Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Pazar 19 Şubat 2017 TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ ‘Alman halkı Hitler’i arzu etmiştir’ Bugünlerde kafayı taktığım meseleler var. Birincisi; sosyal medyada sürekli Hitler’in başa geçmesinde etkili olan kural dışı işler anlatılıyor, bizde de aynı yöntemlerin kullanıldığı söyleniyor. Ama kimseler, Hitler’in başa geçmesinde, Alman halkının ve Alman muhalefetinin oynadığı role değinmiyor. Nasıl oldu da dünyanın en entelektüel muhalefetinin olduğu, solun en güçlü olduğu, sanayinin ve sanayi işçisinin en kuvvetli olduğu Almanya, Hitler’e ve onun yönetimine kucak açtı. Bunda hiç kuşkusuz sosyalist ve komünistler arasındaki görüş ayrılığının büyük rol oynadığını okumalarımızdan biliyoruz. Bu çatışma belki de dünyanın gidişini değiştirdi. Ben öyle düşünüyorum, böyle bir ülkede komünistler başa geçseydi, dünya en güzel komünü görebilirdi. Peki Alman halkı nasıl böyle bir yönetime canı gönülden katıldı? Ben en çok psikiyatrist Wilhelm Reich’in görüşlerine itibar edenlerdenim. Şöyle bir tanımı var: “Alman halkı Hitler’i arzu etmiştir.” Ve devam eder; milliyetçi duygularla şaha kalkan Alman halkı, kayıtsız şartsız “evet!” demiştir. Gene Wilhelm Reich, sıradan insanı tanımlandığı kitabında insanın en önemli duygularına ve içgüdülerine gönderme yapar: “İnsanoğlu güvende olmak ister!” ve “Cinsellik insan davranışlarını belirleyen en önemli içgüdüdür.” Doğrudur, insanoğlu macerayı sevmez. İnsanlar, ayakları hep sağlam bir zeminde olsun ister. Düzenini bozmayı istemez. Ve ona sunulan yaşam alternatifleri içinde; denediğinden vazgeçmesi için, somut, elle tutulur öneriler sunmak gerekir. Aksi takdirde kendi kendine söylense de bildiğini seçer. Şimdi gelelim ülkemize. Öncelikle büyük bir muhalefet boşluğu söz konusu. Öyle ki, ana muhalefet partisi “Hayır” afişinde, dünyanın en bilinmeyen dillerinde “hayır” derken, 12 milyon yurttaşın anadili olan Kürtçe bir “Na” demeye korkuyor. Arapça da listeye alınmamış, oysa Hayır kelimesinin kökeni Arapça, yazılışı farklı. Ayrıca yeni doğan çocuğuna “Evet” adını verip, Cumhurbaşkanı’ndan iş isteyen aklıevvellerin çoğunlukta olduğu bir ülkedeyiz. Herkes bir ucundan çivisi iyice çıkmış bu düzenden öyle ya da böyle nemalanıyor. Üstelik anlaşılmaz bir biçimde, ülkeye 12 milyar dolar giriyor ve biz bunun nereden geldiğini bilmiyoruz. Böyle bir ortamda her türlü ahlaksızlığın kol gezmesine de alıştık. Belki de hepimiz neden yoksulların AKP iktidarına oy verdiklerini farklı bir biçimde düşünmeye başlamalıyız. Kömür çuvallarını bir kenara bırakın, belki de Tayyip Erdoğan’ın özellikle de kadınlar tarafından taparcasına istenmesinin nedenlerine eğilmeliyiz. Ben bu tapma şiddetini, Tayyip Erdoğan’ın Berkin’in annesini yuhalattığı Gaziantep mitinginde gördüm. Yeniden düşünmeliyiz, nerede ne hatalar yaptık? Bu isteğin nedeni ne? Sadece başörtüsü mü? İkinci kafamı zorlayan sorulardan biri, bizdeki protesto geleneğinin zayıflığı. Hemen Gezi demeyin, biraz dinleyin. Protesto edilmesi gereken o kadar çok şey var ki. Elektrik faturalarındaki sayaç okuma maddesi, benzin, sigara, içki zammı... Pazarlarda yeşil biberin kilosunun 10 lira olması, emeklilere verileceği ayyuka çıkarılan promosyonun ayda on liraya gelmesi. Bunun için uygulanan yöntemler, milletvekillerinin maaşının asgari ücretin 26 katı olması, betonlaşan mahalleler, kıyılar, akademisyen kıyımları... Akademi dedim de aklıma geldi. Bu akademi Kenan Evren’e fahri doktor unvanı vermişti. Bir tek akademisyen buna karşı çıkmadı, rahmetli Aziz Nesin’e bu durum çok koymuştu. Defalarca dile getirdi. Saygıyla ben de dile getiriyorum. Bu işler böyle başlıyor. Sonrası çorap söküğü gibi geliyor. Şöyle düşünüyorum, örneğin binlerce kişi bir hafta benzin almasak, sigarayı sarmaya çevirsek, içkimizi kendimiz yapsak, elektriği çok az kullansak, AVM’lerden alışveriş yapmasak acaba ne olur? Bir şey olur da, bizde bunu yapacak direniş ruhu ve sabır yok oldu. En çok da bu insanın canını sıkıyor. Hadi bir yerden başlayalım!.. 19 ŞUBAT 2017 SAYI: 33373 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06.21 06.05 06.28 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi Akşam 07.46 13.25 16.20 18.50 07.29 13.09 16.36 18.36 07.50 13.32 16.31 19.01 Yatsı 20.10 19.55 20.18 yorum 13 Ray Bradbury, her biri bir başyapıt olan eserlerinin ilki, 1951 yılında yayımlanan ve Fahrenheit 451 başlığıyla bir ölçüde gerçekleşen kehanet izleri taşıyan romanında; baskıcı bir rejimin toplumu uyuşturmaya programlı televizyon seyretmeye zorunlu kıldığı, kitap okumayı yasakladığı bir geleceği anlatır. Romanda, yanmaz giysileri içinde Kedimiz kırmızıdır...robotlara benzeyen itfaiyeciler, evleri basıp topladıkları kitapları yakmaktadır. Yani itfaiye kurumu, varoluş nedenine özgürleştirir. Baskı rejimlerinin en çok korktuğu da ihanet içindedir. Zaten Fahrenheit 451 de kâğıdın budur... ateşle doğrudan temas etmese de ısınarak alev Her 1000 kişiden sadece 1’inin kitap okuduğu aldığı sıcaklık derecesi olup, bir “kendini imha” (TUİK verileri) 80 milyonluk bir ülkede; yazıp okuduğu sezdirmesidir. için hapse tıkılanları da çıkarırsanız, nasıl bir cehalete Toplumun baskıcı rejime direnişi, insanların ve rejim türüne mahkum olduğumuz açık! yakalanırsa yakılacak kitapları tek tek ezberlemesiyle Bugün doğan çocuğuna “Evet” adını koyan akıl, başlar... dün doğum kontrolünden habersiz olduğu için sıra Ray Bradbury’nin okurun belleğine mıh gibi çakılan sıra dizilen bebelere Yeter, Dursun, Sabit, İmdat romanında şöyle der: “Her kitabın ardında bir insan isimlerini veren akıl. vardır.” Çünkü okumuyorlar. Ralph Waldo Emerson için, “Yakılan her kitap, “Tek kitap” diyorlar, onu da okudukları, okudularsa dünyayı aydınlatır.” anladıkları şüpheli... Victor Hugo, “Işık kitaptadır. Kitabı sere serpe “Tek kitaba inanan insandan korkarım” demiş, açın. İşini yapmaya, ışıtmaya bırakın...” diye önerir. aziz ilan edilecek kadar kusursuz mümin Aquinolu Jules Renard’a göre, “Bir kitap bize benzediği Thomas. Ne kadar haklı... ölçüde hoşumuza gitmez.” HHH HHH Vatan sathında saçmalıktan vahşete, arsızlıktan Otokrasiden diktaya bütün baskı rejimlerinin kitap hırsızlığa, aptallıktan gaddarlığa, “artık bu kadarı düşmanlığı, yazana nefret ve okuyana hışım ortaklığı, da olmaz”, “herhalde bunu da yapamazlar” raslantı değildir. diyebileceğimiz hiçbir şey kalmadı. Sözlerle düşünürüz. Kitaplar, söz dağarcığını Hayvanlara tecavüz, çocukların ırzına geçmek, genişleterek düşüncenin, hayalin ufkunu açar, kadınları dövmek, kadınerkek bol bol öldürmek mantığı geliştirir ve sonunda, özgürleştirir. Mutlaka sıradanlaştı. Terör, suikast ya da savaşta ölmek kader sayılıyor; şehitlik adeta yüksek getirili yüce bir meslek, bu ülkede... Çoğul kitaptan oldum olası nefret edenler, tüm baskı rejimi ve zamanlarında olduğu gibi yine bir yayınevini, Kırmızı Kedi’yi hedef aldı. Devlet Bahçeli hakkında yazılan bir kitaba önce muhteremler dağıtım yasağı getirdi, ardından tetikçi muhterisler kitabevine saldırıp camı çerçeveyi indirdiler. Kafa tokuşturmaktan beyaz peynire dönmüş beyinleriyle elbette kitapçıda bulamadıkları yazarı kendilerinde kalmayan “Akıllı olsun!” öğüdüyle tehdit edip kaçtılar. Ne dağıtımı yasaklayan muhteremler, ne de camı çerçeveyi indiren tetikçi muhterisler kitabı okumuşlardı. Çünkü kitapta Devlet Bahçeli hakkında zaten bilmediğimiz hiçbir şey, en küçük bir suç öğesi yok. HHH Ama kitap korkusu, böyle bir şey. Ya okur da iki kelime daha öğrenir, biraz daha düşünürlerse? Al sana kâbus! Demokrasiyi öylesine unuttuk, medya patronları öyle korkak ve gazeteciler işimizden oluruz diye titriyorlar ki; hiçbir basın mensubu Devlet Bahçeli’ye: “Kırmızı Kedi’ye hakkınızdaki kitapla ilgili saldırıyı kınıyor musunuz?” diye sormadı. Soramadı. Devlet Bahçeli de Justin Trudeau değil ya, tabii ki saldırıyı kendiliğinden kınamadı. Kitabın dağıtımı durdurulduğunda da sessiz kalmıştı. Bu suskunluğun da tek bir anlamı olabilir... Ben bir Kırmızı Kedi yazarıyım ve ülkenin en cesur, en ilkeli, kültüre ciddi emek veren yayıneviyle çalışmaktan gurur duyuyorum. Kurucu sahibi Haluk Hepkon’a gelince... İnsanların kan kardeşleri ve can kardeşleri vardır. Haluk Hepkon benim can kardeşimdir. Boşuna uğraşmayın. O başını eğmez. âSlaenmalâbleirmâleimlahi Referandum aslında “gönüllü kölelik” denilen düzenin oylanmasıdır. Tam da Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle “şerre rıza”dır. Ama o hep yaptığı gibi, kendi kafasına göre takılmıştır. Bu kavramın kökü yüzlerce yıl önceye gidiyor. İnsanlar neden ve nasıl kendi rızalarıyla, başlarına bir “efendi” seçiyor ve ona kayıtsız şartsız biat ve itaat ediyor. Bunun nedeni o kadar da sır değil. Alışkanlık, zihinsel tembellik, elindekileri de yitirme korkusuyla, yönetilenler özgürlüğü, özgür düşünmeyi o kadar unutuyorlar ki, silkinip uyanmaktan korkar hale geliyorlar. Bunu sonucu, gönüllü kölelik kendisini yeniden üreten ve adeta babadan oğula geçen kapalı devre bir sürece dönüşüyor. Saray’ın 1.056 oda yapılmasının asıl nedeni nasıl ki şimdilerde ortaya çıktıysa, 45 hatta daha fazla çocuk tavsiyesi de öyle. HHH Diktatörlüğün onda dokuzu kaçmak... Biri de ya Saddam ve Kaddafi gibi bir köşeye sıkıştırılıp ölmek ya da Hitler gibi intihar edip kurtulmak. Kaçıp kurtulanlar da var elbet. Son elli yılın ünlü birçok diktatörü kaçarak canlarını elbette kurtarmışlardır. (İdi Amin Uganda; Somoza Nikaragua; Stroessner Paraguay; Duvailer Haiti; Rıza Pehlevi İran; Marcos Filipinler ve devamı...) HHH Diktatörlük zaten özünde bir kurtarıcılık paranoyasıdır. Önce kendilerini ve ailelerini kurtarmaya yönelmeleri bundandır. Nedense diktatörler daha ziyade Ortadoğu’dan çıkarlar. Bunları dengelemek için olmalı peygamberler de bu topraklardan çıkmıştır. Kuranıkerim’de adı geçen tam 25 peygamber vardır. Hepsi de Ortadoğu’dan çıkmıştır. Bunun iki nedeni olabilir. Bu bölgede ahalinin gönüllü kulluğa köleliğe eğilimli olması. Muaviye gibilerini ve Firavunları dizginlemenin KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI tekByirobluaşbkealkni eddewteawbnnawuih.ydmahdeemtu@Oe.tgtramtna.acdiol.omcoğmu’da kavimler arasındaki kargaşa... Bu kargaşayı petrole veya doğal zenginliklere bağlamak mümkün değil. Eski zamanlarda ne petrol vardı ne de kavgaya, kargaşaya yol açacak bir zenginlik! HHH Tek tanrı inancına göre dünyanın başka yerlerinden, örneğin Japonya veya İskandinavya’dan ya da Güney Amerika’dan bir peygamber çıkmamıştır. Kitaplı dinlerin ortak noktası Hz. Adem’in ilk örtünen, ilk tarım yapan, ilk kez peygamberlik verilen insan olduğudur. Bazı hadisler 124 bin peygamberden söz ediyor. Ama son elli yılda ise koskoca bölgeden sadece gerçek anlamda dört diktatör çıkmıştır. Suudiler vs. diktatör sayılmamalı. Refakette diktatörlük olmaz. Gerçek diktatörler Irak’tan Saddam, Mısır’dan Mübarek, Suriye’den babaoğul Esad’lar. Libya’yı da katarsak bir de rahmetli Kaddafi. Beşinci ve esaslı bir diktatör ne yazık ki çıkmamıştır. Bu konuda “yerli ve milli bir açık” olduğu çok açıktır. Tepelenen diktatörler hepsi de iki süper güçten birinin desteğiyle diktatör olmuşlardır. Ama koltuğa çok uzun süre yapışıp kendi oyunlarını oynamaya kalktıkları için her üçü de “bahar temizliği”ne maruz kalmışlardır. Esad’ı ise kimin temize havale edeceği konusunda tartışma çıkınca, 900 km’lik sınırdaşlık nedeniyle R. Tayyip Erdoğan’ımız, haklı olarak durumdan vazife çıkardı. Zaten önceden bir Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanlığı müracaatı vardı. Buna bir de son seçimlerde kendisini “Asrın Lideri Ümmetin Önderi” ilan etmesiyle gerekli altyapıyı hazırlamış oldu. Şimdi sıra Referandum’da!.. Bunun için, “devletimiz eliyle” 16. yüzyılda ilk kez Fransa’da Etienne de La Boetie adlı düşünürün kullandığı ve siyaset bilimine geçen ünlü kavramla, “Gönüllü kulluk (kölelik)” süreci “Evet” ile tam gaz aktive ediliyor. Bunun için de İslamiyeti dahil her unsuru maymuncuk gibi kullanan kullanana... Havuz medyasında TV’lerde ilahi âlemin söylemlerini sanal âleme taşıyanlar “Evet” için beş vakit dört dolanıp duruyorlar. Çok izlenen bir kanalda anlatılanlara göre, kendisi de aslen bir melek olan Şeytan, secde etmeyi “Hayır” diyerek reddettiği için lanetlenmiş. Sözde din adamları da buralarda “Hayır”ın şeytani olduğunu sabah akşam tekrarlayıp duruyor. Hem de gönül rahatlığı ile. Çünkü onlar da “kendileri için bir şey isteyecek kadar karaktersiz değiller!”... Atatürk bir kez daha haklı çıkıyor: “Matbuat hürriyetinden doğan mahzuru yine matbuat hürriyeti” ortadan kaldırıyor. Sanal âlemde ise kısa ve öz mesajlar gerçekleri haykırıp duruyor: “Eğer birileri oturduğu koltuktan kalkmakta sıkıntı yaşıyorsa kesinlikle ya altına pislemiş ya da pislemek üzeredir.” (Hint Atasözü) behicak@yahoo.com.tr kamilmasaraci@gmail.com.tr Görülmüştür S(Ve kim bilir daha neler görülecektir) evgili kardeşim... Yaş günün olmasaydı inan ki cesaret edemezdim burada yazmaya. Bu köşenin senin için anlamını, çerçevesini ne denli titizlikle belirlediğini bilirim çünkü... Kırk seneye yakındır ne çok şeye tanıklık ettik birbirimizin yaşamında, ne çok özelimizi paylaştık... Ama burada onların hiçbirine değinmeye niyetim yok. Ağzından salyalar saçarak insanların özeline, mahremine destursuz dalmaya meraklı o kadar çok porno düşkünü varmış ki meğer etrafımızda, benden iyi bilirsin... Günlerdir yazacağım da elim bir türlü varmıyor. Zaten yıllardır yazıyla aram yok. Tam oturuyorum yazmaya, hep kızgınlık ve öfke yüklü sözcükler geliyor aklıma... Ne kendime yakıştırırım ne de senin köşene... Kimi zaman kırgınlık ve hüzün bastığı da oluyor aniden. Gerçi tüm bu duygular için yeterli ve geçerli sebeplerim var ama bunu da sana ve anılarımıza yakıştıramıyorum doğrusu... Ne çok güldük her şeye rağmen bu kırk yıl boyunca... Ne zaman seni düşünsem hep gülen yüzün geliyor gözlerimin önüne. Yıldığım, korktuğum da olmadı değil laf aramızda. Bu kez de çocuklarımızdan utandım doğal olarak. Bazen de donup kaldım. Hissizleştim adeta... Kulağım yalnızca televizyon ya da radyodan gelecek müjdeli bir habere açık, sıfırladım tüm duyularımı. Nereden bir açık buldularsa, bu defa da gelecek hayallerimizin, yaşlılık planlarımızın saldırısına uğradım... Tam vazgeçiyordum ki buldum beni motive edecek duyguyu. Beni bilirsin. En ağır travmaları nasıl atlattığımı da... Güleceğiz kardeşim. Belki “bekâra karı boşamak” gibi gelebilir birçok insana ama sen beni bilirsin dedim ya... Güleceğiz. İnsana, hayata dair her şeyden nefret eden bu insan kabalığına ve kalabalığına inat güleceğiz. Yaşam kıvılcımının çaktığı her yere TOMA’larıyla saldıran zihniyetin yaşamın çıplak gerçeği karşısında nasıl apışıp kaldığına güleceğiz... Gülmekten korkan, ayıp zanneden, günah diye zırvalayan “ağır abi”lere inat güleceğiz... Senin bu yaşında ve bu hasta halinle, soğukta, kalın duvarlar ardında lüzumsuz ve adaletsiz tutulmandan neler umduklarına güleceğiz... Bir suç unsuru bulup iddianame yazabilmek amacıyla senin yazılarını okumak zorunda kalanların sonunda kendilerini nasıl hissettiklerini düşünüp güleceğiz. Çocuklarımızın geleceği için güleceğiz. Kendi çocukluğumuz öksüz kalmasın diye güleceğiz. Gülmek tüm dünya paraları karşısında değer kazansın diye de... Hayallerimiz anlamını yitirmesin diye de... Çocuklarımıza bırakabileceğimiz en değerli miras kahkahadır diyerek... Hiçbir şey öğretemediysek gülmeyi öğrettik çocuklara, çocuklarımıza diyebilmek için güleceğiz. Yaşlılığımızı hayal ederek güleceğiz. Elimizayağımız tutmazken hâlâ gitar çalıyor oluşumuza güleceğiz. Aynı parçayı yüzüncü kez çalıp yine beceremediğimize güleceğiz. Çalarken ağzımızdan fırlayan takma dişlerimize güleceğiz. Senin katı Alman disiplinine güleceğiz... Gittikçe artan tuvalet frekansımıza ve senin bu konuda da istatistik tutmana güleceğiz. Arada sağlığımızı hiçe sayarak içki, sigara kaçamaklarımıza güleceğiz... Ben oturduğum yerde kıkırdamaya başladım bile. Senin çıktıktan sonraki halin geliyor bak gözümün önüne. Hücrenin eninden boyundan tut, çektiğin bütün zorlukları istatistiki olarak kaydetmişsindir sen. Çıktığında, kendi üslubunla nasıl da komikleştirerek anlatacağını tahmin edebiliyorum, insan ve insanlığa aykırı tüm yaşadıklarını. Kendini anlattıklarına nasıl kaptıracağını, nasıl bir coşkuyla, sözcükleri özenle seçerek... Sonunda patlatacağın esprinin tadı artsın, kıymetlensin diye giriş ve gelişme bölümünü oya oya işleyerek... Ben de burada seni öfke, nefret, yılgınlık değil sevgi, sevinç ve kahkaha biriktirerek bekleyeceğim. Onlar senin suçlu olduğuna “inanıyorlar”. Ben senin suçsuz olduğunu “biliyorum”. Doğum günün kutlu olsun canım arkadaşım! Sevdiklerin ve hayallerinle bol kahkahalı, sağlıklı ve uzun bir ömrün ve o ömürde bana hep ayırabileceğin küçük de olsa bir yerim olsun! C MY B