29 Mart 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 21 Eylül 2017 10 Yazacaktım, korktum, vazgeçtim... Tam da başlıktaki gibi oldu. Medya, siyasetin tepeleri Barzani yönetiminin 25 Eylül’de yapacağı referandumla yatar kalkarken “Başka bir konu seçip klavyede dolanmak yakışık almaz” diye düşündüm. İyi de bu çok yönlü, çok çapraşık ve çok çeşitli duyarlıklar barındıran bir konu. Örneğin Türkiye’nin Kürt siyasal hareketinin çok büyük bir kesimi çok uzun süredir bir “Kürt ulusdevleti” kurulmasından yana olmadığını defalarca açıkladı. Oysa Barzani’nin başını çektiği siyasal hareket bal gibi bir “Kürt ulus devleti” hedefine kilitlenmiş durumda. Tartışılan sadece zamanlamadan ibaret. Bir “Kürt ulus devleti” kurulmasından yana olanlarla olmayanlar arasındaki bu derin ve temel ayrılık enine boyuna tartışılmalı değil mi? Sadece Türkiye’de de değil. Irak Kürdistanı’ndaki bütün Kürt grup, parti ve hareketlerinin referandum konusunda “tek ses, tek yürek” olduğunu söylemek de mümkün değil. Ama asıl önemlisi 25 Eylül referandumuna karşı Türkiye’nin, yani AKP iktidarının tavrı. ABD’nin, AB’nin, Çin’in, Rusya’nın, İran’ın tutumları bir yana, Irak’la uzun bir sınırı bulunan Türkiye’nin tutumu çok yakıcı. Sınırda yapılan askeri yığınağa, Barzani yönetimine mesaj veren askeri manevralara, siyasetin en tepelerinden gelen “Bu bir savaş sebebidir” yollu açıklamalara bakarsak, “Bu Irak’ın iç sorunudur, izleyelim ve izlemekle yetinelim” demek mümkün değil. Bu sahiden bir savaş nedeni olacaksa sonuçlarını tahmin edebilmek için deha gerekmiyor. Böylesi dehşet verici, zaten barut fıçısından beter Ortadoğu’yu allak bullak edecek bir sonucu önlemek için yazılacak çizilecekler ise AKP iktidarının kalemşörleri ve tepeleri tarafından anında “Vatana ihanet, Türkiye’yi bölmek parçalamak isteyenlere hizmet” olarak nitelenecek. Öylesi bir nitelemenin ardından da AKP yargısının harekete geçmeyeceğini, savcıların kolları sıvamayacağını ummak için salak ya da çocuk olmak gerek. Ne salağım, ne çocuk. Yazacaktım, korktum ve vazgeçtim... HHH Bu kadarla da kalmıyor. Yukarıdaki “AKP yargısının harekete geçmeyeceğini, savcıların kolları sıvamayacağını” cümleciği de sorunlu, riskli. O cümleciği açmak, örneklerle kanıtlamaya çabalamak mümkün ama ardından “Vay sen bağımsız Türk yargısına hakaret ettin, ona olan güveni sarsmak için yazdın” denecektir ve önce savcılığa ifade vermeye, ardından da Silivri yolculuğuna çıkmayacağıma ilişkin hiçbir güvenceye sahip değilim, değiliz... O yüzden de yazacaktım, korktum ve vazgeçtim... HHH Yukarıda rasgele bir konu seçtim ve o konunun barındırdığı tehlikeleri aktarmaya çabaladım. Peki, Rusya ile S400 füzeleri anlaşması üstüne bir Tırmık döktürmeye çabalasam mı? “Ne Rus füzeleri, ne NATO füzeleri, açsın barışın çiçekleri” başlıklı bir Tırmık yazmak bana da belki size de keyif verirdi. Ama S400 anlaşmasının daha mürekkebi bile kurumadı. “Hangi füzeleri almalı” tartışmasının budalaca olduğunu tartışan bir yazının, hünerli bir AKP savcısının iddianamesinde “Halkı askerlikten soğutmak... Ülkenin savunma gücünü zayıflatmak... Milli çıkarlara aykırı fikirler yaymak” gibi suçlamalara konu olmayacağından emin misiniz? HHH Size Türkiye medyasında bir gazete yazarının günlük “fikir jimnastiği”nden birkaç sahne aktardım. Mesleğin ak adına kara sürmemeye kararlı meslektaşlar arasında tek değilim. Pek çok arkadaşım, meslektaşım benzeri kaygılarla kamera önüne çıkıyor, klavye başına oturuyor. Bugün hiç olmazsa bugün ödlek bir gazeteci olmayı tercih ediyorum. Yazacaklarımdan korkuyorum ve yazmaktan vazgeçiyorum ve yazıya noktayı koyuyorum... Darp edilen gazeteci Hayati Yıldız serbest Diyarbakır’da 17 Şubat’ta gözaltına alındığı sırada polislerce darp edildikten sonra tutuklanan gazeteci Hayati Yıldız hakkında “Örgüte üye olmak”, “ Ateşli silahlar yasasına muhalefet” etmek suçundan 6 yıldan 21 yıla kadar hapis istemiyle açılan davanın ilk duruşması görüldü. Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davada Kürtçe savunma yapan Yıldız, kendisini gözaltına alan polisler tarafından darp edildiğini, polislerin kendisini infaz etmekle tehdit ettiğini belirtti. Yıldız’ın avukatları, müvekkilinin polis takibinde olduğunu ve yapılan asılsız bir ihbar nedeniyle gözaltına alındığını belirterek, ihbarın yakalama sonrasında yapıldığına dikkat çekti. Mahkeme Yıldız’ın adli kontrol tedbiriyle tahliyesine karar vererek duruşmayı kasım ayına erteledi. lYurt Haberleri haber EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Kuvvetli şüphe nerede?Eski AİHM yargıcı Rıza Türmen’den Cumhuriyet davası yargıçlarına açık mektup 11 EYLÜL’DE verdiğiniz kararda kuvvetli suç şüphesinin varlığını AİHM tutuklanmanın hukuka aykırı olduğu yolunda bir karar vurgulamışsınız. Kuvvetli suç şüphesi 3. kişiyi suç işlediğine ikna verirse, hükümet bu kararı uygulamakla yükümlüdür. Kararın edecek somut verilerin bulunmasına bağlı. Siz tarafsız bir üçün uygulanması, ihlale yol açan nedenin ortadan kaldırılması an cü kişi olsanız ve size “Bu gazete yayın ilkelerini değiştirdi. Böy lamını taşır. Cumhuriyet çalışanlarının AİHM kararı sonucu ser lelikle örgüte yardım suçunu işledi” denilse, ikna olur musunuz? best kalmaları Türkiye bakımından ağır bir sonuç olmaz mı? Sayın Yargıçlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde 10 yıl yargıçlık görevini üstlenmiş bir meslektaşınız olarak Cumhuriyet gazetesi yazar ve çalışanlarıyla ilgili dava hakkında bazı görüşlerimi sizinle paylaşmak istedim. Bunu yaparken, görülmekte olan davanın esasına ilişkin bir görüş belirtmemeye, 11 Eylül tarihinde verdiğiniz tutuklamanın devamı kararıyla sınırlı kalmaya özen göstereceğim. ÇAĞLAYAN ADLİYESİ’NDE BUGÜN 25. KEZ ADALET NÖBETİ TUTULACAK AİHS her şeyin üstünde 1. Önce, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) Türk hukukundaki normlar hiyerarşisindeki yeriyle başlayalım. Türkiye, Anayasa’nın 90. maddesinde, 2004’te yaptığı bir değişiklikle, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası anlaşmalarla kanunların, aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası anlaşma hükümlerinin esas alınacağını kabul etti. Bu değişiklikle Türkiye AİHS’yi kendi hukuk sisteminin bir parçası haline getirdi. AİHS’nin, içtihadı da kapsadığı kuşkusuz. Bu değişiklik AİHS ve kararlarını, Türk hukukundaki normlar hiyerarşisi bakımından yasaların üstüne yerleştirdi. Dolayısıyla AİHM kararları yargılama sırasında taraflarca ileri sürülebileceği gibi, yargıçların da kendiliğinden AİHM kararlarını göz önünde bulundurmaları gerekir. Anayasa bunu emreder. Kaldı ki, anayasa değişikliği yapılmasaydı bile AİHS, Türkiye’nin taraf olduğu bir uluslararası sözleşme. Türkiye bu Sözleşme’den doğan yükümlülüklerini yerine getirmek zorunda. Sözleşme’nin 1. maddesi her devletin yetki alanı içindeki herkese Sözleşme’de öngörülen hak ve özgürlükleri sağlamak zorunda olduğunu belirtir. Başka bir deyişle, Sözleşme’yi uygulamakla birinci derecede sorumlu olanlar ulusal makamlar. Ulusal makamlar bu sorumluluklarını yerine getirmezler ve bu nedenle bireylerin hak ve özgürlükleri ihlal ediliyorsa o zaman iş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) düşer. Bundan şu sonuç çıkıyor sayın yargıçlar, siz sadece Türk yasalarını uygulamakla sorumlu değilsiniz. Siz aynı zamanda AİHS’nin de Türkiye’deki uygulayıcısısınız. O nedenle karar verirken, AİHS’ye ve AİHS kararlarındaki ilkeleri göz önünde bulundurmak, onlara uygun davranmak zorunluluğunuz var. Ahmet Şık kararı 2. Sayın yargıçlar, görülmekte olan davada tutukluluğun devam etmesine karar verilen sanıklardan biri de Ahmet Şık. Ahmet Şık daha önce de yazdığı kitap nedeniyle tutuklanmış ve gazeteci Nedim Şener ile birlikte tutuklu yargılanmıştı. AİHM 08.07.2014 tarihinde verdiği kararda Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmalarının Sözleşme’nin kişi özgürlüğüne ilişkin 5. maddesine ve tutuklu yargılanmalarının ifade ve basın özgürlüğüne ilişkin 10. maddesine aykırı olduğuna karar verdi. Bu karar, mahkemenizin yaptığı yargılamayla yakından ilgili olduğundan mutlaka okumuşsunuzdur. Basın özgürlüğü demokrasiyle çok yakından bağlantılı olduğundan, AİHM bu konuya büyük bir önem verir. AİHM’ye göre, basın demokrasinin bekçisidir. O nedenle gazetecilerin özgürlüklerinden yoksun bırakılmasını ancak şiddete teşvik ya da nefret söylemi gibi son derece istisnai durumlarda kabul eder. Bunun dışında, gazetecilerin cezaevine konulmasını, hatta ceza yargılamasına tabi tutulmasını, basın üzerinde baskı, korku, caydırıcı etki yaratacağı ve bu da toplumda olumsuz etkiler doğuracağı için basın özgürlüğünün ihlali olarak görülür. Gazetecilerin tutuklu yargılanmaları ise, basın özgürlüğünün çok ciddi bir biçimde ihlalidir. AİHM bu görüşlerini, Nedim Şener ve Şık/Türkiye, Campana ve Mazare/ Romanya (Büyük Daire Kararı, 2004, paragraf 114115), Dammann/İsviçre (2006, paragraf, 57) ve başka birçok kararda bulabilirsiniz. Taner Akçam/ Türkiye (2011) kararında AİHM daha da ileri gitmiş ve Akçam hakkında açılan soruşturma takipsizlikle sonuçlanmış olsa dahi, soruşturma açılmış olmasının yarattığı yıldırma ve caydırıcı etki nedeniyle ifade ve basın özgürlüğünün ihlaline karar vermişti. 11 Eylül’de verdiğiniz ara kararda, AİHS’nin ifade özgürlüğünün hangi durumlarda sınırlanabileceğini belirten 10/2 maddesine gönderme yapıyorsunuz. Oysa, AİHM’nin bu maddeyi nasıl yorumladığını ve uyguladığını yukarıda değinilen kararlardan anlayabiliriz. Bu kararlarda da görüleceği gibi, AİHM’in Akın Atalay’dan Adalet Nöbeti’ne mesaj Dayanışmanın gücü Akın Atalay Gazetemizin yayın politikasının hedef alındığı dava kapsamında asılsız ve akıl dışı iddialarla tutuklu bulunan avukat Akın Atalay nezdinde tüm haksız tutuklamalara karşı çıkmak için avukatların Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde başlattığı Adalet Nöbeti bugün 25. kez tutulacak. Bugün saat 11.30’da Çağlayan Adliyesi’nde tutulacak nöbetin ardından 12.15’te adliyenin C kapısının önünde Anayasa Hukukçu su Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ve Konak Belediye Başkanı Sema Pekdaş birer konuşma yapacak. Eylemde ayrıca Akın Atalay’ın cezaevinden gönderdiği mesaj okunacak. Atalay mesajında şu ifadeleri kullandı: “Sevgili Adalet nöbetçileri, 25 haftadan beri her perşembe günü bizler için nöbettesiniz. Neredeyse adaletsizliğin sembolü haline dönüşen Avrupa’nın en büyük adliye binasının geniş avlusunda adalet ve özgürlük için bizimle el ele tutuşuyorsunuz. Sizi düşündükçe, ünlü Latin Amerikalı yazar Eduardo Galeano’nun aktardığı yaşanmış bir olayı anımsıyorum: 2001 yılında İtalya’da Treviso ve Cenova takımları arasındaki futbol maçında sürpriz bir olay gerçekleşmiş. Treviso’nun Nijerya kökenli Afrikalı oyuncusuna yönelik, tribünlerden hiç kesilmeyen ıslıklar, alaycı sesler, ırkçı tezahüratlar yapılıyormuş. Maçın ikinci yarısında ise ortalığı bir sessizlik kaplamış. Zira, Trevisolu diğer on futbolcu sahaya yüzlerini siyaha boyayarak çıkmışlar. Dayanışmanın gücü ve güzelliği. Adalet nöbetçilerine selam olsun.” 10/2 maddeyi anlayışı ile 11 Eylül ara karardaki anlayışın taban tabana zıt olduğu açık. Muhalifken yandaş olanlar 3. Sayın yargıçlar, 11 Eylül’de verdiğiniz tutuklamanın devamı ile ilgili ara kararın, Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Ahmet Şık’a ait bölümünde tutuklama için gerekli olan kuvvetli suç şüphesinin varlığını vurgulamışsınız. Kuvvetli suç şüphesinin karardaki en önemli dayanağı ise, gazetenin Cumhuriyet Vakfı’nda yazılı ilkelerden ayrılması. AİHM ölçütlerine göre, kuvvetli (ya da AİHM terminolojisinde makul) suç şüphesi üçüncü bir kişiyi suç işlediğine ikna edecek somut verilerin bulunmasına bağlı. Sayın yargıçlar, siz tarafsız bir üçüncü kişi olsanız ve size “Bu gazete yayın ilkelerini değiştirdi. Böylelikle örgüte yardım suçunu işledi” denilse, ikna olur musunuz? Muhalif basınken yandaş basın olmak zorunda kalan bütün gazeteler ve TV kanalları da yayın ilkelerini değiştirdiler. Kararda yer verilen “Vakıf Senedi’ndeki ilkelerden ayrılmayı da kanıtların bir bütün halinde değerlendirilmesi” genel kavramlar. Oysa “kuvvetli şüphe”nin oluşması için somut verilerin ortaya konulması gerekir. Nasıl ki, Şener ve Şık/Türkiye Rıza Türmen davalarında, AİHM mahkemenin tutuklama için gösterdiği genel gerekçeler, somut nitelik taşımadığından yetersiz bulmuş ve Sözleşme’nin 5/3 maddesinin ihlal edildiğine karar vermişti. İki karar aynı olamaz 4. Makul ya da kuvvetli şüphenin bulunup bulunmadığı tartışması tutuklamanın hukuka uygunluğu ile igili. Ancak aradan bir yıla yakın (324 gün) bir süre geçtikten sonra başlangıçtaki makul şüphenin varlığı yetmez. Tutuklamanın devamı için makul kuşkunun ötesinde, başka nedenlerin bulunması gerekir. Dolayısıyla, Temmuz’da verilen tutuklamanın devamı kararıyla yaklaşık 3 ay sonra verilen kararın farklı nedenleri içermesi aranır. Oysa iki karar arasında, hiçbir fark gözetilmemiş. İki karar da tıpatıp aynı. Sayın yargıçlar, kararınızda tutuklamanın devamı için gösterilen gerekçe “delillerin korunması” ve tanıklar üzerinde baskı yapılmasının önlenmesi. Oysa AİHM içtihadında böyle genel, soyut gerekçeler tutukluluğun devamı için yeterli değil. Somut kanıtlarla desteklenmeleri aranır. Kaldı ki, yargı sürecinin geldiği noktada hâlâ delillerin toplanmamış olması, düşünülmez. Kadri Gürsel ile ilgili olarak yazılan karşı oy yazısında, tanıkların büyük ölçüde dinlendiği, delillerin toplanmış olduğu gözetildiğinde delil karartma olasılığının bulunmadığı belirtiliyor. Aynı nedenlerin başka tutuklular için de geçerli olmadığını düşünmek için neden yok. Bu konuda, Clooth/Belçika (1991) kararını ilgi çekici bulabilirsiniz. Bu kararda, soruşturmanın gereksinmelerinin soyut bir biçimde ileri sürülmesinin, tutukluluğun devamını haklı gösteremeyeceği, süre uzadıkça tutukluluğun sona erdirilmesinin taşıyacağı risklerin azalacağı belirtilir (paragraf 42, 43, 44). Benzer görüşleri Becceiev/Moldova (2005) ve başka kararlarda da bulabilirsiniz. Genel ve soyut ifadeler 5. Öte yandan ara kararınızda, adli kontrol önlemlerinin yetersiz kalacağı belirtiliyor. Burada da aynı sorunla karşılaşıyoruz. Bu genel ve soyut ifade tutukluluğun devamının gerekçesi olamaz. CMK 109. maddedeki adli kontrol önlemlerinin neden yetersiz kalacağının somut olarak belirtilmesi gerekir. Cahit Demirel/Türkiye (2009) kararı, Türkiye’de tutuklamadan kaynaklanan sorunların iyi bir özetini yapar. Herhalde dikkatinize getirilmiştir. Bu kararda, “Suçun niteliği, delillerin durumu ve dosyanın içeriği” gibi klişe gerekçelerin tutukluluğun devamını haklı gösteremeyeceği, bununla birlikte başka adli kontrol önlemlerine yer verilmemesinin de Sözleşme’nin tutuklamaya ilişkin 5/3 maddesinin ihlaline yol açağı belirtiliyor. Korkarım ki sayın yargıçlar, AİHM’nin Cahit Demirel davasındaki ihlal nedenleri bu dava için de geçerli olacak. Türkiye açısından ağır sonuç 6. Sayın yargıçlar, unutmamak gerekir ki, tutuklu olan kişiler, haklarında hüküm verilmemiş, masumluk karinesinden yararlanan kişiler. Bu kişileri uzun süre özgürlüklerinden yoksun kılmak için çok ciddi somut nedenler bulunması gerekiyor. 11 Eylül tarihli ara kararınızda ileri sürdüğünüz gerekçelerin bu nitelikte olmadığını söylemek zorundayım. Sorunun bir de basın özgürlüğü yanı var. Gazetecilerin tutuklu yargılanması zaten kabul edilmez bir durum. Sayın yargıçlar, AİHM tutuklanmanın hukuka aykırı olduğu ve basın özgürlüğünün ihlalini oluşturduğu yolunda bir karar verirse, hükümet bu kararı uygulamakla yükümlüdür. Kararın uygulanması, ihlale yol açan nedenin ortadan kaldırılması, yani tutukluluğun sona erdirilmesi anlamını taşır. Cumhuriyet gazetesi çalışanlarının AİHM kararı sonucu serbest kalmaları Türkiye bakımından ağır bir sonuç olmaz mı? Bu soruyu takdirinize sunarım. Eski bir Anayasa Mahkemesi Başkanı “Duruşma salonuna her girdiğimde, kendimin yargılandığını düşünürüm” diyor. Bu sözlerin bütün yargıçlar için geçerli olduğunu düşünüyorum. Saygılarımla. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle