24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 13 Ağustos 2018 2 haber TASARIM: İLKNUR FİLİZ Türk adaleti ‘intihar’ diye geçiştirdi Geçtiğimiz ay Ankara’da bir plazanın 20’nci katından düşerek yaşamını yitiren Şule Çet’in katil zanlısı 3’üncü kez gözaltına alındıktan sonra tutuklanmıştı. Olay basına yansıyıp infial yaratmasaydı adam çok büyük ihtimalle tutuklanmayacak, ‘intihar’ denilerek dosya kapatılacaktı. Malum, ülkemizde konu kadın cinayetleri olduğunda adalet, ancak basına yansıyıp da kamuoyunun oluştuğu vakalarda işletilebiliyor. Size iki yıl öncesinden bir olay anlatacağım. Olay basına yansımadığında adalete nasıl erişilemediğini, yargının görevini nasıl yapmadığını görün diye. 2016 yılının ocak ayında 26 yaşındaki Özlem, üçüncü kattaki evinin balkonundan düştüğü için gece saat 1:30’da hastaneye kaldırıldı ve aynı günün sabahında hayatını kaybetti. Olaydan 11 ay sonra, savcılık kadının intihar ettiğini iddia ederek ‘kovuşturmaya yer olmadığına’ karar verdi ve dosyayı kapattı. Özlem’in kardeşi ile Antalya Barosu Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Kurulu, ayrı ayrı bu karara itiraz ettiler. Sulh Ceza Hâkimliği itirazı reddetti. Bu ret kararı üzerine gidilen Anayasa Mahkemesi (AYM) de başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verdi. Oysa savcılık tüm delilleri toplamamış, mevcut delilleri de usulüne uygun değerlendirmemişti. Yine de dosya kapsamında kamu davası açmaya yeterli şüphe mevcuttu. Zira, yaşama hakkı söz konusu olduğunda bile dosyaların ‘yargılama’ aşaması olmaksızın kapatılması, hukuku ve kamu vicdanını zedeliyor. Ama dava açılmadı. Olayın hemen ardından, Özlem’in olay sırasında evde olan erkek arkadaşı Ali ile Ali’nin kuzeninin ifadeleri alınmış, her ikisi de Özlem ile Ali arasında bir tartışma yaşandığını ama olay anını görmediklerini beyan etmişlerdi. ‘Kadın sürekli şiddet gördü’ Özlem’in kardeşi, savcılığa dilekçe verip olayın ‘intihar değil, cinayet’ olabileceğini beyan etti. Bu dilekçeden sonra, Ali ile kuzeninin olayın öncesinde evden ayrıldıklarını söylediği üç misafirin de ifadesi alındı. Fakat Ali ile kuzeninin beyanlarının tam tersine bu üç kişi, olayın onlar evden çıkarken gerçekleştiğini ve Özlem’in intihar ettiği anı gördüklerini söylediler. Ali ve kuzeninin ifadesiyle bu üç misafirin ifadesi çelişiyordu. Bu 3 kişiden biri olaydan sonra başka bir suçtan cezaevine girmiş ve ifadesi cezaevinde alınmıştı. Tanıklık eden üst komşu ise ifadesinde şöyle demişti: “Taşındıkları andan itibaren evde ikamet eden erkeğin kadını darp edip küfrettiğini, yüksek sesle ‘Öldürürüm, keserim’ diye tehdit ettiğini duydum. Kadın sürekli olarak şiddet gördü.” Otopsi raporunda, kadının tırnak altında en az birisi bir erkeğe ait, birden fazla kişiye ait olabilecek karışık DNA bulgusu tespit edildi. İnsanın tırnak altında başka birisinin DNA’sının bulunabilmesi için olağandışı bir temas olması lazım. Buna rağmen savcılık, Özlem’in tırnak altında tespit edilen DNA bulgusu ile evdeki 5 kişinin DNA profilinin karşılaştırılmasını talep etmedi. Kolluk tarafından evin krokisi bile çizilmedi. Olay Yeri İnceleme görevlileri evin içinin, balkonun ve zeminin fotoğraflarını çekip CD içinde dosyaya koysalar da, dosyada bu fotoğrafların çıktısı yok. Kolluk tarafından düzenlenen tutanakta ise “Evde normal dışı boğuşmaya rastlanmamıştır” deniliyor. Hem polis tutanağında hem de evin içinin fotoğraflarında, evde boğuşma olduğunu düşündüren olağandışı dağınıklığa rağmen, olay anından itibaren kolluk tarafından alınan bütün ifadeler ‘intihar’ olay adı ile alındı. Kadının yere düştüğü andaki başayak yönü hiç araştırılmadı. Olay sırasında yağmur yağdığı için fotoğraflardaki kuru alan, kadının balkonun uzun kenarına paralel bir şekilde yere düştüğünü düşündürüyor. Bunun, kendisini aşağıya atan bir kişinin düşme şekliyle uyumlu olup olmadığına dair uzman bilirkişi görüşü alınmadı. Savcılık, Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi’nden, düşmenin orijinin tespiti için rapor istemedi. Tanıkların çelişkili ifadesine şüpheyle yaklaşmayan, intihar olduğu iddia edilen olayda fotoğrafların ve tanık ifadelerinin cinayet ihtimalini gözetmeyi zorunlu kılmasına rağmen, bunu görmezden gelen bir savcılıkla karşı karşıyayız. Zaten savcı olaya cinayet şüphesiyle değil de intiharmış gibi yaklaşırsa delil de toplayamaz. Önemsemez. Halbuki olaya cinayetmiş gibi yaklaşsa her şeyden şüphe duyar, titiz çalışır, delilleri toplar. Ve işte ancak o zaman olay intihar mı, yoksa cinayet mi, ortaya çıkar. AYM ne yaptı dersiniz? “Etkin soruşturma yapılmış, otopsi raporu alınmış, tanıklar dinlenmiş” diyerek konuyu kapattı. İç hukuk yolları tükenince de dosya AİHM’ye taşındı. Kadınlar öldürüldüğünde ya da şiddete maruz kaldığında karşımıza çıkan adli pasiflik yüzünden daha kaç can yanacak, kim bilir. KURTULUŞ ARI 6 metrekareye3 kişiyle tek odalı konteynerde kalan 17 yaşındaki Cevad bir yandan süpürgeyle kamyonu boşaltıyor bir yandan da fotoğraf için poz veriyor. sığınan hayatlar Afganistan’dan ‘umut’ için yola çıkan ve henüz 20’li yaşlarına gelmemiş gençler, geri dönüşüm atölyesinde ekmek peşinde BARIŞ ÖNAL İstanbul’un uzak bir ilçesinde, Esenyurt’ta bir geri dönüşüm atölyesindeyiz. Burası şehrin birçok noktasında kâğıt işçilerinin çöp konteynerlerinden toplayarak getirdikleri plastik ve tenekelere yeniden hayat veriyor. Şehrin farklı bir yüzü onlar... Kimsenin dokunmak istemediklerine dokunuyorlar. Mesaileri zorlu, zahmetli ve saatler alıyor. Üstelik şimdilerde doların yükselişi onları da olumsuz etkilemiş. Atölyede çalışan 5 kişiden 3’ü göçmen. Atölyenin yanındaki 6 metrekarelik bir odada kalıyorlar. Hepsinin hayat hikâyesi bambaşka. Geri dönüşüm atölyesinin sahibi Mesut’un ağzından işçiler için “Dünya onların omuzları üzerinde duruyor. Onlar üreten ama maalesef sistem içinde üreten değil aracı kazanır” cümleleri dökülüveriyor... 15 saat mesai Türkiye’de 10 binlerce kâğıt toplama işçisi var. Önemli bir kısmı zor şartlarda günde 1415 saat mesai yapıyor. Günlük 60 TL’den fazla kazanan yok denecek kadar az. Sabahın erken saatlerinde çöp konteynerleri ve sokaklarda birikmiş atıkları toplamak üzere işe başlıyorlar. El arabalarının dolmasına bağlı olarak günde 5 veya 6 sefer yapıyorlar. Her seferden sonra birkaç dakikalık molalar veriyorlar. Böylece topladıkları atıkları birbirinden ayırıyorlar. Tüm seferler bittikten sonra topladıkları atıkları geri dönüşüme gönderebilmek için çalıştıkları atölyeye geliyorlar. Sokaklarda el arabaları ile gördüğümüz geri dönüşüm işçilerinin mesaisi burada sona eriyor. ‘Pres’te tehlike Bundan sonraki durak ise “pres”. Etrafı sactan bir atölye. Çalışanlar ise bu sacın hemen yanındaki prefabrike konteynerlerde kalıyor. Burada da çalışma şartları sokaktakinden pek farklı değil. Mesainin başladığı sabahın ilk ışıklarıyla atölyeye giriyoruz. Ağır bir çöp kokusu geliyor burnumuza. Burada gün, civarda bulunan atölyelerde biriken atıkların kamyonlarla gelmesiyle başlıyor. Kamyondan indirilen atıklar ayıklandıktan sonra preslenerek yani ezilerek balyalanıyor. Daha sonra geri dönüşümün son halkası olan kırma işlemine gönderilmek üzere tekrar yola çıkıyor. Kırma işleminde daha önceden preslenerek balyalanmış atıklar Sınırları aşa aşa..Akraba olan Hamid (üstte), Cevad ve Habib Afganistan’dan Türkiye’ye birlikte gelmişler... Habib, ‘tehlikeli’ pres makinesinde hayatını tehlikeye attığının farkında, ama o da çalışmak zorunda... küçük parçalar haline getirilip geri dönüşüme uygun bir hal alıyor. Bütün bu yoğun sürecin emekçileri sadece 5 kişi. Onlar her gün gelen tonlarca atığı kamyonlardan boşaltıp makineye koyuyor. Kolay gibi görünse de aslında çok tehlikeli çünkü atıklar işçiler makinedeyken üzerlerine boşatılıyor ve makineye sıkışma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar. Cevad, Hamid ve Habib başıyorlar kamyonu boşaltmaya. Cevad bir yandan süpürgeyle kamyonu boşaltıyor bir yandan da fotoğraf için poz veriyor. Bu işlem sürerken atölye sahibi Mesut ile konuşuyoruz. İşlerin kötü olduğunu belirten Mesut do ların yükselişinden şikâyet ederek şöyle konuşuyor: “Bir aydır bu işi yapıyoruz ama şu an zarar ediyoruz. Bize getirilen kamyonun ağırlığına göre ödediğimiz fiyatlar değişiyor tabii ancak kilosunu iki lira hesaplıyoruz. Şu an boşaltılan kamyonda 500 kilo atık var 1000 lira ödedik. Dünya onların omuzları üzerinde duruyor. Onlar üreten insanlar, sistem içinde üreten değil aracı kazanır. Bağlı oldukları atölye sattıkları kamyon başına aylık 3 ile 5 bin arası kâr sağlıyor. El arabalarıyla bulundukları kentin sokaklarını adımlayanların kazançları ise günlük 60 lirayı geçmiyor.” Atölyede çalışanlardan bir tek Cevad Türkçe biliyor. 1.5 yıl önce Afganistan’dan Türkiye’ye gelmiş Cevad. Ülkesinden neden geldiğini şöyle anlatıyor: “İş yoktu Afganistan’da. Okulu altıncı sınıfta bırakmak zorunda kaldım. Annem babam çalışamıyor, buradan kazandığım parayı onlara gönderiyorum. Gönderdiğim para orada onlara yetmiyor. Bir ay olmadı daha göndereli ama sürekli arıyorlar ‘para gönder’ diye.” Boşaltma işleminin ardından Cevad, Hamid ve Habib’in kaldığı konteynere doğru ilerliyoruz. Daracık bir odada 3 kişi kalıyorlar. Odada sadece 3 yatak ve bir fotoğraf var. Cevad bize burada göç yolunda yaşadıklarını “Önce Pakistan’ı, sonra İran’ı geçtik ve sonunda Türkiye’ye geldik. Sınırları yürüyerek geçtik. Ülkelerin sınırlarından içeri girdikten sonra kamyon kasalarında ya da otobüslerde geldik” sözleriyle anlatıyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle