23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER A2 sıl hedef Atatürk eposta: gorus@cumhuriyet.com.tr Pazar 23 Eylül 2018 TASARIM: İLKNUR FİLİZ ve bağımsız Türkiye Avrupa gazeteleri, ‘Yeni Cumhuriyet gazetesi’ne değil, aslında Atatürk’e, onun ‘anti emperyalist karakterine’ karşı çıkıyorlar ALEV COŞKUN 7Eylül 2018, Yargıtay kararına uyularak yapılan seçimlerin ve Cumhuriyet Vakfı yeni yönetim kurulunun oluşmasının tarihidir. Bu noktaya, iki buçuk yıl süren hukuk mücadelesi sonunda gelindi. Fakat ondan öncesi de var,  aslında toplam beş yıllık bir mücadeledir. Bu hukuk davası öncelikle İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görüldü, mahkeme seçimin iptaline karar verdi. Dava dosyası İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nden geçti, sonunda Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 3 Temmuz 2018 tarihinde verdiği kararla sona erdi. Hukuka aykırı seçimler iptal edildi. 7 Eylül’den sonra özellikle hedef tahtasına oturtuldum. Kişisel haklarıma büyük saldırılar yapıldı. Hukuksal yönde hiçbir dayanağı olmayan, ancak dedikodulara dayanan yalanlar, yanlışlar ve saptırmalar devreye sokuldu. Temelsiz ve saptırmalara dayalı bu yazılara yanıt vermeyi düşünmedim. Zaten kısa bir süre sonra da bu temelsiz yalanlara itibar en alt düzeye indi, sosyal medyanın gücü, bu sistemli saldırıları boğdu. Saldırılar T24 gibi zaten Cumhuriyet gazetesine karşı olan bir mecrada sıkışıp kaldı. Ülkemizdeki durum bu iken konunun başrolünde görev almış olan Can Dündar ve Aydın Engin konuyu bu kez Avrupa’ya taşıdılar.  Zaten bu ikili Almanya’da bazı çevrelerde iyi tanınan kimselerdir. Bu bağlamda Almanya ve Fransa’da geçen hafta yaylım ateşi başladı.  Cumhuriyet gazetesi el değiştirmişti, Cumhuriyet gazetesi Saray gazetesi olmuştu, Cumhuriyet gazetesi aşırı milliyetçi olmuştu... Bunları yapan Alev Coşkun da Saray’a imzasız mektup yazmıştı... Bunları Türkiye’de piyasaya sürmüşler,  küçük bir azınlık bir yana bırakılırsa toplumda karşılık bulamamışlardı. Öyleyse tam zamanıydı “neoliberal” yönde hızla ilerleyen,  “muhafazakârlaşan” Avrupa basını kullanabilirdi. Alman Cumhurbaşkanı tarafından merasimle kabul edilen “hizmetleri nedeniyle”(!) kendisine plaket verilen Can Dündar derhal başrolde topa giriyordu. Toplu saldırı Uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinin Almanya temsilciliğini yapmış, 30 yıllık gazeteci Osman Çutsay, konuyu irdeleyen “Bu iftiracılar Cumhuriyet’e nasıl yönetici oldu” başlıklı yazısında şöyle yazıyordu: “Böyle bir toplu saldırıya, Soğuk Savaş’tan bu yana 2000’lerde Putin ve Esad dışında pek tanık olmamıştık. Gorbaçov ve Özal döküntüsü bir avuç kiralık adam, ‘Türk Gorbileri’, bunu başarmış oldular. Başka bir şeyi değil, bunu becerdiler.” (Odatv, 15.09.2018) Almanya’daki gazetelerde yer alan yazıların özeti şudur: “Türkiye’deki yegâne muhalif gazete Cumhuriyet, Erdoğan destekli karanlık, ekstrem nasyonalist ve ultra Kemalist darbe sonucu tasfiye edilmiş bulunuyor.” Bu yorumlardaki unsurlara bakalım. 1 Erdoğan destekli ve karanlık, 2 Ekstrem nasyonalist, 3 Ultra Kemalist. Neymiş, işte bu niteliklerdeki bir darbe sonucu Cumhuriyet ele geçirilmiş... Alman basınının bu denli insafsız, bu denli “tek yanlı” bir yayın politikası izlediği görülmemiştir. Bu gazetelere verilecek yanıt, çok basit olarak şudur: 7 Eylül’den bugüne 16 gün geçti, bu zaman diliminde Saray lehine, Erdoğan lehine tek bir manşet, bir haber, bir yazı gördünüz mü? Cumhuriyet gazetesi; kale Cumhuriyet gazetesinin tekrar Cumhuriyet felsefesinin ve Atatürk’ün laik, çağdaşlaşma devrimlerinin savunucusu olarak ortaya çıkışı... Atatürk ilkelerine düşman olan cepheye karşı önemli bir kalenin yeniden kazanılması, bu kalenin kendi doğuş ilkelerine dönmesi karşısında özellikle Almanya basını telaşa düşmüştür. Bedri Baykam da konuyla ilgili yazdığı yazıda, Fransa’da Le Monde gazetesinin yorumunu “yüz kızartıcı” buluyor, bunun akıl almaz derecede yanıltıcı, demokratik haklar ve teamüller açısından kabul edilemez olduğunu belirtiyordu. Le Monde, seçimle yerlerine dönen yeni yöneticileri “Atatürk dogmasından mustarip insanlar” olarak nitelendiriyordu. (Odatv, 19.09.2018) Le Monde, Der Spigel, Die Tageszeitung gibi yayın organları nasıl böyle tek yanlı yazıları, evrensel gazetecilik ilkelerini altüst ederek yayımlayabiliyorlardı? ‘Her şey rastlantı mı?’ Şükran Soner, gazetemizde bu konuları irdeleyen “Her şey rastlantı mı” başlıklı yazısında; “Cumhuriyet gazetesi de Aydınlanmacılığın odağında işlev yaparken ne oldu da akıl almaz bir baskılama, geriye çekmenin hedef tahtasına oturtuluverdi” diye soruyor. Kemalizm eleştirisinin “rastlantı olmadığı”nı belirten Soner, “Laik Cumhuriyet, Atatürk Devrimleri, Anadolu Aydınlanmacılığının... Cumhuriyet gazetesinin Türkiye’nin gelişimlerin patlamalar yaşadığı süreçlerde hedef tahtasına alınmaları rastlantı olabilir mi?” diyor. (Cumhuriyet, 10.09.2018) Kin kusan zihniyet Bu derece kin kusan, bu derece nesnellik ve objektiflikten uzak yayınların arka planında ve altyapısında ne var? Kısaca bunun altyapısında “Sovyetler’in yıkılışından sonra oluşan küreselleşmeye dayalı yeni dünya düzeninin ideolojik temelleri” vardır. Küreselleşmeyi dayatan Neoliberaller, Ortadoğu’nun parçalara ayrılması, etnik temele dayalı ufak devletlerin yaratılmasını istiyorlardı. Bu strateji hâlâ geçerlidir. Neoliberal kesimin sözcüleri, Türkiye’ye gelip Atatürk’ün resimlerini resmi dairelerden kaldırınız, Atatürk İlkelerini kenara itiniz demediler mi? Alman vakıflarının sözcüsü Udo Steinbach, “Sorun Atatürk’ün bir paşa fermanıyla yarattığı yapay ürün Türk Devleti ve Türk ulusudur. Sorun, Kemalizm ve Kemalizmin ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir” demedi mi? Ünlü Prof. Huntington, “Türkiye çağdaşlaşma, laik toplum olma yönündeki çalışmaları bıraksın, eski geleneklerine dönsün, İslamlaşsın, Ortadoğu’daki İslam devletlerinin lideri olsun” demedi mi? Eski CIA Ortadoğu Masası Şefi Graham Fuller, Atatürk Devrimleri için “Zorunlu Batılılaşma Türk toplumunda bazı yaralar bıraktı... Kemalizmin sonunun geldiğini söyledim” demedi mi? AB’nin Ankara temsilcisi Karen Fogg’un girişimleri unutulabilir mi? Karen Fogg’un Türkiye’nin bölünmesi yönünde hareket ettiği kendi epostalarından kanıtlanmadı mı? Karen Fogg’un çocukları onun düşünce sistemi yönünde çalışmalarını yürütmediler mi?   “Karen Fogg’un çocukları” olarak ünlenen bu kişilerin bir süre sonra “Yetmez ama Evetçi” oldukları görülmedi mi? Bunların daha sonra FETÖ’cülerle işbirliği yaptıkları kanıtlanmadı mı? Bunlar geçmişte kaldı diyenlere bugünden bir örnek verelim. Karen Fogg’un uzantısı olan yeni AB Sözcüsü Kati Piri, Cumhuriyet Vakfı seçimlerinin yapıldığı 7 Eylül günü yeni seçilen vakıf yöneticilerini, “Aşırı milliyetçifaşistler” olarak nitelemedi mi? Tüm bunlar tesadüf olabilir mi? Konuya daha somut noktalardan örnekler verelim: Almanya DHKPC’ye karşı çıkıyor mu? Almanya PKK yandaşlarını korumuyor mu? FETÖ’nün en ileri elemanları bugün Almanya’da siyasal koruma altında değiller mi? Almanya Türkiye’nin güney sınırlarında bir “Kürt Koridoru ya da İsrail Koridoru” oluşturulmasına karşı çıkıyor mu? Bu konularda açık bir tavır sergiliyor mu? O zaman Alman basınının Cumhuriyet felsefesini, Atatürk’ün çağdaşlaşma devrimlerini korumak yönünde bildiri yayımlayan Cumhuriyet Vakfı yeni yönetimine ve Cumhuriyet gazetesini yayımlayan genç ekibe karşı olmaları doğaldır. Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü ve Kuvayi Milliye ruhunu savunacağını, ayrıca Kuvayi Milliye’nin anti emperyalist karakterini içselleştirdiğini belirten Cumhuriyet gazetesine karşı olmaları doğaldır. Alman gazeteleri düşünce özgürlüğünü savunuyor görünüyorlar ama, kendileri gibi düşünmeyenleri hemen faşistlikle suçluyorlar. Yeni ‘Taraf’ isteniyor Alman gazetelerinde yorum yazanlar, giderek “Taraf” gazetesi durumuna düşmüş olan Cumhuriyet’in bir silkiniş yapmasını kabul edemediler. Cumhuriyet gazetesi, eski durumuyla devam etmeli, Ahmet İnsel Atatürk’e saldırmalı, “Kemalizmle Erdoğanizm birdir” diyerek saçmalıklarla dolu yazılar yazmalı, gazete haberlerinin büyük bölümü HDP’ye ayrılmalı, FETÖ’ye karşı eleştiri yapılmamalı, Türkiye’nin güney sınırında oluşturulan koridora yandan, arkadan destekleyen yazılar devam etmeli, Cumhuriyet gazetesi, “Yeni Taraf” olarak yayınını sürdürmeliydi... Ancak, 7 Eylül 2018’de seçilen yeni Vakıf yönetim kurulu “Hayır, biz yeni Taraf olmayacağız” diyordu. Madem, Cumhuriyet gazetesi tam bağımsızlık diyordu, madem ülkenin bölünmez bütünlüğü diyordu, madem Atatürk’ün çağdaşlık yönündeki İlke ve Devrimlerini savunacağız diyordu, öyleyse Cumhuriyet gazetesi: Faşist olmuştu, Erdoğan destekli olmuştu, Ultra Kemalist darbe sonucu göreve gelmişti. Avrupa gazeteleri, “Yeni Cumhuriyet gazetesi”ne değil, aslında Atatürk’e, onun laik çağdaşlaşma devrimlerine ve anti emperyalist karakterine karşı çıkıyorlar. Berberoğlu skandalı İddialar, savunmalar, duruşmalar, mahkumiyet kararı ve tahliye aklınızı karıştırmasın... Berberoğlu olayının temelinde dört büyük siyaset ve hukuk yanlışı yatıyor: 1) Demokrasilerin en temel unsuru olan, Anayasa’nın da koruduğu milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması ve bu dokunulmazlığın, yeniden seçilme halinde bile yürürlüğe konulmaması. 2) Daha önce yayımlanmış, üstelik doğruluğu, bakanlık yapmış önemli bir iktidar politikacısı tarafından da yeminle ifade edilmiş bir haberin yayımlanmasının yargılanması sırasında, bu haber için gerekli belgeleri temin etmekle, yani zaten aleniyet kazanmış ve önemli bir politikacı tarafından da yeminle doğruluğu iddia edilmiş olan bir haberin kaynağı olmakla suçlanması. 3) Zaten temelsiz olan bir davada, belge temin etme suçlamasının dahi, yeterince somut delille desteklenerek kanıtlanamamış olması. 4) Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay da dahil olmak üzere Türkiye’deki yargı mekanizmasının yukarda açıklanan üç yanlışa da onay verilmesi. HHH Yargıtay, geçen hafta, MİT TIR’ları davasında yargılanan CHP Milletvekili Enis Berberoğlu hakkında verilen 5 yıl 10 ay hapis cezasını onadı, milletvekilliği sona erinceye kadar infazın durdurulmasına ve Berberoğlu’nun salıverilmesine karar verdi. Burada gözden kaçan ayrıntı, (o noktaya kadar yapılan bütün siyasal ve hukuksal hatalar kabul edilse bile) Berberoğlu yeniden milletvekili seçildiği için, kararın infazının değil, yargılamanın durdurularak karar verilmesinin ertelenmesi gerektiğiydi. HHH Berberoğlu, neden dolayı kaç yıl ceza almış, sonra ne olmuş, en sondaki 5 yıl 10 ay ceza hangi gerekçeyle nasıl verilmiş, duruşmalarda neler olmuş, savcı neler iddia etmiş, avukatlar nasıl savunma yapmış, Anayasa Mahkemesi’ne ve Yargıtay’a yapılan başvurular ne sonuç vermiş veya nasıl hiçbir sonuç vermemiş gibi ayrıntılara girerek okurların akıllarını karıştırmaya gerek yok! Sadece girişte özetlediğim dört madde ile, Türkiye’de demokrasinin de, Demokrasinin dayanağı olan Hukuk Devleti kavramının da yok edildiğini belirtmekle yetiniyorum! Eski bir ünlü gazeteci olan, partide yöneticilik de yapmış bir Ana Muhalefet Partisi Milletvekili’nin başına bunlar geliyorsa, (yasal bir siyasal partinin eş genel başkanlarından ve Cumhurbaşkanı adayı olan Selahattin Demirtaş’ın olayına hiç değinmesek bile) sade vatandaşların nasıl bir güvencesizlik cehenneminde yaşadığını, hem İÇERDEKİ ve hem de DIŞARDAKİ değerli okurlarımın dikkatlerine bir kez daha sunuyorum! HHH Haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe alışmayı reddediyorum: DAYAN ADALET... DAYAN HUKUK DEVLETİ... DİREN DEMOKRASİ! C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle