14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 2 Nisan 2017 10 Ey cemaat, yargıyı nasıl bilirdiniz? Ayrıntıları bir yana bırakalım. Önceki gün 25. Ağır Ceza Mahkemesi yargıçları aralarında arkadaşım, meslektaşım Murat Aksoy’un da bulunduğu tutuklu gazetecilerden 21’i hakkında tahliye kararı verdi ve tutuksuz yargılanmalarına hükmetti. Saat 16.30’du. Savcı tahliyelerini talep etmediği tutukluların da tahliye edilmelerine bir üst mahkeme olan 26. Ağır Ceza Mahkemesi’ne itiraz etti. Bu mahkeme itirazı kabul etti ve savcının tahliyelerini istemediği, ancak 25. Ağır Ceza Mahkemesi’nin mahkemenin tahliye kararı verdiği Büşra Erdal, Ahmet Memiş, Bayram Kaya, Cemal Azmi Kalyoncu, Cuma Ulus, Habip Güler, Halil İbrahim Balta, Muhammet Sait Kuloğlu’nun tutukluluk hallerinin devamına hükmetti. Saat gece yarısı (yani ertesi günün ilk dakikaları) 00.18 idi. Buraya kadarına “Yargının sefaleti” der, tutuksuz yargılanabilecekleri tutuklayan bir adalet anlayışının altını kalın çizer, cezalandırmaya dönüşmüş tutuklama inadını kıyasıya eleştirir ve fakat anlayabilirdim. Ancak daha sonra yargı erkinde benzerine rastlandığını sanmadığım bir gelişme daha yaşandı. Savcının tahliye edilmelerini ve tutuksuz yargılanmalarını istediği, 25. Ağır Ceza Mahkemesi’nin de tahliyelerine karar verdiği 13 gazeteciden Gökçe Fırat Çulhaoğlu, Yakup Çetin, Bünyamin Köseli, Cihan Acar, Abdullah Kılıç ve Oğuz Usluer hakkında “silahlı terör örgütüne üye olmak” iddiasıyla; Atilla Taş, Murat Aksoy, Ali Akkuş, Hüseyin Aydın, Mustafa Erkan Acar, Seyid Kılıç ve Yetkin Yıldız hakkında ise “darbeye teşebbüs” iddiasıyla soruşturma başlatıldı ve hepsi de gözaltına alındı. Saat 00.54 idi. Olup bitenin, haydi eşyayı adıyla çağıralım, bu hukuk cinayetinin ayrıntılardan arındırılmış özeti bile bu kadar uzun. HHH Bunu nasıl açıklayacağız? Aylardır tutuklu olan 13 gazeteci için bir savcı (hangi savcı olduğunu bir türlü öğrenemedim) aklı başına yeni gelmiş ve tam da tahliye edildikleri gün “Aaaa, onlar ayrıca silahlı terör örgütüne üye ve darbeye teşebbüs etmişmişler. Derhal gözaltına alınmalıdırlar” dedi. Ve gözaltına alındılar. Hapishane kapısının önüne bile çıkamadan Vatan Caddesi’ndeki Terörle Mücadele Şubesi’nin nezarethanesine kondular. Şimdi o savcıya “Ey savcı, bunca aydır aklın neredeydi? Bu ne rastlantıdır ki o gazeteciler tam da ağır ceza mahkemesince tahliye edildikleri saatlerde yeni bir soruşturma başlatıp hepsini gözaltına aldırdın” diye sormanın sizce hukuk bağlamında bir anlamı var mı? Hele hele saatler, hatta dakikalar içinde alınan bu “yeni soruşturma” kararının itibarları çoktan sıfırlanmış iki medya figürünün attığı tweet’lerden ürken yargıç ya da savcılar tarafından alındığına inanmak mümkün mü? Yukarılardan, çok yukarılardan, en yukarıdan “Ne demek serbest bırakmak? Tıkın onları yeniden içeri” denmese böyle bir eşi benzeri görülmemiş yargı kararı verilemez. Hukuk fakültesinde yargılama usullerinin öğretildiği derste ha bire pencereden dışarıyı seyretmiş bile olsa hiçbir savcı böyle bir... Böyle bir... Böyle bir... (Buraya yazmam gereken sözcüğü biliyorum ama korkuyorum. “Şeyi” deyip devam edeyim) Böyle bir şeyi göze alamazdı. HHH Olup bitenin tek cümlenin bir özeti de mümkün: Bu olay 16 Nisan akşamı “evet”lerin kıl payı da olsa ağır basması halinde seyredeceğimiz filmin fragmanıdır. Yargının düştüğü haller üstüne ise söyleyecek sözüm yok. “Ey cemaaat yargıyı nasıl bilirdiniz” diye soracağım o kadar. Bu sorunun kim için, hangi durumda sorulacağını bilenler bilmeyenlere anlatsın... Cumartesi Anneleri’nin eyleminde ‘Hayır’ mesajı Cumartesi Anneleri, kayıplarının akıbetini sormak ve faillerinin yargılanması için başlattıkları eylemlerinin 627’nci haftasında Galatasaray Meydanı’nda bir araya geldi. Bu haftaki eylemde 1 Nisan 1996 tarihinde gözaltında kaybedilen Talat Türkoğlu’nun akıbeti soruldu. Oturma eyleminde ilk olarak 12 Eylül’ün ilk kayıplarından olan Cemil Kırbayır’ın ağabeyi Mikail Kırbayır konuştu. Kırbayır, “30 yıl sonra firar olmadığı, gözaltında kaybedildiği kabul edildi. Buna rağmen 6 yıldır bir iddianame dahi hazırlanmadı. Çünkü yetki bir kişide. Bir de yönetim yetkisinin bir kişiye verildiğini düşünsenize” dedi. 16 Nisan’da yapılacak olan referanduma değinen CHP’li Hilmi Yarayıcı ise “Bu anayasa değişikliği olursa, bırakın kayıpların akıbetini sormayı, burada oturmamıza dahi izin vermezler” dedi. CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da “Bu dönemde adalet kırıntısı bile kalmadı” dedi. haber EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: EMİNE BİLGET ErmeAnti ecşeymaanavteindeekvalreştıSHEÇİPKDİAMÂÖTYİNREYİDSKILÜİNAEN NAZAN ÖZCAN Agos’un iki hafta önceki sayısının manşeti “Ateşyan seçimi kaybetti, devlet müdahale etti”ydi. Patriklik seçimi, Türkiye’deki Ermeni toplumu için yılan hikâyesine dönüşmüş durumda. Sekiz yıldır Patrik seçilemedi. 15 Mart’ta Patriklik seçimi için ilk adım atılmıştı ki bu sefer devlet İstanbul Valiliği yoluyla seçime müdahale etti. Seçimde şu anda bir ilerleme yok. Hatta seçim süreci kilitlendi denebilir. Süreç nasıl başladı? Son Patrik Mesrob Mutafyan, 2008’de görevini yapamaya cak kadar hastalanın ca, aslında yeni bir patrik seçme süreci başlamalıydı ancak öyle olmadı. 2010’da bir heyet, patrik seçi mi için başvuru yap tığı zaman, devlet Mutafyan’ın hâlâ ha Aram Ateşyan yatta olduğunu ve o yüzden “patrik genel vekili” seçilebileceği ni bildirdi. Aslında böyle bir “pozisyon”, dinen ve toplumsal olarak yoktu. Ye ni Patriğin yine Ermeni cemaati tarafın dan seçilmesi gerekirken, bazı ruhani ler toplanıp bütün teamüllere aykırı ola rak Aram Ateşyan’ı “patrik genel vekili” seçti. Aslında olmayan ve devlet tarafın dan uydurulmuş “patrik genel vekilliği” koltuğuna oturan Aram Ateşyan’la ce maat içinden bazı grupların hukuk sava şı 2010’dan beri devam ediyor. Yıllardır devam eden bütün bu hu kuk savaşları, tartışmalar ve tepkiler so nucunda Aram Ateşyan, seçime gitme yi “kabul etmek zorunda kaldı”. Seçim tarihi 15 Mart olarak belirlendi. Seçime Ateşyan’la beraber Almanya Ermenile ri Ruhani Önderi Karekin Bekçiyan gir di ve Bekçiyan 11’e karşı 23 gibi önem li bir oyla Değabah, (yeni bir patriğin se çimi süreci boyunca patrikhaneyi temsil edecek Patrik kaymakamı) seçildi. Yazı seçimden önce Skandal tam da bu noktada patladı. 15 Mart’ta Ateşyan’ın seçimi kaybettiği belli olunca, Ateşyan toplantı odasından sinirle çıkıp bir odaya girdi ve birkaç dakika sonra elindeki faksı ortaya attı. İstanbul Valiliği’nden gelen yazıda “seçim sürecinin başlatılmasının hukuken mümkün olmadığı” yazıyordu. Daha büyük rezalet ise Vali Yardımcısı Aziz Mercan imzalı yazının saatinin 13.47 olmasıydı. Yazı, seçimden önce fakslanmıştı! Valilik: Görevinin başında Uzun süredir yeni patrik seçiminin yapılması yönünde yayınlar yapan Agos’un genel yayın yönetmeni Yetvart Danzikyan, “Yazı Ateşyan patrik kaymakamı seçimi kaybettikten sonra ortaya çıkarıldı. Hâkim görüş o ki Ateşyan, patrik kaymakamı seçimini kazansaydı bu yazı ortaya çıkmayacaktı” diyor. Neden böyle bir yol izlendiğine dair yorumu ise şöyle: “Valilikten gelen yazıda ‘Patrik genel vekili’nin görevi başında olduğu yazılı. Burada devlete bu yönde bir bilgi gittiği anlaşılıyor. Bunun Ermeni toplumun içinden gitmiş olabileceği yönünde kuvvetli şüpheler var.” Devlet daha mı iyi biliyor? Kendi haftalık yazısında da belirttiği gibi seçimlerdeki skandal iki taraflı. Hem Ateşyan pozisyonunu bırakmak istemiyor hem de devlet bütün isteklerini rahatça kabul ettirebildiği Ateşyan’ın koltuğu kaybetmemesi için müdahale etmekten çekinmiyor. Danzikyan, yazısında da şöyle yazıyordu: “Devlet nasıl patrik seçeceğimizi bizden daha mı iyi biliyor şimdi? Usul şu: Patrik olmadığında patrik seçeriz. Halk seçer. Patrik Genel Vekili gibi bir makamla, devlet ve vekil öyle istiyor diye yıllar boyunca yaşayamayız. Yapılması gereken belli. Toplum, kurumlarımız bu işin peşini bırakmamalı. İlk adım Ateşyan’ın o makamı boşaltmasıdır”. ‘Mutabakata uy!’ Devletten aldığı güçle ayak diremeye devam eden Ateşyan birkaç gün önce yaptığı açıklamada, “Dengeler yeniden aynı asgari koşullarda oluşuncaya dek şimdiki durumun değişmesi fiilen mümkün gözükmemektedir” dedi. Seçilmiş Patrik Kaymakamı Bekçiyan ise Ateşyan’ı varılan mutabakata uymaya çağırıyor ki bu çağrı da Ateşyan’ın pek “umrunda değil” gibi. Valilik’ten istenen randevu da nedense hâlâ beklemede... Ermeni cemaatinin patrik seçimini yıllardır engelleyen devlet, desteklediği Aram Ateşyan’ın kaybettiği son seçime müdahale etti. Sonuç açıklandıktan sonra ortaya çıkarılan bir yazıyla “seçimin hukuksuz olduğu” ilan edildi PATRİKHANE’NİN KAYYIMI GARO PAYLAN (HDP Milletvekili): Bu müdahaleyi Ateşyan’ı orada sekiz yıldır tutan irade yaptı ve tabii ki bunu Ateşyan’la birlikte yaptı. Hukuksuz ve geleneklere uymayan bir şekilde Ateşyan’ı patrikhanede “kayyım” olarak tutan irade, bu seçimi de seçim olduktan sonra engellemeye çalıştı. Ateşyan seçilseydi, o evrak ortaya çıkmayacaktı, seçimden sonra ortaya çıkarma talimatı verildi. Çünkü Ateşyan’ı istedikleri gibi kullanıyorlar. Devlet Patrikhane ile ilgili bir düzenleme yapmadı, hiçbir mevzuat yok, yani seçime müdahale edemez, dolayısıyla yazı hukuksuzdur. Teamüllere göre Ermeni Patrikliği devletle “istişare” eder, o kadar. Saray’daki iradenin her şeye ben karar veririm, ben istersem olur, istediğim kişiyi seçerim tavrının tezahürü bu. HUKUKSAL DAYANAĞI YOK SEBUH ASLANGİL (Avukat): Resmi bir makam tarafından yazılan her yazının hukuksal bir yanı vardır fakat yazının içeriğinde hukuksal dayanağı olmayan şeyler iddia ediliyor. Patrik seçimi dini eylemdir, Türkiye Cumhuriyeti de anayasasına göre laiktir, dolayısıyla bir dini faaliyetin idari izne tabi olması düşünülemez. Patrik kaymakamı, yani ruhaniler adına seçime nezaret edecek kişi seçilmiştir ve bundan sonra seçimin tarafsız ve adil yürütülmesi için bir “müteşebbis heyeti” seçilecek. O müteşebbis heyeti cemaat vakıflarıyla temas edip seçim günü saptayacak ve bu seçim gününü, patrik kaymakamı ile imzalayarak idareye başvuracak ki seçim başvurusu, izin başvurusu değildir. İdare açısından resmen seçimin başlama süreci o andır. NURİYE GÜLMEN VE SEMİH ÖZAKÇA’NIN AÇLIK GREVİ SÜRÜYOR Adalete açız ŞEYMA PAŞAYİĞİT 15Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL ile birlikte yayımlanan KHK’lerle ihraç edilen akademisyen Nuriye Gülmen, öğretmen Semih Özakça ile Acun Karadağ Ankara Yüksel Caddesi’ndeki direnişe devam ediyor. 143 gündür direnen Nuriye Gülmen 26 kez, Semih Özakça 15 kez, Acun Karadağ ise 10 kez gözaltına alındı. Gülmen ve Özakça’nın “İşimi geri istiyorum” diyerek başlattıkları eylemler, süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine dönüştü. Açlık grevinin 23. gününde konuştuğumuz Nuriye Gülmen, Semih Özakça ve Acun Karadağ, direnişi ve açlık grevini anlattı. Tekme tokat gözaltı Halkın gözü önünde, yüzlerce polis tarafından çembere alınarak tekme tokat gözaltına alındıklarını söyleyen Özakça, “Bu dayaklardan sonra daha dirençli olduk” dedi. Açlık grevine başlamadan iki gün önce TBMM’de düzenledikleri basın toplantısı sırasında “terörist” olarak nitelendirilip 6 gün boyunca gözaltında kaldıklarını anlatan Özakça, şunları söyledi: “İşkence ve psikolojik baskıya maruz kaldık. İlk gittiğim yerde toplama kampı yapmışlar. Ellerimden ve bacaklarımdan kelepçelediler, duvara doğru yuvarladılar. İnsanlara “yanınızdaki ile konuşmayın, yerinizden kıpırdamayın” gibi dayatmalar uyguladılar. İnsanları orada tutuyorlar ve onuruyla oynuyorlar. İktidarın da yapmaya çalıştığı şey bu. “Her şeyi yapacağım ama bana karşı gelirsen sen suçlusun” diyorlar. Biz işimizi istiyoruz, öğrencilerimizi seviyoruz. Biz onurumuzu korumak için bir şeyler yapmasak rahat olamayız. Biz suçsusuz diyoruz, ‘evet suçlu olmanıza ge Yüksel Caddesi’ndeki eyleme her kesimden büyük destek var. Son olarak ÇYDD Yönetim Kurulu üyeleri, Gülmen, Özakça ve Karadağ’ı ziyaret etti. rek yok’ diyorlar. Yol yakınken dönsünler, biz her türlü bedeli göze aldık. Ekmek olmadan, iş olmadan, sağlık olur mu?” Açlık grevinin ilk 10 gününü gözaltında geçirdiklerini anlatan Nuriye Gülmen ise yaşadıkları gözaltıları “açlık grevine saldırı” olarak niteliyor. Gülmen, “Polis baskısı arttı. Siyasi Şube polislerinin gözaltı süresi arttı, daha çok dayatma oldu. Açlık grevinde, oturma eyleminden daha farklı atmosfer var. Daha çok destek var, daha çok sahipleniyorlar. Biz adalete olan açlığımızı ifade etmek için bu eylemi yapıyoruz. Gerçekten adalete açız. Talebimiz karşılanana kadar da devam edeceğiz” dedi. Direnişi büyütmek ge rektiğini vurgulayan Gülmen, “Bizim işimize dönmemiz tüm emekçiler için kazanım olacak. Herkese moral güç olacak, herkes için bir şey yapmış olacağız” diyerek tüm kamu emekçilerine çağrıda bulundu. Korkuyoruz ama... Kalp rahatsızlığı nedeniyle açlık grevine giremeyen Karadağ ise “Ağır diyet yapanların vücutları bile hasar görüyor. Benim arkadaşlarım 23 gündür açlar. Hükümetin eli o kadar kuvvetli değil. Korkanlara diyorum ki, korkularımız arası tercih yapalım, onursuz yaşamaktan korkalım. Polisten biz de korkuyoruz ama tercih yapalım” çağrısında bulundu. l ANKARA İyi ki Hollanda’da değiliz Gezi Direnişi’nde öldürülen kardeşi Abdullah’ın hakkını arayan Zafer Cömert’e 7 ayrı dava açıldı. Cömert, ‘İyi ki Türkiye gibi bir demokraside yaşıyoruz!’ diyor AKIN BODUR Gezi Direnişi sırasında 2 Haziran 2013 günü Hatay’da polis tarafından başından vurularak öldürülen Abdullah Cömert’in ağabeyi Zafer Cömert, eşi Anya, çocukları Cennet ve Esmihan ile birlikte 19 Mart akşamı Kırım’dan Türkiye’ye gelirken hakkındaki soruşturmalar nedeniyle gözaltına alındı ve 17 saat gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakıldı. 2 yıl sonra Hatay’da ailesiyle buluşan Zafer Cömert, kardeşinin öldürülmesinin ardından yaşadıklarını Cumhuriyet’e anlattı. Kardeşini vuran polis memuru Ahmet Kuş’un 4 yıldır tutuksuz yargılandığına, mesleğine ve hayatına devam ettiğine dikkat çeken Zafer Cömert, “Abdullah’ın davası, gidiş geliş 2 bin 500 kilometre uzaklıktaki bir kente taşındı. Ailemiz bir anlamda süründürüldü” dedi. Annesi Hatice Cömert hakkında daha önce “Cumburbaşkanı’na ha Zafer Cömert, annesi Hatice Cömert’i iki yıl sonra gördü. karet” iddiasıyla soruşturma açıldığını, kendisi hakkında da “eylemlere katılma, düzenleme, organize etme; cumhurbaşkanına hakaret; örgüt propagandası, suç ve suçluyu övme” gibi iddialarla 7 ayrı dava açıldığına dikkat çeken Zafer Cömert, Abdullah’ın ölümünün ardından Erzurum’da çalıştığı işyerinde gözaltına alındığını ve bu nedenle işten çı karıldığını anlattı. Uzun süre işsiz kaldığını ve çalış mak izin Kırım’a gittiğini belirten Cömert, “Erzurum’da çalışırken 11 nüfusa bakıyordum. İki yıl önce gittiğim Kırım’da birkaç ay önce işe başladım. Bu dönemde abim Adnan da işsiz kaldı. Babam küçük çaplı çiftçilik yapıyor ama mazot ve gübre fiyatları ortada. Borçlarını çiftçilikle kapatmaya çalışıyor ancak yapamıyor. Biz işsiz kalınca ailenin geliri kalmadı. Ekonomimiz dağıldı. Davaya gitmek için araç ve para bile bulamadık. Halkımız ve bize destek verenlerin düzenlediği kampanya ile tutulan araçlarla davalara gidebildik. Belki de ‘Taraf olmayan, bertaraf olur’ anlayışı ile yıldırılmak istendik. Ama iyi ki Hollanda’da yaşamıyoruz. Hollanda’da yaşasaydık, ne tür bir faşizmle karşılaşacağımızı bilemezdik. İyi ki Türkiye gibi bir demokraside yaşıyoruz. Hollanda’da yaşasaydık, belki idamımız bile istenirdi” diye konuştu. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle