22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
hafta sonu TASARIM: İLKNUR FİLİZ 93 ŞUBAT 2019 PAZAR İSTANBUL SÖZLEŞMESİ nEDEN ÇOK ÖNEMLİ? GREVIO, Avrupa Konseyi’nin istanbul Sözleşmesi’ni izleme organı. Sözleşmenin özelliği, kadınlara yönelik şiddetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle doğrudan ilişkili olduğunu ilk defa açıkça söyleyen sözleşme olması. Türkiye ilk imzalayan ülke. Dahası Türkiye, Cumhuriyet reformlarıyla çok seneler önce kadınerkek eşitliğini temel prensip haline getirmiş bir devlet, bizim bunun gereklerini yapmaktan kaçınmamızı kabul edemiyorum. NEDEN ENDİŞE VE TEPKİ DUYDUM? BM görevim 2018 yılı sonu itibarıyla sona erdi, kendi isteğimle bitirdim. Maalesef benden sonraki dönem için Türkiye aday göstermedi. Her alanda, topyekun bir mücadeleyle eşitsizliğin bir yansıması olan şiddetle başa çıkılabilir. Türkiye ümit ederim İstanbul Sözleşmesi gibi, CEDAW gibi sözleşmelere bağlılığında bir zayıflama yaşamaz. Tam da bu nedenle adaylıklar konusunda yaşadığımız sürece yönelik endişe ve tepki duyuyorum. Kadın örgütleri dışlandıFeride Acar: Kadınları kalıp rollere hapsetmek isteyen görüş ağırlık kazanıyor HİLAL KÖSE GREVIO Başkanı Prof. Dr. Feride Acar, 20 yılı aşkın süredir kadın mücadelesinin içinde. ODTÜ’de kadınerkek farklılıkları araştırması yapan ilk akademisyenlerden. BM Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin denetim organı CEDAW Komitesi’nde 16 yıl üye, raportör, başkan olarak görev yaptı. İstanbul Sözleşmesi’ni yazan kişilerden. Sözleşme sürecinde müzakereleri Türkiye adına yürüttü. Onca yıllık emeğinin karşılığı ise en hafifiyle bir nezaketsizlik örneği. Başkanlığı yaptığı kuruma yeniden aday gösterilmedi. Yerine Tenzile Erdoğan Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi Müdürü Prof. Dr. Aşkın Asan’ın tek aday olarak bildirildiğini de Avrupa Konseyi’nden (AK) öğrendi. Acar’ın aday gösterilmemesi feminstleri, kadın örgütlerini tedirgin etti. Türkiye’nin bu tutumu, İstanbul Sözleşmesi’ne karşı yürütülen kampanyalar da düşünüldüğünde ne anlama geliyor? Acar, bu soruya “Strateji değiştirmenin bir adımı mı, bekleyip göreceğiz” yanıtını veriyor. Kadınları da uyarıyor: “İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmak, bu konuda tetikte olmak gerekir.” n Siz aday gösterilmeyince pek çok insan üzüldü... Ben de çok şaşırdım ve üzüldüm. Uzun yıllardır sivil toplumla, özellikle kadın hareketiyle hep yakın ilişki içerisinde oldum. Devletin ilgili kurumlarıyla da öyle. Çünkü bunları da görevimin parçası olarak düşündüm. Örneğin, Meclis Fırsat Eşitliği Komisyonu, GREVIO raporunu incelemek ve nasıl uygulanacağı hakkında çalışmalar yürütmek üzere alt komisyon oluşturdu. Daha iki hafta önce hem fırsat eşitliği komisyonuna hem de alt komisyona davet ettiler. Saatlerce bilgi verdim raporu anlattım. Görevde öğrendim n Yeniden aday gösterilmediğinizi nasıl öğrendiniz? Strasbourg’da görevdeyken öğrendim, geçen hafta. Orada herkes şaşkınlıkla karşıladı. Hatta bir yanlışlık olup olmadığını sordular. Bunun da en azından nezaketsizlik olduğunu düşündüm. Aday adaylığı başvurumu yapmıştım. Daha önceki seçimde Türkiye’nin önerdiği adaydım ve en yüksek oyla kazandım. İki kez de oybirliğiyle GREVIO’ya başkan seçildim. Başkan olarak İstanbul Sözleşmesi’ni bugüne kadar uluslararası temsil eden kişiyim. n Neden tek aday gösterildi? Bilemiyorum. Avrupa Konseyi’nin tavsiyesi devletlerin üç adaya kadar isim bildirmesi. Amaç bu alanda çalışacak en yetkin adayı seçebilmek. n Türkiye’nin bu tutumu İstanbul Sözleşmesi’ne olan bağlılığının azaldığını gösterir mi? Her zaman konuşmalarımda şöyle dedim, Türkiye şiddetle anılan devlet olmak istemiyor, bununla en ciddi mücadeleyi yürütmek isteyen devlet olmak istiyor. Sözleşmenin imzalandığı dönemde Türkiye büyük bir gayretle süreci destekledi. Ülkemizde kadın hareketi sözleşmeye sarıldı. Şimdi bazı çevrelerin İstanbul Sözleşmesi’ne son derece kar EŞİTLİK YOKSA ADALET DE YOK n Kadınerkek eşitliği konusunda, geriye gidiş mi var? Çok çarpıtılıyor olay. Kadın erkek eşitliği savunuculuğunu, kadınlık erkeklik rollerinin tamamen yadsınması, ortadan kaldırılması gibi sunuyorlar. Böyle bir şey yok, kimse kadın erkek aynıdır demiyor. Eşitlik farklı bir şey. Bütün tartışmayı siyasi bir tartışma haline getirip kadınların pozisyonunun iyileştirilmesini toplumsal düzenin tehdit edilmesi olarak sunuyorlar. Tam tersine, şiddetin olmadığı aileler güçlü olur. Öbür türlüsü bırakın aileyi insani bir ilişki değil zaten. Kadın şiddet görsün, İstanbul Sözleşmesi’nden doğan hakkını aramasın. Bu hiç kimsenin kabul edebileceği bir şey değil. “Şiddetle mücadele ederken aile kurumunu zayıflatıyorsun” yaklaşımının hiçbir geçerliliği yok ama herhalde bazı insanların kulağına hoş geliyor. n ‘Eşitlik yerine adalet’ olur mu? İkisi de gerekli ama eşitlik olmazsa adalet zaten olmaz. Eşitliğin olmadığı yerde adaleti savunmak merhameti savunmak oluyor. Günümüzde bir toplumsal sistemin bireylerin merhamet duyguları üzerine inşa edilmesi düşünülebilir mi? Böyle bir şey savunulabilir mi? Ben adalet diyen kadınların da çoğunlukla eşitliğin önemini yadsıdığını zannetmiyorum. Adaleti vurgulayanlar da bence eşitliği reddetmiyorlar şu veya bu şekilde siyasi nedenle adalet üzerinde daha fazla durmayı, onu dile getirmeyi tercih ediyorlar diye düşünüyorum. Ama bu da iyi bir şey değil. Keşke Türkiye’deki bütün kadın örgütleri eşitlik gibi temel bir kavram üzerinde söz birliği yapabilseler, bunu açıkça söyleyebilseler. O zaman şiddetle mücadele çok daha etkili olurdu ama siyaset bazı şeyleri olumsuz etkiliyor. NECATİ SAVAŞ şı bir tutum içerisinde oldukları biliniyor. Gazeteler var, açıkça sözleşme aleyhine yayın yapıyor. GREVIO adayı belirleme süreci, devletin İstanbul Sözleşmesi konusundaki tutumunu veya şimdiye kadar izlediği stratejisini değiştirmesinin bir adımı mı bekleyip göreceğiz... Tercihte liyakat yok... n Şimdiden kadın örgütlerinde endişe yarattı... Tabii bende de yarattı. Dediğim gibi şimdiye kadar bu konuda Türkiye’nin samimi bir gayreti olduğunu düşünüyordum. Başkanlığım, beni GREVIO’ya aday gösteren Türkiye’nin de son derece lehine olan bir şeydi. Önemli bir tanınırlık ve prestiji kaynağı oldu. Niye Türkiye bundan vazgeçmek ister samimi olarak anlamıyorum. Çok tuhaf bir tutum. Tercihin neye bağlı olarak yapıldığı konusunda devlet yetkilileri hiçbir açıklama yapmadı. Ancak liyakat bazında olmadığı yönünde çok yaygın kanı var, aksini ifade eden kimse de yok. Ortada siyasete bağlı bir tercih var diye düşünüyorum. n Kadınlar aleyhine mi tercih? Siyaset sosyoloğu, kadın çalışma ları hocası, toplumsal cinsiyet eşitliği savunucusu olarak, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kadınları özellikle karşısına almak, kadınlar aleyhine bir strateji izlemek istediğini düşünemiyorum. Ancak şöyle bir eğilim de gözüküyor. Birçok ülkede hızla farklılaşan dünya görüşleri ve farklı dünya görüşleri içerisinde ekstrem uçlar var. O uçlardan bazıları İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkıyor, başka ülkelerde de Türkiye’de de. Ama bu karşı çıkışın temelinde toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı olmak yer alıyor. n Sözünü yerine getirmesi bekleniyor... Söylemde herkes kadına şiddete karşı. Şiddet niye oluyor? Tarih boyunca toplumlarda kadınlarla erkekler arasında bir güç, iktidar eşitsizliği olduğu inkâr edilemez. Bu eşitsizlikten doğan yansımaların en aşırısı da kadınlara yönelik şiddet. Şiddet eşitsizlikten doğuyor, şiddetin varlığı da eşitsizliği besliyor. İstanbul Sözleşmesi bunun adını tam bu şekilde koyuyor. Bu sözleşmeyi mevcut iktidar kabul etti. Biraz göz ardı etme, geri plana itme yönünde girişimler olabilir mi onu da bilemiyorum. Acar, Hilal Köse’nin sorularını yanıtladı. TEK YOL MÜCADELE Yakın tarihimizde kadın hareketinin devletle el ele çalıştığı dönemler vardı. Zaman içinde devlet kurumlarının her tür kadın örgütüyle ilişkisinde bariz bir seçmecilik hâkim oldu. Özellikle kadınerkek eşitliğini savunan örgütlerin devlet kurumlarıyla ilişkileri zayıfladı. Onlar süreçlerin içerisine dahil edilmiyorlar ki, bu ciddi bir sorun. Aralarında Türkiye’de sığınak açan, şiddet gören kadınlara fiilen destek veren kuruluşlar, bağımsız kadın örgütleri, kadın dernekleri var. Sözleşmeler başlıca araçlarımız... Bu örgütler dışlandıkları için kimi kadınlara ulaşılması, onların istemlerinin süreçlere yansıması da engellenmiş durumda. İstanbul Sözleşmesi’nin temel talebi devletlerin alanda çalışan kadın örgütlerinden yararlanarak politikalarını belirlemesi... Kalıp yargılarla tanımlanan kadın erkek rollerini savunan ve kadınları da o rollerin içine hapsetmek isteyen bir görüşün olduğu, o görüşün de giderek ağırlık kazandığı bir gerçek. Bu durumu aşmanın yolu mücadele. Sürekli mücadele edilmesi lazım; bu mücadeleye destek olabilecek bütün araçlardan yararlanmak gerek. Bu araçların başlıcaları da uluslararası sözleşmeler. AİLE AMA NASIL ? Ailenin bireyler için sarmalayıcı bir ortam oluşturması gerekir. Bu ancak eşitlik içinde olur. Birey olarak kadınların haklarının sorgulanamaz olduğunu düşünmek bir yaklaşım, ama kadınların temel sorumluluğunun aileyi bir arada tutmak olduğunu ve de esas önemli olanın aile kurumu olduğunu söyleyerek kadını edilgen konuma koymak başka bir bakış açısı. Bence aile ve birey karşı karşıya getirilmesi gereken şeyler değil. Aile önemli bir kurum ama istenilen mutlu aile kurumu. Mutlu aileler de ancak bireyin haklarının tam olarak yaşanabildiği ailelerdir. Ne istiyoruz? Kadın dayak mı yesin, şiddet mi görsün? Şiddet görünür olmasın mı? İçinde baskı olan, yaralama olan ailelere razı mıyız? Kadınların ezilmesine göz mü yumacağız? İstanbul Sözleşmesi’ni saptırma üzerinden ortaya çıkan davranışlar var. Avrupa Konseyi’nin kaynaklarında görüyoruz, hiçbir konuda anlaşamayan bazı kesimler bu konuda anlaşıyor. Organize bir hareket var...  en fazla para ödeyen 5. ülke Para çok başarı yok ARİF KIZILYALIN Türkiye’nin futboldaki hali içler acısı. Son FIFA sıralamasında 39.’luğu zar zor korudu. Avrupa kupalarında 5 takımla başlayan yolculuk, güç bela 2 ekiple devam ediyor. 3 büyüklerin kendi aralarında oynadıkları derbiler hariç diğer lig maçları, 23 ülkede ya naklen yayınlanıyor ya özet görüntüyle geçiştiriyorlar. Seyirci konusu ise içler acısı. Biraz Fenerbahçe biraz Galatasaray, az buçuk Beşiktaş, ucundan da Trabzonspor olmasa, Süper Lig’in seyirci ortalaması 10 binlerin çok altında! Bu görüntüye karşın, geçenlerde yapılan bir araştırma Süper Lig’in, futbolcuya en fazla parayı ödeyen 8. organizasyon olduğunu ortaya koydu. Vergi avantajı da eklendiğinde Türkiye, dünyanın futbolcuya en fazla para ödeyen 5. ülkesi! Avrupa’nın ünlü spor araştırma grubu Sporting Intelligence, tüm dünya liglerini baz alarak yaptığı araştırmada Türkiye’yi ‘Zenginler Ligi’nin as oyuncularından biri olarak gösterdi. FIFA sıralamasında Türkiye’nin fersah fersah önündeki Belçika, Hollanda, Danimarka gibi ülkeler, futbolcuya ödenen maaşlarda Süper Lig’in çok gerilerinde kalırken ortalama 742 bin Avro’luk rakam, yeşil sahalardaki tezatı da ortaya koydu! Futbol dünyası da tıpkı Türk ekonomisi gibi, üretim yapmayan, dışa bağımlı bir görüntü çizdi. Vergisini bile ödüyoruz! Altyapıların (A) takımlara oyuncu taşıyamaması nedeniyle, yaşı geçkin yıldızlara Avrupa standartlarının çok üzerinde para ödeyen Türkiye’de futbolcu maaşlarının yarattığı bir başka eşitsizlik ise vergi konusunda yaşanıyor. Yasa gereği futbolcuların kazançlarından sadece yüzde 10’luk bir stopaj vergisi kesilirken, bu rakamın da kulüpler tarafından ödenmesi, ortalama 742 bin Avroluk geliri aslında ikiye katlıyor. Bu istisnai durum hesaplandığında Türkiye dünyanın en fazla maaş ödeyen 5. ülkesi haline geliyor Mbaye Diagne (sağda) Kasımpaşa’dan 10 milyon Avro bonservis bedeliyle Galatasaray’a geçmişti. Rekor Ada’da ama! Futbol dünyasında oyunculara en fazla maaşı ödeyen ülke İngiltere. Belli bir sayıda milli olma, AB pasaportu vb. kriterler koyan İngilizler, Premier Lig’e adım atan yıldızlara ortalama yıllık 3.3 milyon Avro veriyor. Endüstriyel futbolun beşiği sayılan İngiltere, bu parayı naklen yayın ücretleri, isim hakkı, tribün gelirleri, her türlü sponsorluk anlaşması ve yasal bahisle çıkartıyor. İngiltere sonrası İspanya La Liga, 2.4 milyon Avro’yla 2. sırayı alırken İtalya, İngiltere’nin yarı parasını ödemesine rağmen 1.7 milyon Avro’yla ilk 3’teki yerini koruyor. Bundesliga 1.5, Fransa 1.1 milyon Avro ortalaması tuttururken, son yıllarda futbola aşırı yatırım yapan Çin; 903 bin Avro, Rusya ise 753 bin Avro’yla Türkiye’nin hemen bir basamak üstünü paylaşıyor. Futbolun sambacıları Brezilya, 576 bin Avro’yla Türkiye’nin altında. ABD (446 bin Avro), Arabistan (436 bin Avro), Belçika, Meksika, Hollanda ve Japonya ilk 10’u oluşturuyor. İsveç’te ise futbol, en az kazandıran mesleklerden. Ortalama yaklaşık 87 bin Avro. Keza Danimarka ve bir dönem futbola inanılmaz paralar saçan Yunanistan (129 bin Avro), listenin altlarında yer alıyor. Yine FIFA sıralamasında Türkiye’yi çok gerilerde bırakan 20. sıradaki Galler’de futbolcu 5 bin 400 Avro’ya oynarken, 35. sıradaki Bosna’da maaşlar 36 bin Avro sınırında. Gelirde ilk 30’da yokuz! Türkiye, futbolcuya en fazla parayı ödeyen ülkeler arasında 8. sırada olmasına karşın ticari gelirlerde sınıfta kaldı. Geçenlerde yayımlanan Deloitte Futbol Para Ligi’nde Real Madrid; 750.9 milyon Avro, Barcelona; 690.4 milyon Avro ve Manchester United; 666 milyon Avro’luk gelirleriyle en çok kazanan 3 takım olmuştu. Türkiye’nin en fazla futbol gelirine sahip 3 takımı; G.Saray, F.Bahçe ve Beşiktaş, yaklaşık 100’er milyon Avro barajına yaklaşamadıkları için ilk 30’a bile giremez hale geldiler. Ve ne yazık ki Türkiye’de kazanç tamamen naklen yayın, stat gelirleri ve devletin vergiSpor Toto reklam desteğine kalmış durumda. Gelir kalemleri bu kadar sınırlıyken futbolculara ödenen yüksek maaşlar, Türk futbolunu batağa götüren parametre olarak gösteriliyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle