19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞ[email protected] eposta: [email protected] Cuma 21 Aralık 2018 2 TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Sinyalizasyon zorunludur Prof. Dr. Güngör Evren Çorlu tren faciasından beş ay sonra 13 Aralık 2018 sabahı AnkaraKonya seferini yapan yüksek hızlı trenin aynı hat üzerinde karşı yönden gelmekte olan kılavuz trenle çarpışması sonucu 9 canımızı yitirdik, 90 dolayında yolcu yaralandı. 25 insanımızın yaşamına mal olan ve 300’ü aşkın yolcunun yaralandığı Çorlu’daki olaydan sonra kaleme aldığım “Çorlu Demiryolu Olayının Ardındaki Gerçek Sorun Görülmelidir Artık” başlıklı kapsamlı yazıda (İMO İstanbul Bülteni, Sayı149/20184); son dönem demiryolu olaylarını yaratan gerçek sorunun daha derinlerde, sistem ve yönetimle ilgili olabileceği belirtilmişti. Bu nedenle başka faciaların yaşanmaması amacına yönelik olarak şu öneriye yer verilmişti: “Bu koşullarda mazeret aramadan, ne kadar ters ve sert gelirse gelsin eleştirilere kızmadan, bir kez daha unutma gafletine düşmeden, kararlılıkla ve bilimsel yaklaşımla gerçek sorunu tanımlayıp çözümünü bulmak gerekmektedir.” Sinyalizasyonsuz işletme Yine ilgililerin sorunu anlamaya çalışmak yerine, mazeretlere sığınan tavrı gecikmedi. Hem de, bu kez, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı’nın şaşırtıcı “Sinyalizasyon demiryolunun olmazsa olmazı değildir” ifadesi tartışmanın odağına yerleşti. Sinyalizasyonsuz hatlar geçmişte kalmıştır. Ülkemizin sinyalizasyonsuz hatları yokluk içinde yapılıp, demiryolunun ihmali sürecinde kaderine terkedilen hatlardır. Sinyalizasyon, hem de özel nitelikte bir sinyalizasyon, yüksek hızlı demiryollarının olmazsa ol Olay bilimsel gereklerin yerine getirilmesine, önlemlerin alınmasına ve kurallara uyulmasına rağmen mi meydana gelmiştir? Yanıtın evet olması olanaksız. Ankara’daki olayın belirleyici nedeni sinyalizasyonsuzluk, yani bir sistem ve yönetim yanlışlığıdır. mazıdır. Yüksek hızlı demiryollarımı zın hız sınırı 250 km/sa. için fren mesafesi 3000 metre dolayındadır. Bu uzaklıklar için görüşle engelleri fark etmenin ve yol kenarı sinyal ve bilgilerinin izlenmesinin olanaksızlığı karşısında, sürücünün yeterince önceden uyarılması gerekir. Yani sinyalizasyonsuz bir işletme düşünülemez. Hem de ileri düzeyde özel bir sinyalizasyonda, gerekli sinyaller yol kenarı yerine sürücü kabininde görüntülenmektedir. Gerekli diğer sürüş bilgileri de anbean yolkabin iletişimi ile sürücü kabinine iletilmektedir. Sürücünün sinyallere ve özel bilgilere aykırı davranması durumunda otomatik frenleme sistemi devreye girmektedir. Trenlerin otomatik yönetimi de yıllardır uygulamadadır. Yüksek hızlı demiryolu sinyalizasyonu ile ilgili araştırmalar ve gelişmeler sürmektedir. Öncelikle güvenlik ve aynı zamanda verimli ve etkin bir işletme açısından konvansiyonel demiryolu da sinyalizasyonsuz olmaz ama, yüksek hızlı demiryolu hiç olmaz. Ayrıca yüksek hızlı hatların günde bir yönde 250 tren kapasitesinin ileri bir sinyalizasyon olmadan gerçekleştirilmesi olanaksızdır. Umarım Sayın Bakan sinyalizasyon tartışmasını sürdürmez. Çünkü bu tür bir tartışma yararsız olmanın ötesinde anlamsızdır. Kaza diyebilir miyiz? Olay bilimsel gereklerin yerine getirilmesine, önlemlerin alınmasına ve kurallara uyulmasına rağmen mi meydana gelmiştir? Yanıtın evet olması olanaksız. Ankara’daki olayın belirleyici nedeni sinyalizasyonsuzluk, yani bir sistem ve yönetim yanlışlığıdır. Yüksek hızlı demiryolu sinyalizasyon sisteminde ne hareket me murunun, ne makasçının ya da benzeri bir personelin yeri ve etkili olma yeteneği bulunmamaktadır. İlk yüksek hızlı demiryolu uygulaması olan 1964 yılında işletmeye açılan TokyoOsaka arasındaki Şinkansen hattıdır. Toplam olarak milyarlarca yolcuya hizmet vermiş olan bu hatta bugüne kadar hiç kimsenin burnu kanamamıştır. Çünkü bilimsel gereklere uygun bir yapımdan sonra disiplinli bir işletme süreci kararlı biçimde uygulanmıştır. Asıl sorun nerede? Yaşanan vahim demiryolu olaylarının her birinin ayrı ayrı sorgulanarak sorumlulukların ve sorumluların belirlenmesi, kaybettiğimiz canlarımızın hesabının sorulması, yakınlarının acılarının daha derinleşmesinin önlenmesi elbette ki hem hukuk hem de insani açıdan bir zorunluluktur. Ancak bu yeterli değildir. Gerçek sorunları saptamaya yönelik kapsamlı bir araştırma da zorunludur. Böyle bir değerlendirmede incelenmesi gereken konulardan bazıları şunlar olabilir: 2013 yılında yürürlüğe giren “Türkiye Demiryollarını Serbestleştirme Hakkındaki Kanun”un uygulanması sonuçlarının analizi, Aynı kanun bağlamında en başta güvenlik ve aynı zamanda ulaştırma ekonomisi açısından önem taşıyan bakımonarım ve yenileme gibi hizmetlerin özel kesim tedarikçilerinden sağlanması konusunun değerlendirilmesi, Personel politikasının gözden geçirilmesi, nitelikli eleman gereksiniminin karşılanması ve kararlı bir eğitim ata ğı için bir eylem planı hazırlanması, Yapılan önemli harcamalara (11. Ulaştırma Şurası Demiryolu Raporu’na göre 20002013 yılları arasında 24.5 milyar dolar) karşın demiryollarımızın toplam taşımadan aldığı payın azalmasının analizi ile nedenlerinin belirlenmesi, Yatırımların yalnız ve yalnız bilim gereklerine uygun ve planlara dayalı olarak gerçekleştirilmesi, En önemlisi de, eleştirileri olumlu yönde değerlendiren ve bilime dayalı etüt, proje ve planlarla çözümler geliştiren ciddi bir anlayış değişikliğinin sağlanmasıdır. Son söz y erine Ulaştırma, ekonomimizin ve toplumsal yaşamımızın sağlıklı gelişmesinin olmazsa olmazıdır. Demiryolu ise özellikle ülkemiz konumundaki bir coğrafyada ulaştırmanın belirleyici bileşeni niteliğindedir. Ne yazık ki, böylesine önemli bir sistemi en önemli özelliği olan güvenliği ile ilgili kaygılar bağlamında tartışıyoruz. Artık hiç zaman kaybetmeden bu olayları önleyebilmek için gerekenlerin yapılması zamanıdır. Köklü ve gerçek çözüm için, tekil olaylarla sınırlı kalmadan, geniş açılı ve kapsamlı bir değerlendirme zorunlu bulunmaktadır. Ulaştırma sistemi bütünlüğü içinde gerçekleştirilecek böyle bir bilimsel çalışma, olayların nedeni olabilecek sistem bozukluğu ve yönetim yanlışlıklarının ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Yararsız ve anlamsız tartışmaları bırakıp yapılması gereken budur. Cumhurbaşkanına hakaret suçu kaldırılmalıdır Av. Celal ÜLGEN Cumhurbaşkanın ve avukatlarının sıkça Cumhurbaşkanına hakaret suçu kapsamında yargıya başvurması, suç duyurusunda bulunması nedeniyle birçok öğrencinin, siyasetçinin, gazetecinin eleştiri içeriği taşıyan düşünce açıklamaları nedeniyle haklarında dava açılması, mahkumiyet kararı verilmesi, Cumhurbaşkanına hakaret suçunun yeniden irdelenmesini zorunlu kılmaktadır. İfade özgürlüğü sadece muhtemel sayılan düşüncelere bağlı değil; incitici, endişe verici düşünce açıklamaları için de geçerlidir. 1960’tan bu yana AİHM’nin verdiği kararlar bu yöndedir. AİHM kararlarına göre böyle durumlarda “rahatsız da olsanız, şoke de olsanız” düşünceyi iletme özgürlüğü mevcut olmalı ve hiçbir yaptırım ile karşılaşmamalıdır. Bizim Ceza Kanunumuzda yer verilen gerek Cumhurbaşkanına hakaret suçu ve gerekse basit hakaret suçu ve özellikle siyaset yapanlara, siyasi parti genel başkanlarına karşı hakaret suçunun sınırlarının oldukça dar anlaşılması gerekmektedir. Siyasetçilere yapılan eleştirileri hakaret nedeniyle baskı altına almaya kalkmanın, demokratik bir toplum üzerinde “düşünmeye ve düşünmeyi açıklama özgürlüğüne caydırıcı” bir etki yapacağı kesindir. Siyaset yapanlara karşı eleştirilere yaptırım uygulamaya kalkmak, ifade özgürlüğünün kullanılmasına karşı “SOĞUTMA EFEKTİ” yapılmasına neden olur. Yani; eleştiriye, hatta siyasetçiye hakarete karşı yaptırım uygulanması ifade özgürlüğünün önünde otosansürü tetikleyen bir işlev görür ki bu demokrasiyi ve de düşünce özgürlüğünü yok eder. Siyasetçiler topluma mal olmuş ve topluma açık, saydam ve her yönü bilinen kişilerdir. Bu tür sarsıcı eleştirileri daha hoşgörülü karşılamaları gerekir. AİHM bu yöndeki kararlarında “bir siyasetçiye yönelmiş olan eleştiri alanı diğerlerine göre çok daha geniştir. Oysa siya setçilerin daha hoşgörülü daha tahammüllü olması gerekir. Kendisine karşı bu tarz laflar olabilir, bunlara tahammül gösterilmesi gerekir” diyor. AİHM’ye göre sadece bir tek durumda medyada ifade edilen haber ve yazılar için hapis cezası öngörülebilir. O da nefret söylemi ve şiddet çağrısının yapılmasıdır. AİHM, Kurulu düzene saldıran, şoke eden ya da toptan reddeden fikirlerin aktarılması söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün daha da önemli olduğunu vurgulamaktadır. (Dalgalar Üzerindeki Kadınlar ve Diğerleri – Portekiz kararı.) AİHM, dava konusu ifadelerin şiddete tahrik ya da nefret söylemi taşımaması gerektiğini kararlarında sık sık vurgulamakta ve Nefret Söylemi bulunmayan ifadelerin provokatör, kaba, rahatsız edici, şoke edici olmasının olağan olduğunu kabul etmektedir. ‘Korku tüneli’ Görülmektedir ki Cumhurbaşkanına hakaret suçunun bizim hukukumuzda ağır yaptırımlarla karşılık bulması, bunun giderek yaygın hale gelmesi, her eleştiri yapan hakkında bu tür yaptırımların yerli yersiz uygulanması AİHS ve uluslararası sözleşmelere aykırıdır. Hele Cumhurbaşkanının partili olduğu ve siyasi iktidarın başında bulunduğu bir dönemde bu toleransın daha geniş olması gerekirken bizzat cumhurbaşkanı ve avukatları tarafından adeta bir “korku tüneli” yaratılmak istenmesi demokrasi için yadırgatıcı bir durumdur. Türkiye’nin demokratik toplum olma yolundaki engellerin başında Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen TCK 299. maddesi gelmektedir. Bu da Türkiye’de düşünce özgürlüğünün kullanılması yönünde önemli bir soğutucu etki yapmaktadır. İşte bu yüzden insanların baskı var, korku imparatorluğu var gibi söylemleri ülke dışında haklılık bulmakta ve özellikle bu durumu kullanmak isteyen Fetö’cüler de kendileri için bir umut ışığı olarak bu propagandaya sığınmaktadır. Sokak güvenliği Bir ülkenin uygarlık düzeyi, sokaklarının, meydanlarının, parklarının düzgünlüğü, güzelliği ve güvenliği ile ortaya çıkar. Kentleşen ama “kentlileşemeyen” Türkiye’de özellikle büyük kentlerimiz, ortak yaşam kurallarına saygıyı gerektiren “kent kültürü”nden yoksun oldukları için yaşanmaz haldeler. Bırakınız sokakları, parkları, meydanları, insanlar oturdukları dairelerde bile ortak yaşam kurallarına uymakta zorluk çektikleri için, gürültü eden komşu veya park yeri sorunu yüzünden cinayetler işleniyor. HHH Yürürken önünüze bakmazsanız düşüp bacağınızı, kolunuzu kırmanız, yukarı bakmazsanız da kafanızı bir tabelaya veya yolunuzu yukardan kesen bir ağaca çarpmanız işten bile değil. Yeşil ışıkta karşıya geçerken “Sağa dönüşte yayaya yol ver” tabelasına rağmen üzerinize dönen bir aracın altında ezilmemeniz ise bir mucize! Bütün fiziksel engeller ve trafik tehlikeleri sizi durduramıyorsa bile yürürken öteki yayalardan kurtulmanız pek olanaklı değil: Karşıdan gelirken telefona baktığı için size çarpanlardan, arkanızdan gelip omuzunuza çıkarak önünüze geçenlerden, üç kişi yan yana yavaş yavaş yürüyerek veya sokak ortasında durup sohbet ederek tüm kaldırımı kapatanlardan fırsat bulursanız ve sinirleriniz yeterince sağlamsa yürümeye devam edebiliyorsunuz. Kentlileşemeyen kentlerimizin sokakları bu haldeyken, parkları da bakımsızlıktan ve pislikten dökülüyor, meydanları ise Cumhuriyet Türkiyesi’nin özenle inşa ettiği Beyazıt ve Taksim örneklerinde olduğu gibi, toplantı ve gösterilere ev sahipliği yapamasınlar diye tahrip ediliyor. Kentlileşemeyen kentlerin, kent kültüründen nasibini almamış olan yöneticileri, bir kente kişilik kazandıran kaldırım kafelerini yok ediyor, eli sopalı vandallar ise, Cihangir’de olduğu gibi, kaldırımlara taşan resim sergisi açılış kutlamalarını bile basıp insanları terörize ediyorlar. HHH Siyaseten, bir iktidarın demokratik olup olmadığı, sokakları, parkları, meydanları, halkın, çeşitli aktivistlerin, siyasal grupların, özellikle de muhaliflerin, düşünce ve eleştirilerini barış içinde açıklayabilecekleri mekânlar haline getirmesiyle ölçülür. Demokratik bir ülkede polis, kamuya açık alanlarda sadece bireylerin güvenliğini sağlamakla yetinmez; buraları uyuşturucu bağımlılarından, tecavüzcülerden, eli sopalı vandallardan, anarşiden, şiddetten koruduğu gibi çeşitli grupların barış içinde demokratik toplantı ve gösteri haklarını kullanmalarını da güvence altına alır. HHH Temel hak ve özgürlüklerimize sahip çıkarken, sokaklarımızı, parklarımızı ve meydanlarımızı korumayı da ihmal etmeyelim: Yerel seçimlerde oy kullanırken de özellikle Beyoğlu’nu ve Taksim’i unutmayalım. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle