18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 13 ARALIK 2019 CUMA Ballon d’Or * verseler almam Adım Jose Miguel Martinez. İspanya’nın şirin kenti Barselona’da doğdum. Ailem, 1950’li yıllarda ekonomik nedenlerle Malaga’dan buraya göç etmiş. Küçüklüğümden beri, hem ülkemin hem de doğup büyüdüğüm kentin dokusu ve geleneklerinden kaynaklanır biçimde futbola meraklıyım. Kendimi bildim bileli, nerede bir top görsem dayanamam. Alır hemen patlatırım. Fena vururum toplara. Elime geçmesin. Duvara yapıştırır patlatırım. Olmadı, bir cama isabet ettirir, ev sahibinin bıçak darbeleri ile topun ebediyete intikal etmesine neden olurum. O kadar ki, arkadaşlarım beni her gördüklerinde topu saklarlar, “Aman!.. Sakar Miguel geliyor!.. Şimdi abuk sabuk bir yere vurur da, topumuzdan oluruz” diye, anında araziye uyarlardı. Ya da en azından topu saklayıp çelik çomak oynama rolü yaparlardı. Zaten, (Tanrı toprağını bol eylesin) babam rahmetli Javier Usta da, Kraliyet Tersanesi’ndeki işinden her akşam dönüşünde sıkı bir posta “okşardı” beni. Bakkal çıkışı önünü kesen düzinelerle kırık cam mağduru komşudan illallah demişti, nur içinde yatsın. Buna rağmen, yaşım biraz daha ilerlediğinde, Barselona Belediyesi Kültür Sanat Dairesi’nde opera sanatçılığı yıllarımda da, oranın amatör ligdeki futbol takımına yazıldım. Toplara o kadar sıkı vurduğum halde, yine de teknik direktör beni bir türlü ilk 11’e almıyordu. Bir türlü yaranamadım heriflere. Zaten teknik direktör Antonio Sanchez de (laf aramızda) ayyaşın tekiydi. Derken, ticarete atıldım ve ilerleyen yıllarda kentte bir amatör takımın yönetim kuruluna girmeyi başardım. Parasal anlamda güçlendikçe siyasete de atıldım. Yaşadığım ilçenin ileri gelenleri arasına girmiş, mahalleye muhtar bile seçilmiştim. Kentin önemli karşılaşmaların başlama vuruşlarını hep bana yaptırırlardı. Ama nedense karşı tribünde herkes, koltukların arkasına gizlenirdi ben vururken. Olsun ama.. alkışlarlardı. Güçlü biriydim ya. Adımı bağırır, “Sen yürü, biz koşalım ardından..” (Siempre Correremos Contigo) diye besteledikleri bir marşı da hep bir ağızdan söylerlerdi. Para bendeydi. Güç bendeydi. Siyasette de adım adım yükseldim zaman içinde. Tapıyorlardı bana. Gel zaman git zaman, partide de önemli bir konuma gelmiştim. Kentin dört bir yanında billboard’lar, duvarlar benim posterlerimle süslendi. Kendi adıma stadyum bile yaptırdım: Jose Miguel Martinez Stadyumu. Rakiplerimin, “geceleri tebdili kıyafetle, gizlice kendi aracıma binip stadın önünden geçip hayran hayran tabelasını seyretmeye gittiğim” yolundaki şerefsizce, cibilliyetsizce tezviratına inananlar bile çıkıyordu ama külliyen yalandı tabii. Şahsım, böyle bir seviyesizliğe tenezzül edecek kadar düşmedi asla. Zaman zaman, çok özel karşılaşmalarda başlama vuruşunu bana yaptırmakla da yetinmezler, bir forma verir, 510 dakika oyuna katılmamı bile rica ederlerdi. Ama benim bulunduğum takımın karşısındaki kale arkasının neden hep boş kaldığını hâlâ anlayabilmiş değilim. Ben oyundan çıkınca, statta adeta bir rahatlama hissi ile alkış tufanı kopar ve nedense, “o kale arkası” yeniden dolardı. Severlerdi beni ama. Ondan eminim. Kariyerim boyunca sıfatlarım “El principal”den, önce “El Mayor”a, sonra da “El Jefe”ye evrilmişti. Boşuna değil tabii. Batırdığım şirketleri, yıkıp döktüklerimi filan saymazsanız, hem işimde başarılıydım hem toplara sıkı vururdum hem de millet beni deliler gibi seviyordu. Bizim memleketin böyle bir delişmen tarafı da vardır. Barselona’nın havasından mıdır suyundan mıdır bilmem? Gel zaman git zaman, bizim şehrin takımı dünya çapında ün yaptı. Buradan yetişen topçular, cihanda nam saldılar. 5 kıtada fan club’lar kuruldu filan. Her yıl kupalara abone oldu canım memleketim. Gittiğim her yerde “Övünmek gibi olmasın Barça Çocuğuyuz” dediğimde, Yedi Düvel’in haklı saygısına mazhar olurum hâlâ. Futbol en önemli ihraç ürünüdür bizim oraların. Ama nedense beni gördüklerinde hep forma, şort, çorap, kaleci eldiveni hatta tekmelik filan hediye ederler, imzalatırlar. Bol bol resim çektirirler. Asla top imzalatmazlar. Alır vururum bir yere diye mi şey ediyorlar bilmiyorum? Her neyse. Neticede seviyorlar, biliyorum. Eminim. Nasıl sevilmez benim gibi biri? Rakip partinin şefi çapsız herifi sevecek halleri yok ya. Topa vurmayı bile bilmez. Taşradan gelmiş, topu görse bomba diye karakola götürür zavallı. Ama geçende çok kötü kalbimi kırdılar. Bakın onu da söyleyeyim. Topçulara verilen mühim bir mükâfat varmış. “Ballon d’Or..” Ben dururken, Lionel diye Arjantinli bir çocuğa vermişler. Yahu bi kere... Bunca yıl emek vermişiz bu spora. Adımızı statlara yazdırmışız. Onca maça gitmişiz, onca cam (kazayla tabii) kırmışız. Hakkımız tabii. Ama bundan sonra verseler de almam. Ballon d’Or’unuz sizin olsun.   * Avrupa Yılın Futbolcusu Ödülü olarak bilinen “Ballon d’Or” (Altın Top), her yıl, bir önceki sezonda yerel ligler ve kıta kupalarında en başarılı performansı gösteren futbolcuya verilen ödül. Tuşalp hakkında ihlal kararı Anayasa Mahkemesi (AYM), gazeteci Erbil Tuşalp’in 2013’te yayımlanan köşe yazısı nedeniyle terör örgütü FETÖ lideri Fethullah Gülen’e tazminat ödemeye mahkum edilmesinin “ifade ve basın özgürlüğünün ihlali” olduğuna hükmetti. Gülen’in şikâyeti üzerine Tuşalp, 1740 lira para cezasına çarptırılmış, hükmün açıklanması geri bırakılmıştı. AYM, cezayı “ifade ve basın özgürlüğünün ihlali” sayarak Tuşalp’e 1740 lira tazminat ödenmesine karar verdi. l ANKARA/Cumhuriyet Hâkimi eleştiri ifade özgürlüğü Anayasa Mahkemesi (AYM), yanlı karar verdiğini düşündüğü hâkimi eleştiren yurttaşa ceza verilmesini hak ihlali olarak değerlendirildi. Adalet Komisyonu Başkanlığı’na dilekçe yazan yurttaş, hâkimi eleştirerek, hukuk fakültesi öğrencisinin bile kararı doğru yorumlayabileceğini vurguladı. Mahkeme hâkiminin şikâyeti üzerine hakaret suçundan soruşturma başlatılan yurttaşa para cezası verildi. AYM ise ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi. l ANKARA/Cumhuriyet TASARIM: İLKNUR FİLİZ HABER PROF. BILSAY Türkiye, krizlerleKURUÇ: büyümüyor, yönetiliyor Kemal Parlak Sermaye krizinin faturası emekçilere Marksist ManifestoSınıf Tavrı örgütlenmelerinin ortak “Ekonomik Kriz, Türkiye ve İşçi Sınıfı Sempozyumu”nda burjuvazinin en gerici ideolojilerinin kuşatmasına karşı, işçi sınıfı mücadelesini önemseyen herkese güç birliği çağrısı yapıldı. Marksist ManifestoSınıf Tavrı örgütlenmeleri, bilim insanları, ekonomistler, işçi sendikaları, emekçi örgütlenmelerinin de katkılarıyla, ülkemizde son 1.5 yılda çok ciddi boyutlarda yaşanan ekonomik krizi, en ağır bedellerinin emekçilere ödetildiği sonuçlarını masaya yatırdı. 1 Aralık günü Kenter Tiyatrosu salonunda düzenlenen, çok kalabalık emek örgütlenmelerinin üç kuşağından, işçi eylemlerinin, direnişlerinin içinden gelenlerin de tartışmacı olarak katıldıkları sunumlar, açıkoturumlar olarak gün boyu süren etkinliği, Cumhuriyet okurlarının ilgi ve duyarlılıklarını gözeterek, gecikmeli de olsa sizlerle paylaşmak istedik. Selamlama, başlama konuşmasını, Sınıf Tavrı yönetim kurulu adına yapan Kemal Parlak, Türkiye’nin son 1.5 yılda çok ciddi bir ekonomik kriz yaşamakta olduğunun altını çizerek söze girdi. İşsizliğin, Cumhuriyet tarihinin 1314 yüzdelerle en yüksek rakamlarına ulaştığını, 89 milyonlara vardığını, çok önemli kısmının da genç nüfustan olduğunu söyledi, yoksulluğun derinleştiğine değindi. Yakın tarihin emeğe yönelik saldırılarından en çarpıcılarından örnekler verdi. İşçi sınıfının yıllar boyu zorlu savaşımlarla elde ettiği kazanımların bir bir geri alınmasından da, emekçiler için en anlamlı olanlarını sıraladı.. Krizin faturasını ödemeyeceksek... “O aman sevgili arkadaşlar krizi anlayacak, gerçek nedenlerini ortadan kaldıracağız. Sermaye sınıfının, iktidarlarının sermaye lehine uygulamış oldukları kapitalizmin krizlerinin, bu krizin faturasını gerçekten ödemeyeceksek nedenlerini ortadan kaldırmak gerek. O zaman bu düzene karşı olmamız gerekiyor... İşçi sınıfının sömürülmesine karşı mücadele edemeyişimizin nedenlerinden biri de, burjuvazinin en gerici ideolojileri tarafından kuşatılmışlığımızdır. İşçi sınıfı ciddi bir şekilde bölünmüştür. Aynı zamanda örgütsüzdür. Örgütlü küçük kısmında ise sarı sendikalar tarafından kuşatılmışlardır... Bugün Türkiye’de şöyle ya da böyle direnişler, eylemler devam ediyor... Sınıf mücadelesi içinde yer alan herkesin çatı mücadelesi içinde birleşerek güç vermeleri gereğine inanıyoruz, düşünüyoruz, katkı sunmalarını bekliyoruz” çağrısını yaptı. Prof. Bilsay Kuruç, “Sermayenin krizini çalışanlar öder” gerçeğinden yola çıkarak, sermaye sınıfının krizlerinden, işçi sınıfı hakkında bazı gözlemlere ulaşılabileceğini söylüyor. Dünya sermayesi, ağa devlet bütünleşmesinde, dünyayı kendinin sayarak, mülkiyetini sağlamlaştırma süreçlerindeki geçişlerle, sıklaşan günümüz krizlerini, ülkemizde yaşananları özetliyor. ŞÜKRAN SONER “Ekonomik Kriz, Türkiye ve İşçi Sınıfı Sempozyumu”nun açılış konuşmasının, ülkemizin halktan yana bakış açısı üretmede bilge ekonomistlerinden Prof. Bilsay Kuruç yaptı. “Başlıkta işçi sınıfı var. Fakat ben size daha çok sermaye sınıfından söz edeceğim” cümleleriyle girişini yaparken de, iktisat kongresinde olmamakla birlikte, görsel tablolar, el yazısı notlarıyla, işçi sınıfı hakkında bazı gözlemlere ulaşılmasını hedeflediğini söyledi. Görsel sunumlu, el yazısı notları ile, grafiklerinden, sayfamıza sığdırabileceğimiz ölçekleri ile, kimi köşe taşlarının saptamalarını sizlerle paylaşmaya çalışacağız.. “Kriz sermayenin krizi... Onun için sermaye sınıfından daha çok söz edeceğiz. Krizler niçin var? Bunlar birbirine benziyor mu? Dünya kapitalizmi ve Türkiye kapitalizmininki birbirlerine benziyor mu” sorularına yanıt arıyor. “Dünya sermayesinin, sınıfının bir de dünya sermaye devleti var: ağa devlet. Bu ikisi bütünleşmiş durumda. Birbirlerinden bağımsız olmayan krizleri var.. Sermayenin dünya gezisi başladı, önü açıldı, her yere geliyor. Turist gibi gitmiyor. Gittiği yeri fethediyor. Sonra geziye devam ediyor. Sermaye bütün dünyayı kendinin sayarak artık, mülkiyetini sağlamlaştırıyor. Bu önemli dolarizasyon. Kapitalizmin ağa devletinin parası dünya parasıdır. O halde ağa kreditördür. Züğürt ağanın elinde dünya ticareti 2. viteste artıyorsa, sermayenin gezisi 5. viteste. Dünyanın ürettiği toplam hasıla en altta, mutlu aileler, devletler birbirlerine benzemiyorlar. Bizim gibi ülkelerin mutsuzlukları da birbirlerinden farklı.. Hele 2008’den sonra iktisadı yeniden tanımlamamız gerekiyor. Kaynak aktarımlarında 20. yüzyılın sonlarına, 21. yüzyılın başlarına yakından bakılınca, son 20, son 10 yılda, işin esasının artık büyüme değil, kriz olduğunu görmeye başlamalıyız. Kapitalizm, artık sürekli büyüme yaratma peşinde değil, daha çok bilerek ya da bilmeyerek kriz yarattığını görüyoruz. Sürekli büyüme yerine adeta sürekli büyük krizler zamanından geçiyoruz.. Ağa kreditör, 1990’ların ikinci yarısına ait bir tablo, Amerika’nın borçlandığını gösteriyor. Allah Allah, ağa kreditör değil miydi? Karşımızda değişik bir senaryo var. 90’ların ikinci yarısı, 2.5 trilyon dolar borçlanmış. Neyle, kendi parasıyla. Ekono miye ve insanların yaşamına paranın egemen olmasından doğan krize finansal kriz diyoruz. Finansal krizler dünyası. Para dediğin şey artık çeşitli kâğıtlar, hatta kâğıt bile olmayan, ekranda olan şeyler, vaatler, taahhütler.. Finans dünyası. Vaatler, sözleşme olduğu için para yerine geçiyor, insanların yükümlülüğü haline geli yor. Vaatler şiştikçe nasıl bir balon oluşuyor? Ortadaki büyük mavi alan, kayda geçmeyen, kayıt altına alınmayan, dolayısıyla üstünden vergi alınamayan faizleri gösteriyor. Balon şişti 2008’de patladı. Daha ilginç bir dönem. Gelir yaratamıyorsanız, borçlanma yaratıyorsunuz. Kapitalizm borçlanmayı yarattı. Her şeyi yaratır. “Tüketin arkadaşlar, biz krediyi veriyoruz.” 2000 sonrası Türkiyesi Allah razı olsun Tayyip’ten, borçlanma hakkı verdi. Bankalar, müteahhitler birleşti, siyasi iktidarlarını buldular. Konut verdiler, otomobiller verdiler, borçlanma hakkı verdiler.. Amerikan halkı yurttaş olmaktan tüketici olmaya geçti, biz de tüketici olmaya geçtik. Amerika’da eşitsizlik arttı. İngiltere I. Sanayi Devrimi’nin, Amerika II. Sanayi Devrimi’nin sahibiydi. Üçüncü perde gitmiyor. O zaman dolarizasyonla tek piyasa haline geçildi. Dolarizasyona motor lazım. Çin dedi ki “size zahmet olmasın, ben üretirim ne lazımsa dünyaya. Sizin yön temlerinizle daha iyisini de yaparım. 20 yıl süresince yüzde onla büyüyeceğim. 6.viteste gidiyorum.” Çin de dünyayı tek piyasa olarak kabul etti, Amerikan ekonomisinin motoru oldu. Buradan Ankara’ya, durmadan 250 kilometre ile gidiyorsunuz. Prof. Bilsay Kuruç 201519 Çin’in büyümesi yavaşlıyor. Artık lokomotif yok. Amerika’nın da yeniden motorluk yapabilecek hali yok. Doları ucuz tutacağız ki dünyayı gezebilsin. Tayyip niye gürlerdi eski Merkez Bankası müdürüne. Borçlanmanın maliyetini düşük tutmak, Amerikan hazine bonosu almak için.. 2008 sonrası bir sürdürülebilir hegemonya nasıl olacak? Yeni bir akılla bir şey kurgulamak lazım. Kriz kaçınılmaz. Amerika çok para basarak krizi erteledi, para bütün dünyada ucuzladı. Düşük gelirliler borçlanmaları ve gelirleriyle yaşarlar, yüksek gelirliler ise servetleriyle yaşarlar. Bu makas gitgide arttı. Mutsuz aile Türkiye Dünya milli gelirinin toplamı 80 trilyon dolar, dünya borcu 250 trilyona geldi. Dünyanın toplam hasılası 80 trilyon dolar, Türkiye bunun sadece yüzde l’ini üretiyor. Türkiye 30 yıl önce de böyleydi. Motoru hakkıyla beslerseniz kişi başına geliriniz 10 bin doları bulur. Gelirinizin yüzde 40 kadarını imalata ayırırsanız, ondan sonra ancak sanayi aklıyla örgütleyecek noktaya gelmişsiniz demektir. Bizde 5 bin dolar varken, imalat sanayiine ayırdığımız pay yüzde 15’lere düşmüş. Mutlu aile kriziyle benim krizim aynı değil. 15 yılda 1 trilyon dolara ya kın kayıtlı para girmiş. Kayıtsızı bilinmiyor. Tuhaf, para nereye gitti? Gulyabani gibi yükselen boş binalara falan giti ile de izah edilemez bir durum. Sermaye sınıfı yeni katmanlarıyla siyasi iktidarını oluşturdu. İşin gerçek tablosu bu. 80 milyona sahip bir nüfus, böyle bir ekonomi daima bir çeşit krizle karşı karşıya. Onun için bir çeşit kriz yönetimi esas yönetim haline gelir. Ekonomi yönetimi boyuna paketler hazırlar. Bir önceki paketin ne olduğunu bilmeden yeni yeni paketler yapılır.. Krizi çalışanlar öder. Kamu hep zarar eder. Özel sektör borç istemek için Londra’ya falan gider. Çalışanlar her şekilde sermayenin krizini öder. Dünyaya bir demokrasi projemiz yok. Siyasi model, ekonomik modele göre ısmarlanmıştır.. YARIN: EKONOMIK KRIZ, TÜRKIYE VE DÜNYA, SERMAYE VE IŞÇI SINIFI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle