19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
TASARIM: İLKNUR FİLİZ bilim ve teknoloji Herkese Bilim Teknoloji Dergisi’nin katkılarıyla hazırlanmıştır. Cumartesi 3 Kasım 2018 9 İnsanlar neden kendilerini öldürürler Dünyada her 40 saniyede 1 kişi intihar ediyor. Bu, yılda yaklaşık 800 bin kişinin yaşamına son verdiği anlamına geliyor. Türkiye ise intiharlarda 79. sırada... bilim merceğinden Önce Bilim Okur Yazarlığı... Bilim ve eğitim konusu, ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Nasıl oluyor da dünyanın en büyük ilk 500 üniversitesi arasında Türkiye yok?” sözü ile Türkiye gündemine kafasını uzatabildi. Biz de bu hafta beşincisini hazırladığımız Cumhuriyet Bilim Teknoloji sayfalarından konuya Doğan Kuban Hoca’nın şu soruları ile girelim. Hoca “Bizim topluma atom fiziğinde önemli buluşları olan Erwin Schrödinger’i okutabilir misiniz? Ya da İngiliz natüralist Gilbert White’ın yaşadığı köydeki küçük kırmızı fareler üzerine yazdığı makaleyi?” diye soruyor. Önce şu ünlüler listesine bakın: Anthony Bourdain (yaş 61). Kate Spade (55). Robin Williams (63). Aaron Swartz (26). Junior Seau (43). Alexander McQueen (40). Hunter S. Thompson (67). Kurt Cobain (27). Sylvia Plath (30). Ernest Hemingway (61). Alan Turing (41). Virginia Woolf (59). Vincent van Gogh (37)... Yaşamlarına kendi istekleriyle son veren ünlülerin yer aldığı bu listenin sonuna geldiğinizde, dünyanın bir yerlerinde bir başkası da aynı şeyi yapmış olacak. Türkiye dahil! Dünyada yaklaşık her 40 saniyede 1 kişi intihar ediyor ve bu da yılda yaklaşık 800 bin kişinin intihar ederek yaşamına son verdiği anlamına geliyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, intihar ABD’de ölüm nedenleri arasında 10. sırada. Türkiye’de 9.sırada yer alıyor. İntihar olaylarının en sık yaşandığı ülkeler sıralamasında Litvanya, Güney Kore ve Kazakistan ilk üç ülke arasında yer alırken Türkiye 79. sırada yer alıyor. Yüzde 25 artış ABD Hastalıkları Önleme ve Denetleme Merkezi tarafından yayımlanan bir raporda, bu ülkedeki intihara bağlı ölümlerde son yirmi otuz yılda yaklaşık yüzde 25 oranında bir artış meydana geldiği belirtiliyor. Bu artışın nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte, daha önceki araştırmalar insanlarda yalnızlık duygusunun her geçen gün daha da yaygınlaşmasının, ekonomik unsurların ve giderek tırmanışa geçen ruhsal hastalıkların etkili olabileceğine işaret ediyor. Kimi araştırmalar da yüz yüze etki leşimin yerini alan teknolojik gelişmelerin bu artıştan sorumlu olabileceğine dikkat çekiyor (ancak teknolojinin gerçekte yalnızlığı giderdiğini öne sürenler de var). Yeni Zelanda Otago Üniversitesi ruhbilimcilerinden Jesse Bering, Suicidal: Why We Kill Ourselves / İntihar: Neden Canımıza Kıyarız? adlı kitabında, “Bir kişiyi intihara eğilimli kılan nedenler, tıpkı kişinin DNA’sı gibi, farklılıklar gösterir ve bu durum ‘baş döndürücü çeşitliliğe sahip’ çok farklı olaylar zincirini içerir” diyor. Büyük çoğunluğu bunalımda değil Nitekim, yukarıda verilen listede de farklı yaşlarda, farklı meslek dallarından, farklı kişilik ve cinsiyetlerden insanlara yer veriliyor. Birçok intihar olayında genellikle bunalıma dikkat çekilse de, bunalım belirtileri taşıyanların büyük bir çoğunluğu kendilerini öldürmedikleri gibi (Bering bunların yalnızca yüzde 5’inin yaşamlarına kıydıklarını belirtiyor), intihar kurbanlarının tümünün bunalımda olmadıkları da görülüyor. Bering, insanlarda intihar eğilimli davranışların yaklaşık yüzde 43’ünün genetik unsurlar, yüzde 57’sinin de çevresel unsurlarla açıklanabileceğine dikkat çekiyor. Bering’e göre, genetik açıdan intihara yatkınlık kişinin yaşama isteğini olumsuz yönde etkileyen birtakım çevresel unsurlarla bir araya geldiğinde kimi insanlar bu durumda yaşadıkları acıya bir son verme girişiminde bulunabilirler. Bering ilk kez “ABD’nin hoşgörüden yoksun küçük bir kasabasında” eşcin selliğini gizlemeye çalışan bir genç olarak, daha sonra da akademik kariyerinin doruk noktasındayken işsiz kaldığında böyle bir durumla karşılaştı (başarı, mutluluğun çıtasını inanılmaz derecede yükseltebilir ve ardından değişen koşullarla birlikte yaşam darmadağın olabilir). Ne var ki, baskı altındaki eşcinsellerin ve başarının doruğundayken dibe vuran akademisyenlerin büyük bir çoğunluğu yaşamlarına son vermek istemezler. Neden, başka birisi İntihar olaylarının çoğunda insanlar başkaları yüzünden canlarına kıyıyor. Toplumsal sorunların özellikle de insanların gizli tutulması gerektiğine inandıkları bir gerçeğin su yüzüne çıkması durumunda, başkalarının ne düşünecekleri konusunda duyulan aşırı düzeyde kaygı, intiharın körükleyicisi olabiliyor. İnsana özgü tüm davranışlar gibi, intihar da çok sayıda nedene bağlı bir edim. İntihara yol açan unsurlardan hangilerinin daha etkili olduğunu belirlemek zor, çünkü böyle bir deneyimi yaşayanlar bile bu tür bilişsel süreçleri anlamakta zorlanabilirler. Beynin nörokimyasal işleyişini algılayamadığımızdan, içsel süreçler genelde dış kaynaklara bağlanır. İntihar düşüncesini kafasından geçirenler bile bu düşüncenin nereden kaynaklandığı ve bunun eyleme dönüşüp dönüşmeyeceği konusunda herhangi bir bilgiye sahip olmayabilirler. Kanserli hastalar ve ölümün eşiğinde olan insanlarla çalışan ve Finding Purpose in a Godless World / Tanrısız Bir Dünyada Amaç Arayışı adlı kitabın da yazarı olan Toronto Üniversite si ruhbilimcilerinden Ralp Lewis “Klinik açıdan bunalımlı kişilerin çoğu bu tür duygular yaşamalarının nedenini yaşamın anlamıyla ilgili varoluşsal bir bunalıma ya da birbirleriyle ilintili farklı olaylara bağlayacaklardır. Oysa bu yorumları yapan kişiler gerçekte hiç kavrayamadıkları nedenlerden ötürü bunalımda olabilirler.” diyor ve ekliyor: Meslek yaşamım boyunca bu tür varoluşsal bunalımların antidepresanların etkisiyle nasıl yok olduklarına sıklıkla tanık oldum.” Lewis’e göre yanlış yorumlamalar çok yaygın, genelde ruhsal durumlarımızı hiç olmadık nedenlere, örneğin, sinirli oluşumuzu birilerinin söylediği bir şeye bağlarız. Oysa, bunun gerçek nedeni aç ya da yorgun olmamızdır.” İntihar girişiminde bulunup canlı kalabilen kişiler intihara kalkıştıkları sırada nasıl bir ruh durumu içinde oldukları ve kafalarından ne tür düşünceler geçtiği konusunda hiçbir şey bilmiyor. Lewis: “İntiharın önüne geçilmesi bu yüzden çok önemli. İnsanlar yaşamlarının yaşanmaya değer bir yanı olmadığını öne sürdüklerinde çok inandırıcı olabilir. Ancak aylar sonra kimi zaman bir antidepresanın ya da değişen koşulların etkisiyle, kimi zaman da kafa yapısındaki gizemli bir değişimin etkisiyle durum tümden farklı bir görünüme bürünebilir.” Uzmanlar, ilk intihar girişiminde uzmanlardan destek alan kişilerin daha kolay iyileştiklerine ve bu kişilerin genelde ikinci bir intihar girişiminde bulunmadıklarına dikkat çekiyor. Ancak bir kez girişimde bulunup yardım almayanlar, bunu yeniden denemeye daha yatkın. Derleyen: Rita Urgan Ve ekliyor: “Her doğal fenomen üzerinde soru sormak gereksinimi duymayan üyelerden oluşan bir toplum bilim insanı yetiştirebilir mi? Türkiye’de bilim hâlâ birkaç meraklı gencin ilgi alanında hapis kaldığı için, zaten okumayan eğitimli ve eğitimsiz halk için Erwin Schrödinger, küçük bir Pasifik adası gibi hiç işitilmemiş bir sözcüktür. Gerçi bugün elinizin uzantısı olan telefonunuzda onun adını bulabilirsiniz...” Kuban’ın bu sözleri Erdoğan’ın neden ilk 500 üniversite arasına giremiyoruz sözlerine de bir yanıt aslında. İlk 500 arasına girebilmenin temelleri önce toplum olarak bilim okur yazarlığında ya da en basitinden “merak”ta yatıyor. Neden ve nasıl sorularını sormakta yatıyor. Aklınıza gelebilecek her olaya, her konuya böyle yaklaşmakta.. Bunun ise yaşı yok. Bilim okur yazarlığı için bilim insanı olmaya da gerek yok. Ama ilk temeller böyle atılıyor. Şaşıracaksınız belki ama bebeğin daha ilk ayları ile başlıyor beyinsel gelişimi. 06 yaş ise en hızlı geliştiği dönem. Bunun ayırdında olan ülkeler toplumla bilimi buluşturmaya daha çocukların ilk yaşlarından başlıyorlar. Bilim merkezleri, anababaların çocukları ile birlikte yaptıkları bilim temelli aktiviteler, deneyler; okul öncesi eğitim; soru soran bireyler yetiştirmek... Eğitim politikalarını bu doğrultuda planlıyorlar. Hepsi şu “ilk 500’e neden giremiyoruz” sorusu var ya, onun ilk ve en temel yanıtları.... Özlem Yüzak İnsanlık tarihi göçlerle dolu İnsanlık tarihi aslında göçlerin tarihi. Hem Avrupa hem de Amerika, erken tarihlerden itibaren birkaç kez göç aldı ve bunların izleri günümüzdeki halkların kalıtımı ve kültürlerinde izlenebiliyor. Güneydoğu Asya’da, Sulawesi’deki el baskı izleri örneğin Homo sapiens’in bu bölgede en az 40.000 yıl öncesinden itibaren yaşamaya başladığını gösterir. Modern insan Avustralya’ya 65.000 yıl kadar önce gelmiş. Ama tarihin ne şe kilde devam ettiği ve örneğin ilk çiftçilerin ne zaman geldikleri tartışmalı. Hatta bu bölgedeki dilin kökeni bile henüz tam olarak anlaşılmış değildi. Harvard Üniversitesi’nden Mark Lipson ve ekibi, Güneydoğu Asya’nın tüm yerleşim tarihini genetik olarak inceledi. 4.100 ila 1.700 yıl önce Vietnam, Tayland ve Kamboçya’da yaşayan insanların kalıntıları analiz edildi. Buna göre erken tarihte bu bölgede en az 3 büyük göç yaşandı. Yaklaşık 45.000 yıl önce yaşanan ilk göç, özellikle de Asya anakarasından avcı ve toplayıcıları getirmiş. 45.000 yıl önceyse Çin’den ilk çiftçiler gelmiş ve bölgeye tarımı getirmişler. Buna göre yaşam biçimindeki önemli değişim Avrupa’ya kıyasla çok daha geç ortaya çıkmış. Üçüncü dalga Çin’den Tunç Çağ’ında yaşanan üçüncü göç yine Çin’den gelmiş. Bu insanlar 3200 yıl önce Myanmar’a, 2000 yıl önce Vietnam’a ve son 1000 yıl içinde de Tayland’a ulaşmışlar. Ancak Avrupa’nın aksine Güneydoğu Asya’daki göçmenler çok fazla karışmamışlar ve DNA’ları günümüzdeki ardıllarında hâlâ belirgin diyor araştırmacılar. Güneydoğu Asya’da, üç eski halk gru bunun doğrudan ardılları olan insanlar yaşıyor, hatta soyları avcı ve toplayıcılara kadar uzananlar bile var. Bu insanlar günümüzde Tayland, Malezya, Filipinler ve Andaman adalarında sürdürüyor yaşamlarını. Oysa Avrupalılar, avcı ve toplayıcı atalarından çok az gen taşırlar kalıtımlarında. Bunun nedeni üç göç dalgasından ikisinin daha geç bir tarihte yaşanmış olması. Çiftçiler ancak 4500 yıl önce bölgeye geldikleri için yayılma ve karışma için az zaman kalmıştı. Avrupa’da Neolitik devir günümüzden 8000 yıl önce başlamasına rağmen bile bazı bölgelerde yerel avcı ve toplayıcıların, çiftçilerle karışmaları binlerce yıl sürmüş. Yeni gen verileri öte yandan, Güneydoğu Asya’daki ender dil karışımını da açıklaması açısından önemli. Mesela Vietnam dili ve Kamboçya’da konuşulan Kmerce, Avustroasya dil ailesine dahil. Laos, Myanmar ve Tayland gibi daha küçük halk grupları da bu dili konuşur. Konferans: Cem Say’ın yapay zekâ kitabı üzerine Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Cem Say ve Tanol Türkoğlu’nun derin sohbeti, bu kez Cem Say’ın yeni çıkan Yapay Zekâ kitabı üzerine gerçekleşecek ve konferans sonunda Cem Say kitabını imzalayacak. Yapay zekâ sistemlerinin dayandığı matematiksel altyapıyı, güncel uygulamaların nasıl çalıştığını, yarattığı felsefi tartışmaları keyifli bir dille işleyen kitap, aynı zamanda sorguluyor da: Yapay zekâ âşık olabilir mi? Dünyayı ele geçirecek mi? 3 Kasım Cumartesi günü, saat 17.00’de Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampusu’nda gerçekleştirilecek olan konferans ücretsiz ve herkese açık. İnsan idrarından tuğla Metastaz oluşumunu önleyen ilaç keşfedildi Kanser teşhisi artık eskisi kadar ürkütücü değil. Son 20 yılda hastaların hayatta kalma şansı önemli ölçüde arttı. Fakat eğer tümör metastaz yapıyor ve diğer organlara yayılıyorsa durum farklı tabii. Bugüne kadar metastazlar için etkili ilaç bulunamamasının nedeni, bu karmaşık sürecin tam olarak anlaşılmamış olmasıyla ilgili. Kansas Üniversitesi’nden Juan Marugan ve Kevin Frankowski’nin çalışmaları önemli bir adım. Bir süredir küçük, gizemli bir hücre yapısının metastaz oluşumunda önemli bir rol oynadığı biliniyordu. Yalnızca kanser hücrelerine görü len bu perinükleer aralık (PNC) sürecinin kesin işlevi bilinmemekteydi. Ancak incelemelerden anlaşıldığı üzere, primer tümörde ne kadar çok PNC varsa, kanser o kadar fazla yayılıyor ve hastalığın ölümle sonuçlanma olasılığı artıyor. Bu yapılara saldırabilecek bir etki maddesi arayışına girildi ve 140.000’in üzerinde aday madde test edildi. Etkinlik gösteren kimyasal bileşimlerin sayısı yüz kadar ancak bunlardan sadece birisi pankreas kanseri hücrelerindeki PNC’yi tamamen etkisiz hale getirebilmiş. Bu maddeyi, potansiyel ilaca dönüştürmek isteyen araştırmacılar de ğişimden geçirmişler. Metarrestin olarak isimlendirilen ilaç fareler üzerinde denenmiş. Sonuçlara göre meme, prostat, akciğer ve karaciğerdeki metastazları önemli ölçüde önlemiş. Araştırmacılara göre Metarrestin PNC’ye etki yaparak, kanser hücrelerindeki protein sentez mekanizmasını engellemekte. Yeni etki maddesinin gelecekte kanser ameliyatından sonra kullanılabileceği sanılıyor. İlerlemiş tümörleri ameliyatla tümden temizlemek zor olduğu için hastalara genelde kemoterapi uygulanıyor. Metarrestin’in bu konuda yardımcı olması bekleniyor. l HBT Güney Afrika’da üniversite öğrencileri, insan idrarından çevre dostu bir yöntemle tuğla yapmayı başardı. Öğrenciler, idrarı, kum ve bakteriyle birleştirdikleri bir süreçle, tuğlaların oda sıcaklığında sertleşmesini sağladılar. Buluşu yapan Cape Town Üniversitesi öğrencilerinin danışmanı Dyllon Randall, “Bu, temelde okyanusta mercan kayalarının oluşmasıyla aynı yöntem” diye konuştu. Normal tuğlalar ise yüksek ısılı fırınlarda pişirildikleri için büyük miktarlarda karbondioksit doğaya salıyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle