17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 20 EKİM 2019 PAZAR EDİTÖR: ORHUN ATMIŞ TASARIM: BAHADIR AKTAŞ kültür İAE’de ‘Hafızai Beşer: Osmanlı Yazmalarından Osmanlı el yazmalarının yolculuğuHikâyeler’ sergisi açıldı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde (İAE), araştırmacıları ve heveslileri Osmanlı el yazmalarının çok katmanlı dünyasına yolculuğa çıkaran “Hafızai Beşer: Osmanlı Yazmalarından Hikâyeler” sergisi 18 Ekim Cuma günü açıldı. Küratörlüğünü K. Mehmet Kentel’in yaptığı el yazmaları koleksiyonu sergisi, enstitü bünyesindeki Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet Araştırmaları bölümlerinin kolektif çalışmasıyla Osmanlı İstanbul’u okumayazma kültürünün çok katmanlılığını ortaya çıkarıyor. Matbaanın yaygınlaşması ile yazıldığı gibi kalan kitapların çıkmasıyla, eskisi gibi elden ele geçerek okunan, çoğaltılan, çevrilen dolayısıyla her defasında değişen ve bu bağlamda kolektif bir yaratının zenginliğini taşıyan el yazmaları artık kullanılmıyor. Sergi, Osmanlıca, Arapça, Farsça, Rumca, Ermenice gibi dillerde, farklı din ve mezhepten, değişik kültürdeki insanlar tarafından yazılmış, notlar eklenmiş bu yazmaların kolektif üretim sürecinin altını çiziyor. Koleksiyon Ahiliğin kurallarını anlatan, bilinen en eski fütüvvetname, Prof. Dr. Murat Güvenç’in katkısıyla ekrana aktarılmış Boğaziçi kıyısında yaşamış olanların dağılımını gösteren ekran, okur notlarının fiziki izlerini gösteren metinler, şair Zübeyde Hanım’ın divanının da aralarında olduğu onlarca meşhur ya da isimsiz yazarı ve okuru bir araya getiriyor. “Hafızai Beşer: Osmanlı Yazmalarından Hikâyeler” sergisi, 25 Temmuz 2020’ye dek İAE’de ziyaret edilebilir. Yasak kelimelerKadim kültürüyle, şiirin ve güllerin tomurcuklandığı bir coğrafya: İran Yazar Nedim Gürsel, İranlı şairlerin izini sürdüğü kitabı ‘Mehdi’yi Beklerken’i ve bir büyülü şiirler...aylıkİranyolculuğunuanlattı. “Piramitlerin Gölgesinde”, “Çıplak Berlin” ve “Bana İtalya’yı Anlat” gibi kitaplarıyla da ta nıdığımız yazar Nedim Gürsel, son ki tabı “Mehdi’yi Beklerken”de; Sâdık Hidâyet, Füruğ Ferruhzad, Ömer Hayyam, Firdevsî, Hâfızı Şirâzî ve Ferîdüddîn Attâr gibi İran edebiyatının unutulmaz şairlerinin ve Pierre Loti gi bi İran’dan etkilenmiş batı lı yazarların izini sürüyor. n İran elbette klasik ve çağdaş edebiyatıyla, özel AYÇA HAN likle de şiiriyle dünya edebiyatını da etkileyen bir ülke. Sizin yolculuğu nuz da İran’ın bu yönüne merakınız dan mı doğdu? Çocukluğumdan kalma İran’la ilgili bazı imgelerin dışında, yıllar sonra keş fettiğim ve “Kör Baykuş” adlı romanın dan çok etkilendiğim Sâdık Hidâyet... Hidâyet, Batı ile Doğu arasında sıkı şıp kalmış bir aydın; hem Fransız kül türü ile yetişmiş hem de kendi ülkesi nin derin kültürü ile bağ kurabilmiş bir yazar. Kendimi biraz onunla özdeşleş tirdim... Bir de tabii hazin bir hayat öy küsü var, Paris’te, benim doğduğum yıl olan 1951’de intihar etmiş. Sadık Hidâyet’in dünyasını da bu yolculuğun dönüşünde araştırdım aslında. Böy le bir yazarın varlığından ve “Kör Bay kuş” kitabından haberim vardı elbette, okumuştum. Ve hep merak etmişimdir İran’ın coğrafyasını gördüğüm fotoğraf lardan; çok etkileyici bir coğrafya, ge niş bir ülke, güç bir coğrafya... n Ömer Hayyam, Firdevsî, Hâfızı Şirâzî ve Ferîdüddîn Attâr’ın mezar larını da ziyaret ediyorsunuz yolculuğunuzda... Klasik şairler ve çağdaş şairlerin İran günlük yaşamında yeri nedir? İran, klasik şairlerini onurlandıran bir ülke, özellikle Firdevsî’nin mezarı bir anıtkabir gibi, “Şahname”den dizeler duvarlarına yazılmış, Şiraz’daki Hâfız’ın kabri de öyle ve çok kalabalık, her zaman ziyaretçisi var. İran’da şiir günlük hayatın bir parçası ve İslami rejim bu şairleri onurlandırıyor. Ama çağdaş şairlerle uğraşıyor ve yasaklıyor bazılarını. Bu bir çelişki, bence öz gürlüğün olmadığı yerde yaratıcılık da olmaz. Biz de bu alanda, giyim kuşamı sözlerimin dışında bırakıyorum ama düşünce ve ifade özgürlüğü alanında İran’a fazla ders verecek durumda değiliz. Sırf kitap yazdı diye üç kez yargıç karşısına çıkan bir yazar olarak söylüyorum bunları. Orada yargılanma ihtimaliniz yok, çünkü sansüre vermek durumundasınız kitabınızı. Sansürden geçerse bir sorun yok, geçmezse de kitap gün ışığına çıkmıyor zaten... Sanki, yazarlar için bir güvence sansür bir bakıma. İran’da sansür... n Sansür ve denetim kurulundan bahsettiğiniz kısımda çağdaş yazarlardan Şahriyar’ın kitabına da değiniyorsunuz, “dans” sözcüğünün yasak olması sansürün boyutunu gösteriyor elbette... Şahriyar Mandanipur’un “Bir İran Aşk Romanını Sansür Ederken” isimli kitabı; dört dörtlük postmodern bir roman. Hem yasak sorununa değiniyor, hem de bir sürü ilginç kahraman var. Kitapta bir dönem, filmlerin sansüründen sorumlu birinden söz ediliyor. İran televizyonunda filmleri sansürleyen birisi var ve kör bir molla. Yanındaki ekibin betimlemeleriyle karar veriyor neyi sansürleyeceğine. Ben, herhalde bu bir romancının hayal gücünden kaynaklanan bir durum diye düşündüm, ama araştırdım gerçekten öyleymiş. Şahriyar’ın öyküleri de 19921997 yılları arasında yasaklanıyor, hatta gizli polis tarafından bir suikast düzenlenince ülkeyi terk ediyor. Şahriyar’ın romanını okumadan önce de sansür kurulunun müstehcenlik konusunda yazarlara göz açtırmadığını biliyordum ama “göğüs” sözcüğünü kullanmanın, değil çıplak kadın gövdesini, dizkapaklarını betimlemenin bile günah ve suç sayıldığını bilmiyordum. Hele “dans” sözcüğünün tüm kitaplardan çıkarıldığını öğrenmek... Ve evet Şahriyar, “Ağaçlardan dökülen yaprakların dansı” cümlesinin İranlı yazarlar tarafından kurulamayacağını söylüyor. Kitap ikramı... n Tüm bu sansür uygulamalarına rağmen, insanların birbirlerine şiir kitaplarını ‘ikram’ ettiğini söylüyorsunuz... Şiirin İran halkının günlük yaşamının bir parçası olduğunu söyledik, bunu destekleyen bir durum bu. Bir kere Hâfız onlar için çok önemli ve ille de eğitimli kesim değil, sıradan insan da Hâfız’ın şiirini, ya da birkaç dizesini ezberden okuyabiliyor. Fal bakıyorlar “Divan”ı açıp, bir beyitin onların geleceğini söylediğine inananlar var. Gerçekten kendi kitaplarını bastıran ve birisiyle tanıştığında onu hediye eden insanlarla tanıştım Tahran’da. Bu güzel bir şey tabii, biz nasıl komşu ziyareti yapıp çay kahve ikram ediyorsak onlar da şiir kitaplarını ikram ediyorlar. Orada kendi kitaplarını bastırmak çok masraflı değilmiş, herhalde bir kâğıt sıkıntısı yok. Çünkü hepsinin birer ikişer şiir kitabı var, bu işin çok fazla masraflı olmadığını söylediler. ‘Yiyin Efendiler’ oyununa yasak Burdur Sanat Tiyatrosu’nun Sinop’ta önceki gün sergilemeyi planladığı “Yiyin Efendiler” adlı oyun için tahsis edilen salon, oyuna birkaç saat kala Sinop İl Kültür Müdürlüğü tarafından iptal edildi. İlker Görkem’in yazıp yönettiği, bürokrat ve siyasilerin halka yönelik kötü davranışlarının hicvedildiği tiyatro oyunu “Yiyin Efendiler”in Kültür Bakanlığı’na bağlı Sinop Kültür Merkezi’ndeki gösterimine izin verilmedi. Sol Haber’in aktardığına göre, Sinop Kültür Müdürlüğü salon yetkilileri tarafından önce oyunun metninin istendiği, içeriğinin sorulduğu, ardından oyuna bir gün kala “savaş sebebiyle prosedürün değiştiği” gerekçesiyle “bakanlık olur”u istendiği kaydedildi. Tiyatro ekibi, Sinop’ta “olur yetişmedi” denilerek salonun kapısından geri döndürüldü. Oyun, CHP’li Sinop Belediye Başkanı Barış Ayhan’ın belediyenin salonunu açmasıyla izleyiciyle buluştu. l Haber Merkezi ‘Dublör aramaya gerek yok’AAzinTyOkaarCreoatneKgairtçaeıslpdıuFıu.m..a’draı Eylül Fuarcılık ve Organizasyon tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen Ankara Kitap Fuarı, ATO Congresium’da açıldı. Fuarın açılışında Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi Bülent Arınç, Rusya Federasyonu Türkiye Büyükelçisi Aleksey Erkhov’u 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a benzetti. Arınç’ın “Sayın Cumhurbaşkanımızla ilgili bir dönem dizisi veya onun hayatını konu alan bir film yapılacak olsa, dublör aramaya gerek yok. Sayın Büyükelçimizden daha çok benzeyen bir insan bulmak mümkün değil” ifadelerini kullanması dikkat çekti. Cumhuriyet yazarları fuarda Ankara Kitap Fuarı’nda bu yıl aralarında Cumhuriyet Kitapları’nın da olduğu yaklaşık 300 yayınevi yer alıyor. Fuar, 27 Ekim Pazar gününe dek kitapseverler tarafından ziyaret edilebilecek. Fuarda, Cumhuriyet Vakfı Genel Sekreteri ve yazarımız Işık Kansu, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi ve yazarımız Mus tafa Balbay, yazarlarımız Ataol Behramoğlu ve Barış Doster ile uzun yıllar CHP Samsun Senatörlüğü ve Senato Dışişleri Komisyonu Başkanlığı görevlerinde de bulunan, yakın zamanda Cumhuriyet Kitapları’ndan “Senatör” isimli kitabı yayımlanan Ziya Gökalp Mülayim de okurlarıyla bir araya gelecek. Fuarda bugün 14.0016.00 saatleri arasında yazarlar Meltem Vural, Niyazi Altunya ve Ozan Bingöl kitaplarını imzalayacak. 22 Ekim Salı günü CHP Genel Başkan Yardımcısı Tuncay Özkan 16.0018.00 saatleri arasında okurlarıyla imza gününde bir araya gelecek. Fuarda, 25 Ekim Cuma günü Ziya Gökalp Mülayim, 26 Ekim Cumartesi günü Işık Kansu, Barış Doster ve Ataol Behramoğlu, gazeteci yazarlar Cüneyt Akman, Murat Ağırel ve Yavuz Selim Demirağ, 27 Ekim Pazar günü de Mustafa Balbay, CHP İstanbul Milletvekili İbrahim Kaboğlu, gazeteci yazar Can Ataklı ile Ömer Ödemiş ve Yunus Emre de kitaplarını imzalayacak. l ANKARA / Cumhuriyet Bu arada çocuklar öldü... Anlı şanlı medya “Büyük Zafer”, “Sahada da, Masada da Kazandık”, “Türkiye Dik Durdu; Haçlı Diz Çöktü” diye naralar atarken, kimileri ateşkese bozuldu; kimi Trump’a ders verdiğimize inandı. “Şimdi sıra Putin’de”, “Süpürme yetmez, bu işi bitirelim” diyenler oldu; kana bir türlü doyamayanlar oldu; dünyayı dize getirdiğimize inananlar oldu... Kantarın topuzu öyle bir kaçtı ki, Erdoğan bile “Ne zafer, ne yenilgi” diyerek yandaş medyayı uyarmak ve ayar vermek zorunda kaldı... Bu arada çocuklar öldü. Bu arada Çanakkale’de 74 yaşındaki Ekrem Yaşlı, hastanede eşiyle Kürtçe konuştu diye bir saldırıya uğradı. Darp edildi ve kafasına 20 dikiş atıldı. En çok toplumsal barış yara aldı. (Bakınız 3 gün önceki yazım: http://www.cumhuriyet. com.tr/koseyazisi/1632657/Buncanefretinasilnezamanektik.html ) Bu arada Trump’ın aşağılayıcı, küstah mektubu cevapsız kaldı; yok sayıldı... Bu arada kimi bakanların (T.C. bakanlarının) ABD’deki mal varlıklarının dondurulması şimdilik unutuldu. Bu arada ABD’nin berbat ekonominizi daha da mahvederim tehdidi şimdilik durdu. Bu arada ekmek daha ucuza satılmadı. Zamlar geri çekilmedi. Bu arada çocuklar öldü. Bu arada dengesini yitirmiş Trump’ın “Okul bahçesinde çocukların kavga etmesine izin vereceksiniz; bir süre kavga ederler sonra da ayıracaksınız” sözünün dehşeti, rezilliği, korkunçluğu, iğrençliği ve ahlaksızlığı, sadece çocukları ölen anneleri, aileleri değil, insan olan herkesi yaraladı. Bu arada o çocuklar okulda, okul bahçesinde değil ateş altındaydı. Cephedeydi, dağdaydı, ovadaydı, çöldeydi. Ateş hattında, bombalar altındaydı. Öldüler, öldürdüler, öldürüldüler. Onlarla birlikte sevdikleri, sevenleri de öldü. Bu arada ABD’nin Ortadoğu petrolünü, bizim ise IŞİD’i güvence altına aldığımız açıklandı. Bu arada “Türkler sivilleri bombalıyor” propagandasıyla, tüm dünyanın nefretini kazanmış olduk. Bu arada iktidarın, kaybettiği belediyelere karşı düşmanlığı; vazgeçmediği ayırımcılık; adaletin hak ve hukukun yokluğu örtbas edildi... Bu arada savaşa hayır demek, hâlâ suç sayıldı... Bu arada çocuklar öldü. Adlarına ne derseniz deyin, çocuklar öldü. Bu arada onları geri getiremeyiz; parçalanmış bedenlerini, yaralarını sarıp sarmalayıp hayata döndüremeyiz. Özür dilemek için de artık çok geç. Sadece mekânları cennet olsun diyebiliriz... Şehitlik Bu arada Oktay Rifat’ın “Şehitlik” adlı şiirini belki bin kez okudum. Sizlerle de paylaşıyorum: I “Ben bir bahriye neferiyim Gözlerimi balıklar yedi Görmek ve ağlamak bitti benim için Uzun boylu adamdım sağlığımda İnanmazsanız elbiselerime bakın Biri diyor ki ben de askerim Ne farkım var öteki ölülerden Eskiden evlerde otururduk Dışında kaldık bütün kapıların Şimdi duvardan geçiyoruz Biri de diyor ki Uzunluğuna kollarımın hâtırası Hâlâ başım ağrıyor Yalan hepsi bunların inanmayın Biz yokuz diyor bir başkası II Akraba ölülerin kılığında geliyorlar Kolayca girmek için odama Bir bakıyorum amcam kardeşim Bir bakıyorum Polonyalı bir gedikli çavuşu Hemen de konuşuyor Bir kızım vardı beş yaşında Ölmüş şimdi beraberiz İçi sıkılıyor burada Ellerini Varşova’da unutmuş Çember çeviremiyor Ve bir ses Ne patates çapalamak Ne taş kırmak Ne de yük taşımak pazara Burada rahatım iyidir Biri de karısını merak etmiş Evden haber soruyor bana Üstümden kaputumu aldılar Öldüğüm zaman Üşüyorum Önümüz de kış Sonra bir ağızdan konuşuyorlar III Bir bardaktan su içiyoruz Birlikte yemek yiyoruz akşamları Kimisi sevgilimize âşık Kimisi evlât olmak istiyor anamıza Sebepsiz gidip geliyorlar vapurlarda Tramvayda aramıza giriyorlar Yeniden uzun uzun yaşamak istiyorlar Bizden ayrılmadıklarına bakılırsa”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle