24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 19 Ocak 2018 14 yorum TASARIM: SERPİL ÜNAY ‘Soytarılar!’ İstanbul, “Cağaloğlu Anadolu Lisesi” Müdürü’nün, öğrencilere seslenişi... Böyle seslenirmiş, Müdür Necati Yener, öğrencilerine kızdığında... Geçen hafta yine böyle haykırmış Bay Yener, düzenlediği “Sucuk Partisi”ni protesto edip katılmayacağını bildiren öğrencilerine. Çünkü Müdür, kendisi hakkında bir “soruşturma” yürüten müfettişler okulda çalışırken yapmayı planlamış bu düzmece partiyi; öğrencilerine ne denli yakın olduğunu, nasıl sevildiğini göstermek içindi belki... Çağrısına öğrencilerinden olumsuz bir yanıt alınca, “ ‘bu kı...ı kırık’ soruşturmaya güvenip, bana bir şey olacağını mı sandınız? Soytarılar!.. Sizden bunun hesabını soracağım!” diye de haykırıyor... Ne var ki, bununla yetinmeyip “Buranın Allah’ı benim; yönetmelik, mönetmelik tanımam!” diyerek de sürdürmüş... Durum, MEB’e bildiriliyor; CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş da Meclis’e getiriyor bir soru önergesiyle. Kuşkusuz çok üzüntü verici, tüm bu olanlar, yaşananlar... Benim için ayrıca “iç burkucu”; çünkü ilkokulu bitirdikten sonra, öğrenimimi sürdürmek için “yedi yıl süreyle”... 6. sınıftan, 12. sınıfa dek öğrencisi olduğum (19481955) “İstanbul Kız Lisesi”; “77 yıl” süreyle bu adı taşıyan, “ilk kız lisemiz”, öğrenmekten büyük bir sevinç duyduğum bilimsel bilgilerin kaynağı; “sosyoloji” dersleriyle kenarından köşesinden olsa da, ilk kez, “ekonomi” olgusuyla ve ilgili kimi kavramlarıyla, bizi tanıştıran öğretmenimiz “Neşvet Hun”u bir kez daha andım, insanı kavrayıp alan içtenlikli, yumuşak sesli konuşmasını da... Ne ki insan, AKP’nin “Erdoğan iktidarı”nın, “eğitim öğretim” politikasını düşününce, “15 yıl” sonra, bu politikanın vardığı “sonuç” bu mu, “kendini Allah sanan eğitimci” mi, diye sormaktan kendini alamıyor... Öte yanda bu olayı, kızgınlık anındaki bir patlamanın sonucu gibi “anlık” olarak görmek de, bu tür kişilerin artmasına neden olabilir, günümüzün Türkiyesi’nde... “Anaokulu”nda, henüz anadilini tam öğrenememiş, dörtbeş yaşındaki bebelere İslamı daha iyi anlasınlar diye “Arapça” öğreten; “Kâbe”nin küçük bir örneği olarak ortaya konan kara bir kutunun çevresinde, bu yaştaki çocukları düşe kalka koşturarak “umre” yaptıran bir eğitim politikası güden bu ülkenin evetçi eğitimcisinden “beklenmeyecek” bir durum olmamalı... Öyle değil mi? Ve değerli dostlar, öğrencisi olmakla övündüğüm lisemizin, bize kazandırdığı en büyük değerlerden biriydi Atatürk’ün “Gençliğe Seslenişi’ni tanıtıp, bizden istediği görevin bilincine varmamızı sağlamak. Okul ana binasına adımınızı atar atmaz, girişteki geniş bölümde, Atatürk’e özgü bir köşe düzenlenmişti; Atatürk’ün bir “kaide” üstünde duran büstünün iki yanındaki sütunlarda, “Gençliğe Sesleniş” yazılıydı. Bu konuyla ilgili bir anımı, sizlerle paylaşarak yazıyı noktalasam diyorum; “coğrafya” öğretmenimiz Rauf Seymen, bu dersi uygulamalı işlemeye özen gösterirdi; dolaysıyla yaptığımız gezilerin birinde, “Şehir Hatları” vapuruyla giderken, vapurun hemen girişindeki büyük salonda topluca oturacak yer bulmuştuk; o tarihlerde bu salonun, kapısının olduğu duvarında, yaklaşık “40x80” santim büyüklüğünde, çerçevelenmiş “Gençliğe Sesleniş” asılı olurdu, biz de tam karşısında oturmuştuk; bir süre sonra öğretmenimiz, “biliyor musunuz çocuklar, Atatürk’ün gençliğe yaptığı bu çağrıda yer alan, ‘...yurdun içinde yönetim başında bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık ve üstelik hainlik içinde bulunabilirler!’ sözü, yaptığı uyarıların en önemlisidir!” dedi... Ne dersiniz değerli dostlar? Rauf Seymen öğretmenin, bu görüşüne siz de katılır mısınız? Atatürk’ün geçerliliğini yitirmeyen bu görüşüne... Not: Okul müdürünün bu “kı...ı kırık” söylemini, Erdoğan da “kı...ı kirliler” diye seslenerek sürdürdü... Evet, öğretmeni, cumhurbaşkanı böyle konuşan bir ülke... 19 OCAK 2018 SAYI: 33707 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06:49 06:32 06:53 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 08:18 13:21 15:49 08:00 13:05 15:36 08:19 13:28 16:03 Akşam 18:11 17:59 18:25 Yatsı 19:35 19:21 19:46 İnsanların hırsa dönüşmüş tüketim düşkünlüğü beni korkutuyor doğrusu. Her türlü hırs gibi bu hırs da kendinin ve başkalarının yaşadıklarını düşünmelerinin önünde bir engel oluşturuyor. Dünü, bugüne örnek gösterenlerden, dün bugünden hep daha iyiydi diyenlerden değilim. Zamanın, koşulların değiştiğinin, buna bağlı olarak insanların da sürekli değişim süreçleri yaşadıklarının, bunun kaçınılmazlığının farkındayım. Ama yine de zaman zaman eskilere, kendi çocukluk, gençlik yıllarıma yolculuklar yapıyorum.  HHH Eski okurlarım bilirler. Ben 1943 İstanbulCihangir doğumluyum. Oturduğumuz apartman, sonraları Başkurt olarak değiştirilen Sormagir Sokağı’nın yine sonradan Akyol olarak değiştirilen Tavukuçmaz Yokuşu’nun birleştiği köşedeki Tolunay Apartmanı idi.  II. Dünya Savaşı bittiğinde iki yaşındaydım. Savaş nedir, acı nedir, yoksunluk nedir... nasıl bilebilirdim ki o yaşta? Yaşım biraz ilerleyince annemden duyar olmuştum ekmek karnesi, kömür karnesi gibi sözcükleri. Evlerin çok büyük çoğunluğunda kalorifer bulunmadığı yıllardı. Sobalarda kokkömürü veya odun yakılarak ısınılırdı. Sokağımızın ilk modern kaloriferli yapısı Barış Manço’nun babası Hakkı Bey’in yaptırdığı Manço Apartmanı idi. Sanırım ilk kez 56 yaşlarındayken babamla kömürümüzü almaya gitmiştik Kuruçeşme’deki odunkömür depolarından birine. Yarım ton olan hakkı Dünden bugüne mızı bir kamyonete yükletip dönmüştük evimize. “Oh nihayet alabildik” diyerek sevincini dışa vuran annem karşılamıştı bizi kapıda. Yeri gelmişken anımsatayım. Bugün bir dizi eğlence mekânının yer aldığı Kuruçeşme sahili baştan başa odun ve kömür deposuydu. HHH Sokağımıza leblebiciler gelirdi o yıllarda. Leblebi, leblebi unu, leblebi helvası satarlardı. Herhalde ailelerimizde de bugünkü “hijyen” bilinci yoktu ki özellikle o leblebi helvasının nasıl yapıldığı pek sorgulanmazdı. Leblebici tüm ürünlerini eski gazetelerden yapılmış küçük kesekâğıtlarına koyardı. O gazeteleri kimlerin okuduğu, hastalıklı mı, sağlıklı mı oldukları, nereden toplandıkları da merak konu su değildi. Ne bileyim, belki de bugün çeşitli mikroplara karşı dayanıklılığımı o kesekâğıtlarına borçluyum. Bir sokak oyunumuz vardı, “gazoz kapağı ütme ce” diye. Sokaklardan toplardık kapakları. Her birinin ayrı bir mikrop yuvası olduğunu daha sonraki yaşlarımda düşünmeye başlamıştım. Her neyse o leblebicilerin kesekâğıtlarına, sokaktan toplanan o gazoz kapaklarına karşın 75. yaşımın arifesine gelebildim ya, ne mutlu bana... O yıllarda Cihangir kozmopolit bir semtti. Alışveriş yaptığımız bakkal Avram Efendi’nin, İspiro Amca’nın, kırtasiyeci Rober Abi’nin, berberimiz Avril Amca’nın adlarının “bir tuhaf” olduklarının farkındaydık ama gerisini merak etmezdik. Aynen sokakta birlikte oynadığımız arkadaşlarımızın adlarının gerisinde de ne olduğunu merak etmediğimiz gibi. Merak ettiğimizde ise hemen hepsi gitmişlerdi... HHH Evet, gofretin, kolanın henüz ülkemize gelmediği yıllardı. İnsanoğlu tanımadığını aramıyor. Biz de aramıyorduk. Zahmetle kavuşulandan hoşnut olmayı, olanla yetinmeyi sanırım o yıllarda öğrendik. Mütevazı hayatlarımızda mutluyduk. Biliyorum, gündem dışı bir yazı oldu. Fakat gündem o kadar iç karartıcı, o kadar can sıkıcı ki... Bir de ben tuz biber olmayayım diye kaleme aldım bu “havadan” yazıyı. Mazur göreceğiniz umuduyla... Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN [email protected] Hukuk devleti olmamak RIZA TÜRMEN Eski AİHM yargıcı Şahin Alpay ve Mehmet Altan’ın bireysel başvurularıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesi (AYM), 11 Ocak 2018 tarihinde karar verdi. Her iki gazeteci bakımından, tutuklama için gerekli olan suç işlendiğine dair kuvvetli belirtilerin ortaya konulmadığını, bu nedenle Anayasa 19. maddede düzenlenen “kişi hürriyeti ve güvenliği” hakkının ihlal edildiği sonucuna vardı. AYM, aynı zamanda gazetecilerin tutuklanmalarının ifade ve basın özgürlüğünü ihlal ettiğine de karar verdi. AYM, kararını “ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması” yani gazetecilerin tahliye edilmesi için ilk derece mahkemelerine gönderdi. Bundan sonra, 26. ve 13. Ağır Ceza Mahkemeleri’nin yapmaları gereken tek bir şey vardı: Gazetecileri tahliye etmek. Bu öylesine açık ve tartışma götürmeyen bir sonuç ki, hukuk devletinin askıya alındığı bir Türkiye’de bile bunun başka türlü olabileceği kimsenin aklına gelmedi. Ancak kimsenin aklına gelmeyen 13. ve 26. Ağır Ceza Mahkemesi yargıçlarının (muhalefet görüşü yazanlar dışında) ve siyasal iktidarın aklına geldi. İlk derece mahkemeler, kararı uygulamayı reddetti. Böylelikle, Türkiye’deki hukuk devleti krizi derinleşti, yeni bir boyut kazandı. Sorunun iki yönü var. 1. AYM’nin bireysel başvuru kararlarının bağlayıcılığı Anayasa’nın 153. maddesi, AYM kararlarının kesin olduğunu ve yasama, yürütme ve yargı organlarını bağladığını belirtir. 153. madde AYM’ye bireysel başvuru hakkı kabul edilmeden önce yazılmış bir maddedir. 2010’da Anayasa değiştirilip AYM’e bireysel başvuru hakkı kabul edilirken, bireysel başvurular 153. maddenin kapsamı dışında bırakılmadı. O nedenle, AYM’nin bireysel başvuru kararları, başka kararları gibi, kesin ve bağlayıcıdır. Ortada bir hukuk boşluğu yok. Bunu kabul etmemek, bireysel başvuru hakkını etkisizleştirmek sonucunu doğurur. AYM bir bireysel hakkın ihlaline karar verdiği takdirde, kararın nasıl uygulanacağı 6216 sayılı AYM’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ve AYM’nin iç tüzüğü ile düzenlenmiştir. 6216 sayılı kanunun 50. maddesine göre, AYM ihlal kararı verirken, ihlalin ortadan kaldırılması için yapılması gerekenleri hükmeder. İç KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK Anayasa Mahkemesi kararına benzer bir kararın AİHM’den çıkması durumunda, ağır ceza mahkemeleri ne yapacak? “AİHM kararlarını da tanımıyorum” mu diyecek? AİHM kararları ile AYM kararları arasındaki fark şu: AİHM kararlarının uygulanması devletin bir yükümlülüğü “Yerel mahkemelerin yerine geçe rek delil değerlendirmesi yapama yacağı”, “Ceza mahkemelerinin mahkumiyet ya da beraat yönün deki kararlarının yanlış olduğunu söylemeyeceği”, AYM’nin kendi sine tanınan sınırlar dışına çıka rak yetki gaspı yaptığı, dolayısıy la verdiği kararların kesin ve bağ layıcı olduğunun ileri sürüleme yeceği görüşlerine yer verdi. Baş bakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da “AYM’nin beraat kararı verme yetkisi yoktur” dedi. Önce, bir adli kontrol önlemi olan Alt mahkemelerin kararını tanımadığı AYM suskunluğunu koruyor. tutuklamanın, davanın esasıyla ilgili olmadığını belirtmek gerekir. tüzüğün 19. maddesine göre ise, AYM kararda ihlalin ve sonuçlarının hangi şekilde ortadan kaldırılabileceği hususunda yapılması gerekenleri belirtir. Alpay ve Altan kararlarında AYM tam da bunu yaptı. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlaline karar verdi ve bu ihlallere son vermesi, yani Alpay ve Altan’ın serbest bırakılması, için kararları ilk derece mahkemelerine gönderdi. AYM kararları kesin ve bağlayıcı olduğundan, ilk derece mahkemelerinin bu kararlara karşı direnme yetkisi yoktur. Anayasa ve yasalar ilk derece mahkemelerine böyle bir yetki vermemiştir. İlk derece mahkemeleri AYM kararlarını uygulamamakla Anayasa’yı açıkça ihlal ediyor. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 12.01.2016 tarihli kararı da bu görüşü doğruluyor. Yargıtay ka Tutuksuz yargılanan bir sanık hapis cezasına mahkum olabileceği gibi, tutuklu yargılanan bir sanık beraat edebilir. Tutuklama ile ilgili Anayasa’da, yasada, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki (AİHS) hükümlerin amacı, kimsenin özgürlüğünden keyfi bir biçimde yoksun bırakılmamasını sağlamak. Bu amaçla, demokratik bir toplum ve böyle bir toplumda görev gören yargı organları için büyük bir önem taşıması gereken “kişi özgürlüğünün” ancak hukuka uygun olarak ortadan kaldırılmasını güvence altına almak. Anayasa’nın 19. maddesi ancak bir kişinin suçluluğu hakkında “kuvvetli belirti” bulunması durumunda yargıcın tutuklama kararı verebileceğini öngörüyor. AİHS, tutuklama için “makul bir kuşku” ölçütünü arıyor. CMK’nin 100. maddesi “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut rarına göre, “AYM’nin bireysel başvuru sonucunda verdiği ihlal kararları, ... başvuruya konu idari işlem ya da karar açısından geçerli ve bağlayıcıdır. ... AYM’nin kararı karşısında, derece mahkemelerinin başvuru konusu somut olay ve kişi bakımından artık başka türlü karar vermesine ola delillerden” söz ediyor. AİHM’nin ve AYM’nin “kuvvetli suç şüphesi” olup olmadığını incelerken başvurduğu ölçüt şu: Üçüncü bir kişiyi suç işlendiğine ikna edebilecek somut deliller ya da olgular var mı? Bu soruya yanıt ararken, AYM, elbette tutuklama kararı veren mahkemenin dayandığı nak yoktur.” 2. AYM’nin yetki gaspı yaptığı savı kanıtları ve olguları incelemek zorunda. Bu kanıtların ve olguların üçüncü bir kişiyi suç işlendiğine ikna edebilecek nitelikte olup olmadığına bak AYM’nin kararına karşı direnen 13. Ağır Ceza Mahkemesi, tahliye talebini reddderken AYM’nin mak zorunda. AYM’nin “delilleri değerlendiremeyeceği” görüşü, davanın esasına ilişkin başvurular için doğru olabilir. Ama tutuklama için böy le bir görüşün kabulü, AYM’nin ilk derece mahke melerine ters düşen karar veremeyeceği gibi bir [email protected] sonuca yol açar. Oysa, AYM’nin yetki alanını ilk derece mahkemeleri değil, Anayasa çizer. AYM’nin kararı ile gazetecilerin hâlâ tutuk lu olmalarının hukuksal bir dayanağı kalmadı. Ortada fiili bir durum var. Bir ülkede insanlar hukuka aykırı, keyfi bir biçimde özgürlüklerin den yoksun kılınıyorsa, o ülkede hukuk devle tinden söz edilemez. ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] 3. Bundan sonra ne olacak? Bundan sonra AİHM, gazetecilerin öncelik verdiği başvurularıyla ilgili karar verecek. Karar, büyük bir olasılıkla, AYM’nin kararına benzer bir karar olacak. Ancak, AYM’nin kararına karşın gazetecilerin tutukluluklarının sürmesi yeni bir hak ihlali oluşturacak. AYM kararlarına benzer bir kararın AİHM’den çıkması durumunda, ağır ceza mahkemeleri ne yapacak? “AİHM kararlarını da tanımıyorum” mu diyecek? AİHM kararları ile AYM kararları arasındaki fark şu: AİHM kararlarının uygulanması devletin bir yükümlülüğü. Devlet, kararların uygulanması için gerekli önlemleri almak zorunda. AİHM olası kararı gereğince gazetecilerin tahliye edilmesi, ağır ceza mahkemelerinin ve genellikle Türk yargısının saygınlığı açısından olumlu bir sonuç doğurmayacağı ortada. Bunun yanında, AYM’ye bireysel başvuru yolunun, ilk derece mahkemelerinin kararlara uymaması nedeniyle etkisizleştirilmesi, AİHM’de, AYM’nin etkili bir iç yargı yolu olup olmadığı konusunda soru işaretlerine yol açacak. Bu konudaki tartışma, soyut bir akademik tartışma değil. İnsanlar hukuka aykırı olarak cezaevlerinde bulunuyor. Öte yandan, Türkiye’nin hukuk devletinden ne denli uzak olduğu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. Bu durumda, devlet yetkilileri “Bu yargı organları arasındaki bir tartışmadır. Ben karışmam” diyemez. Hukuk devletine uygun davranılmasını sağlamak devletin sorumluluğu. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle