14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 5 Ocak 2019 CUMARTESİ [email protected] EDİTÖR: EMRAH KOLUKISA TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN Eski köye yeni âdet KÜLTÜR 80’li yıllarda bilgisayar oyunu tasarlayan bir gencin hikâyesini anlatan ‘Black Mirror: Bandersnatch’ interaktif özelliğiyle yepyeni bir izleme deneyimi sunuyor. Eğer son iki haftadır komada ya da ıssız bir adada değildiyseniz Netflix’in yeni interaktif filmi “Black Mirror: Bandersnatch”i duymuşsunuzdur. Yazıya koyduğumuz başlığı sonuna kadar hak edecek bu ilginç yenilik, Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim, ilk bakışta tam bir devrim niteliğinde. Bütün izleme alışkanlıklarını değiştireceğini iddia etmek zor belki ama eğlence sektöründe yepyeni bir alan açacağına ve muhtemel bir moda yaratacağına kesin gözüyle bakılabilir. Öncelikle şunu konuşalım: Netflix’in burada uyguladığı yeni yöntemi yakın bir gelecekte sinema salonlarında uygulamak mümkün görünmüyor. Kısaca özetlemek gerekirse izleyici elinin altındaki bilgisayar mouse’u sayesinde filmdeki karakterin neler yapacağına karar vererek hikâyenin akışını belirliyor. Bazı yarışma programlarında gördüğümüz uygulamanın bir benzerini yaparak, yani sinema salonuna giren her izleyicinin eline bir tercih butonu vererek tüm salonda aynı şeyi yapmak (herkes butonla tercihini yapar, yapay zekâ yanıtların ortalaması hızla alarak tercihi uygular) teoride mümkün elbette ama bunun için özel salonlar, özel yazılımlar vb. gerekiyor ki, bu da zaman ve para demek. Yani şimdilik sadece Netflix’e özgü bir uygulama olarak kalacak gibi görünüyor bu interaktif film izleme işinin. Tabii başka streaming platformları da yapabilir, ona bir şey diyemeyiz. Özgür irade meselesi Gelelim “Black Mirror: Bandersnatch”e... İzlediğimiz şeyin bir sinema filminden ziyade bir bilgisayar oyununa benzediğini söylememiz gerek. Öte yandan bilgisayar oyunları sinemadan çok beslenmeye başladığı ve sanal gerçeklik, artırılmış gerçeklik gibi uygulamalarla iki alanın birbirine çokça geçiş yaptığını düşünürsek bunda eleştirecek fazla bir yön olmadığını da kabul ederiz. Ayrıca bir hikâyesi, çeşitli çatışmaları, yani çok özgün olmasa da bir dramatik yapısı var “Bandersnatch”in ve üstüne bir de önemli bir felsefi tartış Netflix’in interaktif filmi ‘Black Mirror: Bandersnatch’in başrolünde Fionn Whitehead var. mayı ekleyerek fazladan okumalara da imkân tanıyor. Sözünü ettiğim felsefi tartışma muhtemelen insanlığın en temel konularından biri olan özgür irade tartışması. “Bandersnatch” izleyiciyi bir nevi Tanrı pozisyonuna sokarak başkarakteri üzerinden bir özgür irade sorunsalı ortaya atıyor ve bunu da fena bir şekilde kurgulamıyor. “Kaderimiz kendi elimizde mi” sorusunu, filmdeki baş karakterin kaderini izleyicinin ellerine bırakarak filmin interaktif yapısına da özel bir anlam kazandırmayı başarıyor “Bandersnatch”. Gerçi kimi yerlerde izleyicinin seçimlerini yok sayarak onu yerine koyduğu Tanrı’yı da yok sayıyor ama bu da başka bir tartışma kanalı açabilir belki... “Black Mirror: Bandersnatch”i her hangi bir filmi eleştirdiğimiz gibi eleştirmek biraz zor belki ama şunları hemen belirtelim oyunculuklar olsun, reji olsun belli bir ortalamanın üzerinde. 80’li yıllarda geçen hikâyenin dönemi yansıtan müzikleri, kostümleri, yapım tasarımı da öyle. Ama tüm bunların ötesinde bir şaheser yok karşımızda, ya da zamanla değeri anlaşılacak bir film... Şimdiden kült statüsüne yükseldi, evet, ama ardından neler gelecek, bu film nasıl bir yaratıcılığa yol açacak kestirmek kolay değil. Üstelik işin interaktivite kısmında da bazı handikaplar var kanımca. Örneğin neden iki tercih? Hayatta çok az durumda sadece iki tercih vardır? Metroda telefonumdan müzik seçerken bile 6 farklı seçenek arasından bir karar veriyorum çoklukla. Ayrıca filmdeki bir iki yerde izleyici örneğin evethayır arasında bir tercih yaptığında onu kabul etmiş görünüp sonra hikâyede yine de diğer yanıtı esas alacak bir gidişatı uygulamak hile yapmak olmuyor mu? Filmin süresinin en az 40 dakika, en çok ise 2.5 saat olduğu söyleniyor ve en az beş (kimilerine göre 10) farklı finalden bahsediliyor. Tüm kombinasyonları denemek ise herhalde imkansız. Ama ben birkaç farklı yol izlemeye çalıştım ve farklı sonlarla karşılaştım gerçekten de. İşin keyfine daha iyi varabilmek için de sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar yakın bir arkadaş topluluğuyla birlikte izlenmesini ve aynı gece içinde mümkün olduğunca tekrarlayıp farklı yollara sapılmasını tavsiye ederim. Madem ki böyle bir imkân verilmiş, sonuna kadar kullanalım değil mi? Üstelik mısır yemek de şart değil. ‘Nâzım’ı Tanımak ve Anlamak’ Nâzım Hikmet Vakfı’nca “Nâzım’ı Tanımak ve Anlamak” başlığı altında gerçekleştirilen söyleşi dizisi yeni yılda da yeni konuklarla devam edecek. 13 Ocak Pazar günü 17.30’da yapılacak “Nâzım’la 40 Yıl” başlıklı toplantının konuşmacısı Genco Erkal olacak. Ünlü oyuncu, Nâzım Hikmet şiirlerinden yaptığı sahne uyarlamalarındaki deneyimlerini izleyenlerle paylaşacak.18 Şubat Pazartesi saat: 19.00’daki söyleşide Prof. Dr. Cevat Çapan, Nâzım Hikmet’in hayatları etkileyen yaratıcı dünyasını dinleyiciyle buluşturacak. 4 Mart Pazartesi saat 19.00’da Zeynep Oral’ın konuşmacı olduğu toplantının konusu ise, “Nâzım ve Kadınlar” olacak. Halka açık ve katılımın bedelsiz olduğu toplantılar, Şişli Belediyesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Evi, Abidin Dino Salonu’nda yapılacak. Adana’da fuar zamanı Çukurova Kitap Fuarı bugün 12. kez Adana’da başlıyor. 13 Ocak tarihine dek sürecek olan fuar, Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliğinde, Adana Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi desteğiyle Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi’nde düzenlenecek. Yılın ilk kitap fuarı olacak Çukurova 12 Kitap Fuarı’na katılan 300 yayınevi ve sivil toplum kuruluşu stantlarında onbinlerce kitabı okurlara sunarken, düzenledikleri panel, söyleşi, atölye çalışmaları gibi etkinliklerde yazar, şair, sanatçı ve bilim insanlarını okur ve sanatseverlerle buluşturacak, çocuklar için ise çeşitli etkinlikler gerçekleştirilecek. Adana’nın Kurtuluş Günü olan bugün, protokol, fuar ve katılımcı kuruluş yetkilileri, yazar, şair, sanatçı ve bilim insanı ile halkın katılacağı 11.00’deki törenle açılacak fuarın ilk gününde Aret Vartanyan, “Geçmişin izleri, geleceğin korkularını silmeden nereye gidiyorsun?”, Buket Uzuner, “Edebiyatımızda çevre sorunları”, Faruk Dilaver, “Hayatın gerçeği” başlıklı söyleşilerde sevenleri ve okurlarıyla buluşacak. Fuarın 13 Ocak’taki kapanışını ise Menderes Samancı lar, “Dizilerin ve filmlerin toplum üzerindeki etkileri”, Ahmet Şimşirgil, “Osmanlı’yı anlamak”, Ataol Behramoğlu, “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var”, Uğur Koşar da “Yaşama evliya gibi bakmak” başlıklı söyleşileriyle yapacak. Fuar programında yer alan çeşitli kültür sanat etkinliği ile imza günlerinde okurlarla bir araya gelecek 500 yazar arasında; Füruzan, Ercan Kesal, Latife Tekin, Gülten Dayıoğlu, Altan Öymen, Yekta Kopan, Ayşe Kulin, Buket Uzuner, Aret Vartanyan, Canan Tan, Ayşe Hür, Zeynep Altıok Akatlı, Mavisel Yener, Nebil Özgentürk, Tülin Kozikoğlu, Sinan Meydan, Hasan Ali Toptaş, Ataol Behramoğlu, İsmail Saymaz, Levent Gültekin, Behiç Ak, Mete Yarar, Çiğdem Gündeş, Kerem Fırtına, Erdoğan Aydın, Selim Temo, Toprak Işık, Aytül Akal, Hikmet Anıl Öztekin, Sinan Tuzcu, Kemal Hamamcıoğlu, Menderes Samancılar, Kahraman Tazeoğlu, Koray Avcı Çakman, Bahadır Yenişehirlioğlu, Zafer Algöz, Can Yılmaz, Ahmet Şimşirgil, Tarık Tufan, Sinan Yağmur gibi çok değerli yazar, şair ve bilim insanı bulunuyor. l SAVAŞ KÜRKLÜ /Adana, Cumhuriyet ‘Yüzyüzeyken Konuşuruz’ bu akşam IF Beşiktaş’ta Spotify’ın Türkiye’de 2018 yılı en çok dinlenen müzik grubu olarak ilk sıraya yerleşen, yerli alternatif sahnenin sevilen gruplarından Yüzyüzeyken Konuşuruz bu akşam müzikseverlerle buluşacak. Elektrik gitar, bağlama ve vokalde Kaan Boşnak, elektrik gitar ve keyboardda Engin Sevik, davulda Can Kalyoncu, keyboardda Baran Ökmen ve bas gitarda Can Tunaboylu’nun yer aldığı grup, saat 21.00’de IF Performance Hall Beşiktaş sahnesinde olacak. İçinden sihir geçen oyun D ünya Sihirbazlar Birliği tarafından Merlin Ödülü’ne layık görülen Burak Sanlı ve Kıvanç Özkönü, sihirle dramatik tiyatronun iç içe geçtiği ‘Muhteşem Danton ve Genç Arthur’un İnanılmaz Hikâyesi’ oyunu ile tiyatroseverlerle buluşuyor. 10 Ocak’ta DasDas Sahne’de prömiyerini yapacak oyunda ikiliye, oyuncular Müge Boz ve Gürhan Elmalıoğlu ile dansçılar eşlik edecek. Volkan Yosunlu ve Alper Baytekin’in hem kaleme aldığı hem de yönettiği ve seyircileri geçmişe götürecek oyun, sezon boyunca, Metropol İstanbul’daki yeni yerine taşınan DasDas’ta sahnelenecek. Biletler, Biletix’te satışta. [email protected] Aslı Gökyokuş “Dünya” (Arpej Yapım) Çok güçlü bir sesti Aslı Gökyokuş. Sesti dediğime bakmayın, halen öyle. Zaman ondan fazla bir şey götürmemiş. Tam 11 yıl sonra çıkardığı “Dünya” albümünde, gençliğini doksanlı yıllarda rock barlarda müzik dinleyerek geçirmiş şimdi orta yaş ve üzerinde olan bir kuşağı halen heyecanlandırıyor. Yapımcısı, Mary Jane topluluğu döneminde birlikte çaldığı davulcu (ayrıca aranjör ve ses mühendisi olan) Alen Konakoğlu. Düzenlemelere dahil olan gitarcılar Gökhan Büyükkara ile Selim Öztunç, bir de basçı Alp Ersönmez’in katkıları azımsanmayacak ölçüde. 16 şarkılık albümde 11 parça yeni, diğerleri ye niden düzenlenmiş yakın geçmişin eserleri. Hümanist duygulardan beslenen dolaylı po litik bir tutumu var Aslı’nın; giderek sıkışan bir toplumda ayakta kalmaya, insanlık onurunu, vicdanını korumaya çalışan biri olarak. Cümleleri kısa ve net; açık sözlülüğünün açıkça yansıdığı satırlarda elinden gelenin en iyisini yapıyor, bir müzisyen, toplumsal bir varlık ve kaygılı bir fert olarak. Bir eş ve anne olarak zamanını ailesine ayırmasının doğal haklılığı bir yana, şayet sahne ve albüm mesaisi ni bu kadar kesintili aralıklarla sürdürmemiş olsaydı, şimdi kadın rock şarkıcılarımızın tahtında o oturuyor olacaktı. Selva Erdener “Biliyor musun?” (Ada Müzik) Soprano Selva Erdener’in dördüncü albümü “Biliyor musun?” adını Edip Cansever’in Yerçekimli Karanfil şiirden alıyor. Yanı sıra Karacaoğlan, Nâzım Hikmet, Ataol Behramoğlu, Gonca Özmen ve Yaşar Nabi Nayır şiirlerinin bestelerinden oluşan albüm, her ne kadar ekseninde klasik müzik olsa da, kaliteli olmak kaydıyla popüler müziklerden hoşlanan dinleyiciye sesleniyor. Öncelikle bestelerin (müzik direktörlüğü ve piyanoda İbrahim Yazıcı, kemanda Mehmet Yasemin, kemençede Derya Türkan, viyolonselde Çağ Erçağ, kanunda Ahmet Baran, basta Volkan Hürsever, davulda Ediz Hafızoğlu gibi isimler tarafından) ustalıkla icra edilmiş olmaları albüme ayrı bir değer katıyor. Erdener’in hayatına dokunmuş, kendisini derinden etkilemiş bu satırların beste lerinde ise Cem İdiz, (eşi) Turgay Erdener, Melahat İsmail, İbrahim Yazıcı, Fazıl Say ve Babür Tongur imzaları var. Ana duygu hüzün, konu vefa ve dostluk, dramatik yapı güçlü, malzememiz ise gelenek. Kalite standartlarını eğip bükmeden tarzının dışına çıkıyor Erdener, klasik müzik camiasının ötesine sesleniyor bu albümle. Opera havası hiç eksik olmasa da, her şarkıyı kendine has, özüne uygun bir ruhla ele alıyor, seslendiriyor. Piyasanın dışında, bir başka boyutta... Sanatçının görevi Sanatçı, toplumunun ürünüdür. Toplum ve sanatçı birbirini değişime zorlar. Toplumsal dönüşümün düşünsel devrimden geçtiğini öngören gerçek sanatçı, politikacıların toplumlarını anlamaları için ipuçları vererek öncü, haberci olur. Toplumsal gelişmenin önündeki siyasal, kültürel engellerin aşılmasında sanatçıya ve sanata bu açıdan çok görev düşer. Dünyanın ve toplumunun karşı karşıya kaldığı haksızlıklara, adaletsizliklere, yoksunluklara, eşitsizliklere karşı çığlık olmak sanatçının görevidir. Ülkemizde sanatçının toplumun vicdanının sesi olup olmadığı sorusunun yanıtı için bugünün gerçekliğine baktığımızda, insanlığın büyük bir kıvanç, sevinç, coşku yaşamayı hak ettiğini görüyoruz. Doğaya karşı kazanılan yengiler, bilimsel ve teknolojik yenilikler, yaşamı kolaylaştırabilecek milyonlarca çeşit araç gerece sahip olma, ilkel insandan beri düşünürsek, insanlığın çok büyük adımlar attığını gösteriyor. Bilim ve teknolojideki görkemli gelişmeler, insanlığa güzel bir yaşam sunmanın tüm önkoşullarını hazırlamış durumda. Bunları insanlığın özgür, anlamlı bir yaşamı için kullanamadığımız da gerçeğin öbür yanı. Çünkü varlığını başka insanların sömürülmesinden alan, adına emperyalizm denen bir vahşi sistem, insanın var ettiği zenginliğinin doğurduğu tüm araçları sisteminin sürmesi için kullanıyor. Paradan silaha, medyadan devlet güçlerine, savaşa kadar her araç, sistemin sürmesinin zorunluluğu olan tüketim’e yönlendiriyor insanları. İnsanın, doğanın, insanın yarattıklarının, duyguların, düşüncelerin, ideolojilerin, tarihin, aşkın, dayanışmanın, demokrasinin tüketildiği; insanların, sistemin ürettiği her şeyi tüketmenin bir aracı haline dönüştürüldüğü vahşi bir düzendeyiz. Buna uygun geliştirilen bir tüketim kültürü her yandan tutsak alıyor insanları. Bu tutsaklıktan sanat da payını alıyor, sistem, tüm araçlarıyla sanatı ve sanatçıyı da kuşatıyor. Sanatın kuşatılması insanın geleceğe olan umudunun tüketilmesi, bağnazlığın karanlığına mahkum edilmesidir ve bu, insana yakışmıyor, sanata, sanatçıya hiç yakışmıyor. Bu kuşatmada sanatçının görevi ve sorumluluğu daha bir artıyor. Teslim olmak onursuzluğu, sanata yakışan bir davranış olmadığına göre, sanatçı, sistemin dayatmasına, toplumunun ve kendisinin de tüketilmesine karşı, sanatın onurlu bayrağını yükseltmek zorundadır. Bana düşen görev nedir diyen sanatçı, okuyarak, görerek, izleyerek öğrenmesini sürdürürken toplum dışı bir sanatı öneren medyanın baş edilmez gibi görünen gücüne karşı halkın duyarsızlığını duyarlılığa dönüştürecek bir sanat anlayışıyla yaratarak toplumun vicdanı, çığlığı olmaya çalışmalıdır. “Nasıl mı?” deyince aklıma geldi: Sanatçı, Çernişevski’nin, her yeninin bir adımının eskinin içinde olduğunu; yeni düşüncesiyle, kültürüyle yeni insanların tarih sahnesine çıkması gerektiğini ve bu işi sanatın üstlendiğini anlatan Nasıl Yapmalı’sını elinden düşürmemeli örneğin. Hâlâ okumadıysa Thomson’ın İnsanın Özü’nü, Gombrich’in Sanatın Öyküsü’nü, Fischer’in Sanatın Gerekliliği’ni, Lukacs’ın Estetik’ini, Caldwell’in Yanılsama ve Gerçeklik’ini okumalı. Kapitalizmde Korku’yu (Duhm) okumalı örneğin. O İyi Kitaplar Olmasaydı’nın (Emin Özdemir) atılacak adımların ufkunu açtığını unutmamalı. “Biliyorsunuz, verdim ömrümü, en güzel en olacak, en olması lazım şey için./ Fakat çoktur sayılmayacak kadar aynı işi benden evvel belki de benimkinden büyük bir inatla yapanlar” demişti Nâzım Hikmet. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle