15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 19 Ocak 2019 CUMARTESİ [email protected] EDİTÖR: ORHUN ATMIŞ TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN KÜLTÜR Tek dertleri müzikSerkan Keskin, Taner Ölmez ve Fırat İkisivri’yle türküler içinden... Ayça Han Oyuncu Serkan Keskin, Taner Ölmez ve müzisyen, yapımcı, aranjör Fırat İkisivri üçlüsünün bir araya gelip oluşturduğu, daha sonra aralarına profesyonel müzisyenlerin de katılmasıyla son halini alan çiçeği burnunda grup Barabar, ilk albümleri “Memleket Nere?”yi 7 Ocak’ta dinleyicileriyle paylaştı. Halk müziği eserlerinin yorumlandığı albümün tamamı canlı kaydedilmiş; “Sabah oturduk, akşam kalktık” diyor Taner Ölmez. Şile’de ormanlık bir alanda yapılan kayıtların samimi videolarını da YouTube üzerinden izlemeniz mümkün. Çoğumuzun kulağına değmiş türküleri bir de, tek dertleri müzik yapmak olan Barabar’dan dinleyin derim. n Son bir haftada lansman konseri yaptınız, albüm ve beraberinde video kayıtları paylaşıldı mecralarda. Sizin için nasıl geçti bu süre? Serkan Keskin: Beraber bir şeyler çalıyor ve eğleniyorken kısa bir video paylaştık sosyal medyada, aslında bunun için bir araya gelmemiştik ilk önce ama çok güzel geri dönüşler oldu. Tam o dönemlerde keyif almaya başladık ve o şarkıları yaptıktan sonra kaydetmeye karar verdik. Yedi tane şarkımız vardı kaydettikten ve sonra paylaştık. Albüm yapmak gibi bir durum değildi aslında önce, sadece paylaşmaktı derdimiz. Şu an beklediğimizden daha enteresan geri dönüşler oluyor, yurtiçinden yurtdışından konser teklifleri almaya başladık. İşler biraz daha ciddiye bindi aslında, biz de tekrar çalışmaya başladık konser şarkıları için. n “Halk müziği cover’layalım” gibi bir şey var mıydı aklınızda? F. İ. : Aslında mesele bir grup kuralım, bir şeyler çalalım ya da ne çalalım gibi bir şeyden çıkmadı. “Biz ne yapıyoruz?” diye baktık sadece. Evet Taner türkü söylüyor, güzel de okuyor... Şu an ne hissediyorsak, diğer dinlediğimiz müzikler neyse öyle bir şeyler yapalımdan çıktığı için kendiliğinden halk müziği yaptık aslında. “Şöyle bir şey yapalım” diye tasarlamadık hiçbir şeyi. n Hangi türkülerin yer alacağına nasıl karar verdiniz? İlla ki bulunsun dediğiniz bir türkü oldu mu içlerinde? Oyuncu Serkan Keskin, Taner Ölmez ve müzisyen, yapımcı, aranjör Fırat İkisivri’yle taze oluşumları Barabar’ı ve ilk albümleri ‘Memleket Nere?’yi konuştuk. Keskin, içlerinden geldiği gibi müzik yaptıklarını söyleyerek, “İnsanlar da belki bu yüzden bu kadar sevdi” diyor. S. K. : Taner’in oyunda söylediği bir türkü var “Anam Ağlar”, benim çok sevdiğim ve seyircinin de burada oyunu izlerken çok etkilendiği, bizim de oyuncu ekibi olarak çok etkilendiğimiz... Biz sahnede değilken kenarda Taner’i dinlediğimiz Neşet Ertaş türküsü. Ben onun olmasını çok istedim çünkü çok seviyordum ve bir de canlı olarak burada seyircinin tepkisini görünce... Ve sanıyorum ki o zamanki modumuz öyle bir mod olduğu için, onu çok sevdiğimiz için Neşet Ertaş’ın başka türkülerini tekrardan hatırlamaya başladık. Öyle bir yola girdiğinizde “A bir de şu vardı” diyorsunuz. Bir de Fırat’ın “A” dediğiniz andan itibaren onu çalabilme gibi bir özelliği olduğu için, biz “A” dediğimizde ve Fırat onu çaldığında “Bu ne kadar güzel oldu, acaba bununla biraz uğraşsak mı” dedik ve böyle böyle oldu. Grubumuzun ismi gibi böyle beraber, bir şeylere karar vermeden o an ne hissediyorsak öyle yaptık. n Şarkıları canlı kaydetme fikri nasıl doğdu, nerede yapıldı kayıtlar? S. K. : Şile taraflarında yazları gittiğimiz bir ev var ve onun önü or manlık alan. İnsanların olmadığı, açık alanda çaldığımız zaman kimseyi rahatsız etmeyeceğimiz ama evimize de yakın olan, bize ait bir yer. Doğanın içinde birlikte kaydedelim diye bir niyetimiz vardı, organize olup sabahleyin gidip kurulduk ve akşama kadar bütün şarkıları kaydedip döndük. Bizim için hikâye şuydu, biz bunu paylaşacaksak insanlarla ve canlı çalıyorsak, tabii ki insanlar onu görmeli. Yaptığımız şeyleri paylaşmaktı amacımız, onu biraz daha görsel bir hale getirip paylaşalım o zaman dedik. Bir grup kuruyorsanız, albüm yapıyorsanız onun ilk şarkısına klip çekeceğiniz zaman hikâye bambaşka bir hal alabliyor. Biz o değiliz, piyasaya girmek için şöyle bir klibe ihtiyacımız var gibi bir kafada değiliz. O yüzden aslında tam olarak, biz buyuz; Barabar bu. Müzik piyasasına “Biz de geliyoruz, müzik grubu kurduk” demiyoruz. İnsanlar da belki o yüzden bu kadar sevdi, çünkü içimiz neyse, orada yaptığımız şey de, sizin gördüğünüz şey de o. n Barabar için sırada ne var? S. K. : Güzel konser teklifleri var ‘Her boşlukta gitarları elimize aldık’ n Üçünüz nasıl bir araya geldiniz? T.Ö. : Serkan’la ben tiyatrodan beraberdik, Semaver ve Kumpanya oyunundan. O da yarı müzikal bir oyundu, şarkılarımız türkülerimiz vardı. Onun provası için de Serkan, Fırat’ı çağırmıştı bize yardımcı olması için... S. K. : Çünkü orada, ekipteki insanlar enstrüman çalsınlar istemiştim. Hep birlikte hem enstrüman çalalım, hem de oynayalım isteyince, Fırat bize yardımcı olur diye düşündüm. Ben hem akordiyon çaldım mesela, hem kanun çaldım. O süreçte de Taner’in çok iyi şarkı söylediğini biliyordum, çok iyi bir sesi olduğunu biliyordum ve bir tane türkü söyletmek istedim, ona da Fırat bağlamayla eşlik etti. Fırat’ın aslında tiyatroyla alakası yokken, “Sen de oyna bu oyunda” dedim Fırat da sağ olsun kabul etti. O süreçte her gün prova yaptığımız, turneye gittiğimiz ve oyun oynadığımız için bulduğumuz boşluklarda burada gördüğünüz gitarlar elimizde oluyordu. Fırat’la daha önceden çalışmıştık zaten, ben bas gitar çalmayı çok istiyorum Taner de söylemek istiyor; Fırat da bizim gibi yeteneksizlere yardımcı olan bir arkadaşımız. şu an, biz de nasıl bu süreçte kaydetmeye ve paylaşmaya karar verdiysek aynı şekilde konserler için çalışıp hazır olduğumuzu hissettiğimizde konser yapalım niyetindeyiz. Bence Barabar çok uzun vadeli bir şey olmalı hayatımızda, belki o sene üretemesin ama sonraki sene üretsin, bir sonraki albümde kendi bestelerini yapsın ama bu müzik yaptığımız, alanımız hep Barabar olsun. Ani antik kenti belgeseli Kadıköy’de Yüzyıllar boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Ani antik kent üzerine hazırlanan “Yeni Keşiflerle Ani” belgeseli bugün saat 14.00’te Kadıköy’de izleyiciyle buluşacak. Kozyatağı Kültür Merkezi’nde gösterilecek belgesel sonrasında Prof. Dr. Fahriye Bayram, Coşkun Aral, Vedat Ak çayöz, Kubilay Çelik ve Perihan Yücel, Ani’yi anlatacak. Vedat Akçayöz ve Yalçın Yelence’nin yönetmenliğini yaptığı Ani belgeselinde, farklı uygarlıklara ev sahipliği yapan Ani antik kentinin insanlık tarihine iz bırakan yapıları ve binlerce yıllık geçmişi simgeleyen pek çok eser yer alıyor. Oscar’ın Yabancıları İstanbul Modern’de İstanbul Modern Sinema, Başka Sinema iş terilecek filmler arasında Lee ChangDong’un, Haru birliğiyle 91. Akademi ki Murakami’nin öyküsün Ödülleri’nde “Yabancı Dil den uyarladığı şiirsel ve es de En İyi Film” kategorisi rarengiz filmi “Şüphe”, yi ne aday filmlerden oluşan ne Cannes’da Jüri Ödülü seçkiyi sinemaseverlerle kazanan, Lübnan’ın adayı buluşturmaya devam edi Nadine Labaki imzalı “Ke yor. Oscar adayı olmaları fernahum”, Ukrayna’nın na rağmen Hollywood’un adayı, Sergei Loznitsa’nın “ötekisi” olarak tanımla Cannes’ın Belirli Bir Bakış nan, dünya festivallerin bölümünde En İyi Yönet de ilgi çekmiş, farklı dil men Ödülü kazanan filmi ve kültürlerden filmlerin bir araya geldiği Oscar’ın ‘Şüphe’ “Donbass” ve Belçika’dan balerin olmak için çaba Yabancıları adlı programda 87 ülke layan 15 yaşındaki ergen trans birey nin adaylarından öne çıkan filmler yer Lara’ya odaklanan “Girl” yer alıyor. 27 alacak. Programda izleyiciyle buluşa Ocak tarihine kadar devam edecek gös cak 15 filmin dokuzu Oscar ödüllerinin terimlerin detaylı bilgilerine www.istan “Yabancı Dilde En iyi Film” kategorisin bulmodern.org adresinden ulaşılabili de adaylığa yükseldi. Programda gös yor. l Kültür Servisi Perküsyoncular Borusan’da Slagwerk Den Haag Borusan Müzik Evi, Hollandalı ve İstanbullu üç perküsyon topluluğunu aynı konserde ağırlayacak. Bu akşam gerçekleşecek konserde, Hollandalı müzik grubu Slagwerk Den Haag (SDH), MİAM Perküsyon Topluluğu ve sa.ne.na, Steve Reich’ın başyapıtı Drumming’i dinleyiciyle buluşturmak üzere bir araya gelecek. Kapı açılışının 20.30’da olacağı konserle ilgili ayrıntılı bilgiye www.borusansanat. com adresi üzerinden ulaşılabiliyor. l Kültür Servisi Gemi enkazları ve deniz insanları Rahmi M. Koç Müzesi, Yapı Kredi ve Organik Group sponsorluğu ile 2019 yılını yeni sergiyle karşılıyor. İtalyan fotoğrafçı ve heykeltıraş Stefano Benazzo’nun fotoğraflarından oluşan “Bellek Görevi: Gemi Enkazları” sergisi müze ziyaretçileriyle buluşuyor. Sergide gemi enkazı fotoğraflarıyla deniz insanlarının anıları yer alıyor. İnsanların denizle imtihanının, cesaretlerinin ve korkularının anılarını fotoğraflarıyla anlatan Benazzo, “Batıklar yalnız, çaresiz ölür, nadiren umursanır. Bu nedenle onlara sempati ve saygı göstermenin önemine inanıyorum. Bugün doğanın bir parçası haline gelen batıklar aynı zamanda tarih kitaplarında yer almayan deniz insanlarının artık var olamayacak anılarının birer sembolü. Sert hava ve deniz bu enkazları yok etmeden önce gelecek nesiller için fotoğrafları çekip bir bellek oluşturuyorum” diyor. “Bellek Görevi: Gemi Enkazları” sergisi, 31 Mart’a kadar ziyaret edilebilecek. l Kültür Servisi Sanatçı Stefano Benazzo, Rahmi M. Koç Müzesi’nde 31 Mart’a kadar görülebilecek sergisini ‘Gelecek nesiller için bir bellek oluşturuyorum’ sözleriyle anlatıyor. Dil devrimi ve Nâzım Hikmet Osmanlı düzeninde Arap ve Fars hayranlığının sonucu olarak Türkçe, yüzyıllar süren bir boyundurukla yok oluşa giderken direnişini her şeye karşın halk ozanları aracılığıyla, halkın sözüyle sürdürüyordu. Osmanlı’nın Batı etkisine girmesinden sonra, başka Batı dilleri de bu boyunduruğun dilimizi daha da sıkmasını getirmişti. “Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen” halkımız, dilini de sahiplendi, “yabancı diller boyunduruğundan” kurtarma kavgasına girişti ve kısa sürede olumlu kazanımlar edinerek aydınlık bir dili kurmayı başardı. Ulusal uyanışın getirdiği ulusal kurtuluş, ulusal kimliğin temeli olan dilde de zorunlu kıldığı köklü değişim dil devriminin adımlarıyla gerçekleştirilmeye başlandı. Dil devrimiyle Türkçemiz, halkın gönlünde sakladığı Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Köroğlu, Karacaoğlan, Dadaloğlu ışıltısıyla dünyaya yeniden geldi. Yeni Cumhuriyet, duru bir Türkçenin doğumunun da habercisi oldu ve dil devrimini bir zorunluluk olarak benimsedi. “Halifeliğin cehennemin yedi kat dibine yuvarlanmasından şapkanın giyilişine dek, bir devrim bakımından, atılan her adımda yürekleri parçalananlar oldu. Bir devrim gözüyle emperyalizmin denize dökülüşünden, temiz Türkçenin işlenmesine kadar yapılan sıçramaların ağrısını, gırtlaklarına sarılmış bir pençe gibi duyanlar vardır...” diyen ve 15 Ocak’ta 117 yaşına giren Nâzım Hikmet, dil devriminin ilk yıllarında tavrını koydu: “Dilimizi yeni yeni işlemeye başladık. Osmanlı denen nesne Osmanlı İmparatorluğu ile beraber yıkıldı ve şimdi Türkçeyi işlemekle meşgulüz... Türkçe bir dönüm yerindedir. Er geç bu dönümü dönecektir. Dilimizin temizliğe, güneşli su gibi ışıklığa doğru akışının önüne geçilemez. (...) Dilimiz dibinin derinliklerini karıştırarak suyun yüzüne birçok sözler çıkardı. Ben, kendi payıma, ne yeni sözlerden korkuyorum, ne de birçoklarını yadırgıyorum... Dil yürüyor... Yürüyenin önünde durulmaz.” Türkçe, dönüm noktasını aştı. Osmanlı İmparatorluğu gibi, Osmanlı dili de tarihe karışırken Cumhuriyetle birlikte yeni bir dil ışıl ışıl doğdu. Nâzım Hikmet, hem döneminin hem de kendisinden sonra gelen dönemlerin yazıncılarının yollarını aydınlattı: “Her yazıcı elinden geleni yapsa taşlı tarla ayıklanırdı. O ayıklandı mı, ondan sonra dil toprağımızın verimliliği artardı... İyice ayıklanmış, sürülmüş, nadas edilmiş tarlaya dilediğimizi daha kolaylıkla ekebilirdik.” Durulaşan Türkçe, dilimizin yüz akı yazıncılarını yarattı. Dil savaşımı, karşı devrimin 1940’lardan beri attığı adımlarla zaman zaman hızı kesilse de hep sürdü, siyasal iktidarların baskılarıyla karşı karşıya geldi. Markalarla, etiketlerle, mağaza ve ürün adlarıyla, medya aracılığıyla tutsak altına alınıp kirletildi. Bugün insanın her bakımdan kirletildiği bir gerçeklikte dilimiz, “yükselen değerler”in ve “Türkİslam sentezi” egemenliğinin kuşatması altındadır ve dil kavgamız, sürmek zorundadır. “Dilimin sözleri değerli taşlara benzer... Ben bir kuyumcu yamağıyım. Bu aydınlık taşları birbirine çarparak işitilmemiş sesler çıkarmak istiyorum. Onları öyle bir dizeyim istiyorum ki, gözlerimiz en güzel bir türküyü dinler gibi olsunlar...” diyen Nâzım Hikmet’in dile yaklaşımı, yaşama yaklaşımından farksızdır. Ona göre dil kavgası ile aydınlanma kavgasının hiç farkı yoktur. “Bir köylü toprağını ve öküzünü, bir marangoz tahtasını ve rendesini nasıl severse ben de Türk dilini öyle seviyorum” diyen Nâzım Hikmet’in dil sevgisi, yazarlarımızın örnek aldığı bir tavır oldu. Büyüdü, gelişti, başyapıtlarını yarattı edebiyatımız. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle