18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 4 ARALIK 2019 ÇARŞAMBA [email protected] TASARIM: İLKNUR FİLİZ olaylar ve görüşler Kurtuluş Savaşı ve 160 Yıllık Okul: Mülkiye Vecdi SeviĞ GAZETECİ Kurtuluş Savaşı’nın 100. yılında Türkiye’nin köklü eğitim kurumlarından Mülkiye, kuruluşunun 160. yılını kutluyor. 1859’da eğitime başlayan ve bugüne dek 30 binden fazla mezun veren Mülkiye, eğitim çalışmalarını günümüzde Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Mülkiye adıyla sürdürüyor. Okul, kuruluşundan 1915 yılına kadar 1650’nin üzerinde öğrenci yetiştirmiş, o yıl “bütçe sorunları” gerekçe gösterilerek eğitime ara verilmiş, 1918 yılında yeniden açılmıştı. Bu dönemde mezunlarından beşi Çanakkale Savaşı, ikisi de I. Dünya savaşında diğer cephelerde şehit olmuşlardı. Kurtuluş Savaşı sırasında, 1896 mezunu Eşme Kaymakamı Ahmet Şevki Bey, 1908 mezunu Ali Rıfat Bey, 1909’da okulu tamamlayan Akdağmadeni Kaymakamı Mehmet Tahir Bey, 1910 mezunu Kaymakam Köprülü Hamdi Bey ulusal direnişe karşı çıkan isyancılar tarafından şehit edildiler. İbrahim Süreyya Yiğit Kurtuluş Savaşı’nın başladığı günlerde Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında görev üstlenmiş çok sayıda Mülkiyeli vardı. Mustafa Kemal, 1918 yılı ekim ayı sonunda Adana’dan İstanbul’a çağırıldığında İzmit Mutasarrıfı İbrahim Süreyya (Yiğit) Bey’e telgraf çekerek kendisiyle görüşmek istediğini bildirmişti. 1900 yılında Mülkiye’den mezun İbrahim Süreyya Bey Mustafa Kemal ile 1909 yılının şubat ayında kaymakamlık görevinde bulunduğu günümüzde Bulgaristan sınırları içindeki Yenice kasabasında tanışmışlardı. Çanakkale Savaşı sırasında Gelibolu mutasarrıfı olan İbrahim Süreyya Bey ile Mustafa Kemal arasındaki dostluk pekişmişti. İzmit Garı’nda trene binip ve bir süre Mustafa Kemal ile görüşen İbrahim Süreyya Bey kısa süre sonra Damat Ferit hükümeti tarafından görevden alındı, 15 Haziran 1919’da Amasya’da Anadolu hareketine katıldı. Ardından Erzurum ve Sivas kongrelerinde delege ve 23 Nisan 1920’de milletvekili oldu. İbrahim Süreyya Bey, Erzurum’da Amasya’yı, Sivas’ta Balıkesir’i temsil etti. İbrahim Süreyya Bey’in Sivas kongresi’ne Balıkesir temsilcisi olarak katılması 1904 Mülkiye mezunu Hacim Muhittin (Çarıklı) Bey’in Balıkesir’de toplanmasına öncülük ettiği ve başkanlığını yürüttüğü kongrede alınan kararla gerçekleşmişti. 27 Haziran12 Temmuz 1919’da yapılan Birinci Balıkesir Kongresi’ni, Erzurum ile sürdürülen haberleşmeler sonucu 2630 Temmuz tarihlerinde ikincisi izledi. Hacim Muhittin Bey, Alaşehir Kongresi’nin başkanlığını da yaptı, birinci Meclis’ten itibaren Kurtuluş Savaşı döneminde üstlendikleri görevlerden kesitler verilen Mülkiyeliler gibi okuldan mezun olanlar, Cemal Yeşil’in “Ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz” dizelerini her fırsatta terennüm ettiler ve etmeye de devam ediyorlar. 1954 yılına kadar milletvekilli olarak görev aldı. I. Balıkesir Kongresi’ne 1902 Mülkiye mezunu Yahya Sezai (Uzay) Bey, ticaret yaptığı Bandırma’dan delege olarak katılmıştı. Yunan güçlerinin işgali sırasında Bandırma’daki halkın örgütlenmesinde görev aldı. İşgal güçlerinin çekilmeye başladığı 16 Eylül 1922 günü bir camiye zorla sokulan ve kurulan düzenekle öldürülmek istenen halkın kurtulmasını sağladı. Yahya Sezai Bey, ilerleyen yıllarda mülkiye müfettişliği ve valilik görevlerinde bulundu, milletvekili oldu. Anadolu’nun batısında Kuvayı Milliye hareketine katılanlardan bir diğer Mülkiyeli, yurtdışında eğitimini sürdüren İzmir’in işgalinin hemen ardından Rodos üzerinden Kuşadası’na gelen 1909 mezunu Saraçoğlu Şükrü Bey idi. Şükrü Bey’in ilk görevi Burdur’da bulunan cephanelerin Nazilli’ye taşınmasıydı, bunu diğerleri izledi. İzmir İktisat Kongresi’ne çiftçi delegesi olarak katıldı, 1923’te milletvekili oldu, bakanlık, başbakanlık, TBMM Başkanlığı görevlerinde bulundu. Mustafa Faik ve Ali Haydar beyler 1906 mezunu Mustafa Faik (Öztrak) Bey, 1920 yılı ortalarına Mutasarrıf olarak bulunduğu Denizli’de işgal güçlerine karşı silahlı direnmenin örgütlenmesinde görev aldı, Ankara’da hükümet oluşumuyla birlikte İçişleri Bakanlığı’nda çalıştı, 1923’te Milletvekili oldu, bakanlık görevinde bulundu. 1902 Mülkiye mezunu Ali Haydar (Yuluğ) Bey, İstanbul hükümetince 1919 yılının Ocak ayında atandığı Bolu Mutasarrıflığı görevi sırasında köylüleri Milli Mücadele’ye karşı kışkırtma gayreti içinde olanları “Heyeti Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine” hitaben yazdığı telgrafla bildirdi ve İstanbul hükümetiyle bağlarını koparttı. Ali Haydar Bey, Ankara hükümetince Ağustos 1921’de Sivas, Mart 1923’te İstanbul Valiliği’ne atandı, halifelik makamının kaldırılmasına ilişkin kanunu Abdülmecid Efendi’ye tebliğ görevini de bizzat yerine getirdi. Mülkiye’den yine 1902 yılında mezun olan Hamdi Namık Gör, Kasım 1918’de atandığı Geyve Kaymakamlığı sırasında, bölgedeki tren istasyonlarında görevlendirilen İngiliz askerlerini hedef alıp taciz ateşi açtırarak, bunların işgal komutanlığınca İstanbul’a geri çağrılmasını sağladı. Birinci Meclis’te milletvekili oldu, Kurtuluş Savaşı sırasında yedi kişilik milletvekili grubunun cepheye er olarak gitmesi girişimine öncülük etti. Yasama görevini 1946 seçimlerine dek sürdürdü. Mazhar Müfit Kansu Ulusal kurtuluş hareketine katılan Mülkiyeliler tabii ki bunlarla sınırlı değildi. II. Abdülhamid’in talimatıyla okuldan atılmış olan Tahsin (Uzer) Bey, ilerleyen yıllarda Suriye’de valilik yaptığı sırada Mustafa Kemal ile dostluk kurdu, Samsun’a hareketinden önce İstanbul’da görüştü, Birinci Meclis’te görev aldı. Mustafa Kemal’i, 3 Temmuz 1919’da Erzurum’da karşılayanlar arasında bulunan 1891 mezunu Mazhar Müfit (Kansu) Bey “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” olacak, Anadolu’nun kurtuluşundan sonra oluşacak devletin ana hatlarını çok önceden defterine not etme görevini üstlenecekti. 23 Nisan 1920’den hayattan ayrıldığı 1948 yılına kadar milletvekilliği görevinde bulundu, yazdığı anıları tarihçilere ışık tuttu. Mülkiye 1910 mezunu Ahmet Hilmi (Kalaç) Bey, okulu bitirmesinin ardından bir süre idari görevlerde bulunmuş, ardından Kayseri’ye gelerek gazeteciliğe başlamıştı. Sivas Kongresi için Kayseri’den seçilen üç delegeden biriydi. Kongre sonrasında İstanbul’da toplanacak Meclisi Mebusan’da da Kayseri’yi temsil etti, 1920’de Ankara’ya geçerek yedi dönem milletvekili oldu. 1920’de kurulacak hükümette kısa dönem bakanlık yapacak olan 1905 mezunu İsmail Hakkı (Behiç) Bey ile 1912 mezunu İsmail Hami (Danişmed) Bey de Sivas Kongresi’nde delege olarak görev yaptı. 1899 mezunu Van Valisi Haydar Hilmi (Vaner) Mayıs 1919’da İstanbul hükümetince görevden alınmış, Mustafa Kemal’in ısrarıyla 12 Haziran 1919’da görevine iade edilmiş, 29 Temmuz’da yeniden görevden alınarak tutuklanması kararı verilmişti. Aynı yıl kasım ayında Sivas’a geldi, Heyeti Temsiliye çalışmalarına katıldı. Son Osmanlı Meclisine seçildi, 1920’de Ankara’ya gelerek Büyük Millet Meclisi’nde görev aldı. Mustafa Kemal, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelişinde karşılayan Seymenleri örgütleyen 1909 Mülkiye mezunu Haymana Kaymakamı Ali Cemal (Bardakçı) Bey, bölgedeki isyanı bastırmak üzere atandığı Çorum Mutasarrıflığı görevine getirildi. 1938 yılına kadar mutasarrıf ve vali olarak hizmet sundu. Malta’dan Ankara’ya 1903 mezunu Mustafa Abdülhalik (Renda), 1915’te kapatılan Mülkiye’nin 1918’de yeniden açılması için Dahiliye Nezareti (İçişleri Bakanlığı) Müsteşarı olarak büyük çaba harcamış, 13 Mayıs 1920’de tutuklanmış ve Malta’ya sürgüne gönderilmişti. Malta’dan serbest bırakılınca doğrudan Ankara’ya gitmek üzere 1 Kasım 1921’de İnebolu’ya geldi, Ankara’da Ticaret ve İçişleri bakanlıklarında kısa süreli müsteşarlık görevlerinde bulundu, Büyük Taarruzun gıda desteğinden de sorumlu olarak Konya Valiliği’ne atandı. İzmir’in kurutuluşunun ardından bu ilde vali olarak görevlendirildi, Cumhuriyetin ilanında Çankırı milletvekili olarak Meclis’e girdi. Sonraki yıllarda bakanlık ve TBMM Başkanlığı görevleri yaptı. Renda’nın ikinci kez açılması için büyük çaba harcadığı Mülkiye, yeni döneminin ilk mezunlarını 1921 yılında verdi. Okulu o yıl bitiren 21 kişiden dokuzu Renda gibi İnebolu üzerinden Ankara’ya ulaşarak Anadolu yönetiminde görev almaya başladılar. Bunlardan Mülkiye Marşı’nın söz yazarı Cemal Edhem (Yeşil) Bey, Maliye Bakanlığı’nda başladığı memuriyetini, aynı bakanlık ve Başbakanlık’ta müsteşarlık, Cumhurbaşkanlığında genel sekreterlik görevleriyle sürdürdü, ardından büyükelçi oldu. Kurtuluş Savaşı döneminde üstlendikleri görevlerden kesitler verilen Mülkiyeliler gibi, okuldan mezun olanlar, Cemal Yeşil’in “Ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz” dizelerini her fırsatta terennüm ettiler ve etmeye de devam ediyorlar. www.cumhuriyetkitap.com.tr’de %70’e varan indirimler sizi bekliyor! Yeni kapak, yeni baskıyla... 37.04 TL 22.22 TL 23.15 TL 13.89 TL 18.52 TL 11.11 TL 35.00 TL 21.00 TL 16.00 TL 9.60 TL 13.89 TL 5.56 TL 11.11 TL 4.44 TL Satış Noktaları İstanbul Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 Şişli Ankara Güvenevler Mahallesi Güneş Caddesi Kavaklıdere 0212 343 72 74 0312 442 30 50 Kaşıkçı cinayeti ve konsolosluk sözleşmesi Diplomatik temsilciler, bu kişilerin konutları, çalışma yerleri, araçları diplomatik dokunulmazlığa sahiptir. Av. Dr. M. Ruşen Gültekin Eski Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı, 2 Ekim 2018 tarihinde Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülmüştü. Cinayetin ardından 6 Ekim 2018 günü İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açıklama yapılarak soruşturma başlatıldığı duyuruldu. Soruşturma ile birlikte uluslararası hukuk açısından özellikle 1961 Tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi ve 1963 Tarihli Konsolosluk İlişkileri Hakkında Viyana Sözleşmesi çerçevesinde pek çok soru gündeme geldi. Söz konusu sözleşmelerin düzenledikleri hususlar farklılıklar taşımakta olup bu durum göz ardı edildiğinden yahut anlaşılamadığından, sözleşme hükümleri somut olay kapsamında yanlış yorumlanmıştır. Öncelikle diplomatik temsilciler, bu kişilerin konutları, çalışma yerleri, araçları diplomatik dokunulmazlığa sahiptir. Yani bir diğer anlamda cezai, hukuki ve mali açıdan yargı bağışıklıkları vardır. Örneğin bir diplomatik temsilci ile alakalı istenmeyen bir durum yaşandığında, ev sahibi devlet o kişiyi “istenmeyen kişi (persona non grata)” ilan ederek belli bir süre içinde ülkesinden ayrılmasını talep edebilir ve fakat bu kişilere karşı söz konusu süre içinde hiçbir işlem yapılması da mümkün olmaz. Diğer yandan konsoloslar ve konsolosluk çalışanlarının sahip oldukları yargı bağışıklığı incelendiğinde çok daha sınırlı şekilde düzenlendiği görülmektedir. 61 tarihli sözleşme İki farklı düzenlemenin temelinde, bu iki kuruma görevleri yönünden atfedilmiş hususların yer aldığı aşikârdır. Zira diplomatik görevlilerin görevleri 61 tarihli Sözleşme’nin 3. maddesinde düzenlenmekte ve burada açıkça gönderildiği devleti temsil ettiği yer almaktadır. Diplomatik görevlilerin görevleri bununla sınırlı kalmayıp pek çok üst düzey görevleri bulunmaktadır. Buna karşın konsoloslukların görevleri, 63 tarihli Sözleşme’nin 5. maddesinde sayılmış ve madde incelendiğinde bu görevlerin kendi vatandaşları ile ev sahibi ülke arasındaki “özel hukuk” ilişkilerini düzenleme boyutundadır. Hal böyleyken de konsolosluk görevlilerinin diplomatik temsilciler ile aynı şekilde yargı bağışıklığına sahip oldukları yaptıkları işlerin doğaları gereği de söylenemez. 61 tarihli sözleşmede yer alan misyon binalarının bağışıklıkları ile 63 tarihli sözleşmede yer alan konsolosluk binalarının bağışıklıkları da yine konu ile alakalı bir diğer farklılıktır. Bahsi geçen ilk sözleşmeye göre misyon binalarının her durumda dokunulmaz oldukları hükme bağlanmışken diğer sözleşmede açıkça “Konsolosluk binalarının bu maddede öngörülen ölçüde dokunulmazlıkları vardır” denmekle bir sınır konulmuştur. Bu durumda eğer Kaşıkçı cinayeti bir misyon binasında işlenmiş olsa tam yargı bağışıklığından söz edilebilecekken somut durumda Suudi Arabistan Konsolosluğu’nda işlenmiş olması sebebiyle bu bağışıklıktan söz edilemez. Görevlilerin yargı bağışıklıkları hususuna dönecek olursak diplomatik görevlilerin tam yargı bağışıklıklarına karşın konsolosluk görevlilerinin 63 tarihli sözleşmenin 41. maddesine göre bağışıklıkları sınırlıdır: “MADDE : 41 Konsolosluk memurlarının kişisel dokunulmazlığı 1. Konsolosluk memurlarının tutuklanmaları veya gözaltına alınmaları, ancak, ağır bir suç halinde ve yetkili adli makamın kararı ile olur. 2. Bu maddenin 1. fıkrasında öngörülen hal saklı kalmak üzere, kesinleşmiş adli bir kararın uygulanması dışında, konsolosluk memurları hapsedilemez ve herhangi bir şekilde kişisel hürriyetleri kısıtlamaya tabi tutulamaz. Yasal zorunluluk 3. Aleyhine cezai bir dava ikame edilen Konsolosluk memuru yetkili makamların önüne çıkmak zorundadır. Bununla beraber, dava, konsolosluk memurunun resmî durumu icabı kendisine gösterilmesi gereken saygı ile ve bu maddenin 1. fıkrasında öngörülen hal hariç olmak üzere, konsolosluk işlemlerinin yerine getirilmesini en az etkiyecek biçimde yürütülecektir. Bu maddenin 1. fıkrasında zikredilen hallerde, bir konsolosluk memurunun gözaltına alınması kaçınılmaz olduğu takdirde, aleyhine ikame edilecek dava en kısa zamanda açılmalıdır.” Görüldüğü üzere ağır bir suç halinde konsolosluk görevlilerinin tutuklanmaları ve gözaltına alınmalarının mümkün olduğu hüküm altına alınmıştır. Konsolosluk görevlilerinin yargı bağışıklıkları ise görevleri sırasında işledikleri fiillerden dolayı kendilerine tanınmıştır: “MADDE 43 Yargı bağışıklığı: 1. Konsolosluk memurları ve Konsolosluk hizmetlileri, resmi görevlerinin yerine getirilmesi sırasında işledikleri fiillerden dolayı kabul eden Devletin adli ve idarî makamlarının yargısına tabi değildirler...” Somut olaya bakıldığında, Kaşıkçı cinayetinin ağır bir suç olduğu ve konsolosluk görevlilerinin görevleri ile ilgili bir eylemlerinin söz konusu olmadığı ortadadır. Bu noktada Suudi Arabistan Başkonsolosu’nun gözaltına alınması uluslararası hukuka son derece uygun bir tutum olacakken Türkiye söz konusu Başkonsolos’a yanlış bir yorum(!) sonucu diplomatik dokunulmazlığı adeta bahşetmiştir. Suudi Arabistan Başkonsolosu da başkonsolosluk konutunda inceleme yapılması planlanan 16 Ekim 2018 tarihinde ülkesine dönerek tüm cezai süreçten kurtulmuştur. Oysa 5 Nisan 1991 tarihinde Irak’ın İstanbul Başkonsolosluğu önünde yaşanan protestolara karşılık başkonsolosluk binası içinden protestoculara ateş açıldığı ve iki kişinin hayatını yitirdiği olaylarda, faillerin Türkiye Cumhuriyeti makamlarına teslim edilmesi için başkonsolosluk binası 20 gün boyunca abluka altına alınmıştır. 20 gün sonunda Türkiye, failleri gözaltına almıştır. Zira Cumhuriyet Halk Partisi de Irak Başkonsolosluğu olayına da atıf yaparak Meclis’te Kaşıkçı Cinayeti ile ilgili araştırma komisyonu kurulmasını talep etmiştir. İki sonuç Kaşıkçı cinayetine baktığımızda Konsolosluk Sözleşmesi’nin yanlış yorumlanmasının iki sonucu bulunmaktadır: 1) Ceza hukukunun yetki ilkelerinden yer yönünden yetkiye göre suçun işlendiği yer bakımından Türkiye yetkilidir. Ancak Türkiye, sözleşmenin yanlış yorumu sonucu görünürde bu yetkisinden vazgeçmiş konumdadır. Çünkü konsolosluk binasının bulunduğu toprak her ne kadar Suudi Arabistan toprağı sayılsa da daha önce de bahsedildiği gibi konsolosluk binalarının dokunulmazlıkları sınırlı şekilde düzenlenmiştir. Ayrıca Irak Başkonsolosluğu olayında da buna göre tavır alınmıştır. 2) Türkiye’nin Irak ve Suudi Arabistan Başkonsolosluğu olaylarındaki ikircikli yaklaşımı, ileride gerçekleşme ihtimali bulunan başka olaylarda, başka ülke konsolosluklarının Suudi Arabistan’a karşı yapılan uygulama yönünde uygulama istemelerine sebep olacak ve bu durum Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni zor duruma sokmakla birlikte uluslararası arenada itibarını da sarsacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle