15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER eposta: [email protected] Salı 2 Ekim 2018 2 Orta vadeli program TASARIM: BAHADIR AKTAŞ iyileşmeyi sağlamaz Yabancılara yaptırılan bazı kamu proje yatırımlarının yanlış fiyatlandırılması içinde bulunduğumuz dönemde mali yükü azaltırken gelecekte bu yükü arttırabilir Prof. Dr. Aykut Lenger Ege Üni. İktisat Bölümü Öğr. Üyesi Orta Vadeli Program ekonomik aktörlerin çok fazla umut bağladığı bir belge oldu. Çoğu aktörün programdan beklentisi, eşiğinde bulunduğumuz krizi kısa vadede ortadan kaldırıp tekrar ‘o eski mutlu günlere’ dönülmesi yönünde... Buradaki zaman uyuşmazlığı çok açık. “Orta vadeli” bir program, kısa vadede iyileşmeyi sağlayamaz. Bugün ekonomide yaşanan olumsuzluklar, çok önceden tetiklenmiş ve bu nedenle çok önceden önlem alınmasını gerektiren gelişmeler olduğundan, programın kısa vadede bir çözüm sağlaması beklenemez, ama geleceğe yönelik beklentileri olumlu yönde etkilemesi beklenebilir. Ayrıca piyasanın, hedeflenen büyüklükleri gerçekçi bulmadığı için olumlu tepki vermediği de anlaşılıyor. Programı özetleyen, “dengeleme, mali disiplin ve değişim” sloganları genel olarak uygulanması gereken akılcı politikaları içerse de, hedeflenen büyüklüklerin aşırı iyimser olduğunu belirtelim. Özellikle halihazırda yaşanan ve önümüzdeki kısa dönemde sürecek olan önemli dalgalanmaların olduğu bir ekonomide bu rakamlara ulaşılması pek olası görünmüyor.  Büyümenin nasıl sağlandığı önemli  “Ekonomide eski tas, eski hamam” politikaların devam ettirilmesi, yani spekülatif sermaye akımlarına dayanan büyüme politikasına devam edilmesi halinde, sonraki yıllarda hedeflenen büyüme belki yakalanabilir, hatta üzerine bile çıkılabilir. Ne de olsa, sermaye hareketleri büyüme oranını şişirerek, bir “başarı” yanılgısı oluşturuyor. Ancak, bu büyümenin nasıl sağlandığı, oranından daha fazla önem taşıyor. Eskisi gibi, spekülatif sermaye girişlerinin oluşturduğu ucuz dövizin sağladığı sanal zenginliğin pompaladığı tüketime dayalı bir büyüme politikası izlenerek büyüme sağlanacaksa, sorun çözülmez, ağırlaştırılır. Program, “katma değer odaklı üretim” hedeflediğini açıklayarak, büyüme politikasını sağlıklı bir temele oturtma iradesini belirtmiş ol sa da, sermaye girişlerinin geçmiş dönemde olduğu gibi sağlıksız büyüme ve ekonomi üzerindeki yıkıcı etkilerinden nasıl korunacağına ilişkin herhangi bir şey söylemiyor. Uzun vadede “katma değer odaklı üretimin” spekülatif sermaye girişlerine gereksinim bırakmayacağı örtülü olarak varsayılıyor.  Makro ekonomik hedeflerdeki uyumsuzluk Diğer yandan, büyüme ile diğer hedefler arasında bir uyumsuzluk göze çarpıyor. Örneğin, program girmek üzere olduğumuz stagflasyon döneminden hızla çıkmayı, cari açığın üç yıl içinde yüzde 2.6’ya düşmesini öngörüyor. Bunlar, programın doğru biçimde yönelmiş olduğu genel olarak ithalat bağımlılığını azaltmaya yönelik ruhunun çok daha hızlı bir biçimde meyve vereceği varsayımına dayanıyor. Ne yazık ki, bu hedefler kolayca tutturulacak hedefler değil. İthalat bağımlılığı azalınca, hem enflasyon, hem de cari açık üzerinde olumlu etkiler ortaya çıkacak. Ancak, programın “katma değer odaklı bir üretim ve ihracat” ekonomisine geçişi sağlaması, orta vadeden daha uzun vadeye gereksinim duyabilir. Genel olarak değerlendirildiğinde, uzun vadeli bir yapısal reformu hedefleyen program akılcı politika önlemleri içeriyor olmakla birlikte, hedeflenen göstergelerin aşırı iyimser olduğunu belirtmek gerek. Bu iyimserliğe neden olan şey ise kısa vadede yaşanmasını beklediğimiz zorlukların programda dikkate alınmamış olması. Kısa vadedeki dalgalanmalar, orta vadede hedeflere ulaşılmasını güçleştirebilir.  Mali yük artacak Enflasyonla savaşımda, tarım tedarik zincirlerine yönelik önlemler, gıda kaynaklı enflasyonu kısmen kontrol altına alabilir. Ama tarımdaki tek sorunun, aracılık maliyetlerinden kaynaklanan maliyet sorunu olmadığını biliyoruz. Örneğin, çiftçinin kullanmak zorunda olduğu mazot fiyatı önemli sorun. Mali disiplini sağlamak amacıyla, kolaylıkla vergi toplamayı hedefleyen akaryakıt vergi oranları, belki mali disiplinin sağlanmasına destek oluyor, ama geçen dönemde hem enflasyonu, hem de maliyetler nedeniyle tarım üreticisinin üretim yapmaktan vazgeçmesi nedeniyle cari açığı olumsuz etkiliyor. Ama “dövizle kira” uygulamasına son verilmesinin özel olarak enflasyonda, genel olarak ekonomide olumlu bir katkı yapması beklenebilir. Mali disiplinin sağlanması konusundaki hedeflerde ihalesi yapılmamış yatırım projelerinin askıya alınması ve vergi reformunun etkili olacağı anlaşılıyor. Kamu yatırımlarının yabancı ortaklarla gerçekleştirilmesi uygulaması da, mali yükü ortadan kaldırabilir. Ama geçmişte yapıldığı gibi yabancılara yaptırılan bazı kamu proje yatırımlarının yanlış fiyatlandırılması, içinde bulunduğumuz dönemde mali yükü azaltırken, gelecekte bu yükü arttırabilir.  Vergide reform inşaat sektöründeki çöküş  Vergi cephesinde bir reforma girişildiği anlaşılıyor. Bu reformda vurgulanan politika, gayrimenkul satışlarından alınacak verginin gerçek değerinde alınması. Ancak, bu uygulama ile zaten bir arz fazlası bulunan konut piyasasında arz ve talep esnekliklerinin değişmesi yoluyla konut fiyatlarında aşağı yönlü bir baskı beklenebilir. Bu nedenle, bu reform ile tahmin edilen vergi kazancı artışı sağlanamayabilir ve inşaat sektöründeki çöküş hızlanabilir.  Program istihdam konusunda umut vermiyor!  Program istihdam konusunda fazla umut vermiyor. İşsizlik oranının 2021 yılında yüzde 10.8 olarak beklenmesi, gelir dağılımında bugünkünden daha iyiye doğru bir gidiş olacağını göstermiyor. Diğer yandan, kamu istihdamında esnekleştirme, kıdem tazminatı gibi önlemler, çalışan kesimler aleyhine düzenlemeler olarak bölüşüm ilişkilerinin daha da kötüleşmesine yol açacak önlemler olarak göze çarpıyor.  Programı hazırlayan ekonomi bürokrasisindeki kadroların yapısal dönüşümü hedefleyen önlemleri övgüyü hak ediyor. Özellikle de yüksek teknoloji alanında kamunun etkin bir rol üstlenecek olması. Bir süredir, yüksek teknoloji alanında kamunun girişimci olması gerektiğini dile getiren bir iktisatçı olarak, özel sektörle ortaklık modelinde de olsa, uzun vadede yapısal dönüşümü sağlayacak bu politikanın önemini özellikle vurgulamak isterim. Bilim ve teknoloji politikası alanında yüksek teknoloji endüstri bölgeleri, ilaç sektöründe ArGe için kurulacak araştırma merkezleri, biyoteknolojide yerlileşme, dijital dönüşüm, elektronik ihracat platformu gibi önlemler sıcak paraya olan ihtiyacı azaltarak, ekonominin kendi kaynaklarıyla ve sağlıklı biçimde büyümesi için büyük önem taşıyor. Uygulamaların izlenmesi ve üç ayda bir denetlenmesi de, politika sonuçlarının etkin biçimde ulaşılması açısından gerekli ve önemli adımlar. Güney Kore’nin başarısının arkasındaki etmenlerden biri olarak, kamu politikalarının izlenmesi ve denetlenmesinin önemli ekonomik kazanımlar sağlaması beklenebilir. Bu denetleme işini kamunun kendi kurumlarıyla gerçekleştirmesi gerekirdi. Yabancı bir firmaya verilmesi yanlış uluslararası finans çevrelerine olumlu bir mesaj vermesi çabasıdır. Demografik dinamit Türkiye’nin kucağındadır Av. Hüseyin Özbek Türkiye Barolar Birliği Başkan Yrd. Babam, kısadan önü alınabilecekken ihmal nedeniyle ölümcül sonuçlara yol açan hastalıklar için,” “Dirhem ile girer batman ile çıkmaz” derdi. Benzetme, kişisel sağlık açısından olduğu kadar toplumsal sağlık açısından da geçerlidir. Bireysel aymazlığın ceremesini bireyler çeker, toplumsal aymazlığın faturası ise tekmil millete çıkar. Bugünümüz ve yarınımızı emanet ettiğimiz siyasi iktidarların hataları toplumsal geleceğimizin külliyen kaybedilmesine yol açabilir. Hatanın büyüklüğü hali ise tarih sahnesini ebediyyen terk etmeye kadar gidebilir. Ülkenin ve milletin kaderi, tarih bilinci ve yönetim ehliyetinden yoksun kimi idarecilerin keyfiliğine bırakılmışsa, çöküş kaçınılmaz demektir. Stratejide yapılan hataları taktikle düzeltmenin imkânsızlığını tarih bize göstermektedir. Sözü daha fazla uzatmadan yakın geçmişte, “Stratejik Derinlik” makyajıyla pazarlanan “Stratejik Cinnet” in faturasını, batman ve dirhem üzerinden ele almanın zamanıdır.  Çizilen pembe tabloların, köpürtülen hayallerin, yükseltilen beklentilerin, Şam’da Emevi Camisi’nde kılınacak cuma namazının erken alınıp, tazelenmeyen aptestinin Türk milletine maliyeti hiç kuşkusuz bu yazının boyutlarının çok ötesindedir.  Mantıksal içerikten yoksun tekrarların, uluslararası güç denklemini ve ülke gerçekliğini dikkate almayan anlamsız vurguların, bazı dönemler kitleler üzerinde toplu hipnoz etkisi yarattığını tarih bize göstermektedir. Şam’da cuma namazı Nasreddin Hoca’ nın tantanacılarca iç edilen yorganı misali, Şam’ da cuma namazı hayaliyle başlayan uzun rüyanın sabahının gerçekliği, 4 milyonu aşkın Suriyelinin Türkiye’nin kentine, köyüne, dağına, ovasına yayılmış olmasıdır! Toplumsal huzur, ülke güvenliği, hukuk düzeni, demokratik rejim ve gelecek açısından ağır sorunlara yol açması kaçınılmaz bir demografik dinamit ne yazık ki Türkiye’nin kucağındadır! Daha vahimi, Türkiye’nin, her an patlamaya (patlatılmaya) hazır bu demografik dinamiti zararsız hale getirecek devlet aklından yoksun bir görüntü vermesidir! Buraya kadar yazdıklarımızı özetleyelim: Türkiye’nin Suriye’ye yönelik stratejik cinneti, akıl ve gerçeklik dışı bir siyasal şizofreninin kaçınılmaz sonucudur. Şark Meselesinin (Doğu Sorunu ) güncellenmişi olan BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ise oyun kurucu emperyal aklın stratejik atağıdır. Türkiye’nin toplumsal dengele rini, uluslaşma sürecini, güvenlik ve huzurunu paramparça edecek dört milyonu aşkın Suriyelinin Türkiye’ye yığılmasının kamuoyuna onaylatılması, Hz. Muhammed’in Mekke’den Medineye hicreti ve ensarmuhacirin söylemi üzerinden gerçekleştirilmiştir. Tarihten hiç kuşkusuz ders alınmalıdır. Fakat tarihte yaşananların, dönemin koşulları, tarafların konumları ve talepleri, sosyoekonomik yapı, sebep sonuç ilişkisi göz önüne alınmadan birebir tekrarını beklemek bilim ve mantıkdışı bir haldir.  İslam Peygamberi Hz. Muhammed (MS 570633 ) döneminde Mekke’nin nüfusu 25 bin, Medine’nin nüfusu 10 bin civarındadır. Hz. Muhammed’in ardından Mekke’den Medine’ye hicret etmek zorunda kalan Müslümanların (muhacirin) sayısı yaklaşık 186 kişidir.  Bu kadar az sayıdaki muhacirin, yeni göçtükleri kentin dengelerini altüst etmeleri şöyle dursun, ekonomik ve sosyal hayatın gelişmesine ciddi katkıları olmuştur. Üstelik Mekke ahalisi de Medine ahalisi de aynı dil ve etnisiteden gelmekte, Arapça konuşmaktadırlar! Bu nedenle her iki taraf açısından bir olumsuzluk yaşanmadan kolaylıkla uyum sağlanmıştır. Akıl ve İzan tutulması Hz. Muhammed’in M.S. 622 yılındaki hicreti ile 4 milyonu aşkın Suriyelinin kapakları açılan etnik barajdan boşalan demografik sel misali bütün Türkiye’yi kaplamasını aynılaştırmak, akıl ve izan tutulmasından başka türlü tanımlanamaz. Hukuken, mülteci ve göçmen olarak tanımlanamayacak 4 milyonu aşkın homojen bir etnisite, Türkiye’nin ekonomik, sosyal, siyasal dengelerini altüst etme potansiyeli taşıyan demografik bir dinamit olarak önümüzdedir. Siyasal Kürtçü etnik kalkışmanın ağır maliyeti ortada iken siyasal Arapçı yeni bir kalkışmanın Türkiye’ye olası maliyetini tahmin etmek zor değildir. Cumhuriyetin çok zengin hukuksal, bürokratik, diplomatik, askeri potansiyeli yok edilip bu zor coğrafyada ülke ve millet olarak var olabilmenin olmazsa olmazı olan devlet aklı bir tarafa atıldığında neler yaşanacaksa onlar yaşanmaktadır.  Stratejik cinnetin yarattığı narkozun etkisi geçtiğinde ortada görülen, 4 milyonu aşkını Suriyeli olmak üzere 8 milyon yabancı ile yol geçen hanına dönmüş, kucağına konulmuş demografik dinamiti nasıl etkisizleştireceği konusunda hiçbir fikri olmayan bir Türkiye manzarasıdır! Öldüren aşk!  Aşk, sadece cinsellik midir? Sadece, yemek, içmek, uyumak gibi doğal bir gereksinmenin, içgüdüsel bir cinsel dürtünün dışavurumu mudur? Yoksa, işin içine duyguların, düşüncelerin, tercihlerin, kısacası bütün bir kültürel birikimin de karıştığı karşılıklı bir ilişki, bir etkileşim midir? Aynen güzellik anlayışının, hukuk anlayışının, üretim anlayışının değişmesi gibi aşk anlayışı da, insanlığın evrimi ve uygarlaşması ile değişmiş, gelişmiştir. Türkiye’de Din/Tarım Toplumu değerlerinden kurtulamamış olanlarla, Endüstriyel/Kentsel Toplumun değerlerini benimsemiş olanların birlikte yaşaması, aşk anlayışını da “Öldüren İlkel” ve “Yücelten Uygar” olarak ayırmamızı zorunlu kılıyor! HHH İlkel aşk, eşini mal olarak görür... Uygar aşk, eşini kendisiyle eşit görür. İlkel aşk, Toplayıcı/Avcı Toplumların ve Din/Tarım Toplumlarının maço erkek kültürünün ürünüdür... Uygar aşk, Kentsel/Endüstriyel Toplumların ve Bilişim Toplumlarının eşitlikçi kültürünün ürünüdür. İlkel aşk, tek yönlü sahiplenme ve mülkiyet duygusudur... Uygar aşk, karşılıklı saygı ve sevgidir. İlkel aşk, bencildir... Uygar aşk, elcildir. İlkel aşk, sahiplenemezse öldürür... Uygar aşk, sahiplenemezse bile yüceltir. HHH “Öldüren İlkel Aşk” yani mülkiyet duygusuna bağlı olan, “Benim olmazsa ölsün. Benim olmazsa öldürürüm” diyen aşk, sadece insan ilişkilerinde, kadın cinayetlerinde görülmekle kalmaz... Siyasette ve medyada da sık sık önümüze çıkar: Örneğin, Erdoğan/AKP hareketi, “Parlamenter Demokratik Cumhuriyet Aşkı” ile iktidara gelmiş ama, “Parlamenter Demokratik Cumhuriyetin”, iktidarlarını sürdürmek için yeterli olmadığını görünce, onu katletmiş, yerine ucube anayasalı bir Tek Adam Yönetimi getirmiştir. Örneğin, “Cumhuriyet Halk Partisi Aşkı” pek çok insanı bu partide politika yapmaya yöneltmiş ama partinin yönetiminden memnun olmayanlar “Madem ben yönetmiyorum, o halde parti batsın, seçimlerde yok olsun” anlayışı içinde “CHP’liyim ama CHP’ye oy vermeyeceğim” kampanyası ile CHP’yi katletme operasyonuna başlamışlardır! Örneğin, “Cumhuriyet Gazetesi Aşkı” pek çok kişiyi (eskiden de bugün de) gazete yönetimine gelmeye, gazetede yazar olmaya ve gazeteyi okumaya özendirmiş, ama yönetim değişip, sahiplenme duygusu yok olunca, bu kişiler “Ben okumuyorum, yazmıyorum, siz de okumayın, yazmayın” kampanyası ile (geçmişte de bugün de) gazeteyi öldürme girişimine başlamışlardır. Oysa her üç cumhuriyet de, Türkiye Cumhuriyeti de, Cumhuriyet Halk Partisi de, Cumhuriyet gazetesi de, Atatürk’ün hedeflediği çağdaş ve çoğulcu demokrasi anlayışı içinde, kendilerini sahiplenmek isteyen eski ve yeni âşıklarının hepsini kucaklayacak kadar geniş yelpazesi olan kuruluşlardır: Bunları doğrudan kontrol edemiyorsak da, sahiplenemiyoruz diye öldürmemeli; çağdaş, çoğulcu demokrasi adına, yaşamalarına izin ve hatta destek vermeli! Bu üç kurumu da tek taraflı “Öldüren İlkel Aşk” ile değil, karşılıklı saygı ve sevgiye dayanan “Yücelten Uygar Aşk” ile seversek, onlarla birlikte biz de mutlu oluruz. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle