21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 7 EKİM 2019 PAZARTESİ [email protected] TASARIM: EMİNE BİLGET olaylar ve görüşler Adil yargılanma hakkı ve bir öneri Devam eden kurgu davalarda yazılan iddianamelerin ve kararların geçerli sayılması halinde terör örgütü üyesi olarak meslekten çıkarılanların yazdıkları metinlere meşruiyet tanınmış olur. Hamdi Yaver AKTAN Yargıtay Onursal Daire Başkanı Adil yargılanma hakkı, soruşturmanın başlangıcı ile birlikte başlar. Suçlama ile birlikte kişiye hakları da hatırlatılmalıdır. Anayasa Mahkemesi, sürenin başlangıcını “....bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır....” şeklinde anlamaktadır. (Bireysel Başvuru No: 2012/625, Tarih: 09/01/2014) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de adil yargılanma hakkı ile ilgili olarak başlangıç süresinin aynı şekilde başlatılmasını öngörmüştür. (Eckle/Almanya Kararı, Başvuru No: 8130/78, Tarih: 15/07/1982, P.:73/75) Öznel tarafsızlık Yargıcın tarafsızlığı, görünümü gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse AİHM kararlarında irdelenmiştir. AİHM, Carvalho/Portekiz davasında “tarafsızlığın belirlenmesi için, belli bir yargıcın söz konusu davadaki kişisel kanaatine dayalı öznel bir test uygulanması ve bir de nesnel test uygulanarak yargıcın bu bağlamda hiçbir meşru şüpheye yer bırakmayacak yeterlilikte güvenceler sağlayıp sağlamadığının değerlendirmesi gerektiği” şeklinde konuyu karara bağlamış ve diğer kararlarda da içtihadını sürdürmüştür. AİHM’nin yaklaşımına göre yargıcın birey olarak kişisel tarafsızlığı öznel, kurum olarak yargıcın/mahkemenin kişide bıraktığı izlenim nesnel tarafsız lık olarak nitelendirilmektedir. Sözgelimi yargıcın, yargılamasına yönelik tarafgir tutumu öznel, üniforma ile bulunması ise nesnel tarafsızlığın ihlali olarak görünmektedir. Yargıç, kuşkusuz ki öncelikle öznel tarafsızlık konumunda olmalıdır; gereklidir, ancak bu yeterli değildir: Nesnel tarafsızlık da önemli olup AİHM, “Adaletin yerine getirilmesi yetmez, aynı zamanda yerine getirildiğinin görülmesi de gereklidir....” demektedir. Öznel tarafsızlık, aksi kanıtlanıncaya kadar varsayılır. Nesnel tarafsızlık ise görünüm olduğu için, yargıcın öznel olarak tarafsız olmasıyla ilgili değildir. Özellikle ceza davalarında nesnel tarafsızlık önem kazanmaktadır. AİHM de Coeme ve Diğerleri/ Belçika davasında, “.... Bu bağlamda .... görünüm bile belli bir öneme sahip olabilir. Söz konusu olan, demokratik bir toplumda halka yansıtılması gereken mahkemelere karşı güven duygusudur ve her şeyden önce, ceza davaları söz konusu olduğunda, bu güven duygusunun sanığa da yansıtılması gerekir” şeklinde karar vermiştir. (Başvuru No: 32492/96, Tarih: 22/06/2000, Paragraf: 21) Anayasa Mahkemesi de Taşpınar kararında “Bağımsızlık ve tarafsızlık, yargı fonksiyonunu, idare fonksiyonundan ayıran en önem li ölçüt olup yargı yetkisini kullanacak olan mercinin, çözülmesi istenen uyuşmazlığa doğrudan veya dolaylı olarak taraf olmaya ve uyuşmazlığın taraflarından tamamen bağımsız olan kişi veya kişilerden oluşmasını gerektirmektedir” şeklindeki gerekçesiyle tarafsızlığın önemine ve gerekliliğine işaret etmiştir. (Başvuru No: 2013/3912, Tarih: 06/02/2014) Kumpas davalar Ülkemizde kurgulanmış davalar göründü. Resmi söylem ile “kumpas” davaları. Kimileri bitti, kesinleşti. Kimisi yasa yolu incelemelerinde beklemekte. İsimlendirilerek olursa ki hatırlanması için gerekli Ergenekon, Balyoz, Şike, Casusluk, 28 Şubat vb. tüm davalarda soruşturma ve kovuşturma evrelerinde görev alan güvenlik görevlisi (polis)savcıyargıç konumunda olanların nesnel tarafsızlıkların yanı sıra öznel tarafsızlıklarının olmadığı ortaya çıktı. Davaları kurguladıkları, delil uydurdukları, yasalara uymadıkları belirlendi. Terör örgütü mensubu olarak haklarındaki en önemli kanıt anılan davalar ile davalardaki tutumları gösterilmekte. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun ihraç kararlarında hukuksuzluk vb. açıkça yazılmış olmakla öznel tarafsızlık ilkesinin kasten ihlal edildiği belirtilmiştir. Suçlama ile adil yargılanmanın başlayacağı, yargıcın nesnel tarafsızlığının yeterli olmadığı, öznel tarafsızlığın da ulusal ve evrensel hukukun ilkelerinden olduğu gözetildiğinde yapılması gereken, devam eden kurgu davalarda yazılan iddianamelerin ve kararların yok hükmünde sayılmasıdır. Geçerli sayılması halinde terör örgütü üyesi olarak meslekten çıkarılanların yazdıkları metinlere meşruiyet tanınmış olur. O metinler ki yargılamada aleyhlerine kanıt olarak gösterilmektedir. Gerekirse düzenleme yapılmalı Adil yargılamanın gerçekleştirilebilmesi ve ileride uluslararası denetim organlarında mahkumiyet kararları verilmesinin önüne geçilmesi için terör örgütüne bağlılık iddiasıyla yargılananların yazdıkları iddianame ve kararlara değer izafe edilmemesi gerekmektedir. Yargılama hukukunda bu yönde bir düzenleme bulunmaması gerekçesi geçerli görülmemeli. Sayısı binlerle ifade edilen yargıçların meslekten çıkarılacağı ve terör örgütü mensubiyetinden yargılanacağı da öngörülemezdi. Ne var ki gerçek oldu! Gerekirse düzenleme de yapılarak adil yargılanma hakkının, evrensel hukuka uygun olarak gerçekleşmesi sağlanmalıdır. ‘Barış bir gülümsemeyle başlar, maliyeti yoktur’ NEŞE DOSTER Yazar/Eğitmen Başlık Victor Hugo’dan! Savaşların yoğun, barış dilinden yoksun olduğumuz günümüzde, hesaplı hesapsız adımlarla amacından uzaklaştırdığımız bu kavramı salt 1 Eylül, ya da 21 Eylül’le sınırlandırmamak gerektiğini çok net anlattığı için seçtim bu sözü.... Barışı tek yönlü değil, çok yönlü; tek yanlı değil, çok yanlı; tek boyutlu değil, çok boyutlu irdelemek gerekir. Annesiyle aynı tabuta konan bebeğin ağzındaki emzik! Tankların önündeki çocuklarını kaçırmaya çalışan babanın çaresizliği! Çocuklarını rasgele savrulan kurşunlardan korumak için bağrına basan annenin yüzündeki korku! Kırık dökük hastane odasındaki hasta yataklarında korkudan büyümüş gözlerle tek bir noktaya bakanlar! Çocuklukları yok edilen, hayatları çalınan, düşleri sevinçleri, umutları, kahkahaları silinen insanların bakışları! Hayatlarına ve dramlarına ortak olduğumuz insanların savaş sonrası görüntüleri! Bitmedi, biter mi? Düşündürücü öyküler Oğullarına, kardeşlerine, sevgililerine, eşlerine ağıtlar yakan, ölülerini bulamayanların yüzündeki keder! Gidecek yerleri olmayan, gidecek halleri olmayan bu insanların gözlerindeki onulmaz acı! Kolları, bacakları, ayakları kopan, bedenleri de, hayalleri de paramparça olan gençlerin bakışları! Sevinçleri, umutları çalınan Cumhuriyet, 100 yıl düşünülerek bulunan merhemin adıysa, ülkenin boğazında duran sert düğümün dermanı barıştır. insanların toprağa düşen bedenleri! Onurları çiğnenmiş kadınların, şiddete, haksızlığa uğramış savaş mağduru erkeklerin yaralayan ve düşündüren öyküleri! Üşüten, acıtan, dürten, isyan ettiren olaylar! Nice dostluklara, nice düşmanlıklara tanık olan topraklarda yaşanan dramlar! Listeyi uzatmak mümkün... Keşke herkes duyabilse Oysa barış; gereksinimdir, güvendir, gelişimdir, huzurdur, mutluluktur. O halde! Büyük Atatürk’ün; “Yurtta barış, dünyada barış” sözünü, son yıllarda “yurtta kavga, dünyada kavga ve değerli yalnızlığa” dönüştüren bir ülke olarak, keşke barış konusunda daha atak, daha sorumlu, daha kararlı olsaydık. Savaşlardan çok çekmiş, hâlâ da başı dertte olan bir ulus olarak keşke coğrafyamızda hiç kan ve gözyaşı olmasaydı. Savaşlardan medet uman, barışı önemsemeyen, bu konuda sınır tanımayan, kuralları takmayan, savaşlara doymayanların yoğun olduğu dünyamızda! “Barış” kavramına mecbur ve muhtaç olduğumuzu unutmamak için keşke bazı çığlıkları herkes daha derinden duyabilseydi. İsrail’de yaşayan ABD’li bir gazeteci, her sabah işine gelip giderken Kudüs’teki Ağlama Duvarı’nın önünde dua eden bir adam görürmüş. Bir gün dayanamayıp şöyle demiş: “Sizi her gün burada dua ederken görüyorum.” Adam, “Evet, 30 yıldır barış için dua ediyorum” demiş. ABD’li gazeteci sormuş: “30 yıl ha! Nasıl bir duygu var içinizde?” Adam yanıtlamış: “Duvara konuşuyormuşum gibi.” Toplumsal, bölgesel, evrensel ilişkilerdeki bozulma, çürüme, yozlaşma, barıştan uzaklaşıp savaşı kışkırtmaya yönelik çabaları görünce bu çarpıcı örneği paylaşarak barış kavramını, yaşamın her anına ve her alanına sokmak zorunda olduğumuzu düşündüm. Dünden bugüne savaşların adreslerinde dolaştığımızda; Bosna Hersek’teki şiddete, Afganistan’daki zulme, Irak’taki işgale, Suriye’deki drama yine ve yeniden baktığımızda resimlerin aynı, çerçevelerin farklı, aktörlerin ve dublörlerin aynı, ölenlerin adreslerinin farklı olduğunu unutmayarak... Savaşlarda yitip gidenlerin bazen bir baba, bazen bir oğul, bazen bir kardeş, bazen bir eş, bazen bir arkadaş ya da dost olduğunu, ancak işin en acı yanının yakıp, yıkıp, ezip geçen olaylardan sonra geriye kalanın doğulan vatan, doyulan memleket, yanmış yıkılmış bir ülke olduğunu unutmayarak... Savaşı çok seven, savaşa zemin hazırlamaya özel önem veren, buna ciddi çaba ve para harcayan ABD’nin, büyük Atatürk için “O, savaşlardan barış çıkaran eş siz bir liderdir” sözünü hatırlayarak. Ve hayatı savaş meydanlarında geçen, ömrünü cephelerde geçiren ve bu kutsal vatanı mucize denilebilecek destansı zaferlerle kurtarmış bir liderin, “Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir” sözünü asla unutmayarak... Spinoza’nın, “Barış, savaştan her zaman daha iyidir. Çünkü barışta oğullar babalarını, savaşta babalar oğullarını gömerler” sözünü anımsarken; Abraham Maslow’un, “Sahip olduğunuz tek araç şayet bir çekiçse, bir süre sonra her şeyi çivi olarak görmeye başlarsınız” şeklindeki uyarıcı sözüne dalıp giderek... Böyle barış olur mu? Hal böyle iken bazen içeride bazen dışarıda, çoğu kez göstermelik yüksek gerilim hattı yaratarak, voltajı yükseltecek sözler, tahrik edici, incitici bir dil kullanarak toplumsal gerginliği artıran, sinir uçlarını harekete geçiren bir tonlamayla içi boş vurgulara sığınarak, bazen göz kırpıp, bazen parmak sallayarak barış dili, barış ortamı sağlanır mı? Cumhuriyet, 100 yıl düşünülerek bulunan merhemin adıysa, yurtta ve dünyada barış diyen bir liderin; o zorlu koşullarda ve o yokluk yıllarında hayata geçirdikleri, bugün bile başımız her sıkıştığında ve karşılaştığımız her durumda, imdadımıza yetişen, toplumu iyileştiren ilacın adıysa, ülkenin boğazında duran sert düğümün dermanı barıştır. Nokta... THY yönetimine çağrı: YANLIŞTAN DÖNÜN Tarih: 17 Haziran 2019... Yaklaşık 4 ay önce bu köşede “Kamu şirketleri iktidarın çiftliği ya da arka bahçesi mi?” başlığı altında yazımı şöyle bitirmişim: “Türkiye’nin önemli markalarından Türk Hava Yolları (THY), 6 Eylül 2018 günü Cumhuriyet gazetesi alımını durdurdu. Bu tarihle ilgili soru işaretlerimiz bir başka yazının konusu olabilir. Biz gerekçeyi bilmiyoruz... Eğer gerekçe ‘iktidarı eleştirmek’ ise bu açıklanmalıdır. Bilinmelidir ki Türkiye Cumhuriyeti var oldukça, adını Atatürk’ün koyduğu Cumhuriyet gazetesi dimdik ayakta duracaktır. Ve okuru için, büyük bir sorumluluk taşıdığı Türk halkı için, ülkeyi yöneten iktidarları eleştirmeyi sürdürecektir...” THY’nin Cumhuriyet gazetesi alımını durdurma kararının üzerinden bir yılı aşkın süre geçti. Cumhuriyet’le birlikte Sözcü, BirGün, Evrensel, Karar, Yeni Çağ gazeteleri de THY tarafından yolculara sunulmuyor. Biz, “Artık Cumhuriyet’i almayacaksınız” emrinin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan tarafından bizzat, Kartal İmam Hatip Lisesi’nden arkadaşı THY Yönetim Kurulu Başkanı M. İlker Aycı’ya verildiğini biliyoruz. Adını Atatürk’ün koyduğu, kuruluş parasını verdiği Cumhuriyet’e yönelik böylesi bir ambargoyu kabul etmiyoruz. THY’nin yüzde 50.88’i halka açık, yüzde 49.12’si Varlık Fonu’nda bulunuyor. Halkın haber alma ve bilgilenme hakkına saygı gösterilmesini istiyoruz. THY’nin diğer gazete okurlarına tanıdığı hakkı Cumhuriyet okurlarına tanımamasını adil bulmuyoruz. THY yönetimini bu büyük ayrımcılıktan, yanlıştan dönmeye davet ediyoruz. Bu çağrımıza kulak verilmezse THY yönetimine karşı tüm yasal haklarımızı kullanmaya, dava açmaya hazırlanıyoruz. Siyaset kulisi geri dönüyor Önümüzdeki haftadan itibaren “Siyaset Kulisi” geri dönüyor. Ankara ve İstanbul başta olmak üzere siyaset dünyasındaki kulisler, “dönen dolaplar”, Meclis’te yaşanan diyaloglar politika sayfalarımızda okurla buluşacak. Ekim ayı içerisinde özellikle genç okurlar için büyük bir sürprizimiz olacak. Hazırlıklarımızı sürdürüyoruz, bakalım okurlarımız yeni sayfalarımızı beğenecek mi? Şükran Soner’le söyleşiler Cumhuriyet’in simge ismi Şükran Ablamız (Soner) hiç yitirmediği “muhabir” heyecanıyla bizleri kendisine hayran bırakmaya devam ediyor. Sevim Belli röportajıyla başlayan Cumhuriyet Söyleşileri geçen cumartesi Meriç Velidedeoğlu’yla devam etti. Cumhuriyet’in çınarlarını, aydınlarını, bilgelerini Şükran Soner’in kaleminden cumartesi günleri okumayı sürdüreceğiz... Demek ki doğru yoldayız! Cumhuriyet, yalnızca Türkiye’nin değil dünyanın en özel gazetesi. Kuruluşunda “Ulusal Kurtuluş Savaşı” direnişiyle “Kemalist devrim”in harcı karılı... 26 yıldır Cumhuriyet’te çalışıyorum, ekip arkadaşlarımla her gün Türkiye’nin en iyi gazetesini yapıyoruz. O yüzden gözler üzerimizde, biliyoruz. Ve hep hedefteyiz!.. İktidarın, liberal tayfanın, ikinci cumhuriyetçilerin, siyasilerin... En komiği de yolu üçbeş aylığına ya da bir, bilemediniz iki yıllığına Cumhuriyet’le kesişenlerin internet sitelerinde 40 yıllık Cumhuriyetçi gibi ahkâm kesmeleri... Ne diyelim, tam bir liboşluk!.. Fakat geçen hafta iki ismin yazdıkları bizlere bir kez daha “doğru yoldayız” dedirtti. İlk önce AKP’li Burhan Kuzu hedef aldı gazetemizi. Biliyorsunuz Kuzu, İranlı uyuşturucu baronu Zindaşti’yi “tanımam” demişti, Cumhuriyet manşetten Zindaşti’yle Kuzu’nun birlikte yemek yediğini belgeledi. İşte aynı Kuzu, sosyal medya hesabından, “Atatürk’ün adını verdiği Cumhuriyet bugün neredeyse FETÖ’nün yayın organı haline gelmiş...” diye yazdı. AKP’li isimden sonra bu kez PKK’nin Avrupa’daki yayın organından Veysi Sarısözen Cumhuriyet’i ve yazarlarını hedef aldı. Yazıda öyle bir bölüm var ki burada aynen paylaşmak istiyorum: “Ergenekon ya da derin devlet ilk defa 2015 Kobane zaferinin ardından Erdoğan’ı ‘angaje etti’, çözüm sürecini baltaladı, içerideki savaşı başlattı ve Temmuz 2016 ‘darbe’ provokasyonuyla Erdoğan’ın müttefiki cemaati tasfiye etti, Erdoğan rejimini destekleyen NATO’cu orduyu dağıttı, Erdoğan’ı cascavlak bırakarak kendisinin ‘legal uzantısı’ haline getirdi. Cumhuriyet gazetesi işte bugünler için susturuldu ve işte bugünler için Ergenekon borusunu öttürür hale getirildi.” Al birini vur ötekine!.. Gülen cemaatinin lideriyle aynı masada yemek yiyen, “maklubeye” kaşık sallayan AKP’li çıkıyor “cemaatçi” diyor. ABD emperyalizmini arkasına almış terör örgütünün yayın organından “Erdoğan’ın müttefiki cemaati bitiren Ergenekoncu” diye sataşılıyor!.. Sen neymişsin be Cumhuriyet!.. Ve ikisi aynı hafta içinde oluyor... Belli ki gazeteciliğimiz, haberciliğimiz “herkesi” rahatsız ediyor. İnsan kendisini “Siz bizi eleştiriyorsanız, hele hele böyle gülünesi cümlelerle hedef yapıyorsanız demek ki doğru yoldayız” demekten alamıyor. Biz yine de “dosta düşmana” anımsatalım... Cumhuriyet gazetesinin emekçileri büyük bir sorumluluk taşıdığı Türk halkı için, Atatürk’ün aydınlanma çizgisinden taviz vermeden yoluna devam edecek...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle