmiş, bana bakarak benim onu anlamamı bekliyor.” Anton Çehov YordamEdebiyat • YordamEdebiyat • YordamKitap • www.yordamkitap.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle