23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER K2 HK’lerle ihraçlar eposta: gorus@cumhuriyet.com.tr Cuma 5 Ekim 2018 TASARIM: BAHADIR AKTAŞ hukuksuz ve siyasi Ahmet KARAGÖZ Eğitim Sen Yönetim Kurulu Üyesi Tarih 29 Ekim 2016, 675 sayılı KHK ile ihraç edilen 10 bin 159 kamu çalışanı içerisinde 2 bin 173 MEB çalışanı öğretmen de ihraç edilmişti. İhraç edilen 2 bin 173 öğretmenden biride benim. 29 Ekim 2016 tarihine kadar Adana ili Yüreğir ilçesindeki Koza İlkokulunda sınıf öğretmeni olarak başarılı bir şekilde görev yaptığımı iddia ediyorum. Referans olarak da Koza İlkokulunda görev yapan bütün öğretmenleri, öğrencilerimi ve öğrencilerini o okula gönderen bütün velileri gösteriyorum. İrtibatlı ve İltisaklı olduğum örgüt; KESK ve bağlı Eğitim Sen’dir. Bizleri farklı illegal örgütlerle yan yana getirmeye çalışanlara hodri meydan diyorum. Elinizde bir bilgi veya belge varsa çıkarır, yargı veya kolluk güçleriyle paylaşır ve bizleri yargılatırsınız. Ancak bizler biliyoruz ki elinizde en ufak bir belge olsa, değil ihraç etmeyi, ip sallayarak idam edilmemizi bile talep ederdiniz. Savunma hakkı 15 Temmuz darbe girişimi sonrası örgütümüz Eğitim Sen’e özel yönelimlerle sendikal eylem ve etkinliklerimiz suç kapsamında değerlendirilmiş ve bu kapsamda hukukun en temel ilkesi olan savunma hakkı tanınmadan binlerce üye ve yöneticimiz ihraç, sürgün ve açığa alınmıştır. Yaklaşık iki yıldır KHK’lerle ihraç edilerek açlığa mahkum edilmiş üyelerimizin ihraç gerekçelerini hiçbir üyemiz bilmemektedir. Ancak, ihraçların hukuksuz olduğunu ve siyasi bir cezalandırma olduğunu biliyoruz. Üye yöneticilerimizin ihraç gerekçesini açıklamayan Milli Eğitim Bakanlığına inat arkadaşlarımızın niçin ihraç edildiğini maddeler halinde itiraf ediyorum. n Kamusal, parasız, bilimsel, laik ve anadilinde eğitim hakkı talep ettiğimiz için, n Ülkenin, ötekisi ve ezileni olmayı reddettiğimiz için, n Eğitim ve Bilim Emekçilerinin taleplerini yüksek sesle haykırdığımız için, n Bir arada birlikte kardeşçe yaşamı savunduğumuz için, KHK’lerle ihraç edilerek açlığa mahkum edilmiş üyelerimizin ihraç gerekçelerini hiçbir üyemiz bilmemektedir. Ancak, ihraçların hukuksuz olduğunu ve siyasi bir cezalandırma olduğunu biliyoruz. n Güvencesiz sözleşmeli, ücretli istihdamı değil, iş güvenceli kadrolu çalışmayı talep ettiğimiz için, n İşsizliğin ve yoksulluğun kader olmadığını haykırdığımız için, n Savaşı değil barışı, ölümleri değil yaşamı savunduğumuz için, n Kürt sorununun barışçıl, demokratik kanallarla çözüm bulmasını talep ettiğimiz için, n MEB, yönetici atama ve yer değiştirmede, AKP İl ve İlçe yöneticilerinin talimatlarını ve yine sizler, öğretmenlerin sendikal ve siyasal kimliklerini referans alırken, Eğitim Sen olarak bizler; liyakati, deneyimi, tecrübeyi önerdiğimiz için, n Ülkemizde yaşanan iş katliamlarını, iş cinayetlerini, kadın katliamlarını, çocuk katliamlarını, Suruç katliamını, Ankara Gar katliamını, Gaziantep katliamını, Maraş, Sivas, Çorum katliamlarını gerçekleştirenlerin hukuk önünde yargılanmasını talep ettiğimiz için, n Köy okulları devlet tarafından kapatılarak yoksul emekçi ailelerin çocukları cemaat ve tarikat yurtlarına yönlendirilmiş Konya Karaman’da, İzmirDikili’de, Diyarbakır Kulp’ta, AdanaAladağ’da denetimin olmadığı cemaattarikat yurtlarında yanarak bedenleri kömürleşen çocuklarımızın ailelerle dayanışma içinde olduğumuz için, n Turan Akpınar gibi kendisini CEO olarak tanımlayan bir pazarlamacının Adana gibi büyük bir metropolde İl Milli Eğitim Müdürü olmasını, Eğitim Sen Adana Şube olarak istemediğimizi; basın yoluyla her seferinde kamuoyu ile paylaştığımız için; ihraç edildik. İşsiz kalma uğruna Örgütü, örgütün değerlerini, ilkelerini ve örgütünün tarif ettiği eylem ve etkinliklerini işsiz kalma uğruna, hayata geçirme çabasında olan arkadaşlarımızın bir bölümü ihraç edildi. İhraç olmuş, sürgün olmuş, açığa alınmış, tutuklanmış ve işyerlerinde sistematik bir şekilde her türlü baskıya ve manipülasyona rağmen Eğitim Sen’li olmayı sürdüren bir örgütün üye ve yöneticilerine; örgütümüz, daima örgütlü bir tutum alarak mücadele ve dayanışma ile bir bütün olarak bütünleşmesini sağlamıştır. Eğitim Sen’i, Eğitim Sen yapan değer de budur zaten. AKP, eğitimde 4+4+4 dayatmasından aldığı güçle eğitim alanındaki gerici ırkçı tutumunu asimilasyon politikası ile birleştirdiği bilinen bir gerçektir. Bu gerçek karşısında direnenlerin ise, siyasal iktidar tarafından her türlü cezayla cezalandırıldığı bir süreci yaşamaktayız. Hukuksuz, ahlaksız ve acımasızca bizlere dayatılan bu sürece elbette kapsayıcı ve örgütlü bir tutumla aşılacağından hiçbir kuşkum yoktur. Emekçi kimliğini taşıyan bütün emekçilerin hayat bulacak bir çıkış için, alanları, sokakları talepleriyle, renkleriyle doldurmaları elzem kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir. Faşizmin kurumlaştığı bu süreçte, geri çekileceğimizi, sineceğimizi düşünülüyorsa yanıldıklarını mutlaka göreceklerdir. Bizler gücümüzü; haklılığımızdan ve örgütlü mücadelemizden alıyoruz. “Biz haklıyız, biz kazanacağız” ve istemeseniz de bizler geri döneceğiz! Örgütlü olun, sevgi ile kalın. Gogol’ün çalınan paltosu Doç.Dr. Utku Yapıcı Aydın Adnan Menderes Üni. Nazilli İİBF Ulus.İliş.Böl. Nikolay Vasilyeviç Gogol’ü çoğumuz “Ölü Canlar” ya da “Taras Bulba” adlı başyapıtları ile tanırız. “Palto”, “Bir Delinin Güncesi”, “Dikanka Yakınlarında Bir Köyde Akşamlar” gibi eserleri de Türkçe’ye çevrilmiş bir yazardır Gogol. Gogol’ü yazın dünyasında güçlü kılan unsurların başında, hayranlık uyandırıcı anlatımının yanında Ukrayna folklorunu yansıtmasındaki başarısı ve Dekabristler (Aralıkçılar) tarafından da desteklenen halkçı fikirleri bulunur. Gogol, Ukrayna doğumludur. Doğu Ukrayna’da yer alan Poltava’ya bağlı Soroçinski’de 1809’da dünyaya gelmiştir. Ama Gogol, sadece Ukraynalı değildir; o, Ukrayna ile Rus kültürlerini ve aynı zamanda halklarını birbirine bağlayan sembollerin başında gelir. Gogol, özgün Ukrayna kültürünü eserlerine taşıyan Ukraynalı bir yazar olarak Rus dilinden vazgeçmemiştir. Sadece Ukrayna halkının kahramanlık hikâyelerini değil, “küçük insanların büyük hikâyelerini” de Rus okuyucuyla buluşturup, etnik kimlikler ötesi halkçı bir hassasiyetle birlik ruhunu zamanının toplumuna aşılamaya çalışmıştır. Tüm bunları yaparken, dalkavukluk düzeyindeki Batı hayranlığına karşı durmuştur. Gogol, Şevçenko, Puşkin ve Dostoyevski Gogol, çağdaşı iki büyük edebiyatçı ile karşılaştırılır genellikle. Birincisi “Ukrayna’nın milli şairi” olarak tanımlanan Taras Şevçenko’dur. Şev Gogol’ün 200. doğum etkinliklerinin Ukrayna ayağında Gogol neredeyse bir Ukrayna milliyetçisi, Rusya Federasyonu ayağında ise bir Rus milliyetçisi olarak yeniden tanımlanır. Gogol’ün halkçılığı iki tarafça da unutturulur. çenko, 1840 yılında yayımlanan Kobzar adlı başyapıtını Ukrayna dilinde kaleme almıştır. Günümüz Ukrayna milliyetçiliğinin bazı kolları bu yüzden Taras Şevçenko’yu Ukrayna milli kimliğinin esas taşıyıcısı olarak tanımlarken, Şevçenko’yla benzer bir hassasiyeti ondan farklı olarak Rusça anlatan Gogol’ü ötekileştirir. Rus edebiyatının sembol isimlerinden olup “milli Rus şairi” olarak da tanımlanan Aleksandr Puşkin’in, çağdaşı Gogol ile karşılaştırılmasına da zaman zaman rastlanır. 1799 doğumlu olan Puşkin’in 1837’deki ölüm haberini alan Gogol’ün, onun hakkında arkadaşı Pletnev’e yazdığı mektup, Puşkin’i ve Gogol’ü daha iyi tanımamızı kolaylaştırırken, iki yazar arasındaki edebi ve kimliksel yakınlığı ortaya koyar. Puşkin’in ölümü hakkında şöyle yazar Gogol: “Rusya’dan bundan daha kötü bir haber alamazdım. Onun ölümüyle yaşama sevincimi tamamen yitirdim”. Puşkin, Gogol üzerinde derin izler bırakmışken, Gogol da Rus gerçekçiliğinin büyük isimlerinin düşünce yaşamlarını biçimlendirir. Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Gogol’ün “küçük yaşamları” ve “sıradan hayatları” çözümlerken toplumsal yaralara parmak basan “Palto” adlı eserine göndermede bulunarak “Hepimiz Gogol’ün Paltosundan çıktık” itirafında bulunur bir keresinde... Tüm bunlara rağmen Gogol, bazı etnik Rus milliyetçileri tarafından “Hokhol” (Ruslar tarafından Ukraynalıları tanımlamak için kullanılan küçültücü sözcük, Kozakların saç şeklini ifade etmek için kullanılır) olarak adlandırılmayı sürdürür. Gogol’ün ölümü ve çalınan paltosu Her ölüm acıdır. Gogol’ünki de... Gogol, ölmeden kısa süre önce Ortodoks rahip Konstantinovski’nin etkisiyle yazmakta olduğu Ölü Canlar romanının ikinci cildinin el yazmalarını günaha davetiye çıkardığı gerekçesiyle ateşe verir. Büyük acılar içinde henüz 43 yaşındayken 1852 yılında ölür. Gogol’ün ölümünden 150 yıl kadar sonra Gogol tartışması hız kazanır. Viktor Yuşçenko’nun devlet başkanlığı yıllarında yükselen etnik Ukrayna milliyetçiliğinin etkisiyle Ukrayna’da Gogol’ün aslında Ukraynalı, Vladimir Putin’in yönetmeye kalkıştığı etnik Rus milliyetçiliğinin etkisiyle de Rusya’da Gogol’ün aslında Rus olduğu görüşleri sıklıkla seslendirilir. 2009 yılındaki Gogol’ün 200. doğum etkinliklerinin Ukrayna ayağında Gogol neredeyse bir Ukrayna milliyetçisi, Rusya Federasyonu ayağında ise bir Rus milliyetçisi olarak yeniden tanımlanır. Gogol, iki kimlik arasında uzlaşma sembolü olabilecekken, yaratılan iki farklı Gogol, iki kimlik arasındaki fay hatlarının derinleşmesine hizmet eder. Gogol’ün geniş paltosu, etnik kimlikler ötesi ortak bir kültürel sahayı yüceltmek için kullanılabilecekken, bu kez kesilip iki yeni dar milliyetçiliğe göre bir kez daha dikilir. Doğal olarak yeni paltolar, “Gogol’ün Paltosu” olmaktan çıkar... Gogol’ün halkçılığı iki tarafça da unutturulur. İkonlaştırılmış, yüceltilmiş, ama yazdıkları unutulmuş bir Gogol vardır artık... O Gogol, gerçek Gogol değildir. Palto, hikâyedeki gibi çalınmıştır anlayacağınız. Gogol belki de paltosunun bir gün çalınacağı öngörüsüne sahip olduğu için kadim dostu Aleksandra Smirnova’nın bir mektubunda yöneltmiş olduğu soruya 24 Aralık 1844 günkü mektubunda şu yanıtı vermiştir: “Ukraynalı mıyım, Rus muyum? Kendimin ne olduğunu ben de bilmiyorum. Tek bildiğim şu: Ne küçük Rusluğun Rusluk, ne de Rusluğun küçük Rusluk üzerindeki tahakkümüne onay veririm”. Terörü kanıksamayın Dün Türkiye yine hain bir terör saldırısıyla sarsıldı: PKK, Batman’da 8 evladımızı şehit etti. Cumhuriyet’in haberine göre, Gercüş ilçesinde dün sabah güvenlik güçlerinin yürüttüğü harekât sırasında zırhlı askeri araç geçerken, PeKaKa’lı teröristler yola yerleştirdikleri patlayıcıyı uzaktan komutla patlattı. İlk belirlemelere göre 8 asker şehit oldu. Saldırının ardından bölgeye takviye güvenlik güçleri ve ambulanslar yollandı. Yaralı 1 askerin tedavileri yapılırken, hava destekli harekât yoğunlaştırıldı. HHH Terörü kanıksamayın, şehitlere rahmet dilemeyi, yapanlara lanet etmeyi unutmayın: Çünkü terör, insanlık suçu olmasının, yuvaları yıkmasının yanında, bir ülkedeki Demokratik Rejimin de altını oyan en büyük tehlikedir. Temel hak ve özgürlükler, genellikle “güvenlik” gerekçeleriyle sınırlanır ve kısıtlanır... Nitekim ülkemiz de, Parlamenter Demokrasi’yi rafa kaldıran Tek Adam Rejimi’ne, terör eylemlerinin yarattığı kaos ortamında gelmiştir. HHH Burada defalarca yazdım; büyük insan Erdal İnönü ile dostluğumuz bağlamında, ayrıca kendisiyle birlikte parti ve devlet yönetiminde görev yaptığımız sırada, hem yazılı hem de sözlü olarak kendisine anlattım:  Bir terör örgütü, ideolojik tutarlılık ve dış yardım olarak iki koşula sahipse onunla savaşmak çok zordur: Hele bu dış yardım komşulardan biri tarafından da destekleniyorsa, o zaman mücadele çok daha zor olur. Ne yazık ki, PeKaKa, bu her iki koşulu da gerçekleştirmiş görünüyor: Hem ideolojik olarak etnikçiliğe dayanıyor, hem de dış yardıma sahip. Üstelik dış politikadaki, özellikle de Suriye konusundaki yanlışlardan dolayı, Batı’dan destek almakla kalmadı, komşu devletlerin topraklarına da yerleşti. Bu teşhisten sonra, çözüm yolu da ortaya çıkıyor: 1) İdeolojik gerekçeleri ortadan kaldıracak, terörü anlamsızlaştıracak siyasal önlemleri almak; demokratik siyaset içinde barışçı yöntemleri kullanmak; terör örgütü yerine, meşru zeminde siyaset yapanlarla muhatap olmak. 2) Dışarıdan, özellikle de komşu ülkelerden gelen desteği kesmek; bunun için hem müttefik hem de komşu devletlerle işbirliği yapmak. Erdoğan/AKP iktidarı bu her iki konuda da izlediği zikzaklı ve yanlış politikalarla pek başarılı görünmüyor: Önce “Açılım” diyerek PKK ile muhatap oluyor ve süreç boyunca onun mevziler kazmasına, güçlenmesine göz yumuyor, sonra da tam tersine, meşru zeminde politika yapan HDP’lileri suçluyor, görevden alıyor ve hatta hapse atıyor. Sonuç olarak terör, hem evlatlarımızı katletmeye hem de zaten sakatlanmış olan Demokratik Rejim’in altını oymaya devam ediyor: KAHROLSUN TERÖR... YAŞASIN DEMOKRASİ! C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle