15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
bilim ve teknoloji Herkese Bilim Teknoloji Dergisi’nin katkılarıyla hazırlanmıştır. TASARIM: İLKNUR FİLİZ 1519 OCAK 2019 CUMARTESİ Korku kültürü ile yaşıyoruzGeçmişte birleştirici etkisi olan korku tarihte ilk kez toplumları bölüyor, kutuplaştırıyor Reyhan Oksay Günümüzde insanlar sürekli bir korku kültürü ile besleniyor: Terör korkusu, yasadışı sığınmacı korkusu, köktendinci korkusu, faşizm korkusu, iktidarın yürüttüğü politikalardan zarar görme korkusu, iktidarın yürüttüğü politikalardan korkmayanlarla ters düşme korkusu, ekonomik darboğaz korkusu, işsiz kalma korkusu, deprem korkusu, iklim değişikliğine bağlı doğal afet korkusu... Ve liste böyle uzayıp gidiyor. Sosyologlar bu durumu korku kültürü olarak nitelendiriyor. Toplumlar gerçek veya sanal sürekli olarak güvenliklerinin tehdit altında olduğunu düşünüyor. Riskleri doğru hesaplayamam eğiliminde olduğu için de korkuyor. Niçin korktuğu sorulduğunda çoğunluk dünyanın eskisine göre çok daha tehlikeli bir yer haline geldiğini söylüyor. Bu görüşlerini çürüten somut kanıtlarla karşılarına çıktığınız zaman rahatlama sağlayamıyorsunuz. Korku en ilkel duygularımızdan biridir; hayatta kalmamız için gereklidir. Ancak son yıllarda korkunun yıkıcı gücünün öne çıktığı görülüyor. Korku faktörü daha fazla şiddet, akıl hastalığı ve travma, sosyal parçalanma, emekçilerin/azınlıkların haklarını yitirmesi gibi olumsuz sonuçlar doğurma eğiliminde. Bunun sonucu ise polisin güçlendiği otoriter yönetimler, yasal hakların törpülenmesi, özel hayatın sınırlandırılması, sosyal endişeler ve travma sonrası stres bozukluğunun yaygınlaşması... Korku yeni bir duygu değil. Tarih boyunca toplumları şekillendirdiği biliniyor. Eskiden yırtıcı bir hayvanın pençesinde korkan insan şimdi terör saldırılarından korkuyor. “Korku Kültürü” isimli kitabın yazarı sosyolog Frank Furedi, “Zamanımızda tek bir korku yok. Bugünkü korkular ayırım gözetmeyen, çoğulcu bir korku şekli. Örneğin benim çocukluğumda büyüklerim korkularını paylaşırdı; birlikte korkarlardı. Oysa bugün siz ve ben korkularımızı tek başımıza yaşıyoruz” diye yazıyor. Yaşam standardını koruyamama korkusu Dünya Toplum Zirvesi’nin raporu “MegaKentlerde Korku” başlığını taşıyor. Londra, Mumbai ve Pekin gibi dünyanın büyük kentinin ele alındığı çalışmada bedensel ve zihinsel hastalıklara yakalanma, ölüm gibi korkuları, halihazırdaki ekonomik konumunun gerisine düşme korkusunun izlediği görülüyor. Uzmanlar bu korkuyu şöyle açıklı Geçmişte dayanışmayı güçlendiren bir kuvvet olan korku, bugün insanların birbirleriyle olan temasını kesiyor. Bu da toplumda korkuyu iyice kontrol edilemez bir boyuta çekiyor. Dahası, medya kanalları, politikacılar ve şirketler bu duygunun gücünü keşfedip bundan yararlanmanın yollarını keşfettiler. Korkuyla beslenen toplumları daha kolay manipüle edebileceklerini görüyorlar. yor: “New York gibi devasa bir kentte yaşayanlar, terör saldırısından daha çok gelecekte aynı yaşam standardını sürdürememekten korkuyor. Kısaca toplumun tümünü tehdit eden felaketlerden değil, kişisel çöküşlerden korkuyorlar.” Beynimiz modern yaşama uyumlu değil Çağdaş korkularımızın üzerimizdeki olumsuz etkileri, büyük bir olasılıkla beynimizin modern yaşamı işleyebilecek bir beceriye sahip olmamasının sonucu. Daniel Gardner, “Korku Bilimi: Korkmamamız gereken şeylerden niçin korkuyoruz?” isimli kitabında insan beyninin riskleri ve sonuçlarını doğru dürüst değerlendirememesini bu nedene bağlıyor. Bilinçaltı zihnimiz, mağaralarda yaşadığımız dönemlerde evrilen ilkelere dayanarak ani kararlar veriyor. Gardner’ın işaret ettiği üzere beynimiz bir tehlike ile ilgili karar alırken eski deneyimlerine danışıyor. Tehlikeyi anında fark etme içgüdüsü, vahşi hayvanlarla karşı karşıya kalan insanların canını kurtarmasında büyük rol oynadı. Oysa bugün uçak kazaları, çocuk kaçırmaları, doğal felaketler ile karşı karşıya kalan içgüdülerin doğru karar almasını bekleyemezsiniz. Korku kutuplaştırıyor Günümüzde korku tarihte ilk kez toplumları bölüyor, kutuplaştırıyor. Geçmişte dayanışmayı güçlendiren bir kuvvet olan korku, bugün insanların birbirleriyle olan temasını kesiyor. Bu da sonuçta toplumda korkuyu iyice kontrol edilemez bir boyuta çekiyor. Dahası, medya kanalları, politikacılar ve şirketler bu duygunun gücünü keşfedip, bundan yararlanmanın yollarını keşfettiler. Korkuyla beslenen toplumları daha kolay manipüle edebileceklerini görüyorlar. “Korku ekme akımı” bugün toplumları şekillendirmeye çalışanların elindeki en önemli silahlardan biri. Emlakçılar kapılarında güvenlik bulunan siteleri daha kolay pazarlarken, yasadışı bazı gruplar toplu halde daha güvende olacakları iddiasıyla kolaylıkla insanları kendi saflarına çekebiliyorlar. TV kanalları rating’lerini, gazeteler tirajlarını artırmak için insanları gerçek olmayan sansasyonel haber bombardımanına tutarken, insanları adım adım gerçeklerden uzaklaştırıyorlar. Televizyon programları kaygılarımızı artırmak için özellikle felaket haberlerine öncelik veriyor. Cinayet ve suç odaklı dizler raiting rekorları kırıyor. Amaç ise insanları biraz daha korkutmak (Eğer yeterince korkmuyorsanız sizde bir anormallik var demektir). Siyasetçilerin elinde korku İşini iyi bilen siyasetçiler bu duyguyu ne zaman ve nasıl kullanacaklarını çok iyi biliyorlar. N+1 isimli derginin yazarlarından Alex Gourevitch bu konuda şöyle konuşuyor: “Geleneksel siyasi ideolojilerin işe yaramadığı koşullarda korku politikasına sarılmakta fayda vardır. Güven arayışı, daha yüksek idealleri bypass ederek birleştirici siyasi bir ülkü olabilir.” Siyasetçiler hiçbir zaman korku silahını terk etmediler. Özellikle seçim kampanyalarında korku teması hep ön plana çıkarıldı. Adaylar kendileri seçilmediği takdirde halkı korku dolu senaryolarla korkuttular. Çözüm Ne var ki dünya siyasetinde korku siyasetine karşı umut, dayanışma ve özveri siyasetini güden bazı adayların da kazandığı görülüyor. Sosyolog Frank Furedi korku politikalarının çaresinin yine politikada yattığını ileri sürüyor: “Korku eken siyasetçilere karşı çıkan rakiplerinin dayanışma ve işbirliğine vurgu yapmaları gerekiyor. Bu arada halkın çarpık güvenlik arayışlarına son vermesi gerek; ‘bizi kurtar’ diye siyasilerin arkasına sığındıkça, siyasiler de korkularını körüklemeye devam edecektir.” Gardner ise bireysel olarak bu korku kültüründen nasıl çıkabileceğimizi şöyle açıklıyor: “Bir kere insan olduğunuzu ve korkularınızın olabileceğini kabul edin. İçgüdüleriniz sizi bazen doğru yoldan saptırabilir. İçgüdülerinize kulak vermeden önce iyice düşünün. Önce kendinize, sonra çevrenizdekilere hak verin ve anlayışlı davranın.” Oregon Üniversitesi’nden risk analisti Paul Slovic, bir kere böyle düşünmeye başladığınızca sizi durdurmanın olanaksız olduğunu söylüyor: “Tüm TV programları, tüm reklamlar, siyasilerin tüm korku saçan konuşmaları size saçma gelmeye başlar. Korkunun sizi ele geçirmesine izin vermeyin, korkuya yol açan sorunların çözümüne odaklanın. Böylece ne kadar rahatladığınızı, bunca yıl korkunun sizi nasıl boğmaya çalıştığını anlayacaksınız.” bilimin merceğinden Yarıyıl tatili ve dijital yaşam Yarıyıl tatili dün itibarıyla başladı. 18 milyon öğrenci bu 2 haftalık süreyi nasıl değerlendirecekler? Oyun, dinlenme, arkadaşlar, hobiler, belki küçük geziler... Bunlar son derece önemli ve yararlı. Keşke bunlarla sınırlı olsa diyeceğiz ama...Olmuyor çünkü karşımızda 2 realite var. Biri, içinde bulunduğumuz dijital çağın gerçekliği içinde çocukların en büyük zamanı akılı telefonlar ya da tabletlerde harcıyor olmaları. Oysa bu ara dönem bir yandan da bilimle yakınlaşma, oynayarak bilimsel düşünmeyi öğrenmek için iyi bir fırsat. İkincisi, çocuklara yönelik dini kıskaç. Sosyal medyada Kastamonu Müftüsü’nün Sıbyan Mektebi’ndeki küçücük çocuklara hediye dağıtırken yaptığı konuşmanın görüntüleri, kafalarına takke geçirilmiş o miniklerin yüzlerindeki ifadeler, resmin sadece küçük bir parçası. Bu resmi Türkiye’nin hemen hemen her yerine yerleştirebilirsiniz. İstanbul Sultanbeyli’de 2 çocuklu yoksul bir ailenin evine konuk olmuştum. Yaz tatili yaklaşıyordu. Nasıl zaman geçirecekler diye sorduğumda anneleri önünde sadece iki seçenek olduğunu, ya sokağa evin önünde oynamak için salacağını ama bunu fazla istemediğini, diğer seçeneğin ise Kuran kursu olduğunu söylemiş ve çocukları kursa yolladığını anlatmıştı. Çocuklara yönelik dini kıskacı kırmak ancak siyaset eliyle ve toplumsal bilinçlenmeyle mümkün. Ama ilk konu ile, yani dijital yaşamları ile ilgili yapılabilecekler var en azından. Dünya Ekonomik Forumu dünyada her çocuğun öğrenmesi gereken 8 dijital yaşam becerisini sıralıyor: n Dijital vatandaş kimliği: Sağlıklı bir kimliği çevrimiçi ve çevrimdışı bütünlük içinde oluşturma ve yönetme yeteneği n Ekran zaman yönetimi: Ekran zamanını, çoklu görev yapmayı ve çevrimiçi oyunlar ve sosyal medyada kendi kendini kontrol etme becerisi n Siber zorbalık yönetimi: Siber zorbalık durumlarını tespit etme ve bunlarla akıllıca başa çıkma becerisi n Siber güvenlik yönetimi: Güçlü şifreler oluşturarak kendi verilerini koruma ve çeşitli siber saldırıları yönetme yeteneği n Gizlilik yönetimi: Kendinin ve diğerlerinin gizliliğini korumak için, kişisel bilgilerini çevrimiçi ortamda ihtiyatla paylaşmasını bilme becerisi n Eleştirel düşünme: Doğru ve yanlış bilgi, iyi ve zararlı içerik, çevrimiçi olarak güvenilir ve sorgulanabilir ağlar arasında ayrım yapabilme becerisi. n Dijital ayak izleri: Dijital ayak izlerinin doğasını ve onların gerçek yaşama uygulanabilirliğini anlama ve onları sorumlu şekilde yönetme becerisi. n Dijital empati: Kendisinin ve başkalarının ihtiyaç ve duygularına çevrimiçi olarak empati gösterme becerisi. Kim bilir bu becerileri onlara öğretmeyi başarırsak dini kıskacı kendileri bile bir gün kırabilirler... Özlem Yüzak Dünyanın koruması azaldıSon 10 yılda dünyanın manyetik alanı hızla değişiyor. Peki, etkileri neler olacak? Yerkürenin manyetik alanında meydana gelen beklenmedik hareketler bilim insanlarının ilgisini çekti. Gezegenin çekirdeği, sıvı haldeki metallerden oluşuyor. Bu da yerkürenin kuzey ve güney kutuplarıyla aslında devasa bir mıknatıs gibi çalışmasına neden oluyor. Manyetik alan aslında yerküre etrafındaki güçlerin oluşturduğu bir “katman”. Manyetosfer olarak bilinen bu alan, yerküredeki hayat açısından olağanüstü bir öneme sahip. Sao Paulo Üniversitesi’nden yerbilimci Ricardo Ferreira Trindade, “Manyetik alan bizi, çok ciddi tehlikeler yaratma riski taşıyan güneş rüzgârına (elektron, proton ve alfa parçacıklarından oluşan plazma dalgaları) karşı bizi koruyor” dedi. Manyetik alan büyük oranda, likit me tallerin yerkürenin iç çekirdeğine doğru hareket etmesiyle ortaya çıkıyor. Bu hareketin değişmesiyle birlikte manyetik alan da değişim gösteriyor. Ve son 10 yılda bu manyetik alan da ha önce hiç görülmediği kadar hızlı şekilde değişti. Bu durum, yerçekimi alanında çalışmalar yapan uzmanları, manyetik güçlerin bir haritası olan Dünya Manyetik Modeli’ni (WMM) güncellemek zorunda bıraktı. Uydu güvenliği Bu harita, askeri ve sivil navigasyon alanının yanı sıra Google Haritalar gibi akıllı telefon uygulamaları tarafından da yaygın şekilde kullanılıyor. Bilim dergisi Nature’a göre, ABD’li ve İngiliz araştırmacılar, mevcut WMM’in neredeyse kabul edilebilir düzeylerin ötesinde geri kaldığını ve navigasyonda hatalar doğurabilecek durumda olduğunu söylüyor. WMM aynı zamanda Dünya’nın yörüngesinde bulunan ekipmanların güvenliği açısından da hayati rol oynuyor. Manyetik alan, güç anlamında eşit ol mayan bir şekilde dağılıyor ve zayıf olduğu yerlerde ise daha az bir koruma sağlıyor. Özellikle yüksek rakımlı bölgeler, güneş rüzgarına daha açık hale geliyor. Trindade, “Bu tarz bölgelerde bulunan hava ekipmanları, uydu ve teleskopların zarar görme ihtimali de daha yüksek” dedi. Bilim insanları halen bu değişikliklerin arkasında yatan nedenleri anlamaya çalışıyor. Leeds Üniversitesi tarafından 2017’de yapılan bir araştırmada, kuzey kutbunun hareketlerinin, Kanada üzerinde yerkürenin kabuğunun altında meydana gelen likit demir jet akımıyla bağlantısı olabileceği belirtiliyor. 137 yıl sonra yeniden keşfedildi Soyunun tükendiği sanılan ağaç kurbağası 137 yıl sonra yeniden keşfedildi. Hintli biyolog Sathyabhama Das Biju’ya göre bu hayvan başlı başına bir tür oluşturmakla kalmayıp ayrı bir cinse de işaret ediyor. Biju, rastlantısal olarak Kuzeydoğu Hindistan’da buldukları kurbağayı yeniden isimlendirdi: Frankixalus jerdonii. Büyüklüğü 3747 mm arasında, şişkin gözleri ve küt bir çenesi var. Yaşam alanı ise, yüksek ağaç kovuklarına kadar uzanıyor. Diğer olağanüstü bir durum da anne kurbağanın yavrusunu besleme biçimi. Ağaç kovuklarında yeterli besin bulunmadığı için anne kurbağa iribaşlarını döllenmemiş yumurtalarla besliyor. Dişsiz olan iribaşlar, yumurtayı emdikten sonra sindiriyorlar. Ağaç kurbağası ilk olarak 1870 yılında İngiliz doğa bilimcisi Thomas C. Jerdon tarafından keşfedilmişti. Alerjiler giderek yaygınlaşıyor mu? 2 ABD’de kimi okullarda ve kimi havayolu şirketlerinin uçuşlarında fındık fıstık tüketiminin yasaklanmasına bakılırsa, bir alerji histerisi çağına girmekte olduğumuz söylenebilir. Ancak bu durum yalnızca ana babaların aşırı derecede koruyucu bir tavır sergilemeleri ya da insanların bu konuda fazlasıyla ihtiyatlı davranmalarından kaynaklanmıyor. Alerjiler gerçekten de tırmanışta. Polen alerjisi olarak bilinen saman nezlesi ilk kez 1870 yılında tanımlanmış olmakla birlikte, alerjiler 20. yüzyılın ortalarına dek ender görülen durumlardı. Aler jilerdeki ilk tırmanışa çocukluk çağı astımında tanık olundu. 1960 yılından 1990 yılına dek, çocukluk çağı astımı gelişmiş ülkelerde salgın boyutlarına ulaştı ve bunu saman nezlesi olaylarında yaşanan artış izledi. 1991 yılına gelindiğinde, İngiltere’de astım tanısı konan hasta sayısı 20 yılda dört katına, polen ve toz alerjilerine bağlı olarak doktora başvuranların sayısı da iki katın üzerine çıktı. Besin alerjisi çok arttı Üst solunum yolu alerjilerindeki bu tırmanışın ardından ikinci bir yükseliş dalgası yaşandı. Astım ve saman nezlesi 1990’lar ve 2000’lerde dengeye kavuşurken, bu kez çocuklarda besin alerjileri patlak verdi. ABD’de çocuklarda görülen besin alerjileri 12 yılda yüzde 50 oranın da arttı. Southampton Üniversitesi’nden Syed Hasan Arshad, “Bu ülkede astım ve alerjilerin şimdilerde nüfusun yaklaşık yüzde 25’ini etkilediğini düşünüyoruz” diyor. 1970 yılından önce zengin ülkelerde insanların yaklaşık yüzde 10’u saman nezlesinden yakınıyordu. Oysa araştırmalar şimdi saman nezlesinin yetişkinlerin yüzde 30’unu, çocukların da yüzde 40’ını etkilediğini ortaya koyuyor. Britanya’da ve aynı oranda gelişmiş ülkelerde çocukların yaklaşık yüzde 7’sinde besin alerjileri olduğu görülüyor. Alerjilerdeki bu tırmanışın farkındalığın artmasından ve insanların bu tür sorunlar yaşadıklarında uzmanlara daha çok danıştıklarından kaynaklandığını düşünmek rahatlatıcı gelebilir. Ancak farklı kuşakla rın karşılaştırıldığı araştırmalar durumun hiç de öyle olmadığına işaret ediyor. Örneğin, yerfıstığı alerjileri kimi zaman öyle şiddetli olabiliyor ki, uzmanların geçmişte bunu fark edememiş olmaları görünürde pek de olası değil. Farkında değiller Gerçekte, çok daha fazla sayıda insan farkında olmadan alerjilerle yaşıyor olabilir. Danimarka’da Kopenhaglı ergenler ve yetişkinler üzerinde yapılan bir araştırma, astımlı katılımcıların yarısına daha önce astım tanısı konmamış olduğunu ve kendilerine herhangi bir tedavi uygulanmadığını ortaya koyuyordu. Ev tozu akarları, evcil hayvanlar ve küfle tetiklenen ve saman nezlesini andıran belirtilerle kendini belli eden rinitten mustarip deneklerin üçte biri ne tanı konmamıştı. Başta Çin olmak üzere, hızla gelişmek te olan ülkelerde şimdilerde alerjilerde benzer artışların yaşanmaya başladığı görülüyor. 19902011 yılları arasında, Şanghay’da yaşları 3 ile 7 arasında değişen çocuklarda astım oranlarının yüzde 2’den yüzde 10’a çıktığı belirtiliyor. Bilim insanları alerjilerdeki bu artışın nedenini henüz tam olarak bilmeseler de, bu konuda birtakım ipuçlarının olduğuna ve bunların en başında da 20. yüzyılda Batılı yaşam tarzından meydana gelen değişikliklerin yer aldığına dikkat çekiyorlar. Rita Urgan https://www.newscientist.com/ article/2175859allergyexplosiontheyareontheriseandhereswhy/ C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle