15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
HAFTA SONU TASARIM: İLKNUR FİLİZ 926 Ocak 2019 CUMARTESİ ‘KorkularındanLEYLA GENCER: LA DİVA TURCA BELGESELİ’NİN YAZARI ZEYNEP ORAL İLE KONUŞTUK sahnede kurtuldu’ Dünya opera sahnelerinin gelmiş geçmiş en büyük seslerinden Leyla Gencer’in yaşam öyküsü bir belgesele konu oldu. ‘Leyla Gencer: La Diva emrah kolukısa Turca’ başlıklı belgeselin metnini ve senaryosunu kaleme alan Zeynep Oral ile hem belgeselin yapım sürecini hem de Leyla Gencer’i konuştuk. Oral, ‘Onun en büyük korkusu perde açılmadan önce uçurumun kıyısında durduğu andı’ diyor. n Metnini ve senaryosunu kaleme aldığınız “Leyla Gencer: La Diva Turca” adlı belgeselin oluşum sürecinden bahsedelim biraz. Nasıl başladı, hangi aşamada dahil oldunuz, kaç yıl sürdü...?  Bir yıl önceydi... 2018 Leyla Gencer’in onuncu ölüm yıldönümüydü. İKSV Genel Md. Görgün Taner aradı. Leyla Gencer için bir belgesel hazırlamak istediklerini söyledi. Senaryosunu yazar mıydım diye soruyordu. Hiç düşünmeden evet dedim. Yönetmeni yıllardır İKSV’nin filmlerini hazırlayan Metin Selçuk olacaktı. Saygı duyduğum, çok beğendiğim bir yönetmen. n Daha önce kitabını yazmıştınız... Evet 1988’de karar vermiştim. Dört yıl boyunca Milanoİstanbul arası gide gele Leyla Hanım’la çalıştım. Anne kız, iki kardeş gibi olmuştuk. 1992’de “Leyla GencerTutkunun Romanı” kitabım ilk kez İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıktı. Sonra başka yayınevlerinden sayısız baskı yaptı. Şimdi ALFA Yayınları’nda. Üstelik o sırada yanımda arkamda hiçbir kurum yoktu. Belgesele dönelim: Görgün Taner’in telefonundan bir iki gün sonra (2018 Şubat ayıydı) Görgün Taner, Yeşim Gürer Oymak, Yekta Kara, Ahmet Erenli, Selçuk Metin ve ben buluştuk. Bir iki saat konuştuk. Zaten kitabımın müzik danışmanlığını da Yekta Kara yapmıştı. İlk günden işin içindeydim. O andan sonra Selçuk’la çalışmaya başladık. Selçuk’un titizliği, azmi, özeni olmasaydı, bu belgesel böyle gerçekleşemezdi. Belgeselin oluşumu n Elbette yine sizin kaleme aldığınız “Leyla Gencer: Bir Tutkunun Romanı” adlı kitabınız en önemli kaynak olarak yanı başınızdaydı. Senaryoyu yazarken başka hangi kaynaklar vardı elinizin altında? Selçuk Metin benim kitabı neredeyse benden daha iyi biliyordu. Ayrıca benim Leyla Gencer üzerine bir değil 34 farklı kitabım var. Hepsinden yararlandım. Kendi yazdıklarım dışında en büyük kaynak İKSV, Borusan Sanat ve Yapı Kredi Kültür’ün arşivinde olan fotoğraflardı. İçlerinde ilk kez gün ışığına çıkan fotoğraflar vardı. Çok önemli bir başka kaynak: Yine senaryosunu ve metnini benim yazdığım Nebil Özgentürk’ün “Rüzgâra Karşı Yürüyenler” belgeseliydi. Nebil’in belgeseli için Gencer ile çok geniş kapsamlı, çok ayrıntılı bir röportaj yapmıştım. Nebil o röportajın bir bölümünü kullanmış, büyük bir bölümünü ise hiç kullanmamıştı. Ve kullanmadığı o bölümleri saklamış olması bir mucizeydi. Bu yüzden ona müteşekkiriz. O bölümler bu yeni belgeselde gün ışığına çıktı. Selçuk’la Napoli, Roma ve Milano’da, 3 kentin sokaklarında ve operalarında geçen yıl gerçekleştirdiğimiz çekimler, röportajlar da önemli kaynak oluşturdu. n Genç kuşaklar adını bilir bilmesine ama onu tam manasıyla tanımazlar diye düşünüyorum. Sizin kitaptan sonra Leyla Gencer sık sık “Ülkem beni hatırladı” diyecekti. Belki bir kıyaslama ya Zeynep Oral, 1991’de Leyla Gencer’le bir arada. Gencer’in adı zorlukları aşmamıza yetti n İtalya çekimleri nasıldı? O süreçte karşılaştığınız güçlükler? Olumlu olumsuz koşullar nelerdi ? İtalya’da 3 kentte çok kısa sürede çok çekim yapmak zorundaydık. En büyük zorluk, opera yapılarının hep çok dolu olmasıydı. San Carlo’da çekim yaparken bir yandan Aida provaları sürüyordu. Scala’da çekim yaparken turistler opera turu yapıyordu. Bebek ağlamaları, çekiç sesleri arasında çekim yapmak durumundaydık. Gencer’in ilk sahneye çıktığı Napoli’deki Arena Flagrea artık özel sektöre verilmiş ve kapa lıydı. Açtıramadık. Orayı “drone” ile çekti Selçuk. Bize tek yardımcı olan Leyla Gencer adıydı. Büyülü, tılsımlı bir değnek gibi. Kimden görüş istesek, hemen elbet diyordu. Bütün o maestrolar, ünlü opera yönetmenleriyle o sayede röportaj yapabildik. Üstelik yaptığımız röportajların büyük bölümünü de kullanamadık. Belgeseli Halit Ergenç’in seslendirmesi bence çok etkileyici oldu. Ayrıca sesleriyle katılan Selçuk Yöntem, Bergüzar Korel, Mehmet Günsür’ün de katkılarını da unutmamak gerek. (Üstte) Ekibin Napoli’de San Carlo Operası’nda çekimleri. Zeynep Oral (sağda) mayıs 2018’de Milano’da La Scala Operası’nın dışında Leyla Gencer sergisinin afişi önünde. parsak, kime benzetebiliriz onu, onun yıldızlığını, ününü? Kıyaslama yapamayız. Eşsizdi. Öncüydü. Örnek oluşturdu. Bir okul oluşturdu. Gençlere yol açtı. “Ülkem beni hatırladı” sözünü gülerek, ironiyle karışık söylerdi. Sanki intikam almak ister gibi. Ankara Devlet Operası’ndan kovuluşunun intikamı, yıllar boyu devletin onu yok saymasının intikamı. Bu sözü söylediğinde içim acırdı. Gerçek müzikseverler, çağdaş evrensel değerleri benimseyenler onu hiç unutmamışlardı ki. Bir de şu var: Leyla Gencer zirvedeyken sahneleri bıraktı ama öğrenci yetiştirmeyi misyon edindi. Hem yurtdışında hem Türkiye’de. Aydın Gün’le Yapı Kredi öncülüğünde başlayan Leyla Gencer Şan Yarışmaları; önce İKSV ve şimdi Borusan aracılığıyla sürmekte ve dünya operalarına genç solistler kazandırmakta. n Müthiş bir azim ve tutku öyküsü tabii onun ki. Ayrıca inanılmaz disiplinli, mükemmeliyetçi ve çalışkan. Onu başarıya ulaştıran etkenler arasında bunlar var elbette ama Leyla Gencer’i başka hangi özellikleriyle tanımlayabiliriz sizce? Yazdığım kitapta da bu belgesel filmde de onu farklı kılan özelliklerini anlatmaya çalıştık. Sadece büyük sanatçıyı, divayı değil, in san olarak kişiliğiyle anlatmaya çalıştık. Zekiydi. Çok akıllıydı. Azimliydi. Dik başlıydı. Risk almayı seviyordu. Cömertti. Sevdiklerine, çevresine, öğrencilere, dostlarına, seyircisine, dinleyicisine hep verdi. Kendini hiç sakınmadı. Çok bilgili ve kültürlüydü... Farklı kültürleri özümsemişti. Doğu ve Batı’nın senteziydi. Komikti. Gülmeyi, eğlenmeyi seviyordu. Zor bir insandı da, inatçıydı, kaprisliydi çünkü mükemmeliyetçiydi. Hep her şeyin en mükemmelini isterdi. Yanlışı kolay affetmezdi. Pespayelikten hoşlanmazdı. ‘Türk olmak onun için çok önemliydi’ n Polonya asıllı bir anneyle Türk bir babanın kızı olarak İtalya’da büyük bir ün kazanıyor ama Türklüğünden hiç vazgeçmiyor. Onun bu vatan sevgisini neye bağlıyorsunuz? İstediği ülkenin vatandaşlığına geçebilir ve belki çok da rahat ederdi, değil mi? Aklının ucundan bile geçmedi farklı bir vatandaşlık almak. Köklerine çok bağlıydı. ‘Memleketim der’ başka şey demezdi. İtalya da dikensiz gül bahçesi değildi. Önceleri çok baskı gördü. Gelin, sizin adınızı değiştirelim. Size bir İtalyan ad verelim. Önünüzde uzun bir yol var; İtalyan vatandaşı olursanız, önünüzde kapılar açılır, vb... Bütün bunlar dendi. O hep “Hayır” dedi. Benim adım Leyla, Leyla Gencer. Hep hayır dedi. Benim ailem Safranbolulu. Benim köklerim Anadolu’da. Ben Türküm. Her zaman, son gününe dek tek pasaportu oldu. Türk pasaportu. Sahnede yaşamak n La Diva Turca gibi görkemli bir isimle anılmak kolay olmasa gerek. Bu ismi kazanmak için hangi zorluklara göğüs germişti Leyla Hanım? Bir rolden ötekine, ünü arttıkça, cenneti ve cehennemi yaşıyordu. Cenneti, aryalarda dostluklarda, hayranlarının yüreklerinde yaşadı. Cehennemi, kıskançlıklarda, önüne çıkan engellerde ve tehditlerde. İmzasız mektuplar alıyordu. Gazetelerden kesilmiş harflerle: “Norma’yı oynarsan öldürüleceksin” yazılı mektuplar. Hepsine güldü geçti. Onun asıl cehennemi büyük korkusuydu. Perde açılmadan önce, uçurumun tam kıyısında durduğu an. Yapamayacağım. Olmayacak. Bu kez mahvoldum. Bu son. İşte her şey bitti. Zaten sesim de çıkmıyor. O büyük korkudan stresten kurtulmanın tek yolu, kendini uçuruma bırakmak, sahneye çıkıp şarkı söylemekti. İmdat Gönülal’ın yeni şiirleri raflarda yerini aldı Ruhun derinliklerinde... Yazarşair İmdat Gönülal, geçen yıl raflarda yerini alan ilk şiir kitabı ‘Nerem Ka nadıysa Seni Bastım Yaralarıma’nın ardın dan son kitabı ‘Sen Hatırlamıyorsun’ ile okuyucuyla buluştu. Gönülal’ın Telgrafha ne Yayınları’ndan çı kan şiirleri raflardaki yerini aldı. İlk şiir kitabı İmdat Gönülal nı 2018’in Şubat ayında çıkartan Gönülal, son olarak Telgrafha ne Yayınları’ndan ‘Sen Hatırlamıyorsun’ kitabıy la okuyucu karşısına çıktı. Gönülal ilk kitabı ‘Se ni Bastım YaralarımaNerem Kanadıysa Seni Bastım Yaralarıma’ ile, çocukluğu, sevgiyi, vic danı, duyarlılığı kaybetmemeyi insan olabilme nin ilk adımlarını okuyucuya sunuyordu. Son ki tabı ‘Sen hatırlamıyorsun’ kitabında ise Gönü lal, yanan, yıkılan, çözülen, kaybolan bir dünya da; acısıyla, kederiyle, sevinciyle, umuduyla, aş kıyla kimsesiz bir insanlık anıtına, yıkılmasın di ye omuz veriyor. Yüreğinin mürekkebine batırıl mış dizeleri; insanın, insan olmaktan gelen özü nü anımsatıyor bize bir kez daha. Ruhumuzdaki kiri, pası silip atıyor... l Haber Merkezi Sanat şehri Paris’te kuklalara tutkuyla bağlı bir yaşam Tahtalara ruh üfleyen adam: FrançoIs MonestI er Yeliz Bozkurt Paris o gün eksi 3 dereceydi. Seine Nehri’nin üzerindeki Saint Pont Louis köprüsünde bir müzisyen ve kukla oynatıcısı vardı. Hava çok soğuk ve rüzgârlı olduğu için insanlar başlarını bile kaldırmadan önlerinden geçip gidiyordu. Sadece 45 yaşlarında bir çocuk farkına varmıştı tüm bu büyünün. Annesini elinden çekiştirip tam kukla gösterisinin önünde durdu ve öylece kaldı. Bir ben bir de ufaklık ve annesi başladık seyretmeye. İkimizde farklı hayallere daldık şüphesiz. Adam eskimiş o ahşap kuklaları oynatırken, bazen gözleri büyüyor, bazen de nefesi kesiliyordu. Bir ara kuklaları bırakıp onu izlemeye başladım. Üstü başı biraz eski, uzun sakallı bu kukla oynatıcısının hikâyesini çok merak ediyordum. Gösteri bittikten sonra biraz konuşabilir miyiz diye sordum. ‘Ne hakkında?’ dedi, ‘kuklalar’ diye cevap verdim. Köşedeki kahvede ona bir kahve ısmarlamak istedim. Beni kırmadı. Ve ne şanslıyım ki Paris gibi bir sanat şehrinde ömrünü inandığı ve âşık olduğu ‘kuklacılık’ mesleğine adamış gerçek bir sanatçıyla konuştum. n Bu işi kaç yıldır yapıyorsunuz? 36 yıldır. n 36 yıl sadece kukla oynatıcılığı mı yaptınız? Evet. 20 yaşımda başladım, 56 yaşındayım. 36 yıl bitiyor bile. n Peki kuklalar nasıl girdi hayatınıza? Babam da kukla oynatırdı. İlk oyuncaklarım kuklalardı. n Kendiniz mi yapıyorsunuz kuklaları? Evet, bahçemde ufak bir atölyem var. Benim tek hayatım onlar. Sabahları çıkıp buraya geliyorum. Bütün gün bu köprüdeyim. Bazen kütüphane ve okullarda da gösteriler yapıyorum. Ama benim vitrinim sokaklar. n Kışın çok zor olmuyor mu sokaklar? Şu an konuşurken bile çok üşüyoruz. Ben oyuna başladığımda hava şartlarını çok hissetmiyorum. İzleyicilerim de sanatıma kıymet veriyorsa soğuk sıcak hiç fark etmiyor. Bazen haftanın birkaç günü aynı kişiler gelip beni izliyor. n Tanınmış simalar da var mı içlerinde? Fransız komedyen Guy Bedos var. n Birkaç sokak ötenizdeki galerilerde binlerce Avroluk tablolar satılıyor. Sizin sahneniz de sokaklar. Seyircilerinizin belirlediği bir geliriniz var. Sanatta da adaletsiz bir gelir dağılımı var diyebilir miyiz? Birazdan gidip o tablolara bakacağım. (Gülüyor) Sanatta para asla düşünülemez. Benim amacım para değil ki, benim ki meslek aşkı. Ömrüm boyunca sadece bu işi yaptım. Ve bence sanat yapıyorsanız para her zaman ikinci planda olmalı. n Ama Paris çok pahalı... Evet haklısınız hem de çok. Çocukluğumdaki Paris’i çok özlüyorum. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle