18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞ[email protected] eposta: [email protected] Perşembe 27 Aralık 2018 2 TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Türkiye’de ve Avrupa’daHAdaİaHkMiar’Nrdeientlnesmuaeçskıulgnbeaarketkıiğrını cumhurbaşkanına hakaret suçu Av. Celal ÜLGEN Cumhurbaşkanına hakaret suçu kaldırılmalıdır diye yayımlanan yazımın üzerinden daha birkaç gün bile geçmeden yağmur gibi cumhurbaşkanına hakaret suçundan davalar yağmaya başladı. En son duayen tiyatrocular Metin Akpınar ve Müjdat Gezen hakkında da bu suçtan bir soruşturma başlatıldı. Aslında; bizim Ceza Hukukumuzda, TCK 125. madde şeref ve saygınlığı rencide edebilecek somut fiil veya olgu söylemek şeklinde düzenlenmiştir. Bu konuda bir de ayrıca TCK 299. maddesinde düzenlenen Cumhurbaşkanına hakaret suçu bulunmaktadır. Bu suç özel bir hakaret suçu olarak düzenlenmiş ve cezalar daha da ağırlaştırılmıştır. Bizim de üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi, bazı üye devletlerin yasalarında iftira ve hakaret için hapis cezaları bulunmasını eleştirmekte ve bunun suç olmaktan çıkarılması yönünde üye devletlere çağrı yapmaktadır. Aslında Avrupa Konseyi üyesi olan ülkenin hukuk sisteminden nefret söylemi dışındaki hakaret suçlarının kaldırılması zorunludur. Avrupa Konseyi üyesi olan ülkelerin eski tarihli basını yasaklayan ve düşünce özgürlüğünü ihlal eden yasalarından vazgeçmesi gerekmektedir. Buna karşın içinde Türkiye’nin de olduğu birçok ülkede düşünce özgürlüğüne karşı yap Avrupa Konseyi üyesi olan ülkenin hukuk sisteminden nefret söylemi dışındaki hakaret suçlarının kaldırılması zorunludur. Avrupa Konseyi üyesi olan ülkelerin, eski tarihli basını yasaklayan ve düşünce özgürlüğünü ihlal eden yasalarından vazgeçmesi gerekmektedir. Metin Akpınar tırımların uygulanması durumu hâlâ sürmektedir. Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin birçoğunda o eski yasaların durmasına karşın (geçerliği bulunmamakta) ölü yasa hükmünde bulunmaktadır. Avrupa Konseyi ne yazık ki; bazılarında bu yasaların hâlâ uygulanıyor olmasını da sürekli eleştiri konusu yapmaktadır. Bu ülkeler arasında Türkiye de yer almaktadır. Sarkozy davası Örneğin Cumhurbaşkanına hakaret suçuna AİHM’in nasıl baktığını da irdelemek gerekir. İlk örnek yakın bir tarihte gerçekleşen Eon/Fransa Sarkozy davası gösterilebilir. Fransa’da bir çiftçi Cumhurbaşkanına hakaret nedeniyle Müjdat Gezen kendisine verilen 30 Avro para cezası için olayı AİHM’ye taşıyor. AİHM Fransa hukukunda hâlâ bu yönde bir yasal düzenleme olmasını eleştiriyor. Fransa ise bu durumda kendisini ve hukuk sistemini savunmak için Türkiye ve İspanya’yı örnek göstererek bu ülkelerde de yaptırımlar olduğunu ileri sürüyor. Bir yandan da bu düzenlemenin Fransa hukukunda kullanılmadığını (ölü yasa) olduğunu söyleyerek, sorumluluktan kurtulmak istiyor. Fakat AİHM çiftçinin “Defol git geri zekâlı” yazan pankart kaldırmasına karşın bu durumun kabul edilmesi gerektiğini belirtiyor. Çünkü AİHM olayın tümüne bakarak; bir siyasetçiye yönelmiş olan eleştiri alanı diğerlerine göre çok daha geniş olmalıdır. Siyasetçilerin daha hoşgörülü daha tahammüllü olması gerekir. Kendisine karşı bu tarz laflar olabilir, bunlara tahammül göstermesi, gerekir diyor. Bir demokratik toplumda hiciv yoluyla, mizah yoluyla yapılan çıkışlar çok önemlidir. AİHM bu tür düşünce hareketlerinin bu yolla bastırmaya kalkışılmasını, demokratik bir toplum üzerinde caydırıcı bir etki yaratacağı kuşkusunu taşıyor. Bizim iç hukukumuz Cumhurbaşkanlığına hakaret suçuna ve eleştiri hakkının sınırlarına ışık tutacak nitelikte bizim iç hukukumuzda da kararlar bulunmaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 03.11.2009 günlü kararında; konunun düşünce (ifade) özgürlüğüyle doğrudan ilgisi nedeniyle, bu konunun ulusal ve uluslararası düzenlemeler kapsamında değerlendirme yapılması gerektiğini vurgulayarak Cumhurbaşkanına hakaret suçunun öğeleri ve bu doğrultuda genel; bu suç açısından da özel bir hukuka uygunluk nedenini oluşturan eleştiri hakkı üzerinde durmaktadır. Mahkeme; “Doğal haklardan kabul edilen ifade hürriyeti, çoğulcu demokrasilerde, vazgeçilemez ve devredilemez bir niteliğe sahiptir. Öğretide değişik tanımlara rastlanmakla birlikte, genel bir kabulle ifade/düşünce hürriyeti, insanın özgürce fikirler edinebilme, edindiği fikir ve kanaatlerinden dolayı kınanmama, bunları meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve özgürlüğüdür. Demokrasinin ‘olmazsa olmaz şartı’ olan ifade hürriyeti, birçok hak ve özgürlüğün temeli, kişisel ve toplumsal gelişmenin de kaynağıdır” demekte ve düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemelerin dar yorumlanması gerektiğini, özgürlük sınırlandırma için, önemli bir toplumsal gereksinim veya zorunluluğun bulunmasının şart olduğunu ve de bu sınırlamanın (1) meşru bir amacı gerçekleştirmek için yapılması, (2) sınırlama veya müdahale için; yasal bir düzenleme, (3) sınırlamanın meşru bir amacı, (4) düzenleyici fıkrada sayılan sınırlama nedenlerinin bulunması, (5) sınırlamanın meşru amaçla orantılı olması ve (6) önlemin demokratik toplum bakımından “zorunlu” olması gerektiğini vurgulamaktadır. Siyasi iktidar Cumhurbaşkanına hakaret suçunu kaldırmamakta ısrarcı ise Bağımsız Yargıdan bu ölçütler ışığında olaya bakmasını beklemek gerekmez mi? Aydınlanma devrimi Daver Darende Emekli diplomatyazar Uğur Mumcu’ya göre, Türk toplumu iki başarılı sivil örgütlenme gerçekleştirmiştir. Bunlardan birincisi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kurduğu Kuvayı Milliye örgütü, İkincisi aydınlanma devriminin temel taşı sayılan Köy Enstitüleri’dir. Kırklı yılların devrimci Milli Eğitim Bakanları Saffet Arıkan, Hasan Âli Yücel, (devrimci Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’yi ve Reşit Galip’i unutmak olası mı?) ve büyük eğitimci İsmail Hakkı Tonguç, Köy Enstitüleri atılımını, uluslaşma ve insan olma sürecinde, çağdaş bilginin ve akla dayalı eğitimin kullanıldığı yeni bir ulusal kurtuluş savaşı olarak tanımlamışlardır. Savaştepe Köy Enstitüsü çıkışlı dostum, değerli öğretmen, düşünür, bilge insan Bahattin Fırtına “Aydınlanma İmeceleri” başlıklı yazısında Köy Enstitüleri atılımının Kurtuluş Savaşı olduğunu vurguladıktan sonra yazısını şu sözlerle noktalamıştır: “Toplum bireyleri göksel erkin egemenliği altındaydı. Kuldu, yazgıcıydı, aklın ışığını kullanamıyordu. Cumhuriyet’in devrim ve ilkelerini benimseyen ve özümseyen, boş inançlardan sıyrılmış bir toplum yaratmak gerekiyordu. Köy Enstitüleri işte bu amaçla kuruldu.” Köy Enstitüleri, “köyden başlayacak ve ileri atılımı gerçekleştirecek insanı eğitmek amacıyla kurulmuştur. Köy Enstitülerinde uygulanan eğitim sonucunda yaratıcı, girişimci, kendine güvenen, yetenekleri gelişmiş, emeğe saygılı, yazan, konuşan, sorgulayan, sömürüye karşı çıkan, toplumsal yapıyı devinime geçiren “yeni insan” yaratıldı. Bu büyük bir devrimdi. Ancak geleceğe umutla bakan bu büyük devrim, ne acıdır ki 1946 seçimlerinden sonra devrimci Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in görevden alınmasıyla zorlu bir dönem yaşadı. Yücel, 5 Ağustos 1946’da istifa etti. Kendisine yöneltilen saldırılara karşı CHP ne acıdır ki onu yalnız bıraktı. Hasan Âli Yücel gibi büyük bir devrimci olan İsmail Hakkı Tonguç, İlköğretim Genel Müdürlüğü görevinden alınarak pasif bir göreve atandı. Hasan Âli Yücel’in yerine tutucu ve gerici kimliği ile tanınan, bir toprak ağasının oğlu olan Reşat Şemsettin Sirer’in Milli Eğitim Bakanı olarak göreve başlaması, yaklaşmakta olan tehlikenin habercisi gibiydi. Köy Enstitüleri’nin “Komünistler sızdı” gerekçesiyle kapatılmasında önemli bir görev üstlenen Sirer, gerçek kimliğini göstermeye başlamış, en önemli eğitim kalesi sayılan Köy Enstitüleri bozguna uğratılmıştır. Köy Enstitüleri Türkiye’nin geleceği için bir umut idi, kapatılmasıyla bu ışık acımasızca söndürüldü. Akıl almaz bir cadı kazanının kaynatıldığı, karşıdevrimin hızla yerleşmeye başladığı hüzün dolu bu acıklı dönemde Atatürk’ün devrimlerine yürekten inanmış aydınlar birer birer Türkiye’yi terk etmeye zorlandılar. Köy Enstitüleri’nin kapatılması Türkiye’nin kırılma noktasıdır. 19451950 yılları arasında başlayan karşıdevrim ne acıdır ki günümüzde hızla devam ediyor. Bilinmeyen bir demeci... Efdal SEVİNÇLİ Dokuz Eylül Üni. E. Öğr. Üye. Büyük önderimiz Mustafa Kemal’in, ülkemizin tarihiyle bütünlenen, sıkıntılar, acılar, umutlar, sevinçlerle dolu bu yıllara ilişkin demeçlerinin, görüşmelerinin çoğu yayımlanmıştır. Ancak yine de çeşitli nedenlerle gözden kaçan, yerli ve yabancı yayın organlarında, anılarda, Mustafa Kemal’e ait, doğal olarak toplumsal tarihimize ilişkin görüşmelerini, demeçlerini, tartışmalarını, gözlemleriyle izlenimlerini içeren metinlerle bugün de karşılaşıyoruz. Mustafa Kemal, adını belirleyemediğimiz, bir İngiliz gazeteciye, Mart 1920 başlarında, Ankara’da, evinde, okuyacağınız demeci verir. Demeç, İzmir’in en önemli gazetelerinden Ahenk’te, 19 Mart 1336 (1920) tarihinde, 2. sayfada yayımlanır. Demecin sonunda, İzmir’de Rumca çıkan Amaltheia gazetesinin adı vardır. Demecin Amaltheia’dan çevrilerek yayımlandığı anlaşılıyor. Anadolu’nun işgal acılarını yaşadığı günlerde, 16 Mart 1920’de işgalci İngilizler, Osmanlı Meclisi’ni basarlar. İşte İstanbul’un işgalinin acıları içinde, Ahenk’te, Mustafa Kemal’in, bugüne değin bilinmeyen demeci yayınlanır. Sizlere, bu demeci, günümüz Türkçesiyle sunuyorum: ‘Türkiye Türklerindir!’ “Müttehidi Matbuât (Gazetelerin BirliğiBirleşik Basın) (United Press) adlı İngiliz ga zetesinin (Haber Ajansı’nın) güvenilir bir yer kalmamıştır. muhabiri (habercisi), Musta Adı geçen (Enver Paşa), Le fa Kemal Paşa’nın yanına gi nin ve Troçki ile aynı yerde derek bir görüşme gerçek dir (konumdadır). İşbu Bol leştirmiştir. Mustafa Kemal, şevik başkanları, müttefikle muhabire (gazeteciye) aşağı rin (Sovyet yönetimine kar daki demeci vermiştir: şı ortak olanların) bir başarı Bolşeviklik, dinsel inanışı sı halinde şüphesiz idam olu mıza ve İslâmiyetin ilkelerine nacaklarına inanmış oldukla bütünüyle uygundur / çıka rından direnişi sağlamak ve rınadır. Bağımsız yaşamamı savunmak için eylemler ve zı sağlayacak (üstle uğraşlar içinde necek) bir barış ka dirler. bul ve teklif edilirse Enver Paşa ve bugünkü ortam ya arkadaşları; (Os tışacak ve barış ola manlı Meclisi’nin) caktır. Aksi takdirde bakanlar kuru yani vatanımızın tü lunun ve millet kenişine neden ola vekillerinin bilgi cak bir uzlaşma si olmadan bizi / barış antlaşması imzalanırsa o Ahenk, 19 Mart 1336 (1920). Almanya’nın ortağı sıfatıyla Dün vakit ne olacağı ya Savaşı’na sü nı önceden belir rüklediler, Meş lemek çok zor ola rutiyet ile yöneti caktır. len bir memleke Millet, ihtimal ge tin (mecliste) gö çici bir süre için Bol rüşme yapılma şevikler ile ittifak dan savaşa sü eder. Fakat hiçbir rüklenmesi ona zaman onların gö rılması olanaksız rüşlerini ve düşüncelerini kabul edemez. Dinsel Atatürk’ün muhim bir beyanatı. bir yanlıştı. Enver Paşa’nın diğer bir büyük buyruklar ve yurt yanlışı da orduları sevgimiz buna engeldir. mızın Almanların çıkarlarıyla Enver Paşa’nın, Türkistan, siyasetlerinin oyuncağı olma Azerbaycan, Dağıstan ve Ha sına meydan vermesidir. zar Denizi Tatarlarını birbir Biz Kuvayi Milliye, Ta lerine bağlayıp birleştirerek lat, Enver ve diğerleri ile bağımsız bir devlet kurmak haberleştiğimiz suçuy düşüncesiyle Bolşeviklerle la itham olunmaktayız. Fa manevi (psikolojik) bir ortak kat bu doğru değildir. Adı lık içinde çalışmakta olduğu geçenlerin,1908’de başladık gerçektir. ları hayırlı işi (Meşrutiyet yö Bununla beraber Enver netimini), bizim tamamlayıp Paşa’nın işbu girişimlerinin geliştirmek istediğimiz söyle bizimle hiçbir ilgisi yoktur. nebilir. Bunların düşünceleri Enver Paşa için yeryüzünde ve amaçları çok güzel ve yü ce idiyse de ne çâre ki partileri (İttihat ve Terakki Fırkası) sonunda çeşitli nedenlerden dolayı aşırı isteklere ve kişisel çıkarlara alet olmuştur. Bizim kutsal amacımız, “Türkiye Türklerindir” ve bunda hakkımız pek açıktır. Benim örgütlerim Her tür ikiyüzlülüğü ve siyasal uyuşmazlıkları olabildiğince geçersiz kılmak en içten dileğimizdir. İsteklerimizin en başta geleni, ancak ülkemizi, milletimizi yükseltip geliştirecek asal araçları (yöntemleri) ortaya koyup en güzel biçimde uygulamaktır. Eğer biz ve bizim yerimizdeki (konumumuzdaki) uluslar, diğer ulusların egemenliğine ve yönetimine tutsak edilirsek o vakit büyük mücadelenin duyurulan yüce amacından ve hak arayışından eser kalmaz. Benim örgütlerim parasız ortaya çıkmıştır. Askerlerim para karşılığında görevlerini yerine getirmiyorlar. Bizim yok olmamız ve cezalandırılmamız için kullanılan ve tüketilen bu kadar para ve işgücü, milletin emeli ve kararlı istekleri karşısında sonuçsuz kalmıştır. Bizim istediğimiz nedir? Mütarekenin (Mondros Antlaşması) imzalandığı zamanda sınırlarımız içinde kalmış olan topraklarda Türk egemenliğinin kabulünü ve sağlanmasını, ekonomik yönden gelişmenin ve büyümenin fırsat ve yardımlarının (desteğinin) esirgenmemesini talep ediyoruz.” l Amaltheia Umut Vakfı’nın çığlığı Türkiye’de hangi olaylar eşzamanlı... Toplumun önünde aynı anda görülen temel rejim ve yaşam sorunları neler? Örneğin, yaptıkları konuşmalardan dolayı Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’in pazartesi sabahı polisle evlerinden alınıp adliyeye getirilmeleri gündemin başına oturduğu sırada Türkiye’de başka daha neler oluyordu? Bu konuda, yerel seçimlerden ekonomik krize, kapatılmış olan HÖH adlı bir garip silahlı örgütün yeniden başka bir isimle kurulmasına kadar pek çok olay örnek verilebilir... Ama ben yine güvenlik güçlerini ve yargıyı da ilgilendirdiği için silahlanmaya karşı kurulmuş olan Umut Vakfı’nın, “Her An Her Şey Olabilir” başlığıyla yayımladığı bir yazıyı ve bu yazıda anlatılan olayları sevgili okurlarımın dikkatlerine sunmak istiyorum. HHH “Son günlerde yaşadığımız olaylara bakıldığında gerçekten öyle… Her an her şey olabilir... Çarşıya, pazara gittiğinizde kim vurduya gidebilirsiniz... Çünkü ortalık maganda, şehir eşkıyası kaynıyor ve sokaklarda zaman zaman mafya çatışmaları yaşanıyor... ‘Abartıyorsun’ diyebilirsiniz... Evet biraz abartıyoruz, ama korkun... Çünkü insanlar silaha çok kolay ulaşıyorlar ve ulaşmalarının önünde doğru dürüst bir engel yok, üstüne üstlük ‘cezasızlık’ da eklenince en ufak anlaşmazlıkta internetten ucuza bir silah alıp, karşısındakine doğrultmakta beis görmüyor insanlar... Daha birkaç gün önce Malatya Battalgazi Hanımçiftliği mahallesinde aralarında husumet olan iki kişi Çiçekçi Sokak’ta karşılaştı ve kavga sırasında E.D. isimli şahıs pompalı tüfekle ateş açınca, yoldan geçen ve olayla hiç ilgisi olmayan 25 yaşındaki F.T. başına isabet eden saçmalarla yaralandı. F.T. ölmemiş, yaralı... Tek suçu sokağa çıkmak ve de yürümek... Eee, yaralı olduğuna göre, pervasızca tüfeği sokakta ateşleyen E.D. tutuklanmayacak... Çünkü bu ülkede insanlar yaralandığı zaman genelde bakın sonucuna; silahı ateşleyen hemen serbest bırakılıyor ve elini kolunu sallayarak sokaklarda geziyor bu şahıslar... Çanakkale’de de; 35 yaşındaki Filiz Çayırlı, 18 Aralık günü pazara gitmişti. Alışveriş yapıp evine dönecekti. Ama dönemedi... Pazar yerinde iki kişi arasında çıkan tartışma kısa sürede silahlı kavgaya dönüştü ve taraflardan biri silahını çekerek ateş etmeye başladı... Silahtan çıkan kurşunlardan birisi pazar yerinde alışveriş yapmakta olan Filiz Çayırlı’nın sol şakağından girmişti... Büyük bir panik yaşanırken genç kadın hemen Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırıldı. Merminin beynine isabet ettiği belirtilen genç kadının sağlık durumu ciddiyetini koruyor... Bu ülkede, bu olaylar, magandalıklar bitmez, bizi yönetenler bireysel silahlanmaya ‘dur’ demedikçe... Geçen hafta yazmıştık, 4 yaşındaki çocuk asker emeklisi olan babasını, onun silahıyla vurmuştu... Bakın önceki gün de Bartın’da 15 yaşındaki A.O. evde bulunan tüfekle oynarken kendisini ağır yaralamış... Yani evde bulunan silah ya çocuğunuzun ölümüne veya yaralanmasına ya da sizin canınıza mal olur... Ve mal olmaya da devam ediyor siz büyükler duyarlı olmadıkça... Lütfen ebeveynler ve yöneticiler, silah konusunda daha duyarlı olun ve ‘SİLAHA HAYIR’ deyin... İyi haftalar. Umut Vakfı” HHH KAHROLSUN SİLAH VE KABA KUVVET... YAŞASIN HUKUK DEVLETİ VE DEMOKRASİ! Prof. Ataöv’den İMECE’ye destek Cumhuriyet Okurları (CUMOK), Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD), kadın kuruluşları ve sivil toplum örgütlerince bir süre önce başlatılan İMECE kampanyası sona ermesine karşın gazetemize destek sürüyor. Prof. Dr. Türkkaya Ataöv ile eski CHP milletvekili Vahit Ertöz Suiçmez gazetemiz Ankara Bürosu’nda Vakıf Genel Sekreteri ve yazarımız Işık Kansu, Vakıf Yönetim Kurulu üyesi ve yazarımız Mustafa Balbay, yazarımız Orhan Bursalı ve Ankara Temsilcimiz Sertaç Eş ile bir araya geldi. Ataöv, gazetemizin başlattığı imece kampanyasına 3 adet tablosunu bağışladı.  l ANKARA / Cumhuriyet  C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle