15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 19 OCAK 2019 CUMARTESİ EDİTÖR: GÜRER MUT HAFTA SONU Caz,ritimleri değiştirirVurmalı çalgılar ustası Cem Aksel ile dünyanın ritmini, caz müziğinin tınılarını konuştuk İTALYAN KARİKATÜRİST NARDİ: IŞIK KANSU Cem Aksel, çaldığı müzik araçlarının çıkardığı yüksek seslere hiç de denk olmayan bir kişiliğe sahip. Çok dingin, sakin, efendi. Ardında çok önemli bir sanat kariyeri var. 150’yi aşkın albümde onun izine rastlıyoruz. Ulusal ve uluslararası festivallerde, caz konserlerinde 30 yılı aşkın bir süredir sanatını sürdürüyor. Emin Fındıkoğlu ve Onno Tunç ile çalışmış. Son olarak uzun bir zamandır, Bülent Ortaçgil orkestrasında çalıyor. Cem Aksel ile, müziği ve müziğini konuştuk. n Biz gazeteciler, yaşamı özetleriz. Bateristler de yaşamın ritmini mi yakalar? Biz de yaşamın ritmini değiştiririz diyebilirim. Tunç ve Ortaçgil farkı n Onno Tunç ile çalıştınız. Son dönemde de Bülent Ortaçgil ile birlikte müzik yapıyorsunuz. Müzik seslenişi açısından ayrımları var mı sizce? Bülent Ortaçgil müthiş bir şarkı yazarıdır. Halk ozanının kent yaşamındaki karşılığıdır. Müziğinde sözlerin işlevi çok önemlidir. Eleştireldir, anlamlı sözler Aksel, ulusal ve uluslararası festivallerde, caz konserlerinde 30 yılı aşkın bir süredir sanatını sürdürüyor. yazar. Sözleri ve sözlerle müziğin ilişkisini dinlemek gerekir. Duymak yetmez. Dinlemeyi seçen kulaklara doğrudan seslenir. Onno Tunç işin mutfağındadır. Çok sağlam, bir kuramcıdır diyebilirim. Klasik müzik, caz, armoni yapıları ve bunların pop müzikle harmanlanması konusunda çok başarılı bir isimdir. Türkiye’de müziğe, prodüksiyona yön vermiş, derinlik, nitelik, çokseslilik kazandırmıştır. Rahatlıkla senfoni besteleyebilecek bir donanım ve yetenekten söz ediyorum. Tunç’un pek bilinmeyen bir yönünü de anımsatmak isterim. Çok iyi caz besteleri var dır. Zamanında Amerika’da çalınmıştır. Türkiye’de pek bilinmez. Sezen Aksu turnelerimizde yollarda bize armoni anlatırdı. Cazcılar, hocalarımız sık sık onunla armoni tartışırdı. Benim klasik müzikte merakımı cezbeden şeylerin birçoğu onunla sohbetlerimizden temellenmiştir. Ayrıca iyi bir basçıydı, bu yönü de pek bilinmez. Şimdi dijital ortamlarda kayıtlarına rastlamak pek mümkün değil. Yani ikisinin seslenişine dönecek olursak, Bülent Ortaçgil dinleyicilerine doğrudan seslenmiştir. Onno Tunç ise yapım aşamasında müzikal arayışlar ve yeni liklerle meşgul olmuştur diyerek özetleyebiliriz sanırım. Caz devrimcidir n Caz bize yabancı mı? Cazın merkezi New York diye bilinir ama baktığımızda Hint, Akdeniz, Türk, Latin, Yahudi, gibi birçok kimliğin ortak müziğidir. Dünyanın kültüründen, sesinden beslenir. Günümüzde bir dünya müziğinden birlikte üretilen müzikten söz ediyorum konuşacaksak bu tür cazdır. Evet otantik öğeler klasik müzikte de var ama daha çok yorum olarak yer bulabiliyor. Cazda ise otantik olan o özelliği ile bu müziğe ‘katılıyor’. Caz dünya müziğidir. Bize yabancı olduğunu söylemek bence politik bir tutumdur. Ezberletilmiş, eğitim ve kültür politikalarıyla doğrudan ilişkili bir tutumdur. Caz seçkinci bir salon müziği olmaya indirgenemez. Kulaklar özgürleştikçe anlaşılır. Eleştireldir, yenilikçidir, devrimcidir. Pop müziğin ezber armonilerinin insanlara dayattığı her standart tavrı, dinleme biçimini reddeder. Dinleyicinin katılımını talep eder. Bu nedenle kolektif bir müziktir. Benimsenmemesi, kültür endüstrisinin parlak türü olmaması bu yüzden. Ressam Orhan Benli ile ÇukurOva’nın çığlığını, Türk resminin bugününü ve sorunlarını konuştuk ‘Bu toprağıyansıtıyorum’ GÜRER MUT Türk resminin orta kuşak sanatçıları arasında yer alan ve Çukurova toprağından beslenen Orhan Benli, enerjisini sanatına yansıtıyor. Öyle ki, onun resmindeki soyutlamalar, renklerin coşkusunu öne çıkarırken, doğayla kurduğu dil; bizleri başka boyutlara götürüyor. Resimlerine odaklandığınızda ise Fırat nehrinin çığlığını, çitlerin derbederliğini, hazin kahverengiyi, sancılı kırmızıyı, coşkulu turkuazı görebiliyorsunuz. Burada yansıttığı hırçınlık, geldiği bölgenin dokusunu taşımanın ötesinde, hayatın içinde gördüğü çelişkilere karşı bir öfke patlamasına dönüşüyor. Bu bağlamda, Orhan Benli ile Çukurova’nın haykırışını, Türk resminin bugününü ve sorunlarını konuştuk. n Çizgilerinizde, fırça darbelerinizde, Çukurovanın izleri var. Çukurova sizi nasıl etkiledi? Orta Torosların doğu kısmında Kadirli, Osmaniye, Kozan büyük bir havza. Bizim köyümüz Akçadağ, Tırıl ve Göksün arasındaydı. Ulu ormanlarla çevriliydik. Bu tablo bir çocuğun dünyasını baştan sona değiştiriyor. Yani tarlanın, yaban hayatının içinde doğdum. Yıllar sonra sanatıma yansıyan çitler, sövenler, ardıç kanatları, hayvan figürleri benim dünyamın parçası. İlkokuldan sonra, 1967’de bölgemizde bulunan ve Köy Enstitülerinin devamı olan Adana Düziçi İlk Öğretmen Okulunu kazandım. Okulumuzda üç katlı bir resim atölyemiz vardı. İkinci sınıftayken resme yönelmeye başlamıştım. Claude Monet’den tutun da, Paul Gauguin’e kadar ve daha naturalist Fransız izlenimcilerin tablolarını kopyalamaya çalışıyordum. Bugünkü çalışmalarımın derinlerinde işte o dönemin izleri var. Sessiz yığınlar beni ilgilendirmiyor n Çalışmalarınızda genellikle insan formları haricinde, hayvan formlarını, ıssız doğayı işliyorsunuz. Bunun özel bir nedeni var mı? 1980’lerde yarı soyut, altyapısında klasik bir kompozisyonun bulunduğu insan temellerine yer verdiğim çalışmalarım vardı. Bu çalışmalarımda pazarcı kadınlar, köylü kadınlar, karasaban çeken insanları ve Toros yaylalarındaki göçebe insanları işliyordum. Türk resminde Neşet Günal gibi ressamalar orta Anadolu’nun yoksulluğunu, tükenmişliğini, yaşam biçimlerini yansıtmasından, Orhan Peker’in hayvan figürlerinden ve Turan Erol’un kerpiç evleri, Kürt kadınları konu alan çalışmalarından etkilendim. Ben aslında insanı dışlamış değilim. Ama beni şehir hayatının içindeki sessiz yığınlar ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren içinden çıktığım Anadolu toprağının değerleri. Bu toprağı yansıtıyorum. Çalışmaktan elleri toprağa batmış insan beni ilgilendiriyor. n 2000’li yıllardan önce sanat hayatının daha canlı olduğu veya sanatçının toplum içinde bugüne nazaran daha rahat yer edindiğini hatırlıyoruz. O günden bugüne neler değişti? Bunun sebebi süphesiz siyasi erk. 2000’ler öncesinde yaşanan krizlere rağmen, sanatçılar, galericiler daha rahattı. En azından özgürdü. Ekonomik olarak çalışmalarını sürdürecek materyallere daha kolay ulaşabiliyordu. Her şeyden önemlisi ürettiklerini dolaşıma sokabiliyordu. Bu iktidar yönetimi devraldıktan sonra her alanda kirlenme başladı. Elbette insanların ayrıştırıldığı bu toplumsal düzlemde sanat ve sanatçı oldukça kötü biçimde etkilendi. Bugün Atatürk’ün yaratımıyla ortaya çıkan o aydınlanmacı değerlerle kavga ediliyor. Evet, bugün karşımıza geçip ‘resim yapamazsınız’ denmiyor. Ama öyle bir ortam yaratıl dı ki, bugün açılan resim sergisinde düzenlenen kokteyl nedeniyle o sergiye saldırılabiliyor. Sanat mekânsız kaldı n İstanbul’un değişen dokusuna baktığınızda, kent sanatçıyı nasıl etkiliyor sizce? Sanatçı için elbette en önemli şey, ürettiği eseri her türden insanın göreceği bir merkezde sergilemektir. Bugün ise kentle bütünleşmiş kültür sanat merkezleri birer birer yok olmaya başladı. Taksim Sanat Galerisi tarumar edildi. Atatürk Kültür Merkezi büyük bir coşkuyla ve hezeyanla yerle bir edildi. Bakın bu alanların önemi her kesimden insanın rahatça sanata ulaşmasını sağlamasıydı. Bugün ise sanatçı kentin dışına itildi ve mekânsız bırakıldı. İktidarın bu saldırganlığı, kenti daralttı ve boğdu. Artık ürünlerinizin izleyicisi giderek azalmaya başlıyor. n Aynı zamanda bir eğitimci olarak, gençlerin sanata ilgisini nasıl değerlendiriyorunuz? Gelinen noktada, Anadolu kültürü, o insanının dinamizmi tüketildi. Şüphesiz ki, bu çağdaşlık çizgisinden gün geçtikçe uzaklaşmayla oldu. Ben bugün gelecek nesilden endişe ediyorum. Eğer bir yönetici çıkıp yazın Çitler; 2011. sanatına afyon diyorsa, ‘bana Mozart dinletmeye çalışan faşisttir’, ‘cahilin ferasetini okumuşa tercih ederim’ diyorsa ortada gerçekten vahim bir tablo vardır. Eğitim kurumuyla yap boz gibi oynandı. Her taraf imam hatip okullarıyla dolduruldu. Bir çocuğun dünyasını geçmişin arkaik değerleriyle doldurursanız, ortaya sorgulamayan, hayattan zevk almayan, sevmeyen bir yapı çıkar ve bu büyük bir yozlaşmayı beraberinde getirir. Bu koşullardan çıkan bir öğrenci neyi keşfedebilir? İstenilen tablo buysa herkese hayırlı olsun! Bu toplamın sanatla olan ilişkisi ise, en son düşüneceğimiz şey... Kararları lobiler veriyor n Dünyanın pek çok ülkesinde sergiler açtınız. Yeni dönemde sergi hazırlıkların var mı? Geçen ay bir İstanbul soyutlaması yaptım, Avustralya’nın Perth şehrine gönderdim. Bunun haricinde bugüne kadar ABD’de, Avrupa’nın birçok kentinde, İngiltere’de, Tokyo’da sergiler açtım. Önümüzdeki aylarda ise Sırbistan’ın başkenti Belgrad’ta bir sergim olacak. Bugünlerde Sırbistan’a hazırlanıyorum. n Son günlerde sinemacılar dağıtım ağlarının tekelleşmesini tartışıyor. Benzer bir durum resim dünyası için de söz konusu mu? Bu ülkede ciddi anlamda sanat dünyasına yön veren lobiler var. Örneğin bana teklifler geliyor ben de sergi fiyatının yüzde 60’ını almak koşuluyla katılabileceğimi söylüyorum. Ama birileri çıkıyor ve telefonlar edip kendilerince beni engellemeye çalışıyorlar. Ben zaten yoğun biçimde üretiyorum ve beni takip edenlere resimler satıyorum. Ciddi anlamda paranın kokusunu alan rantçılar her tarafta. Kimi aracılar sağdan soldan topladıkları resimleri büyük müzayedelere satmak için yarışıyor. Artık gerçek anlamada ortada galeri de kalmadı. Birileri galerilere direktif veriyor onların sergileri yapılıyor. Bir örnek vereyim, biri çıkıyor mimar, aynı zamanda galeri sahibi, resim eleştirmeni, ressam, koleksiyoner ve küratör olabiliyor. Üstüne bir de müzenin seçici kurulunda yer alıyor. Doğal olarak elindeki bütün resimleri müzeye satabiliyor. Yani öyle bir hale gelmiş ki iş hem üretici, hem denetleyici, hem de fiyat belirleyici tek bir kişiden oluşuyor. Bu kimlerin tekeli? Sonuç olarak, eğer arkanızda devletin işleyen politikaları yoksa ya da sizi destekleyen lobiler yoksa, ressam Rafet Ekiz gibi benim gibi bu düzene hınçla bağırır, haykırır ve üretmeye devam edersiniz. Mutluyuz ama hak ettiğimiz yerde değiliz. Nardi’nin 2014 yılında IL Fatto gazetesinde çıkan, İtalya başbakanı Matteo Renzi ile JP Morgan Bank’ın anlaşmasını temsil eden karikatür. Yaşama karşı kendimi sorumlu hissediyorum Halis Dokgöz Adana’da 3. Uluslararası Çukurova Karikatür Festivali kapsamında, dünyanın birçok yerinden gelen usta karikatüristlerle birlikte açtığımız sergi kapsamında ünlü İtalyan karikatürist ve grafik mizahın önde gelen sanatçılarından Marilena Nardi ile karikatür sanatı ve dünyanın gidişi üzerine keyifli bir söyleşi yaptık. n Klasik bir soruyla başlayalım, karikatüre nasıl başladınız? O zaman klasik bir yanıtla başlayayım, çocukluk yaşlarında çizmeye başladım. 16 yaşında artık karikatür yarışmalara katılmaya başlamıştım. Devamında İtalya’da Güzel Sanatlar Lisesi’nde ve Academia Üniversitesinde heykel eğitimi aldım. Venedik Güzel Sanatlar Akademisi’nde 1992’den beri anatomi ve sanat üzerine dersler vermeye devam ediyorum. Çizgi yaşama biçimim n Karikatürde politik eleştiri, kadın ve insan haklarını yoğun şekilde ele alıyorsunuz. Sizi karikatür çizmeye iten motivasyon kaynağınız nedir? Çocukluktan itibaren bulunduğum ortam ve yaşadıklarımla ilgili dert ettiğim şeyleri çizmeye çalışıyorum. Çizgi benim yaşama biçimim. Kadınların yaşadıkları sorunlar bence tüm dünyada aynı.Bu konuyu işlemem çok doğal. Sadece kadınlar da değil, çocuklar, mülteciler, savaş ve çevre katliamı gibi her şey karikatüristin sorumluluğundadır. Karikatürlerimde kişisel durumlardan daha çok toplumsal sorunları evrensel boyutuyla ele almaya çalışıyorum. n Karikatürlerinizi nerelerde yayımlıyorsunuz? Karikatür basılı olmak zorunda mı yoksa internet ortamı yeterli mi? Yaşama karşı kendimi sorumlu hissederim. Dünyanın neresinde olursa olsun canımı acıtan ve sıkan bir durum varsa mutlaka çizer ve her platformda paylaşırım. Gazete veya dergi gibi mecrada karikatürlerin yayımlanması disiplini açısından çok önemli. Basın karikatürlerini her gün üretmeye neden olan ve yaşama karikatür gözüyle bakmayı sağlayan bir süreç bu. İnternet ortamının ise hızını ve evrensel sınırları yok etmesini seviyorum. Dünyanın birçok ülkesinde yüzlerini görmediği karikatürist arkadaşlarının olmasını ve çizdiklerimizin yayımlanması kadar güzel bir duygu yok. Dolayısıyla, interneti iyice içe dönen toplumların dışavurumu gibi görüyorum. Sosyal medyayı da güvenilirlik sorunu nedeniyle sınırlı kullanıyorum. Sanatçı baskı altında n Etkilendiğiniz karikatüristler kimler ve Türk karikatürü hakkında görüşleriniz nelerdir? Etkilendiğim karikatürist Quino... Gerçekten grafik mizahın en özgün sanatçısıdır. Mümkün olan en az çizgiyle mesajını verir ve kişiyi yoğun düşündürür. Her karikatürü ayrı bir kitap gibi gelir bana. Sanırım bu etkilenme nedeniyle onun kadar yetkin olmasa da grafik karikatür çiziyorum. Türk karikatü rünü de katıldığım etkinliklerden ve yarışmalarından izliyorum. Türk karikatürünün dünyada saygın bir yeri olduğunu düşünüyorum. Ancak son zamanlarda sadece Türk karikatüründe değil batı Avrupa’da bile karikatüristlerin korktuğunu düşünüyorum. Korkan bir karikatürist karikatür çizemez, çizdiği bir şeye yaramaz. Politik ve toplumsal baskılar ile terörist faaliyetler nedeniyle karikatüristler dünyanın her yerinde bir baskı içindeler. Bu baskı ortamı medyaya da yansıyor ve medyada karikatür daha az yer almaya başladı. Avrupa’da bile özgürlükçü görünen medyada karikatürlerin yayımlanmasında sorunlar yaşıyoruz. n Karikatür yazılı basında neredeyse yer almamaya başladı. Bunu nasıl açıklıyorsunuz? Dünyanın en gelişmiş kabul ettiği Avrupa ülkelerinde bile birçok gazete tam anlamıyla yayımlarını durdurma noktasına geldi. Gazete ve dergilerde karikatür yerine vinyet çizimler ve tasarımlar yer almaya başladı. Basının maalesef karikatür geleneği kayboluyor, bu da sosyokültürel bir sorun. İnternet tüm dünyaya açılım sağlayan çok güzel bir platform ama buradan ekonomik açıdan yaşamınızı kazanmanız biraz zor. Sorunlarımız aynı n Nardi’ye göre dünya nereye gidiyor peki? Bu soru gerçekten çok zor geldi. Savaşlar, ekonomik sıkıntılar, mülteciler, göç, açlık, Trump, çevre felaketleri... Dünyanın neresine gitsem benzer sorunlar her yerde. Tam mutlu olacağım bir olay oluyor, daha kutlayamadan bir felaket haberi ile sarsılıyoruz. Gelişmiş olduğunu düşündüğümüz Avrupa ve Amerika’da da yaşananlar daha az gelişmiş ülkelerden farklı değil aslında. İnsanlığın temel sorunları her yerde benzer sadece renkleri ve dozu farklı. n Karikatürlerinizde grafik mizah ve sorunlar ön planda oysa oldukça espirili ve keyiflisiniz. Burada bir çelişki yok mu? Yaşamım boyunca pozitif düşünmeye çalışıyorum, ancak yaşanılan sorunları topluma sunma ve toplumu rahatsız ederek sorunların çözümüne bir aracılık yapacağımı düşünüyorum. Aslında çok eğlenceli ve espiriliyimdir. Ama olumsuzluklara tepki vermek de insani bir duygu. Çoğunluk sosyal medyadan tepki veriyor. Ben ise toplumsal sorunları iğneleyici tarzda çizgilerle yansıtmaya çalışıyorum. Özetle yaşamayı seviyorum, keyifliyim ama karikatürlerle de mesajlarımı iletmek zorundayım. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle