25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
DİZİ TASARIM: İLKNUR FİLİZ 96 MART 2019 ÇARŞAMBA Berksoy: Sanata öcü muamelesi yapılsa da yeni kuşak, bu bağnaz çatışmadan zaferle çıkacak 120 yıl geriye gidişMArT4 8KADIN Zeliha Berksoy, “Devrimler yok edilemeyecek kadar halkımız tarafından benimsenmiş ve Enver Aysever yaşatılmaktadır” diyor. Büyük sanatçıların çocuğu olmak güçtür, adları, temsil ettikleri değerler altında ezilir kişi. Zeli ha Berksoy bunun tersini başarmış, anne Semiha’dan farklı, özgün yol tut muş bir sanatçı. Yeni oyun provası sı rasında buluştuk. Her zaman olduğu gibi yaratıcı, üretken Berksoy, bugün lerde iyice sarsılan ölçülere, toplum sal çürümüşlüğe de tepkili. Cumhuri yet aydınlanmasının ne türden kadın sanatçılar yetiştirdiğini düşündüm söyleşirken, bir yandan da giderek ya şamı daraltan gericiliğe karşı tarihin geri gitmeyeceğinin kanıtı oldu Zeliha Berksoy’un sözleri... Yaratıcı yaşam... n Anneniz Semiha Berksoy’u yaratan koşullar nelerdi? Cumhuriyet, aydınlanma, laiklik meselesine o kuşak nasıl bakardı? Semiha Berksoy, ülkemizin en coş ‘AYDINLANMA, YÜREKLE OLUR’ kulu ve verimli yıllarında, henüz 13 yaşındayken 1923 Cumhuriyeti’nin içinde buluyor kendini. İstanbul Çengelköy’de dünyaya gelen Semiha Berksoy, kültürlü bir aileye ve sanatçı bir anneye sahip. Annesi Saime Hanım resim yapıyor, aynı zamanda modelist olarak özel kostümler dikiyor. Çok narin ve güzel bir kadın. Semiha’nın sanat ruhunu daha çocukken besleyen ve biçimlendiren bir anne. Ancak 1918 yılı ve İstanbul işgal altında, o dönem Amerikan askerlerinden yayılan bir mikrop “İspanyol nezlesi”ne tutularak hayata veda ediyor. Annesi Semiha’nın ikonu oluyor. 1920’ler 1930’lar dönemi, yani n Sonra Türkiye’de bu kavga başlıyor, 68 kuşağı ve sonrası... Berlin’den Türkiye’ye döndüğümde artık başka bir sanatçıydım. Ve Devlet Tiyatrosu’ndan ayrıldım. İlk oyunum Vasıf Öngeren’in “Asiye Nasıl Kurtulur?” da Asiye rolü ile yılları aşıp bugünlere kadar gelen bir efsaneyi taşıdım. Bertolt Brecht’in şiirlerinden bestelenen şarkılarla, Almanca konserler verdim. Dostlar Tiyatrosu’nda Brecht projeleri yaptım. Ve halen de aynı düşünce ile çalışmalarıma devam ediyorum. Memleketimizde 68 kuşağı dediğimiz hem politik hem sanatsal değerler içinde mücadelelerle kendini ayakta tutan sanatçılar 70 kuşağını arkalarından taşıdılar. 80’ler sonrası bizde de popülerizm baskın hale geldi. Ama buna karşı duran çok değerli yazarlarımız Haldun Taner, Melih Cevdet Anday, Aziz Nesin, Nâzım Hikmet, Asaf Çiltepe, Mehmet Akan, İsmet Güntay, Yaşar Kemal ve diğer çok değerli oyun yazarlarımız, romancılar Oğuz Atay ve Ferhan Şensoy’u anabiliriz. 90 sonrası popüler kültürde komedi skeçlerinin başını çeken yazarlar ne yazık ki izleyiciye hiç tanımadığı bir kriter sundular. İçeriksiz, estetiksiz, zekâsız, yalnızca paraya dayanan ve genç yetenekleri kullanmak suretiyle büyük paralar kazanmaktalar. İsim anmıyorum, gerektiğinde anacağım, halk bunları zaten tanıyor. Aydınlanma süreci bilinç, entelektüellik, enerji, zekâ ve yürekle olur. Cumhuriyet sonrası devam eden çok canlı, renkli ve yaratıcı bir yaşam var. gerçek sanatçıların en değerli eserle İstanbul’da ve Beyoğlu’nda çeşitli ti rini verdiği yıllar, altın yıllar da deni yatrolar, Tepebaşı’nda Darülbedayı lebilir. Elbette Semiha farklı yetenek yani bugünkü İstanbul Şehir Tiyatro lerle doğmuş, ancak sanatçının içinde su. 1930’larda Beyoğlu tahmin edile bulunduğu ortam ve değerler, yetene bileceği gibi genç, şair, yazar, ressam, ğinin gelişmesine, parlamasına ve gi tiyatro sanatçıları ile genç Cumhuri derek dünyaya açılmasına olanak sağ yeti ileri taşıyacak bir enerjiye sahip. lıyor, tıpkı Semiha Berksoy’da oldu Semiha, kendi yeteneklerini ğu gibi. Oysa bugünü keşfeden ve akademik eğitime önem veren bir genç kız. Çok heyecanlı ve keşfedilmeye açık, idealleri var. Güzel Sanat Akademisi’nde Na ‘90 sonrası popüler kültürde komedi skeçlerinin düşündüğümüzde ise 1900’ler yani 120 yıl geriye gitmemiz için bir baskı yaşanıyor. başını çeken Ancak dünya öyle bir mık İsmail Atölyesi’nde öğrenci, bunun yanı sıra Şehir Tiyatrosu’nda sınav kazanarak 3 yıllık tiyatro eğitimine başlamış, yine de İstanbul yazarlar içeriksiz, estetiksiz, zekâsız, yalnızca paraya dayanan ve genç yere geldi ki yeni kuşaklar bu bağnaz çatışmadan kendi enerjileriyle zaferle çıkacaklardır. Belediye Konservatuvar’ın yetenekleri Nâzım Hikmet, da şan derslerine devam ediyor. Tiyatro hayatının büyük oyuncuları olan Muhsin Ertuğrul, İ. Galip Arcan, Beh kullanmak suretiyle büyük paralar 1950 yılında hapisten çıktıktan sonra şerefine yapılan bir gecede Semiha, Ric zat Putak, Hazım Körmükçü, kazandılar.’ hard Wagner’in eser Neyyire Neyir, Bedia Muvah lerini seslendiriyor. hit gibi sanatçılarla çalışıyor. 1940’ta Nâzım, Çan Cemal ve Ekrem Reşit Rey kardeşle kırı Hapishanesi’ndeyken Semiha ha rin bütün operetlerinde Primodanna pishaneye gidiyor. Ve Puccini’nin rollerine çıkıyor. “Tosca” operasını oynaması Nâzım ta Sanatın altın yılı rafından isteniyor. Böylece 1941 yılının unutulmaz Tosca Operası oyna her ne kadar toz, toprak içine atılsa da bir gün pırlantalığını ispat eder ve hakkını ister, dünyada onun yolu açık olsun” diye yazacaktır hapishaneden. Dönüm noktası... n Siz yeni bir yol seçiyorsunuz, devrimci tiyatroya adıyorsunuz kendinizi, sanırım ülkenin siyasal iklimi sanatçının tercihlerini biçimlendiriyor değil mi? 1960 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’ne girdim ve beş yıl sonra yüksek bölümden mezun oldum. İki yıl süre ile Devlet Tiyatrosu’nda önemli roller oynadım. Ve 1967 yılında mesleğimde bilgi, görgü programı ile Berlin’e gönderildim. Batı Berlin’de Schiller Tiyatrosu’nda öğrenci reji asistanı olarak çalışırken Doğu Berlin’de Berliner Ensamble vardı. Bir gün Semiha bana “Bugün seni dünyanın en büyük tiyatrosuna götüreceğim” dedi. Ve biz Doğu Berlin’e geçtik. Berliner Ensamble kapısından böylece girdim. Bambaşka bir sanatla karşılaştım. Semiha, Ankara’ya döndükten sonra ben artık sürekli olarak Berliner Ensamble’daki oyunların provaları, arşivinde çalışma, her akşam oyunları izleme gibi ihtisaslaşmaya başla n Sanırım Nâzım’la dostluğu da o nıyor. Ancak Semiha’nın bu hareke dım. Bu tiyatroda geçen iki yılım be sıralarda başlıyor değil mi? ti onun meslek hayatına büyük be nim dünya görüşüm, diyalektik dü Nâzım Hikmet’le yakın bir dostlu del ödetiyor. Nâzım Hikmet annesinin şünce, yorumlama sanatı ve oyuncu ğu ve Fikret Mualla ile yakın bir arka yazdığı bir mektupta “Semiha, Türk luk biçimleri açısından sanat haya daşlığı var. İçinde bulunduğu ortam kadın sesinin pırlantasıdır, pırlanta tımda bir dönüm noktası oldu. 80’lerin yozlaşması n Cumhuriyet nihayetinde kültür devrimidir. Müziğin, balenin, tiyatronun üstünde yükselen nesiller söz konusuydu. Bu türden yozlaşma ardından devrim yeniden sağlıklı zemine oturur mu? Atatürk’ün gerçekleştirdiği Cumhuriyet sanat ve kültür devrimi için yapılan öncü çalışmalar: birçok branşta yurtdışına gönderilen öğrenciler için de opera dalında öğrenim görmek üzere, Semiha Berksoy da Berlin Yüksek Müzik Akademisi’ne sınav kazanarak gitmiştir ve1939 yılında Richard Strauss 70. sanat yılı kutlamalarında ünlü eseri “Ariadne Auf Naksos” operasında başrol Ariadne’yi oynuyor. Atatürk’ün Cumhuriyeti kurarken çağdaş uygarlık düzeyi meselesinde ne kadar haklı olduğu ve Türk sanatçısına, bilim adamına güvendiğini görüyoruz. Semiha Berksoy, Berlin Radyo Orkestrasıyla konser veriyor ve Viyana Operası’ndan aynı bestecinin “Salome” operası için teklif alıyor. Ancak onun genç Cumhuriyette bir görevi vardır. Türk Operası’nın kuruluşunda bulunmak. Dünya kariyerini bırakıp heyecanla ülkesine dönüyor. Yıl 1940, bu olaylar Atatürk’ün ölümünden yedi ay sonra gerçekleşiyor. Ve yaşamış olsaydı; yurtdışı resmi davetlere asla katılmamış olan Atatürk, bir Türk kızının bu başarısını izlemek için Berlin’e giderdi ve kendi gençlerinin değerlerinin kanıtlanmasında heyecan duyardı. Cumhuriyetin kültür devriminde ortaya çıkmış olan ve bugünlere sayısız sanatçılarla ulaşmış olan ülke sanatımızın ricat sürecinde olduğunu düşünmüyorum. Kurumlar, yönetimler tarafından kimlik değiştirmeye zorlanabilir, baskı görebilir, ancak perdeyi açan her zaman sanatçıdır. 80’li yıllarda başlayan yozlaşma bütün hızıyla bugünlere kadar gelmiştir. Popüler kültürün ortaya çıkması 1985’ten başlayarak 90’lı yıllardaki işbirlikçi idarelerin ortaya koyduğu ve gerçekleştirdiği şartlar altında sanat kurumları da hırpalanmış ve değişime uğraması arzu edilmiştir. Bu her branşta olmuştur. Özellikle edebiyat, tiyatro bundan en fazla payını alanlardır. Çünkü bu iki sanat dalı insanlara doğrudan ulaşan dallardır. Bu yıllar da özellikle arabesk kültür, televizyon kanallarında her gün baskın şekilde reklam edilmiş ve toplumda arabeskin etkisiyle başkalaşım yaratılmıştır. FEO‘GDEARİLCZİLİHİKNVİYEET’ n Atatürk dönemi büyük sıçrama yaşandı sanat alanında. Şimdi hayli geri düştük değil mi? Gelelim 1930’lara... Atatürk, genç Türkiye’de sanatı, bilimsel ve akademik bir formasyona ulaştırmak için kolları sıvamıştır.1934 yılında ülkesine davet etti, İran Şahı için hazırladığı birçok sanayi yatırımının yanı sıra bir opera inşa ettirmiştir. Ve ilk Türk Operası “Özsoy”un konusunu hazırlamış ve Ahmet Adnan Saygun’a besteletmiştir. Şah’a opera izlettirecektir. Ve onun da kendi ülkesinde böyle sanat kurumları kurmasına öncü olacaktır. 19 Haziran 1934’te Özsoy oynanır ve Atatürk “Bu olay bizim müzik ve sahne hayatımızda bir dönüm noktasıdır ve bir devrim hareketidir” demiştir. 1936’da Almanya’da değerli uzmanlar davet etmiş ve Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kurulması konusunda çalışmalara başlamıştır. Böylece ülkemizde hem araştırmacı, hem uygulamacı, uygar dünyaya denk sanat çalışmaları başlamıştır. Ancak zaman içinde bazı keyfi yönetimler ve politik baskılar bu kurumların gelişmesinde engeller oluşturmuşlardır. Son 15 yılda ise batı sanatı adı altında ne yazık ki evrensel sanata ait bu kurumlar halk kitlelerine yanlış tanıtılmış, toplumsal açıdan bir yabancılaşma sağlanmak istenmiştir. Cumhuriyetin başından itibaren sinsice yaşanan bu gericilik ve feodal zihniyet, sanata ne kadar öcü muamelesi yapsa da artık bu devrimler yok edilemeyecek kadar halkımız tarafından benimsenmiştir ve yaşatılmaktadır. KO‘SRAKMNSAÜKRTIR’ n Sansür yasasını alkışlayan sanatçılar hakkında ne dersiniz? Saray sanatçılarını nasıl yorumluyorsunuz? Sansür, korkmak demektir. Ama hayatın diyalektiğinden kaçmak mümkün değildir. Zaman gerçeği, somut gerçeği ortaya çıkarır. Epik tiyatronun, diyalektik öğretiden yola çıkarak somut gerçek kavramı budur. Böyle olunca sansürler her zaman yıkılmak zorundadır. Geriye yalnızca acı gülünçlükler kalır. Bugün saray sanatçıları ve onların organizatörü Yılmaz Erdoğan şimdiden kendi yerlerini almış durumdadırlar. Ancak şunu da söylemem lazım 10 yaşındayken bir çocuk gözüyle bildiğim de Demokrat Parti’nin Cumhurbaşkanı Celal Bayar da Çankaya Köşkü’nde opera sanatçılarını çağırırdı. Devlet Operası’nda organizatörü de Aydın Gün’dü. Sonraki yıllarda bu isimler her gün radyodan yayımlanan Demokrat Parti’ye katılanlar listesinde anons ediliyorlardı. Elbet Semiha Berksoy hiçbir zaman Çankaya yoluna düşmedi. O yıllarda Ankara’da Amerika rüzgârı esmekteydi. Amerikan büyükelçisi Teksas petrol kralı olan Mac Ki bazı ev konserlerine davet edilirdi. Sevda Cenap And’ın Kavaklıdere’deki evlerinde düzenledikleri konserlere Devlet Operası’ndan bir soprano davet edilirdi. Ankara’nın karlı kış gecelerinde başka bir evde de konserler yapılırdı. Viyana’da opera eğitimi yapmış olan değerli Vahdet Nuri Gültekin’in evinde şan, piyano, keman olarak müzik gecelerinde Semiha’da aryalar söylerdi. Mithat Fenmen, Fethi Kopuz gibi değerler... Yarın: SERPİL GÜVENÇ Beka değil... Sefacefa sorunu var! Cumartesi gecesi Halk TV’de Fatih Ertürk’ün hazırlayıp sunduğu “Türkiye Nereye?” programından sonra Fatih’le, genç yoğunluklu Tunus Caddesi’nde gece yarısını selamladık. Ayaküstü sohbet ettiğimiz gençlerden biri “Bir selfie yapalım” dedikten sonra ekledi: “Muhtemel Türkiye’deki son fotoğrafım...” Ülkemizin gözbebeği kurumlarından birinde çalışan mühendis Hollanda’da iş bulmuş, gidecek. Son günlerde daha sık duyduğum bu sözü hazmetmeden, ne soracağımı biliyormuş gibi devam etti: “Şu anda Türkiye koşullarına göre iyi bir işte olan arkadaşlarımın çoğu, yurtdışında iş başvurusu yapıyor. Kabulü alan gidiyor...” Önceki gün de Anadolu’dan bir arkadaşım aradı. İşsizler kahvesindeki sohbeti aktardı: “Yakından tanıdığım bir işsiz şöyle bir plan yapmış, Almanya’daki akrabasının davetiyle turist olarak gidecek. 23 yıl yatarı olan bir suç işleyecek. Hapisten sonra, ‘Ben artık ülkeme dönemem’ deyip, iş isteyecek...” HHH Türkiye koşullarında iyi bir işe sahip olan gençler de işsizler de bir yolunu bulup yurtdışına gitme çabasında.  Bunda tek etken daha iyi yaşama koşulları aramak değil. Gençlerin ülkeye ilişkin umutları azalıyor. Her şeyden önce hakkaniyetin kalmadığını, çok nitelikli bir eleman olsalar bile bunun karşılığı olan bir iş bulamayacaklarını düşünüyorlar. Genel görünüme baktığımızda gençlerin bu duygusunu körükleyecek çok şey görüyoruz. Kısıtlı koşullarda işe almalar bile, bilgiye yeteneğe göre değil, kurayla!  Geçen hafta Zonguldak’ta madende çalıştırılacak bin işçi için 35 bin kişi başvurdu. Seçim nasıl olacak? Kurayla... Pek çok alanda kuraya alıştık ama, madende çalışacak işçiyi de bu yolla seçmek! Pes... Giresun’da da kura ile kimin yüzünün güldüğü ortaya çıktı. Tek kişinin alınacağı geçici işte kura, AKP Keşap İlçe Milli Eğitim Müdürü Salih Aykıt’ın eşi, aynı zamanda AKP Keşap İlçe Yönetim Kurulu üyesi Sakine Aykıt’a güldü.  HHH Türkiye’de iktidar çevresi olağanüstü zenginleşirken, büyük yığınlar yardıma muhtaç halde yaşıyor. Üstelik bu yardıma muhtaçlık özünde hakkını alamamaktan geliyor. Örneğin emekliler; 11 milyon emekli arasında en düşük maaşı son emekliler alıyor. 2008’den bu yana her yıl maaş bağlama oranı düşürüldü. Hakkını alamadığı için zor duruma düşen emeklinin, yardımla ayakta durup “AKP’ye şükretmesi” bekleniyor! Emeklileri maaşsızlık, gençleri de işsizlik yakıyor. Genç ve üniversite mezunu işsiz oranı yüzde 30’un üzerinde... Üniversite mezunları iş bulamayınca yüksek lisans ve doktoraya yöneliyor. Böylece eğitimli işsiz sayısı daha da katlanıyor.  Bütün bunları örtmenin tek yolu, bir beka sorunu yaratmak. “Beka sorunu varken, öteki sorunlardan söz etmek, ülkemizi kuşatmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmek olur” deyip, üste çıkmak. Sefa sürenlerin toplumdan koptuğu, cefa çekenlerin ülkeden ve gelecekten koptuğu bir süreçteyiz. Bu kader değildir. 31 Mart’ta sandıkta, “Böyle gitmez” inancıyla atılacak her oy, bir genci ülkeye bağlayacak umuda dönüşebilir. HSK’ye kurayla işçi alımı 100 kişilik işçi kadrosu için 6 bin başvuru ALİCAN ULUDAĞ Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) İŞKUR aracılığıyla alınacak 100 sürekli işçi kadrosu için 4 günlük sürede 5 bin 860 kişi başvurdu. MEB Şura Salonu’nda noter huzurunda yapılan kurayla HSK’ye temizlikçi, bahçıvan, mobilyacı ve elektrikçi kadrolarında 100 işçi alınırken, kura sonunda şans bulamayan 5 bin 760 kişi eli boş döndü. Hâkim ve savcı adayı kura törenleriyle gündeme gelen HSK, bu kez “sürekli işçi” alımı için başvuruların 1822 Şubat tarihleri arasında İŞKUR Ankara İl Müdürlüğü’ne yapılmasını istedi. Başvuru tarihi 4 günle sınırlı tutulunca 100 kişilik işçi kadrosu için 5 binin üzerinde başvuru yapıldı. Noter huzurunda yapılan kura sonucunda 5 bin kişinin başvurduğu temizlik işleri için 84 kişi alındı. 4 kişinin alındığı elektrik işleri için de 684 aday başvurdu. HSK’ye 4 ısıtmasıhhi tesisatçı, 4 bahçıvan, 4 mobilyacı alındı. 100 alımın gerçekleştirildiği kurada, şans bulamayanlar hayal kırıklığına uğradı. l ANKARA Danıştay eski üyesine hapis Eski Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin yargılandığı davada Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından eski Danıştay üyesi Yunus Çetin’e, FETÖ üyeliğinden 11 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Çetin’in tutuklu bulunduğu sürenin infazından düşülmesine karar veren heyet, sanığın tutukluluk halinin devamına hükmetti. l ANKARA/Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle