29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 8 Mayıs 2017 6 ‘Bir gün döneceğiz ve bizim olanı alacağız’ Geçen yıldan bu yana Mersin Üniversitesi’nde bildiriye imza atan 21 akademisyenin tamamı ihraç edildi. Akademisyenler yaşanan süreci Cumhuriyet’e anlattı. Mersin Üniversitesi’nde “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza atan 14 akademisyen son KHK ile üniversiteden ihraç edildi. Geçen yıldan bu yana Mer sin Üniversitesi’nde görev li, bildiriye imza atan 21 akademisyenin tamamı ih raç edilmiş oldu. Akade misyenler yaşanan süreci ABİDİN YAĞMUR Cumhuriyet’e anlattı. Mardin’in Derik ilçesin de 1980’de o zaman adı “Apocular” olan PKK’nin ilk silahlı ey lemlerinden birinde şehit olan Yüzba şı Beşir Bayraktar’ın oğlu Doç. Dr. Ulaş Bayraktar, medya tarafından linç edilen, hakkında soruşturmalar açılan ve en so nunda üniversiteden ihraç edilen akademisyenlerden. İhraç edilmesine şaşırmadığını belirten Bayraktar, “Üniversiteyle ilişkimiz birtakım unvanlar, makamlar değildi. Biz bilgiyi edinmeyi, dağıtmayı amaçlıyorduk. Wikipedia’nın başına gelenlerden farklı değil bizim başımıza gelenler. Üniversitenin cenderesinden kurtulmuş olduğumuz için heyecanlıyım. Hayallerimiz birikti. Soru ne yapa Mersin’de bildiriye imza atan 21 akademisyenin tamamı ihraç edildi. buraya komünist üniversite dendi. MGK kararıyla 30 tabip albay buraya gönderildi. Ulusalcı kimliği önde olan bir yö nı yoksul bırakmayı, aç bırakmayı hedefliyor. Bizim için vatan insandır, dildir, adalet, eşitlik, özgürlüktür. Biz vatanımı Özgür değilseniz sanat sizin neyinize cağız değil, nereden başlayacağız, hangisini yapacağız olacak” diyor. İhraç edilenler içinde en kıdemli öğretim üyesi Pof. Dr. Ayşe Gül Yılgör. 1992’de kurulan üniversitede 1993’te göreve başlamış. “Benim sicil numaram 17. Benden seneler sonra gelen Ahmet Çamsarı (rektör) beni atamaz. Gerçekliği, meşruluğu olmayan bir uygulama bu. Günün birinde döneceğiz ve bizim olanı geri alacağız” diyor Yılgör. Barış bildirisine herkesin kendi bireysel iradesiyle imza attığını, ortak noktalarının ise “ölümlerin durması temennisi” olduğunu kaydeden Yılgör, “Bildirinin yayımlanmasının ardından hukuksuz uygulamalar başladı. 1,5 yıl oldu ortada bir dava yok ama genç arkadaşlarımız dava gerekçesiyle işten atıldı” dedi. Üniversite yönetimi AKP’nin il örgütü gibi Bildiriye imza attığı için işten çıkarılan genç akademisyenlerin durumunu konuşmak üzere Rektör Ahmet Çamsarı ile görüşen heyette yer alan Prof. Dr. Mustafa Kalay, “Görüşmede Rektör Bey’in içinden Cumhurbaşkanı çıktı. ‘Sizin gibilerin üniversitede işi yok’ dedi” sözleriyle anlatıyor görüşmeyi. “Ben Maraş katliamından kıl payı kurtulmuştum. Bugün Maraşlı bir rektör tarafından işimden edildim” diyen Kalay, “Geçmişte de netim dayatıldı. Nasıl ki askeri yönetim buraya Uğur Oral’ı gönderdiyse şimdiki iktidar da abartılı beklentilerle Ahmet Çamsarı’yı gönderdi” diyor. 3 kuşağı kaybettik “Benim akademik maceram, Türkiye’de üniversitelerin son 20 yılının özeti gibi” diyen Prof. Dr. Atilla Güney de 20 yıl önce akademiye girişinin ”bölücü” olduğu gerekçesiyle engellenmek istendiğini hatırlatıyor. Güney, “Aradan 20 yıl geçti, ne değişti? Mahkeme kararıyla akademiye başlamıştım, bir başka hukuk metniyle, KHK ile akademiden atıldım. 2008’de Ulaş Hoca ile birlikte türbana özgürlük bildirisine imza koyduk. Bugünün muktedirleri o zamanın mağdurlarıydı. O bildiriyi hazırlayan şimdi sarayda danışman. Biz onların haklarını savunmuştuk, şimdi onlar bizim ipimizi çekiyorlar. 6 bin akademisyeni, 50 bin öğretmeni ihraç ettiler. Bu ülkenin 3 kuşağını kaybettik. Bu mu vatanseverlik” diyor. Prof. Dr. Çetin Veysal da, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu “Türkiye despotlaşıyor, totaliterleşiyor” sözleriyle özetliyor. Veysal, “Aslında bu yaşananlar tasarlanmıştı. Tek dil, tek devlet, tek bayrak, tek şef adım adım gerçekleştiriliyor. Liberal politikalar, serbest piyasa adı altında yağma düzeni kuruldu şimdi de köleleştirmeye gidiyor. Kendinden olmaya zı ekmeğimizden fazla sevdik. Ekmeğimizi elimizden alacaklarını bildiğimiz halde herkese iş, herkes aş dedik. Bildiriye imza attığınız için pişman mısınız diye soruyorlar. Hayır. Bin kere önüme gelse o bildiri bin kere imzalarım” diyerek yaşananları anlatıyor. Doç. Dr. Metin Altıok, Mersin Üniversitesi’ndeki barış bildirisi imzacısı akademisyenlerin ihraç edilmesini, üniversitenin yeniden dizayn edilmesi olarak yorumluyor. Altıok, “1990’larda, Demirel’in ‘toplumsal uzlaşma’ politikaları gereğince Mersin Üniversitesi sosyal demokratlara verilmişti. Ama sonraki süreçte Kürt fobisiyle Mersin Üniversitesi’ni dizayn ettiler. 2017’de de Kürt fobisiyle dizayn ediyorlar” diyor. Yrd. Doç. Dr. Hakan Altun ise Bülent Somay’ın “Bastırılanın geri dönüşü devrimdir” sözünü hatırlatıyor ve şöyle diyor: “Akademiyi sokağa saldılar, şimdi kendileri düşünsün. Arkamıza baktığımızda bir yıkım görüyoruz. Akademi de bu yıkımın küçük bir parçası. Ama bir şeylerin filizlenmesi için de bunların yaşanması gerekiyordu. Üzülecek değiliz. Bu bir sınavdı. Bizim için, arkadaşlarımız, kanımızda yıkanmak isteyenler için sınavdı. Biz bu sınavı alnımızın akıyla geçtik. Bildiriye imza attıktan sonra her yerde, emniyette, okulda bize ‘pişman mısınız’ diye soruyorlardı. Hiç kimse barış istediği için pişman olmasın.” Yrd.Doç. Dr. Veli Mert, barış bildirisine imza atan tek Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyesiydi. Yaşananlara sanatçı duyarlığıyla da baktığını kaydeden Mert, “Özgür değilseniz sanat sizin neyinize? Evrene, dünyaya tanıklık edeceksiniz ve tanıklığınızın söz hakkını kullanacaksınız. Eğer tanıklık ettiğime itiraz hakkım yoksa benim varoluş hakkım ortadan kalkar. Benim bu konuda kişisel öykülerim de var. Benim asistanımın babası öldü. Kimse bu öyküler üzerinden bakmıyor ‘Siz çetesiniz, örgütsünüz’ diyorlar. Buradaki akademik tavrı bir külli irade içinde görmek, cüzi iradeye hak vermemek adil değil” diyor. Yrd. Doç. Dr. Tolga Tören de, hem işten atılmalarında, hem ihraç edilmelerinde Rektör Çamsarı’nın kininin etkili olduğu görüşünde. Tören, diğer akademisyenlerin yaşananlara sessiz kalmasını şöyle yorumluyor: “Üniversitede olup da, bildiriye katılmasa da, akademinin ahlakını savunmak için ‘böyle olmaz’ demesi gereken sessiz ve büyük bir kitle var. Sessiz kalarak kendilerini kurtaracaklarını düşünseler de tarih bize, başkasının haksızlığına sessiz kalanların kurtulduğunu söylemez. Her şeyden önce kendi çocuklarının okuyacağı üniversitelerin tarumar edilmesine sessiz kalarak kendi çocuklarının geleceğiyle oynuyorlar aslında. Kendi tasfiye süreçlerine sessiz kalıyorlar.” Avrupa bu çığlığı duysun Almanya’dan destek Almanya’da bir grup barış akademisyeni 60 gündür açlık grevinde olan meslektaşları Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için bir günlük açlık grevi yaptı. Almanya’nın Köln şehrinde bir araya gelen ve aralarında Meral Camcı’nın da bulunduğu akademisyenler ortak bir açıklama yaptı. Açıklamada Gülmen ve Özakça’nın yalnız olmadığı belirtilerek, arkadaşlarına destek olmak için bulundukları kentlerde süreli, dönüşümlü açlık grevine başladıkları ifade edildi. Açıklamada, “Ülkenin doğusundan batısına adeta bir açık hava hapishanesi ve yargısız infazlar coğrafyası haline geldiği, yüz binlerce insanın işinden ve yerinden edildiği, yine daha birkaç gün evvel yepyeni bir KHK’yle işten atılan Dicle Üniversitesi’nden meslektaşlarımızın 1.5 yıl önce attıkları bir barış imzası sebep gösterilerek kabul edilemez şekilde gözaltına alındığı, her yerin adeta bir yıkım ve korku alanına dönüştüğü, aynı zamanda adalete ve özgürlüğe açlığımızın da had safhaya ulaştığı bu dönemde mücadelemizi farklı demokratik yollarla, tüm bu zulme karşı direnenlerle ve onlardan da aldığımız güçle ortak bir şekilde sürdüreceğimizi kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz” ifadeleri kullanıldı. l İSTANBUL/Cumhuriyet HDP’li Kerestecioğlu, açlık grevindeki akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça için Jagland ve Muiznieks’e mektup gönderdi HDPGrup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks’e gönderdiği mektupta, KHK ile ihraç edilen ve iki aydır açlık grevinde bulunan akademisyen Nuriye Gülmen ile sınıf öğretmeni Semih Özakça’nın sağlık durumlarının kritik aşamada olduğunu belirterek, Türk makamlarıyla iletişim kurarak duruma müdahale etmelerini istedi. Kerestecioğlu, mektubunda, hükümetin darbe girişimini ve OHAL’i fırsat bilerek muhalif olan binlerce kamu çalışanını görevden aldığını vurgulayarak, ihraç edilen kamu görevlilerinin başvuracağı etkili hiçbir iç hukuk mekanizmasının bulunmadığına dikkat çekti. Yurttaşların Danıştay, idare mahkemeleri ve Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuruların OHAL’de çıkarılan kararnameleri denetleme yetkileri olmadığı gerekçesiyle reddedildiğini kaydeden Kerestecioğlu, Avrupa Konseyi’nin kurulması yönündeki beklentisine rağmen KHK ile görev ve yetkileri düzenlenen OHAL Komisyonu’nun halen kurulamadığını söyledi. Kerestecioğlu, KHK’lerle ihraç edilen akademisyenlerin sayısının 4 bin 811 olduğunu belirterek, 20 Temmuz’dan bu yana açığa alınan, tutuklanan ya da meslekten ihraç edilen çeşitli meslek gruplarından en az 37’sinin intihar ettiğini kaydetti. Akademisyen Nuriye Gülmen ile KHK ile ihraç edilen ve iki aydır açlık grevinde bulunan akademisyen Nuriye Gülmen ile sınıf öğretmeni Semih Özakça’nın sağlık durumları kritik aşamaya ulaştı. sınıf öğretmeni Semih Özakça’nın da OHAL KHK’si ile ihraç edilen kamu görevlilerinden olduğuna dikkat çeken Kerestecioğlu, iki eğitimcinin 2 aydır açlık grevinde olduğuna dikkat çekti. Kerestecioğlu, “İki eğitimcinin sağlık durumu şu anda kritik bir aşamadadır. Gülmen ve Özakça’nın durumları hakkında Türk makamlarıyla iletişim kurmanızı sizden rica ediyo rum. Bu müdahaleniz, açlık grevindeki eğitimciler ile ilgili devlet makamları arasında grevin sona erdirilmesi ve bu kişilerin işlerine geri dönmelerine yönelik gerekli diyalogun oluşturulmasına yardımcı olabilir. HDP Grup Başkanvekili olarak, bu amaçla başlatacağınız herhangi bir girişimle sizinle işbirliği yapmaktan memnuniyet duyacağımı belirtmek isterim” dedi. l ANKARA (Cumhuriyet) haber EDİTÖR: HAKAN AKARSU TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN Kılıçdaroğlu ‘demir siyasi disiplin’e mi geçti? Referandum sonucu AKP’yi sallandırdı derken, esas sallanan CHP oldu. Baykal’ın çıkışı, İnce’nin olağanüstü kongre çağrısı, Fikri Sağlar’ın eleştirileri, derken Sayek’in istifası, Kılıçdaroğlu’nun Sağlar’ın partiden atılması için mekanizmayı harekete geçirmesi ve dünkü olağanüstü toplantıda disipline sevki... Kılıçdaroğlu “demir siyasi disiplin” aşamasına geçti adeta. Fikri Sağlar, parti içinde genellikle eleştirel tanınır. Kurultaylarda yönetim listesinde seçilemeyecek sıralara konur, muhalif listesinde yer alır, ama delege hep onu Parti Meclisi’ne sokar. Bu açıdan bakıldığında, Parti’nin bizzat kendisi, Sağlar’ı, parti tabanının yönetimlere eleştirel sesi olarak üst organda tutar. Eleştirel duruşlara karşı tasfiye mekanizmasını çalıştırmak hiç hoş değil. Çünkü Sağlar’ın eleştirilerine katılan, parti içinde ve dışında yüz binlerce kişinin var olduğu söylenebilir. Bunun ötesinde, bundan sonraki seçimlere bir ittifaklar penceresinden bakacak olursak, Fikri Sağlar’ın düşüncelerini taşıyan, Parti dışında referandumda hayır diyenler arasında da yüz binlerce var. Bizimle nasıl ittifak yapacak O zaman şu soruyu yönelteceklerdir: CHP liderliği, kendi adamıyla, kırk yılın CHP’lisiyle bir ittifak yapamıyor ve farklı düşüncelere tahammül edemiyorsa, aynı düşünceleri paylaşan bizlerle nasıl ittifak yapacak? Sağlar atılırsa, onu oraya seçen parti tabanındaki büyük güç de hiçe sayılmış olacaktır. Yani eğer delege bir iradeyi temsil ediyorsa tabii... Bu köşede CHP’nin iç çatışmalarına girmem genellikle, politikalarına bakarım. Fakat, yeni girilen dönemde birden bu iç çatışmalar önem kazanıyor, çünkü CHP yüzde 25’lik oy oranıyla, sahip olduğu örgütlülük, siyasal ve toplumsal konumuyla, Türkiye’nin sürüklendiği girdaptan çıkışında önemli bir rol üstlenmiş durumda. Bu görevini layıkıyla yerine getirebilecek mi?.. CHP’nin keskin politika ve sloganlarla AKP’nin kamplaştırma politikasının ve iktidarda kalmasının aleti olması şüphesiz yanlıştır. Pek çok kimse CHP’nin kılıç elde meydanlarda olmasını ve saldırmasını istiyor. Toplumsal tatmin meselesi... Barikat partisi değil, ama hak mücadelesi nerede? CHP barikat savaşlarına girişecek bir “devrimci” sosyalist parti değildir. Bir büyük kitle partisidir. Ama içinde yaşadığımız yasasızlık, keyfi yönetim döneminde, hele hele YSK gibi bir kurumun yasa tanımaz tutumu ile seçimleri vicdanlarda iflas ettirmesi, iktidarın düşmemek için neler yapabileceğinin önemli en ciddi işaretidir. Başbakan’ın da deyimiyle seçim sonucunu bütün bu yasa dışılığıyla kabul eder ve “Önümüze bakalım, parlamento içindeki rolümüze devam edelim” der ve boyun eğerse, Türkiye’nin ve kendisinin başına gelecekleri baştan kabul etmiş ve kurbanlık koyun gibi başını uzatmış sayılır. Gerektiği zaman hakkını büyük kitlelerle aramamak, bu anlama gelir. O zaman bu ülkede kimse hak aramasın. Referandum sonuçlarının gelecek için büyük umut vaat ettiğini burada vurgulamama herkes katılmıyor. Mesela birkaçını özetle paylaşıyorum: Tabandan 3 ses N.A.: 14 senedir önümüzdeki havucu yakalamaya çalışıyoruz. Şimdi de sıra önümüzdeki seçimde. Çoğunluk seçmende yılgınlık oluştu, ben dahil. Bir lider çıkaramadık. Daha tam dibe vurmadık deniyor. Tam dip neresi acaba? C.M: Birisi saldıracak diye demokratik hakkını kullanamayanların ülkesini mi bize layık görmektedir Kemal Bey? Ç.A: Ecevit’in “hali hazırdaki yönetici ve üyelerinden” bıkıp, “bunlarla bu iş olmayacak” deyip CHP’yi bırakıp gittiği gibi, partiye kayıtlı olmayan milyonlarca CHP’ye oy veren seçmeni bıktırıp ya oy verdirmeyecek ya da başka partilere kaydıracaklar. N.A.: Parti yönetimi referandum gecesi “Açıkça hile yaptılar. Biz bu referandum sonuçlarını tanımıyoruz. Ben şimdi YSK’nin önüne gidiyorum ve herkesi şimdi evlerinden çıkıp bulundukları illerde YSK’nin önünde protesto gösterisi yapmaya çağırıyorum” diyemedi. Eğer sıcağı sıcağına böyle bir çağrıda bulunsaydı, sadece Ankara’da, İstanbul’da ve İzmir’de bile 10 milyona yakın insan sokaklara dökülür, her şeyi bir anda değiştirirdi. Eğer halk sokağa dökülürse kan dökülürmüş, bir palavradır. Belki münferit saldırılar olacaktı ama asla evet oyu verenler sokağa filan dökülmeyecekti. Onlarda böyle bir kültür, bilinç, cesaret ve ideolojik bağlılık yoktur. HHH Tabanda çok güçlü ve yüz binlerin paylaştığı bu düşüncelerle şüphesiz ki Parti liderliği tanışıyordur. Acaba yanıtı Fikri Sağlar’ı kapının önüne koymak mı olacak? C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle