04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Kediler Kuşlar Balıklar Ürün Sanat Galerisi’nde, “Kediler Kuşlar Balıklar” temalı karma sergi sanatçıların hayvanları nasıl farklı renk ve formda algıladıklarını gösteriyor. 8 Mart’a dek izlenebilecek olan sergide Ruzin Gerçin, Sa lih Acar, Mustafa Delioğlu, Mustafa Köseoğlu, Mehmet Emin Özer, Niyazi Toptoprak, Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Güray Canberk, Saim Dursun, Ayşen Erte, Tülin Demiray, Nusret Topuzoğlu, Canan Bilge, Nazan Özer, Fikriye Demir, Şeyda Gürsoy Çoban, Züleyha Akbaş’ın resimleri yer alıyor. Cuma 24 Şubat 2017 EDİTÖR: EMRAH KOLUKISA TASARIM: ZARİFE SELÇUK [email protected] ‘Toprak Ana kendi 15 Mehmet Aksoy Şamanik çocuklarını da yer’Maske Hatırlamayan var mı bilinmez, yine de anımsatalım: Mehmet Aksoy, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “ucube” demesiyle başlayan sürecin sonunda yıkılan İnsanlık Anıtı heykelinin yaratıcısı. Aksoy o dönem her Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un ‘Çekicin Rüzgârındaki Ezoterik İllüzyonlar’ adlı sergisinde yine şamanlar ve insandoğa ilişkisi merkezde. Aksoy, ‘doğa kendisine yapılanı unutmaz’ diyor halde tarihin en müthiş heykel savun malarından birini yapıp, heykeli hiç bilmeyene bile tanıttı. Bu yıl 55’inci sanat yılı. Beş yıl önce Tophanei Amire’de hazırlanan 50’inci yıl sergisinden sonra ilk sergisini açtı. 20 Nisan’a kadar Karaköy’ün çiçeği burnunda galerisi Anna Laudel Contemporary’de izlenebilecek serginin adı ‘Çekicin EZGİ ATABİLEN kendi enerjimizi dışa vurmayı, ruhlar dünyasına girip çıkmayı, daha çok güçlenmeyi öğretirler bize. Genetik yapımıza girmiş eski bilgilerin yüzeye çıkmasına yardımcı olurlar.” ‘İnsan artık zararlı’ Rüzgârındaki Ezoterik İllüzyonlar’. Sergide geçmiş yıllardan heykelleri ol duğu gibi, son dönem çalışmaları da var. Sanatçının farklı kültürlerin ışık ve gölge oyunlarından faydalandığı heykeller bunlar. Belli ki Şamanlar, Kibele geleneği, doğainsan ilişkisi gibi konular kurcalıyor yine Aksoy’un kafasını. Sergide heykellerinin yanı sıra yağlıboya resimleri de var. Tam da bir heykeltıraşın elinden çıkmış resimler... Yine ışığın başrolde olduğu üç boyutlu çalışmalar. Aksoy, zaten ressam olmak isterken heykeltıraş olduğunu söylüyor. Ayrıca bir resim sergisi açmak istediğini. Sergideki resimleri görünce, kendinizi sözünü ettiği sergiyi bir an evvel açmasını dilerken bulabilirsiniz. Aksoy’la sergi ve sergideki eserleri üretirken düşündüğü meseleler üzerine söyleştik. Hiç araya girmeden aktarıyoruz... “Teknoloji ne kadar ilerlerse insanlık o kadar kaybediyor. Hem birbirimizle, hem de doğayla bağımız kopuyor. İnsan artık zararlı. Doğal değil, doğanın bir parçası olduğunu hiçbir şekilde fark etmiyor. Bence yüzyılın çelişkisi bu. Doğa affetmez. Nuh’un Gemisi efsanesi filan da olamaz. 78 milyar insanı nereye götüreceksin? Başka dünya da yok. Onun için iyi kullanmak gerekiyor havayı, suyu, toprağı, kuşu, böceği, her şeyi... O yüzden sergide bir ‘Hayat Ağacı’ yaptım. Bir dalına dokunursan her şey bozulur. Zarar vermeyeceksin. Ama bizde milyonlarca ağaç kesilip bir havaalanı yapılabiliyor. Ya da üçüncü köprü, beşinci köprü, onuncu köprü... Onunla uyum içinde olmayınca doğa cezalandırır. Toprak Ana kendi çocuklarını da yer. Ben şamanlardan, Kibele’den neden bahsediyorum? Bunun için.” ‘Hani kutsaldı?’ “Para kıblemiz oldu. Bugün İslam düşüncesinin merkezinde de para var. Kıble gerçekten de o. Bugün Kabe’nin etrafına o apartmanlar dikiliyorsa bu para demektir. Bana kimse bunu anlatmasın. Hani kutsaldı? Bu, piramitlerin etrafına apartman dikmek gibi bir şeydir.” ‘Farklılıklar doğada da var ’ “Farklılıkların güzelliğini hâlâ anlayamadık. Doğada da hiçbir şey birbirinin aynı değil. Her şeyin aynı olmasını isteyen diktatör sistemlerdir. Buna baktığımda varyasyonların ne kadar önemli olduğunu anlıyorum. Onun için bir heykeli yaptım bitti, heykeltıraş oldum, demek çok boş laf. Milyonlarca sene yapılmış, hâlâ yapılır. Postmodernist düşüncenin umutsuzluğuna inanmıyorum. Her şey yapıldı artık kolaj sanatı yapalım, filan... Böyle düşünmüyorum. Her zaman yapılmış, yi ne yapılır, daha güzeli yapılır.” ‘İnsanlık Anıtı yıkılamaz’ “İnsanlık Anıtı yıkılırken ben hep heykeli savundum. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez heykel savunması yapıldı. Heykeli anlatmış olduk insanlara. Bugün Kars’a kim giderse gitsin, o tepeye çıkıyor. Yok olan anıtı görmeye gidiyorlar. Yokluğuyla var olan bir anıt yapmış oldum. Bu dünyada bir ilk. Bunu hiçbir zaman yıkamazlar işte.” Işık ve gölge oyunları “Heykelde bir yenilik gibi görünen ne varsa, içeriği kavrayan biçimden dolayı geliyor. Bu sergide de öyle oldu. Şamanlar, ruhlar dünyası, insan doğa ilişkisi içinde transparan formlar, gölge düşürmeler, ışık oyunları... Karagöz Hacivat’tan tut Hintlilerin gölge oyunlarına kadar pek çok mirastaki illüz ‘Neden HAYIR diyeceğim’ “Başkanlık sistemi gibi bir konuda referandum yapılmaz. Bu evet yondan üç boyuta uygun şekilde faydalandım. Dünya sanat mirası diye bir şey var. Biz de bunun mirasçılarıyız. Bu mirası alıp günümüze nasıl getirebilirsiniz? Asıl mesele bu.” ‘Her insan biraz şamandır’ “Her insan biraz şamandır. Herkes köklerine dönmek ister. Doğadan uzaklaşmış olmanın rahatsızlığını hisse hayır denecek bir şey değil. Evet ya da hayır için yapılan hiçbir propagandayı güzel bulmuyorum. İnsanları birbirine düşman etme referandumu gibi bir şey oldu bu. Sonuç olarak hayır diyenler terörist, vatan haini ilan ediliyor. Neden o zaman referanduma gidiyorsun? Bu kadar küçük, yoz bir şey olamaz. Pratik olarak bütün bu istenen kanunlar zaten yürürlükte. der. Her insan aslında doğanın bir par Adam OHAL’le zaten her çası olduğunu bilir, onu kaybetmenin istediğini yapıyor. Padi hüznünü yaşar. Her insanın içinde bir enerji vardır. O enerjiyi çıkarma metotlarını keşfederse güçlenir. Şamanlar da şahın bu kadar yetkisi yoktu. Onun için ‘hayır’ diyeceğim.” Yılanlı Şaman Gölgeler ve hüzün... Eski kuşağın son piyano masallarından İvo Pogorelich İstanbul’dan rüzgâr gibi geçti. MEHMET MESTÇİ Hırvat piyanistin Zorlu PSM’deki solo resitalini güzel hatta fazlasıyla güzel bir konser deneyiminden daha ötelere taşımasını bekliyorduk. Öyle de oldu. Aura, karizma ve heybetiyle doldurduğu dev salonda konserin ilk eserleri olarak seslendirdiği Chopin’in ikinci baladı ve üçüncü scherzo’su tuşesindeki derin saydamlığın ve dünyada bir piyanodan çıkabilecek en dingin melankolinin örnekleri olarak akıp gittiler. Sonra geldi Schumann’ın “Viyana’dan Karnaval Sahneleri.” Pogorelich’in tüm esere hükmeden göz kamaştırıcı ve uyuşturucu sağlamlığı, yavaş tempolarının gerisindeki evrene dair derin ve en soylu bakış, Schumann armonilerindeki sihrin kulağa en bariz ve sürprizlerle dolu yansımaları. İvo Pogorelich konserin ikinci yarısında Mozart’ın genellikle Do minör KV 457 Piyano Sonatı’ndan önce seslendirilen, ancak yeri geldiğinde sonattan ayrı da yorumlanan aynı tonalitedeki KV 475 Fantazi’sini seslendirdi. Seslendirmek ne kelime! Mozart’ın melodi ve armonilerindeki insana ve evrene dair açıksözlülüğü, tükenmez sevgiyi alabildiğine dingin bir yorumla dinleyicilerle buluşturdu. Gölgeler ve hüzün dolu kozmik bir türkünün yavaşça yükselen armonilerinin dinleyiciye açtığı yeni ufuklar, yılların üst üste gelmesiyle olgunlaşmış müzikal düşüncenin ve inancın konser salonunu saran ipek gibi büyüsü... Konserin son eseri olan Rachmaninov’un bir yüce Rus romanı gibi yazılmış ikinci sonatının tamamının sanki baştan sona tek bir cümleymişçesine aktarımındaki kurgu, esere böylesine adanmışlık ve derin inançla hizmet etmek, müziğe müziğin ötesinden bakabilmek... Gerçek bir Türkiye dostu olan maestro İvo Pogorelich’i sanata yaptığı katkılar için, ayrıca bu zor zamanlarda ülkemize hiçbir tereddüt geçirmeden gelerek bizleri bu denli mutlu ettiği için saygı ve hayranlıkla selamlıyoruz. Tekdüze yaşamın şiirselliği... New Jersey ilinin küçük kenti Paterson’da, evini siyahbeyaz ağırlıklı, Harlequin’vari bir biçimde dekore etmiş, tasarımla, sanatla da ilgilenen, mutfağında değişik leziz yemeklerle cumartesi pazarında kapış kapış giden kekler pişiren ve gitar çalmayı, şarkı söylemeyi, beste yapmayı öğrenip Patsy Cline gibi bir folk şarkıcısı olmayı hedef edinmiş, hanım hanımcık, hamarat karısı Laura’yla (Golshifteh Farahani) (ve evin çocuğu muamelesi gören İngiliz bulldoğu şirin köpek Marvin’le birlikte) mesut bahtiyar yaşayan, 23 numaralı belediye otobüsü sürücüsü Paterson’un (Adam Driver) birbirinin aynı günlerden oluşan bir haftalık, sıradan yaşamını karşımıza getiriyor son filmi “Paterson”da bağımsız sinemacıların öncü kralı Jim Jarmusch usta. Naif vatandaş Paterson New JerseyRutherford’da doğup (1883) aynı kentte ölmüş (1963), tıp doktoru ve modern Amerikan şiirinin öncülerinden olan, dilin ritmik yapısından, ses öğesinden ve yerleşmiş deyimlerden yararlanarak Amerikalının gündelik yaşamını konu edinmiş, “Paterson” adlı bir şiir kitabı da yayımlamış, İmgeci şair William Carlos Williams’dan esinlenerek, kendi kendisiyle kaldığı anlarda kaleme aldığı dizelerini hep elinin Bağımsız sinemanın kralı Jim Jarmusch, ‘sıradan olandaki erdem ve incelikler’e vurgu yaptığı, yeni filmi ‘Paterson’da şiirle sinemayı iç içe geçirmeyi deniyor altındaki minik şiir defterine geçirir, yürüyerek işine giden, yaşadığı kentin adını taşıyan, gizli şair, halim selim, naif vatandaş Paterson. Ohio Blue Tip marka kibritlere olan hayranlığını yazıp dizelere döküyor filmin başında. İlk okuyucusu olan Laura da onun sevip önemsediği şiirlerini fotokopilemesini ve yayımlatmasını söyler ısrarla. W.C.Williams’ın yanı sıra Allen Ginsberg, Wallace Stevens, Frank O’Hara vb. gibi edebi imzalara da selam sarkıtan, karmaşık bir olay örgüsü yerine düz, sade bir çizgide, olaysız ilerleyen film, Paterson’un en ünlü kişisinin, 1950’lerde bizde ‘2 Açıkgözler’ diye bilinen, LorelHardi taklitçisi, AbbottCostello komik ikilisinden, heykeli de dikilmiş Lou Costello olduğu bilgisini de veriyor bize. Her sabah sefere çıkmazdan önce otogarajdaki ailevi sorunlarından bunalmış, Hint kökenli iş arkadaşının yakınmalarını da sineye çeker Paterson. Direksiyon başındayken bazen gözlediği yolcuların konuşmalarına kulak kabartan, tesadüfen büyükküçük, çeşitli ikizlere rastlayan, otobüsü arızalandığındaysa yolcuları için titizlenen, Emily Dickinson seven bir şair kız çocuğundan etkilenen, aynı rutin hayatının inişçıkışlarını sakince yaşar ve muzır Marvin’in eğdiği posta kutusunu her eve girişinde düzeltirken ya da Laura’nın kek kazancıyla ısmarladığı sinemada, H.G.Wells klasiği ‘Doktor Moreau’nun Adası’nın Charles LaughtonBela Lugosi’li, 1933 yapımı siyahbeyaz ilk versiyonu “Islands of Lost Soul”u seyrederken hep hayatından memnun, aklında yeni dizeler uçuşturuyor Paterson’umuz. Onun huzurlu, tekdüze yaşamı (ya da yaşamının tekdüzeliği) üstüne yalın, net, dupduru ve başından sonunadek (onca tekrara, klişemsi bildik durumlara karşın) ‘sıradan’ın içerdiği kimi inceliklere de vurgu yaparak seyirciyi içine çekip alıveren, 112 dakika süresince de koyvermeyen, nefis bir şiirsinema bulamacı kotarmış Jarmusch usta, keyifle seyrettiğimiz bu son filminde. Akşamları eve döndüğünde yürüyüşe çıkardığı Marvin’i kapısına bağladığı mahalle barında her zamanki gi bi birasını içen Paterson bir gece sevdiği kızın terslemesiyle bir anlığına fıttırıp çakma tabancasıyla terör estirmeye kalkan körkütük âşık siyahi genci de önlüyor, kahramanlığa soyunarak. Şiire iman ettiren film 30 yıl kadar öncesinde Sinema Günleri’nde görüp belleğimize kaydettiğimiz, hayal kırıklığı içinde, New York’tan Cleveland’a ve Florida’ya tuhaf bir yolculuk yapan 3 gencin kahramanı olduğu, modern bağımsız sinemanın miladı sayılan “Strangers than ParadiseCennetten de Garip” ve bu filmi izleyen, bir New Orleans hapishanesindeki (Tom Waits, John Lurie ve Roberto Benigni’nin oynadığı) 3 mahkumun kaçış hikâyesini anlatan “Dawn By Law”la çok sevdiğimiz, 1953 Ohio doğumlu Amerikalı yönetmen Jim Jarmusch, daha sonra çektiği “Mystery Train”, “Coffee and Cigarettes”, “Night on Earth”, “Dead Man”, “Ghost Dog”, “Broken Flowers” ve en son Tilda Swinton’lı “Sadece Âşıklar Hayatta Kalır” gibi filmleriyle hep gözde yönetmenimiz olageldi yıllar yılı. Kuşkusuz yedinci sanatı bu kez şiir sanatının emrine koştuğu ve onun son dönemde yaptığı en iyi işi saydığım “Paterson”da, gündelik yaşamda yinelenen, rutin durumlardan bütünlenen ama biteviye ‘tekrar’ duygusu uyandırmayan, zevkli, zengin bir anlatım tutturmanın üstesinden gelmiş Jarmusch, şelaleye gitmiş Paterson’la, “Gizem Treni”nden anımsanacak Masatoshi Nagase’nin oynadığı bir Koreli turist arasındaki şiirin asla tam anlamıyla çevrilemeyeceğine ilişkin final sahnesinde şiire, yaşama sevincimize ve farklılığa iman ettiren, aydınlık bir son’la noktalıyor bu görülesi “Paterson”u. !f İstanbul’da bugün ACşakdısı n Amerikalı Morris (Morris From America) yön: Chad Hartigan / 11.00 Nişantaşı City’s n Miş’li Gelecek Zaman (El Futuro Perfecto) yön: Nele Wohlatz / 16.00 Levent Kanyon n Christine yön: Antonio Campos / 21.30 Caddebostan Budak CKM n Aşk Cadısı (The Love Witch) yön: Anna Biller / 21.30 Levent Kanyon C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle