20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 10 Mart 2017 10 Tuzun kokusunu duyuyor musunuz? “Aynı lafları Erdem’in yüzüne söylesene!” Sevgili eşin Nazire’den ge len bu tokat gibi cevap başka hiçbir söze ve izahata gerek bırakmıyor, değerli karde şim Kadri. Mağdurlar, eşleri, çocukları ve yakınla rında “yeter” tiksintisi yaratan inkârcılığın, yalancılığın sonu gelmiyor maalesef. Dört ay oldu oluyor özgürlüğünüz gasp edileli. Çok zaman geçmedi, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun “Türkiye’de haber yazdığı için tutuklu tek bir gazeteci yok. Eğer var sa kim olduğunu bilmek is terim” şek lindeki be yanatıyla İs panya med yasında en müsteh zi tepkiler le karşılandı ğı günlerde Madrid’dey dim. Bakanın ziyareti arifesinde hiç de plan lanmadığı halde Sınır Tanımayan Gaze teciler Örgütü’nün (RSF) davetlisi olarak memleketteki “karşıdarbe” icraatlarını an lattım. Medyanın nasıl kurbanlık koyun ha line getirildiği konusunda iyikötü haberdar olan RSF ekibinin verdiğim ayrıntılar konu sunda ağzı açık kaldı. El Pais Genel Yayın Yönetmeni Antonio Cano ile 510 dakika planlanan toplantım neredeyse bir saate uzadı. Hiç şüphe yok ki Kadri, İspanyollar bu “karşıdarbe”ye bakınca 193675 dönemindeki hallerini hatırlıyorlar. Bilesin, hepiniz akıllardasınız. Madrid’de ki buluşmalarda hep tanıdıklarını, duyduk larını sordular: Seni, Murat Sabuncu’yu, Ahmet Altan’ı, Tunca Öğreten’i, Ahmet Şık’ı, Güray Öz’ü, Şahin Alpay’ı, Aslı Erdoğan’ı, İnan Kızılkaya’yı... Geri kalan 150 küsur arkadaşımızı da toplantılarda ben anlattım. Bizim her biri trajediye dönüşmüş hikâyelerden dehşete düşüyorlar da, se nin Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) yöne ticisi olarak 100 günden fazla içerde tutul mandan duydukları dehşet hepsinin birkaç adım önüne geçiyor. Bu, yabancı gaze tecilerin de, en tanınmışları da dahil, kim senin zulümden muaf olmaması demek onlar için. İşte, Die Welt muhabiri Deniz Yücel’in hali. Siyaset hırçın olabilir, ama eğer yargı ya mulmuşsa, o zaman tuzun kokusunu solu yoruz demektir. İçi sizi; dışı bizi yakıyor sevgili kardeşim. Eminim sen de farkındasın: Biz med ya mensuplarının, nevzuhur tüm dikta he veslilerinin gözünde “en kolay av” görül düğü bir döneme gireli epey oldu. Korun masız durumdayız; bunu biliyorlar, güçleri bize elbette fazlasıyla yeter, ters kelepçe lerle filan içeri atıyorlar. Zaten bulamaya cakları kanıtların acısını, kanıt bulamadık ları sürece bir gün daha hapiste tutarak çı karıyorlar. Ama daha da önemlisi, bölücü ve kutup laştırıcı bir iktidarın betonlaşması uğruna, iç ve dış pazarlıklar için hepinizi, hepimizi ellerinde rehin tutuyorlar. (Bunlara en son Deniz Yücel de eklendi. Die Welt muhabi rini de içeri alarak “Biz bu kadar pervasısız, var mı itirazı olan?” demeye getiriyorlar.) İstiyorlar ki, işten atılan onurlu kardeş lerimiz iş bulamasın, bu kutsal meslek ten soğusun, ortalık boşalsın. İstiyorlar ki, üzerlerine iftira lekesi sıçratılmış hapisteki ler, çıktıkları vakit haber yapacak, yazacak, çizecek yer bulamasın. Hazırlanmak istenen “Yeni Türkiye” tam da bu. Seni düşününce her seferinde aklı ma o Strasbourg toplantısı geliyor sev gili kardeşim. 2015 Ekim’inde, ikimize de “Türkiye’ye cehennem geliyor” dedirten o toplantı. Nazire’ye anlattın mı bilmiyorum, Avru pa Konseyi’nin o kapsamlı ifade özgürlüğü konferansında konuşmalarımızı yaptıktan sonra, “insan hakları eğitimi” (!) için davetli olarak orada bulunan Türk savcı ve yargıç lar tarafından lobide nasıl üstü kapalı teh dit edildiğimizi; ve sonrasında dehşet için de birbirimize bakarak, “12 Eylül sonra sı gibi aynen, bu gidişatın sonu hiç mi hiç parlak görünmüyor” dediğimizi. Hatırlarsın Kadri, aylar sonra galiba darbe girişiminden bir ay kadar önceydi seninle ara sıra yaptığımız gibi, “biraz baş başa özel laflayalım” demiş, Gezi Kafe’de oturmuştuk. İşsizlik, parasızlık peşimiz den kovalıyordu, bunalmıştık, baskı ense mizdeydi. “Gün sayıyor”duk. Pek yakın da meslek namına hiçbir şey yapamaz ha le geleceğimizi biliyorduk. Cehennem ya kındı, hiçbir şüphemiz yoktu. Sonra olanla ra da şaşmadık, bu ala Turka azgınlığın so nu belliydi çünkü. Aklımız, kalbimiz sizlerde Kadri. Hepinizde. Evet, mağduruz, hem de tepeden tırnağa. Korumasızız. İçerde de, dışarda da. Ama organize cehaletin bu saldırısı kar şısında senin bildiğini ben buradan da ha tırlatayım: Onurumuzu ve mesleğimizi demokrasi düşmanlarına yedirmeyeceğiz! haber EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: ZARİFE SELÇUK Bugün 10 Mart… Senin doğum günün. Sen Silivri’de 10 arkadaşınla birlikte ikamet etmeye başladığından bu yana günler günleri kovaladı, aylar ayları. Annemle ben seni son gördüğümüzden bu yana mevsimler değişti. Değişen sadece mevsimler de değil üstelik. Mesela yokluğunda bilimkurgu filmlerini sever oldum. Özellikle de gerçeklikten en uzak olanları... Hani hop bir yerden bir yere ışınlanmanın mümkün olduğu ya da zaman bükülmesiyle paralel dünyaların keşfedildiği filmleri... Sen arkadaşlarınla birlikte “içeride” bir hayat; biz ise Silivri’nin dışında ama yine “içeride” bir hayat yaşarken hep o filmler geliyor işte aklıma. Engel de olamıyorum hani. İnsan haklarını ve özgürlüğü savunan, hak, hukuk ve adalete inanan, karıncayı bile incitmemiş sizler içeride olduğu Biraz Güneşli günlere... nuz sürece de gitmez aklımdan o filmler. Kâh ışınlanıyorum yanınıza geliyorum, kâh zaman bükülmesiyle geleceğe gidiyorum. Her birinizin tarihe yazıl Kaçma şüphesi olduğu gerekçesiyle tutuklanan gazetemiz İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ın kendi isteğiyle yurda dönerken ailesiyle birlikte çektirdiği fotoğraf. dığı günlere... Türkiye’nin aydınlığı için geçtiği bu zorlu günlerin çok geride kaldığı zamanlara... Bahara az kaldı; güzel günlere; gü neşli günlere... Elbette zaman bükülmeyecek; ya da ben yanınıza ışınlanamayacağım ama sizler çok yakında çıkacaksınız. Türkiye çok yakında güzel günler görecek. Hak, hukuk ve adaletin herkes için var olduğu günler gelecek. Akademisyenlerin üniversitelerden atılmadığı, gazetecilerin gazetelerden kovulmadan bağımsız haberler yapabildiği, çizerlerin karikatür çizebildiği, milletvekillerinin yok yere tutuklanmadığı günler... Biz dışarıdakiler o günleri bekliyoruz işte. O günlerin özlemiyle yaşıyoruz. Sizlere sımsıkı sarılacağımız günlerin hasretiyle... Günün en karanlık anında olduğumuzu biliyoruz. Ama günün ağarmasına çok az kaldığının da farkındayız. Bugün ancak tellerin arasından görebildiğiniz gökyüzünün altında kucaklaşmamıza sayılı zaman kaldı. Çok yakında seni, Mıstık’ı, Bülent’i ve diğer arkadaşlarını kucaklayacağız; üstelik tüm Türkiye olarak. Çünkü hepimiz farkındayız yok yere içeride tutulduğunuzun... Velhasıl, çok yakında görüşmek üzere... Güneşli bir bahar gününde... KIZIN cesaret olsaydı bu durumda değildik Referandumda ‘Hayır’ diyeceğini açıkladıktan sonra Kanal D’deki sabah haberleri programına son verilen İrfan Değirmen ci, “Bu yapılanları hak et medim. Herkesin düşünce ve ifade özgürlüğü vardır. Medyanın tarafsızlığı dün yanın en kısa fıkrası. Bir SEYHAN AVŞAR aydır Türkiye olarak bu fıkraya gülüyoruz” diyor. İşsiz bırakıldıktan sonra in sanlardaki ‘korkuyu, cesaretsizliği daha net görmüş.’ Bütün enerjisini yeni çıkan kitabı ‘Bir Uyuyup Uyanalım’a ayırmış. Kıdem ve ihbar tazminatının ödenmesi için İş Mahkemesi’ne başvurmuş. Doğan Medya’ya da 1 TL’lik manevi tazminat da vası açmış: “Para hiçbir zaman umurumda olmadı. Holdinge 1.5 milyon liralık tazmi nat davası açtığım iddiası yalan. Beni he def haline getirdikleri için manevi tazmi nat davası açtım.” Değirmenci’nin sorula rımıza verdiği yanıtlar şöyle: Yerlerde sürüklediler n ‘Hayır’ tweet’lerini işsiz kalmayı göza alarak mı yazdınız? Aslında 2013 yılında Gezi ile başlayan bir süreç bu. O dönemde herkes penguen belgeselleri yayınlarken, başını kuma gömerken, sokakta olan biteni, olması gerektiği gibi haber bültenimize taşıdık. İşsiz kalmayı göze alarak. Kimseye sormadık. Vicdanımıza danıştık. Sokaktaki şiddeti görmezden gelemezdik. Son geldiğimiz noktada riskler artmıştı. Ekranda İzmir Marşı çalmak dahi sıkıntı oluyordu. Biz de kurum kimliğimizin bir gün o turnikeleri açmayacağını biliyorduk. Ama bir tweetim yüzünden ekrana çıkarılmayacağımı tahmin edemezdim. En büyük gazetelerinin birinci sayfasında adımı kullanarak bildiri yayımladılar. Beni hedef gösterdiler. Yaratmaya çalıştıkları algı şuydu; biz, ‘Evet’ tarafındayız. Fatih Çekirge, ‘Evet’ diyeceğini köşesinde çok rahat yazabilmişken, ‘sen spikersin yazamazsın’ dediler. Ben hiçbir yayınımda prompter okumadım. Her sabah haberlere yorum getirdim. ‘Hayır’ tweeti attığım gün mezunu olduğum Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin kapısında yerlerde sürüklenen akademisyenler vardı. 80 yaşındaki Korkut Boratav okula alınmadı. Öğrencileriyle vedalaşmasına, eşyalarını toplamasına izin verilmeyen akademisyenler gördüm. Cebeci Kampusu’nda gördüğüm manzara bardağı taşıran son damlaydı. Kovulduktan sora fakülteme gittim... İnsanlar korkuyor n Hayatınızda neler değişti? İlk kez bir ay sonra sabah uyandığımda şimdi ne yapacağım sorusunu sordum kendime. İçine düştüğüm mağduriyet şu olabilir; haksız bir şekilde çıkarıldım. İş Mahkemesi’nde kıdem ve ihbar tazminatı davası açtım. Farkında olduğum ama bu süreçte gözüme daha çok batan bir gerçek oldu. İnsanlar korkuyor. Çekiniyor. Rahatlarından taviz vermek istemiyor. Düzenleri bozulsun istemiyorlar. Biraz cesareti olsaydı insanların şu an bu durumda olmazdık. Alışık oldukları düzen birilerini üzüyorsa alışık oldukları düzeni bozabilmeliler insanlar. n Türkiye’de tutuklu gazeteci sayısı 140’ı geçti... ‘Geçmiş olsun’ telefonları alıyorum. Utanıyorum. Nedir bu? İşimden oldum sadece. Ne güzel temiz, güzel bir bahar havası var. O havayı teneffüs ediyorum. Çiçekleri, böcekleri, gökyüzünü görebiliyorum. Ya gökyüzünü göremeseydim. Bir ağacın çiçek açmasına tanık olamasaydım. Korkunç olan bu. Umarım haksızlığa uğramış meslektaşlarımız özgürlüklerine kavuşur. Referandumda ‘Hayır’ diyeceğini açıkladığı için işini kaybeden İrfan Değirmenci, Cebeci Kampusu’nda akademisyenlere yönelik sert tavrın bardağı taşıran son damla olduğunu söyledi Kışlalı’yı kopardılar bizden n Siyaset Meydanı’nda katledilen gazetemiz yazarı Ahmet Taner Kışlalı ile ilgili öğrenciyken yaptığınız konuşma, sosyal medyada çokça paylaşıldı... Neler hissettiniz? O video benim peşimi hiç bırakmadı. Ben bundan çok hoşnutum. O gün, o sıralarda kalkıp konuşan dirençli, yaşam hakkını savunan içimdeki çocuğa hala sahip çıkmaya çalışıyorum. O çocuk değişmedi. Üniversitede herkes idealisttir. Keşke üniversiteden sonra da herkes idealist kalabilse... Dünya o zaman yaşanır bir yer haline gelir. O video anlayanların yüzünde sert bir tokat oluyor. Ahmet Hoca’nın derslerine girmeyi iple çekerdik. Dersler karşılıklı konuşmayla geçerdi. Toplumun her kesiminin temsil edildiği bir meclis gibiydi dersliğimiz. Her görüşü dinlerdi. Kendi görüşünü anlatırdı. Demokratik bir ortamdı. Dersinden bir dönem kalmıştım. Kendisinden alacak dersim vardı. Çok erken kopardılar onu aramızdan... n Akit gazetesi Kışlalı’yı hedef göstermişti... Geçen haftalarda da Müjdat Gezen’i hedef gösterdi. O günden bugüne neden hiçbir şey değişmedi sizce? Maalesef üzücü olan bu ama insanların birlikteliğidir gücü yaratan. Biz o birlikteliği başaracağız. İnanıyorum, bir şeyler değişecek. Kahramanmaraş’ta, Sivas’ta yaşananlar ortada, artık bir ders çıkarmamız gerekiyor. Uğur Mumcu’yu, Bahriye Üçok’u, Muammer Aksoy’u, Ahmet Taner Kışlalı dahil çok aydınımızı yitirdik. Bülbül de bülbül olmazdı ötmeseydi n Bir Uyuyup Uyanalım’da ne anlatıyorsunuz? Kitabımda ötekileri anlatmaya çalıştım. İyi insanların, hiç tanımadığı insanların mağduriyetine koşan az sayıda insanın öyküsünü yazdım. Kitapta iyi insanlar, kötülüğe teslim olmamak adına bir yol bulmak istiyorlar. Tüm zorluklara rağmen, baharı bekliyorlar. n ‘Başıma bir şey gelirse’ kaygısı yaşıyor musunuz? Benim durumuma ‘dil belası’ denir. Ama bülbül de bülbül olmazdı ötmesey di. Ötmeye devam edeceğim. Başka türlüsünü bilmiyorum. n Tüm yaşananların ardından şimdi neden ‘Hayır’? Kendini mutsuz, yalnız hisseden gençlerin, bu ülkeden umutlarını kesmemeleri gerektiğini düşünüyorum. Bu topraklar farklılıkların bir arada yaşadığı güzel topraklar. Kurtuluş Savaşı’nın ardından çok zor şartlarda kurulmuş bir Cumhuriyet var. Bu ülkenin boyun eğmeyen, aydınlık, onurlu pırıl pırıl gençleri olarak Cumhuriyet’e sahip çıkacağız. Vedat ARIK Televizyon izlemiyor Televizyon izlemiyorum. İzleyecek bir şeyler bulamıyorum. Bizi ve zekâmızı hafife alıyorlar. Evimin içine kadar girip bana bunu yapmalarına izin vermem. Muhabirliği özlüyor 10yıl muhabirlik yaptım. Sokak röportajları ve insan hikâyeleri derledim. En mutlu olduğum dönem o zamandı. Birebir sokakta olduğum, kamareman arkadaşımla sokakta olduğum dönem harikaydı. Mutfakta olmayı her zaman daha çok sevdim. İşsiz kalınca birkaç kanaldan iş teklifi aldım ama kabul etmedim. Bir süre kitabımla ilgileneceğim. Avrupalı avukatlardan gazetemize ziyaret Gazetemizi susturma operasyonunun üzerinden aylar geçmesine rağmen destek ziyaretleri devam ediyor. Paris Barosu ve Lawyer in Danger üyeleri Fanny Vial, Jeremie Boccara, Gollot Leecile, İtalya Barosu’ndan Roberto Giovene Di Girasole, İngiltere Barosu’ndan Tony Fisher, Hollanda Barosu ve Lawyers for Lawyers üyeleri Irma Van Bers, Hollanda Barosu ve Fair Trial watch üyesi D. Guvses, Almanya Barosu ile German Association Of Democratic Lawyers üyesi Theresia Schwös dün gazetemi zi ziyaret etti. Heyeti gazetemiz avukatlarından Tora Pekin ve Abbas Yalçın karşıladı. Avukatlar, gazetemize yönelik operasyon ve tutuklu gazeteci ve avukatlar hakkında bilgi alarak, dayanışma duygularını ilettiler. l İSTANBUL / Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle