24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR 14 ‘Yeni Dünyanın Dini Futbol’ kitapçılarda Yazar Eray Emin Aydemir’in üçüncü kitabı Yeni Dünyanın Dini Futbol okurların beğenisine sunuldu. Parga Yayınevi imzalı kitap, futbolun gelişimi ve kitleleri etkileme kapasitesiyle nasıl adım adım bir dine dönüştüğü nü anlatıyor. İngiliz, Latin Amerika ve Türk futboluna uzman görüşlerle yakından bakılan eserde ayrıca, Umberto Eco, Albert Camus ve Eduardo Galeano gibi önemli edebiyatçıların futbola dair tespitleri de yer alıyor. EDİTÖR: eMRAH KOLUKISA TASARIM: eMİNE BİLGET [email protected] Salı 24 Temmuz 2018 Yeter ki umuduSahnede devleşen Joan Baez: Bir gün mutlaka... yitirmeyelim! Zeynep Oral Joan Baez konseri... Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda tek boş yer yok... Spot ışıklarının altında o ve gitarı... İlk notalar ve “bu şarkıyı biliyoruz” anlamında dinleyicilerden gelen alkışlarla bir Bob Dylan bestesi “Don’t Think Twice”... Hemen ardından sözlerini kendi yazdığı “God is God”... İkisi de 60’lardan gelen şarkılar... 60 yıldır sahneden inmeyen 77 yaşındaki kadın biraz önce kuliste “bugün sesim parlak değil” diye yakınıyor, birkaç gün önce “sesim, bırakma vakti geldiğini söylüyor” diyordu... Oysa şimdi sahneden yükselen soprano ses, pürüzsüz, pırıl pırıl, bildiğimiz folk kraliçesinin sesiydi ve birçoğumuza göre hiç de “veda konseri” gibi gelmiyordu. Sahneye iki kişilik “kocaman orkestrasını” çağırıyor. Birçok çalgıyı çalan Dirk Howell ve oğlu perküsyon sanatçısı Gabe Harris... Hemen yine çok tanıdık bir Bob Dylan Bestesi “Farewell Angelina”... (“Bu adam hit besteler yapmayı biliyor” demişti...) Bir şarkıdan ötekine geçerken dinleyiciler İngilizce haykırıyor: “We love you Joan!” O da Türkçe geri sesleniyor: “Ben de Sizi Seviyorum”... “İyi ki buradayım!” Artık “Yeni Türkiye’deyiz”, sahnede çok konuşma diye tembih edilmiş olmalı ki, bu kez konser boyunca az ama öz konuştu... Daha çok şarkılarıyla konuştu. Ama yine de “Deportee” (Sınır Dışı Edilenler) adlı Woody Guthrie’nin o çok dramatik şarkısını söylemeden önce seyirciye seslendi: “Bu şarkı mülteciler için. Biliyorum ki Türkiye bu konuda çok çalışıyor; insanca davranıyor. Benim ülkemde ise durum berbat. Aileler parçalanıyor, ayırımcılık korkunç...” Meksikalı göçmenler için yazılmış şarkı İngilizce ve İspanyolca... Repertuvarı hazırlarken yanındaydım... En popüler şarkılarını katmayı unutmadı... Bob Dylan için kendi yazdığı, “Diomonds and Rust” şarkısının ilk notalarıyla dinleyici çıldırdı... En sevilenler birbirini izledi: “House of the Rising Sun”, “Dixie”, “Joe Hill, “Me and Bobby McGee”, “Darling Cory”, “The Boxer”... Her şarkıda sahnedeki kadın biraz daha devleşiyor! Tanrım sahnede öyle genç, öyle dik, öyle kocaman ki!!! Olağanüstü! Derken yıllar önce Zülfü Livaneli’den öğrendiği Livaneli bestesi Hiroşima’da ölen “Kız Çocuğu”... Sahneye klarnet sanatçısı Serkan Çağrı geliyor. “Daha dün tanıştık, harika bir müzisyen” diye onu tanıtıyor. Nâzım’ın dizeleri damardan ilaç gibi geliyor. Alkışlar dinmiyor. Nâzım sevgisini dillendirdikten sonra “aranızda eski bir arkadaşım var, şarkı söylemiyor ama Nâzım’ı muhteşem yorumladığını biliyorum. Genco sahneye!” diye sesleniyor. İki sanatçı sahnede kucaklaşıyor... Ben, acep hangisini söyleyecek diye merak eder Joan Baez konserinin sürprizlerinden biri Genco Erkal’ın Nâzım performansıydı. ken Genco Erkal en sertinden yapıyor seçimini: “Vatan Haini!” Bütün tiyatro ayakta! Genco’yu yeniden kucaklayarak onu uğurluyor... Derken bana da bir sürpriz: Sahneden “Şimdi Genco için ve arkadaşım Zeynep Oral için söylüyorum” demez mi... En geleneksel Afrika Amerika folk şarkısını “Swing Low”u söylüyor... Benim en sevdiğim şarkılarındandır ve 80’li yıllarda beri bu şarkıyı haksız yere hapiste yatanlar için söyler... Hapistekiler, sizin için söyledi. Duydunuz mu???? Bu konser, hem veda turnesi hem de yeni albümü çerçevesinde Pasion Turca tarafından düzenlendi. Yeni albümden 3 şarkı söyledi: Albüme adını veren parça “Whistle Down the Wind”. Sözlerini kendi yazdığı, onun için bestelenmiş “Another World”... Dünyayı mahvediyoruz; toprağını suyunu, havasını... Başka bir dünya özlemi... 68’in “Başka bir dünya mümkün” inancı ve umudu geldi yerleşti Açıkhava Tiyatrosu’na... Albümden üçüncü şarkı 2015’te bir kilisede katledilen siyahlar için yazılmış “President Sang Amazing Grace”... Her şarkının anlamını açıkladı... Dans ederek “Gracias a la Vida”ya geçince konserin sonlarına geldiğimizi anlamıştık... Ama yok öyle, seyirci hiç bırakır mı... İşte yine sahnede. Ve işte beklediğim an: “Imagine” Başka bir dünya mümkün. Sınırsız, savaşsız, kin ve intikamsız... Benim gibi dinleyicilerin çoğu da gözyaşını tutamıyor... Ve: “Bu şarkıyı çoktandır söylemedim. Ama nedense bu gece burada söylemek ihtiyacını duydum.” (Hayır bunu sahnede söylemedi. Konser sonrasında söyledi...) Ve “We shall Overcome”... Bir gün mutlaka... Bir gün mutlaka tüm haksızlıkları kötülükleri yeneceğiz, yeter ki umudu yitirmeyelim! Dinleyici ısrarla “Dona Dona”yı istedi. Kırmadı onu da söyledi. Serkan Çağrı yeniden sahnede ve finali onun eşliğinde tüm tiyatronun katılımıyla “Yiğidim Aslanım”la yapıyor... Sanki tiyatro yıkılıyor!.. Olağanüstüydü. Tarihsel bir konserdi. Duygularla düşüncelerin; geçmişle geleceğin; hüzünle sevincin; hasretle umudun kucaklaştığı bir geceydi... Tom Jones geliyor Regnum Carya’nın Live in Concert serisinin bir sonraki konserini Tom Jones verecek. Gal Kaplanı lakabıyla da tanınan efsane şarkıcı Tom Jones 30 Temmuz 2018 Pazartesi akşamı dinleyicileriyle buluşacak. 60’lı yılların yetiştirdiği ve kısa sürede müziğiyle tüm dünyanın tanıdığı bir isme dönüşen İngiliz asıllı dünyaca ünlü müzisyen Tom Jones, uzun yıllar Pop, Blues, Rock ve Caz vokalliği yaptı. Müzik kariyeri boyunca “Delilah”, “It’s Unusual”, “Love me Tonight” gibi popülerliği günümüze kadar ulaşan birçok kült şarkıyı kendinden sonraki nesillerle de tanıştırdı. Albümleri kadar sinema tarihinin önemli filmlerinin de soundtracklerine imza atan Jones, beyazperdenin popüler yapımlarından, James Bond serisinin 4. filmi “Thunderball”un aynı adlı şarkısını da söyledi. Tom Jones ‘Kuzgun Acar Anısına’ SSM terasında Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), geometrik soyut çalışmalarıyla Türkiye heykel sanatında önemli bir yeri olan Seyhun Topuz’un “Kuzgun Acar Anısına” isimli eserini bahçesinde sergiliyor. Seyhun Topuz’un, sanatçı Kuzgun Acar’ın ölümünün 40. yılı vesilesiyle restore edile rek 2016 yılında SSM’de sergilenen “Kuşlar Soyut Kompozisyon”dan ilhamla ürettiği eseri, onunla aynı yerde, SSM’nin Boğaz manzaralı terasında sanatseverlerle buluştu. Topuz’un “Kuzgun Acar Anısına” adlı düzenlemesi, 1 Ekim tarihine kadar Sakıp Sabancı Müzesi’nin bahçesinde görülebilecek. Harran’ın UNESCO heyecanı UNESCO’nun Dünya Mirası Geçici Listesi’nde bulunan dünyanın en eski yerleşim yerlerinden Harran Ören Yeri’nin, kalıcı listeye girebilmesi için gerekli hazırlıkların yüzde 80’inin tamamlandığı bildirildi. Harran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Harran Ören Yeri Kazı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Önal, yaptığı açıklamada, kısa süre önce Göbeklitepe’nin UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınmasının ardından gözlerin 2000 yılında geçici listeye alınan Harran’a çevrildiğini söyledi. Önal, M.Ö. 6 binli yıllardan günümüze kadar kesintisiz yerleşim yeri olan ve bir dönem Asurlular ile Emevilere başkentlik yapan Harran Ören Yeri’nde yeni sezon kazılarına başladıklarını belirtti. UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girmesi için Harran’da çalışmaların büyük bir bölümünün tamamlandığına işaret eden Önal, şöyle devam etti: “Özellikle son 5 yılda Harran’ın tarihte bilinip de görülemeyen eserlerini gün yüzüne çıkarmaya çalışıyoruz. Kazılarda şu ana kadar 2 hamam bulduk, saray ve çarşı hamamı özelliklerini taşıyor. İki çarşıya rastladık çünkü aynı zamanda burası bir ticaret merkeziydi, doğu çarşı ve tonuzlu çarşı bulduk. Bir misk dükkânı bulduk. Bir de şadırvanlı avluyu meydana çıkardık.” l AA yNoarsuılmlamalı? Devlet Tiyatroları (DT) ile Devlet Opera ve Balesi (DOB), bağlı oldukları 1949 tarih 5441 sayılı (DT) ve 1970 tarih 1309 sayılı (DOB) kuruluş yasalarından kimi bölümlerinin 9 Temmuz’da 703 sayılı KHK ile kaldırılmasıyla yasal boşluğa düşmüştü. Ne ki 15 Temmuz’da yayımlanan 4 No’lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 11. Bölümü’nde yer alan belirlemelerle bu iki kurum yeniden yaşama geçti. Böylece, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı, ‘tüzelkişiliği haiz’ özel bütçeli genel müdürlük statüleri eskiden olduğu gibi korunmuş oldu. Arada geçen 6 gün içinde, DT ve DOB’un yaz sezonunda olmalarına karşın, sanat çevrelerinden sert tepkiler gelmişti. Nasrettin Hoca’nın eşeğini yitirip bulmasını anımsatan bu gelişmeden amaç neydi? Cumhuriyet Türkiyesi’nin bu iki temel kurumunu bağlı oldukları özgün tarihsel yasalardan koparıp, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin istemine bağlamak mıydı? Böylece, kurumsal değişikliklerin ‘siyasal erk’ tarafından artık çok kolayca yapılabileceği mi gösteriliyordu? Sözgelimi, 2014’ten bu yana gündemde olan Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) yasa tasarısı ya da benzer bir düzenleme doğrultusunda, DT ve DOB sanatçılarına sundukları ‘yapım projeleri’ bağlamında parasal destek sağlanarak, ortaya konan/konacak sanat edimini ‘özelleştirme’ yolunda atılmış/ atılacak adımın sağlamlaştırılması mıydı söz konusu olan? Dahası, Cumhurbaşkanlığı’nın ilgili kararnamesinde bu kurumların genel müdürlerinin ‘sanatın içinden gelen’ ya da ‘sanat eğitimi geçmişi olan’ kişiler arasından belirlenmesi koşulunun ortadan kaldırılması ve genel müdürlüklere ‘dışardan’ atama yapma olanağının doğmasıyla, ‘siyasal erk’in öngördüğü/öngöreceği değişikliklere karşı çıkacakların yaratacağı pürüzlerin ortadan kalkması mı isteniyordu? Gerçek amaç ne olursa olsun, devlet ile sanat arasındaki ilişkide, devletin baskısının artacağına ve sanatın özgürlüklerinin kısıtlanacağına ilişkin düşünceler pekişmektedir. Sahne sanatlarına yakınlık duymadığı öteden beri bilinen gündemdeki siyasal erkin ilk yıllarında, sanat alanlarıyla kazanç getirmeyen kurumların özelleştirilmesi düşüncesi dışındaçok da ilgilenilmemiş, ne ki 2009’dan bu yana ödenekli sanat kurumları ve sanatçıları üstündeki baskılar artmış, özel tiyatroların ‘kafa tutarcasına’ hareket edenleri de devlet desteğinin kapsamına alınmamıştır. Son gelişmeden anlaşılabilen, tiyatro ile siyasal erk arasındaki çelişkili ilişkinin sancılı bir sürece girdiğidir. Tarihte hep yaşandığı gibi... Tiyatro toplumun yaşamını, arayışlarını, yönelişlerini, özlemlerini yansıtan pahalı ve zor bir sanattır. Tiyatronun hem devletin parasal desteğine gereksinimi vardır, hem de doğası gereği devlet baskısından özgür olmak ister. Bu nedenle, devletin denetleyici (tutucu) konumu ile tiyatronun ilerici özü arasında ‘duyarlı dengeler’in kurulması özlenir. Tiyatro ve devlet, tiyatro tarihi boyunca zaman zaman birbirini destekleyerek el ele yürümüş, kimi zaman da çatışmıştır. Osmanlı Sarayı geleneksel tiyatroya bir ölçüde sahip çıkmıştır. Ne ki, devletin koruyucu desteğinden yararlanan popüler halk tiyatrosunun politiktoplumsal eleştiri gücü, kimi hoşgörülü dönemlerde parlamışsa da, devletle ters düşme kaygısı nedeniyle genel olarak sınırlı kalmış, İstibdat döneminde ise Saray tarafından bütünüyle bastırılmıştır. Politik baskı tiyatro üstünde etki gücüne sahiptir. Bu güç, tiyatronun politik değişim oluşturma yönündeki baskı gücünden çok daha büyüktür. Yine de korkulmaktadır tiyatrodan. Son 70 yılda da tiyatromuzun zaman zaman ‘zararsız bir eğlencelik’ durumunda kalması yeğlenmiş, çeşitli politik baskı dönemlerinde ise toplulukların ve sanatçıların sindirilmeye çalışıldığı görülmüştür/ görülmektedir. Şimdi de bekleyeceğiz ve göreceğiz... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle