22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 14 Ağustos 2017 KEMAL GÖKTAŞ kemal.goktas@cumhuriyet.com.tr EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN TASARIM: ECE KURTULUŞ söyleşi 11 zor soru ‘Türkiye’nin değil AKPMHP blokunun beka sorunu var’ HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Alp Altınörs: Bize ulaşan bilgiler, AYM’nin vekillerimizin özgürlüğü yönünde karar aldığı ama Saray’ın blokajı nedeniyle açıklayamadığı yönünde. Siyaset, 16 Nisan referandumunun atmosferinden hızla çıktı ve 2019 başkanlık seçimlerinin ‘ön kampanyaları’ başladı. İktidar kendi dışındaki her siyasi akımı ve dolayısıyla kendi seçmen tabanı dışındaki her toplum kesimini tehdit eden dili, bu sefer üst bir boyuta taşıyarak yeniden kullanmaya başladı. Tehditler artık CHP Genel Başkanı’nın yandaş gazetelerde tutuklanacaklar listesinde zikredilmesine kadar vardı. Üstelik aynı olasılık, iktidar sözcüleri tarafından da ima edilmeye başlandı. Eş genel başkanları ve milletvekilleri, belediye başkanları, yöneticileri tutuklanan, kamusal alandaki sesi tamamen kısılan HDP ise ‘olağan şüpheli’ olarak sürekli baskıların hedefinde. HDP’nin Kürt siyasetinden gelmeyen, sosyalist kanadından bir siyasetçi olarak tutuklamalardan nasibini alan ve 10 ay cezaevinde kalan HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Alp Altınörs ile HDP, Kürt sorunu ve 2019 seçimlerini konuştuk. Kalıcı ortaklık için n HDP kendini bir daha 7 Haziran’daki gibi güçlü biçimde var edebilecek mi? Sorun, tek başına HDP’nin etkinliği değil. Gelinen noktada, hiçbir parti eski tarzda etkinlik gösteremez. Meclis’in yetkileri törpülendi. Yargı, siyaseti dizayn eden bir çekiç gibi kullanılıyor. Bütün siyasi hayat Beştepe’deki Saray’ın içine tıkılmaya çalışılıyor. Dolayısıyla, herkesin yeni yollar bulması gereken bir dönemdeyiz. HDP, müzakere sürecini, Türkiye’nin topyekün demokratikleşmesi perspektifine bağlamak istedi. Gezi’nin özgürlük taleplerini, Kürt sorununun demokratik çözümüyle birlikte ele aldı. Böylece 7 Haziran’da Türkiye’nin tabandan demokratikleşmesi gündeme girdi. Buna Erdoğan yönetiminin yanıtı savaşı yeniden başlatmak oldu. Suruç Katliamı’yla psikolojik eşik kırılması yaşandı ve ülke doludizgin bir savaş ortamının içine itildi. 10 Ekim’de savaşı durdurmak için Ankara’da buluşan yüz binlerin sesi de katliamla boğuldu. Ülke cehennem ateşine atılarak 1 Kasım’da iktidar yeniden AKP’nin ellerinde tekelleştirildi. HDP ve demokratik güçler, o günden bu yana uzun soluklu ve kararlı bir direniş içerisinde. Türkiye’nin geleceği, bu direnişin sonuçlarıyla belirlenecek. n HDP’nin 7 Haziran sonrası politik hattı çok eleştirildi. 7 Haziran’dan beri bütün televizyon kanallarında “non stop” HDP eleştirisi izledik ve tek bir HDP’liye yanıt hakkı verilmedi. HDP’nin siyasi alanını daraltmak için büyük bir abluka kuruldu. Buna rağmen 16 Nisan’da HDP seçmeni, tutuklu eşbaşkanların çağrısına uyarak “Hayır” oyu verdi. Geçen 2 yılda HDP’nin Türkiye siyasetinde kalıcı bir akım olduğu görüldü. HDP bu direngen tavrı sergileyemeseydi referandumda hileli değil, hakiki bir “Evet” çıkardı. HDP eşbaşkanları dışarıda olsaydı, “Hayır” çok daha yüksek olur, hileyle sonuç değiştirilemezdi. Demokrasi güçleri, HDP’nin direnişine çok şey borçludur. n HDP’nin Türkiyelileşme iddiası devam ediyor mu? 16 Nisan’da Ankaraİstanbulİzmir ile DiyarbakırVanMardin omuz omuza durdu. Bu az şey değil. Ne var ki bu ortak duruş, henüz ortak bir demokratik mücadeleye dönüştürülmedi. Özellikle Batı metropollerinde, demokratik kitlelerde Kürt halkına karşı büyük bir önyargı var. 16 Nisan Türkiye’nin bütün demokratlarına bir şey söyledi: Demokrasiyi gerçekten istiyorsak, bu iktidarın zulmünü, zorbalığını yenmek istiyorsak, Kürt halkıyla birleşmek zorundayız. İddiamız, Türkiye halklarının 16 Nisan’da sergilediği ortak demokratik duruşu kalıcı bir ortaklığa dönüştürmektir. n 7 Haziran’dan sonra bu iddianın toplumda ve siyasette nesnel karşılığı çok zayıflama dı mı? Türkiye’nin 1920’deki gibi ye ni bir halklar ittifakına ihtiyacı var. Buna, ‘ortak vatan ve demokratik cumhuriyet cephesi’ diyebiliriz. Bu ittifakı, 1920 Meclisi ve 1921 Anayasası temelinde kurabiliriz. Tabii ki, o dönemde “gayrimüslim” denilerek dışlananları da içererek ve 21 Anayasası’nın demokratik maddelerinin 1924 Anayasası’yla lağvedildiğini unutmadan. Meclisler sistemi n Yaklaşık 100 yıl önce yapılan bir Anayasa nasıl bir çözüm gücü olacak? Türkiye tarihinde, seçimle gelen kurucu bir Meclis tarafından hazırlanan yegâne anayasa 21 Anayasası. Meclis egemenliğini de yerel halk meclislerini de demokratik özerkliği de içeriyor. 16 Nisan’da getirilen Başkancı sistemin karşısında gerçek alternatif, yerel halk meclislerinden TBMM’ye uzanan bir ‘meclisler sistemi’dir. n Suriye ve Ortadoğu’daki gelişmelerin Kürt siyasetinin ana hedefini değiştirdiği ifade ediliyor. Bu koşullarda sorunun sadece Türkiye’deki aktörlerle çözümü mümkün olur mu? Müzakere sürecine hiçbir dış ülkenin dahli yoktu ama AKP’nin ufku, Kürt sorununu çözmeye yetmedi. CHP de sürece katkı sunmadı. Erdoğan 7 Haziran’da oy kaybedince, ma HDP’nin sosyalist kanadından Alp Altınörs, Kemal Göktaş’ın sorularını yanıtladı. sayı devirdi. Gelinen noktada, Kürt sorunu uluslararasılaştı. Artık dengeler, büyük oranda, Suriye ve Irak üzerinden belirleniyor. Bu ülkeler de, Rusya ve ABD’nin hâkim olduğu alanlar. Kürt hareketi, hem Rusya hem ABD’yle ilişkiler kuruyor, ama her ikisine de tek yanlı bağımlılıktan sakınarak, kendi bağımsızlığını da korumaya çalışıyor. Oysa, Suriye Kürtleriyle, öncelikle Ankara’nın güçlü ilişkiler kurması gerekmez miydi? Ankara ‘Kürtlerin hak sahibi olmasına karşıyız’dan başka bir söylem üretemiyor. AKP, müzakere sürecinde, büyük bir tarihsel imkânı, küçük hesaplarla yok etti. Umarız bugün muhalefette olan partiler, AKP sonrası dönem için Kürt sorununa dair yaklaşımlarını demokratik temelde belirlerler. Ortadoğu ortak evi n Emperyalizmin müdahaleleri buna olanak verir mi? Doğru olan Ankara, Şam, Tahran ve Bağdat’ın Kürt ulusuyla yeni bir ilişki kurmayı başarabilmeleri. O zaman bölgede ne ABD ne de Rusya bu denli açıktan müdahalede bulunabilir. Bağımsız Türkiye isteyenlerin, Kürt sorununda demokratik çözümden yana olması gerekir. Böylece ‘Ortadoğu Ortak Evi’ne doğru ilerleyebiliriz. Bir dönem Latin Amerika’nın yaptığı gibi, Ortadoğu da emperyalizme karşı bölgesel bir birliktelik geliştirebi lir. Bunun ön koşulu, ulusal, dinsel, mezhepsel çatışmaların aşılmasıdır. Öcalan’ın 2013 Newroz mesajı, Bağımsız Ortadoğu vurgusunu içeriyordu. n Hükümet Kürt sorunu ve diğer pek çok meselede ‘Türkiye’nin bir beka sorunu olduğu’ iddiasıyla politika üretiyor. Bu söylemle tek adam yönetimi, OHAL meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Türkiye ne ‘hasta adam’ ne de beka sorunuyla karşı karşıya. Bu Devlet Bahçeli başta, sağcıların uydurması. Tam tersine, Türkiye’nin toplumsal gelişme düzeyi, AKP ve MHP’yi aştığı için, bu iki partinin beka sorunu var. 90 yıllık Kürt sorununu, ilk kez müzakerelerle ele almayı başarmış, üç yıl çatışmasızlık sürecini yaşamış, 15 Temmuz darbesini birleşik bir toplumsal dirençle bertaraf etmiş bir ülkenin ‘hasta adam’ olduğunu kimse iddia edemez. Bu toplumsal gelişim düzeyi, 7 Haziran seçimlerinin gündeme getirdiği topyekün demokratikleşmenin de temelidir. Türkiye er ya da geç, 7 Haziran’ın aydınlık gündemine dönecek. AYM’ye Saray engeli n HDP özellikle Demirtaş’ın ve Yüksekdağ’ın tutukluluğu konusunda yeterli ses çıkarabiliyor mu? Eşbaşkanlarımız, tutukludan ziyade, siyasi rehine pozisyonundalar. AYM’nin açık içtihadına rağmen, hukuk çiğnenerek hapiste tutuluyorlar. Diyarbakır’da İdris Baluken için, AYM içtihadını dayanak göstererek tahliye kararı veren mahkemenin bütün üyeleri sürgün edildi ve Baluken yeniden tutuklandı. Figen Yüksekdağ’ın milletvekilliği, FETÖ’cü bir heyetin verdiği 10 aylık cezaya dayanılarak düşürüldü. Demirtaş, 10 aydır tutuklu olduğu halde duruşma tarihi belli değil. Daha mahkemeye çıkartılmadan, Erdoğan “terörist” ilan ederek hüküm kesti. Hangi hukuktan söz edebiliriz? Ortada demokratik kamuoyunun etkileyebileceği bir mahkeme süreci, hukuksal bir yargılama yok. AYM kendi içtihadının dahi arkasında duramadı. Gayriresmi kanallardan ulaşan bilgiler, AYM’nin milletvekillerimizin özgürlüğü yönünde karar aldığı ama bunu Saray’ın blokajı nedeniyle açıklayamadığı yönünde. AYM’nin bir yıldır süren suskunluğu artık bozulmalı. Aksi halde, muhtemelen süreç AYM’yi aşarak AİHM’de görüşülmeye başlanacak. Serbest seçimlerin de sonu geldi n CHP’nin Adalet Yürüyüşü ile HDP’nin Vicdan ve Adalet nöbetlerinin ortaklaşacağı bir zemin neden bulunamadı? Adalet Yürüyüşü, bir nevi CHP’nin özeleştirisiydi. Zira tıpkı eşbaşkanlarımızın tutuklanması gibi, Enis Berberoğlu’nun tutuklandığı süreç de muhalefetin dokunulmazlığının kaldırılmasına evet vermesiyle başladı. Hapishanelerle sadece HDP’lilerin tanışacağı düşünülüyordu, ama öyle olmadı. Bütün partilerin mevcut durumun nasıl değiştirilebileceği üzerine ciddi biçimde düşünmesinin zamanı geldi. 16 Nisan’da halk iradesi bizlere bu sorumluluğu yükledi. Birileri ne der, yandaş basın ne yazar kaygılarıyla bu süreç aşılamaz. Siz doğru yolda yürüyün ve kim ne derse desin. Bu iktidar, gücünü, karşıtlarını böl me kapasitesinden alıyor. Muhalefet partilerinin güçsüzlükleri ise, olumlu bir program etrafında birleşme yetersizliklerinden geliyor. HDP, Vicdan ve Adalet Nöbetleriyle toplumsal muhalefeti yeniden tabandan örme sürecini başlattı. Tek tip insanlık dışı n 2019 seçimlerinde ortak aday fikrine nasıl bakıyorsunuz? Sağcı bir adaya HDP evet der mi? 16 Nisan’ın hemen ardından, daha seçim hilelerinin bile peşi kovalanamamışken, 2019’un tartışılmaya başlanması, AKP hegemonyasının bir biçimi aslında. 16 Nisan’la birlikte, mevcut güç ilişkileri sürdükçe, Türkiye’de serbest seçimlerin de sonu geldi. 2019 hesaplarına kilitlenen siyasetçiler, örneğin, YSK seçimlerden bir gün önce “oy lar açık verilecek, sayım gizli yapılacak” kararı alırsa ne yapmayı düşünüyorlar? n Yani? Yani, önceliği mevcut güç ilişkilerini değiştirmeye vermek gerekir. Ortak aday projelerine ilkesel olarak kapalı değiliz. Bizim için önemli olan ortak amaç, hedef ve ilkelerdir. Demokratik, kadın özgürlükçü, ekolojik, emekten yana talepleri savunmayan, Kürt sorununda barışçıl demokratik bir çözümü öngörmeyen hiçbir adayı HDP’nin desteklemeyeceğini bugünden söyleyebiliriz. Herhangi bir ortak aday projesinin, Ekmeleddin İhsanoğlu deneyiminin özeleştirisi temelinde kurulması gerekli. n Tek tip elbiseye geçilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Tek tip elbise Guantanamo’da, Nazilerin toplama kamplarında, 12 Eylül zindanlarında, IŞİD’in boyun kesme videolarında insanlık dışı vahşetin sembolü oldu. Tek tip elbise işkencedir, kime olursa olsun uygulanmasına karşıyız. Darbe tutuklularına uygulanırsa, faşist darbecilerin kendilerini masum göstermelerine hizmet edecek. Siyasi tutsaklar, gerekirse İrlanda’da Bobby Sands gibi kirli bir battaniyeye sarılır, gerekirse 12 Eylül mahkemelerinde olduğu gibi donatlet çıkar, ama yine de tek tip elbiseyi giymezler. IŞİD zihniyeti devlete sızdı n ‘Yeni devlet’ açıklamasını nasıl okuyorsunuz? Bu yeni değil. Referandum sürecinde Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı Mehmet Uçum da söylemişti. 15 Temmuz’u bir milat ilan ederek yeni bir devlet kurduklarını söylüyorlar. Oysa yaptıkları, mevcut devlete kendi kadrolarını enjekte etmekten ibaret. Kürt’ün, Alevinin, sosyal demokrat ailelerin çocuklarının artık devlette yeri yok. Gülen Cemaati’nden boşalan yere başka cemaatleri dolduruyorlar. AKP’nin Gülen Cemaati ile hesaplaşması tümüyle yüzeysel. Zihniyet değişmediği için, Gülencilerin de farklı cemaatlerin çatısı altında yeniden devlete girmelerinin yolu açık. n Yaşananlara ‘kadro değişimi’ demek yeterli mi? 12 Eylül’ün kurumsal faşizminin yerini, tek adam yönetimine dayanan bir faşizm alıyor. Yenilik dedikleri bundan ibarettir. Tek adam yönetimlerinde devlet, oligarşik yapıdadır, yani dar bir zümrenin iktidarına dayanır. Ekonominin, siyasetin, yargının, yasamanın bütün köşebaşları hanedanvari bir grubun mensuplarınca tutulur. Ama böyle olduğu için de toplumsal dayanakları pek zayıftır. Bu tip yönetimlerin en iyi örnekleri Küba’da Batista ve Nikaragua’da Somoza rejimleriydi. 16 Nisan, tek adam yönetimine karşı dipten gelen dalganın yükselmeye başladığını gösterdi. Laiklik ve kadınlar n ‘Yeni devletin’ ayırt edici özelliklerinden birinin laiklikle olan ilişkisi olacağı açık. Laiklik mücadelesi HDP için ne anlama geliyor? AKP, İslamı iktidar mücadelesinin bir aracı yapıyor. “Allah tektir ve başka ilah yoktur” diyen bir inancın içinden buna itirazların yükselmesi kaçınılmaz. Nitekim Cihangir İslam, İhsan Eliaçık, Hüda Kaya, Nimetullah Erdoğmuş gibi isimler bu itirazları dillendiriyor. Laikliğin temel ölçütü, kadının toplumsal konumudur. İslamcı tasarımın kadın üzerinde yoğunlaşması da bunu gösteriyor. Kadını erken yaşta evlendirmeye, eve kapatmaya, her açıdan erkeğe bağımlı kılmaya yönelik kapsamlı bir proje yürütülüyor. Müftü nikâhı da bu projenin bir parçası. Zorunlu din dersleri kreşlere kadar indirildi. Eğitim, Ensar Vakfı gibi, adı tecavüz skandallarına karışmış kirli yapılara emanet edildi. Bütün liseleri imam hatipe çevirmek istiyorlar. IŞİD zihniyeti devlete sızdı. SünniHanefi mezhebinin bir yorumu, devlet dini haline getirilerek topluma empoze ediliyor. Biz, özgürlükçü ve demokratik bir laiklikten yanayız. Bu, herkes için inanç özgürlüğü demektir, tabii ki inanmama özgürlüğünü de içerir. Diyanet’in yerine bütün inançların sivil temsilcilerinin yer alacağı sivil bir inanç kurulunun kurulması bu alanı demokratikleştirecektir. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle