28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumartesi 11 Şubat 2017 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: ZARİFE SELÇUK CPJ: Ankara’ya baskı yapılmalı Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) Avrupa ve Orta Asya Program Direktörü Nina Ognianova, Türkiye’de, cezaevlerindeki gazeteci sayısının diğer bütün ülkelerden daha fazla olduğuna dikkat çekerek basına yönelik baskılar nedeniyle bir dizi hassas ve önemli konunun kamuoyunun bilgisine sunulamadığını söyledi. Ognianova, Amerika’nın Sesi’ne yaptığı açıklamada, “Türkiye’de basına yönelik baskı şimdiye dek eşi görülmemiş düzeyde. Uluslararası ortakları, basın ve ifade özgürlüğü için Türkiye’nin liderlerine acil olarak baskı yapmalıdır” dedi. l Haber Merkezi G9: Tarih sizi onurla anacak G9 Gazeteci Örgütleri Platformu, ih raç edilen akademisyenlere destek olmak için bir mektup gönderdi. “Bizler; bir kısmı cezaevlerinde, bir kısmı sizler gibi işsizliğe mahkum edilmiş, bir kısmı da hâlâ doğruyu söyleyerek çağına tanıklık etmeye çalışan gazetecileriz” denilen mektupta, “Bizler, sizin özerk, özgür, demokratik ve bilimsel eğitimi savunduğunuz için de mutlaka geri dönüşü olacak bir sürgüne gönderildiğinizi not düşmek istiyoruz. Tarih sizi onurla anarken, sürgünüzde dahli olan herkesin payına sadece utanç düşecek” denildi. l İSTANBUL/Cumhuriyet ek kıymetli kardeşim Ahmet, Daha geçen gün postalamıştım P Ahmet ‘ama’ sevmezmektubumu. Ama ne yazık ki eline geçmemiş. Adalet Bakanlığı “yok öyle bir uygulama” diye kıvırırken, hapishane yönetiminin keyfi kararıyla her gönderilen mektup, birilerinin çekmecesinde birikiyor ama sahibine ulaştırılmıyormuş. Bir gazetenin lar bana! Yıllar içinde kortejde koluna girdiklerimiz, elini sık benim bildiğim Ahmet “konjonktür” gözetmez, iktidara hizalanmaz, benim bildiğim Ahmet “ama düzenim”, “ama ödenecek taksidim” demez. Ezcümle be mektup işlevi göreceğini eskiden biri söylese, güler geçerdik. Hoş, gülüp geçtiğimiz bir sürü şey nicedir bir vahamet olarak kapımızı çalıyor ya, şimdi dertlenme zamanı değil. Halbuki neler neler yazmıştım. “Görülmüştür” damgasını vuracak olanların kim bu çatlak diyecekleri, senin yüzünü güldürecek, onlarınkini ekşitecek bir sürü şey... Tabii onlar ne bilsin birlikte büyüdüğümüzü, onlar ne bilsin, hangi yolları katedip kimleri hayatımızdan uğurlayıp, kimlerin geldikleri yerlere bakıp bakıp utanarak, birbirimize yeniden maya tiksindiğimiz yandaşlar olarak boy verip semirirken, sen ve senin gibiler bir an olsun yalpalamadan, “yolun yürüyüş öğrettiğini” de unutmadan emin adımlarla gide gide Silivri’ye vardınız. Oraya varmadan bir emniyet şeridi olsa, eminim sen ona da sapmazdın ya, neyse. Ortaya karışık, “kokteyl örgüt mensubu” olarak niye içerde olduğunu sen de bizim kadar biliyorsun nasıl olsa. nim bildiğim ve kardeş dediğim Ahmet “ama” sevmez! Yok öyle bedava beraat Duydum ki zulüm konusunda yaratıcılıkta sınır tanımayanlar, sizin avluya da tel örgü çekmişler. Haberi okur okumaz ağzımdan ilk çıkanı söylemeyeyim hadi, kendimi yatıştırmak için; bizim Ahmet o çenesiyle kuşları da “şışşt, soldan soldan uçuşun, buradan iyi görünmüyor” diyerek ikna eder diyesi oldum. Ah Ahmet, canım Ahmet! 15 Şubat’ta Oda TV Davası’ndan mahkemeye çıkacaksın ya, hani şu sana yeniden ve sımsıkı sarıldığımızı... Daha üniversite sıralarındayken bir Hiç değişmedi beraat istedikleri, senin yok öyle bedavadan beraat, önce bu lekeyi alnımdan si dernek toplantısında mıydık neydik, şu Hayat ne tuhaf, her şeyin değişebilir lecek gerekçenizi göreyim diye çıkıştığın na karşı eylem mi koyalım, bunu protes olduğuna inandık durduk da, içimizden dava... İşte o gün hepimiz orada olaca to mu edelim diye kendi aramızda tartı birilerinin hiç değişmemesiyle de hep ğız. Biliyorsun Çağlayan kazan, biz kep şıyor, yol yordam bulmaya, en doğru ta gurur duyduk. O sendin! Taa 90’ların ba çe! Muhtemelen savunmanı verirken de vır (o zaman duruş demezdik evet) ney şından bu yana, polis kime höt dese, “komşunun tavuğuna kışşt” diyecek, bizi se ona uygun adımlarla ilerlemeye çalı aramızda “kesin Ahmet’tir, bir şey olmuş oturduğumuz yere mıhlayacaksın. Şimdi şıyorduk. Toplantıdan çıkıp da coşkuy mu” diye sorardık. Sen, herhangi bir den ve buradan ileteyim ne kadar hakkım la sokaklara savrulacağımız vakit, yöne yangında ilk kurtarılacak değil, yangına var bilmiyorum ayrı, yine de kayıtlara geç timin “çantacı” akademisyenlerinden biri ilk atlayacak oldun hep! Ondandı anan sin ve hepsi sana helal olsun! bizi “doğru yola” sevk etmek için bir sü dan hallice hezeyanlara kapılıp, gece ya Turhan Bey’i görürsen geçmiş olsun rü şey saçmalamıştı, o zaman bağırdığı rıları “Aman Ahmet sakın çıkma, Ahmet dileklerimi ilet lütfen, çıkmadan göbeğini mı hatırlıyorum: Şışşt, sen buraya bak dikkat et yoksa gebertirim, Ahmet bak erit, kendini sıcak tut, nasılsa çıkınca yi sana! Devrimci olmak öğrencilik meşga sana bir şey olacak diye ödüm kopuyor” ne koşturmaya başlayacaksın, idmanlı ol lesi değil, hayat görüşüdür! Biz buradan mesajlarıyla seni bunaltmalarım, yerimde şimdiden. Haa arada bir de olsa sözü mezun olunca da bir şeyleri değiştirmek hop oturup hop kalkmalarım. Benim bil mü dinle artık, o son rakıyı içecektik işte! için mücadele edeceğiz. Vay bana, vay diğim Ahmet ateşe atlar da gıkı çıkmaz, Cıldır cıldır bakan gözlerinden öperim. Kurşunlayıp öldürseler Marmara Üniversitesi Anayasa Hukuku öğretim üyesi Prof. Dr. İbrahim Kaboğ lu, anayasa denince ilk akla gelen isimlerden. Binlerce hukukçu yetiştir di. İnsan hakkı savunu cusu, yurtdışında say gın pek çok üniversi tede ders veren bir bi lim insanı. 43 yıllık dev HİLAL KÖSE let memuriyetinin karşılığında, KHK ile öğrencilerinden koparıldı, pa saportu bile iptal edil di. Kaboğlu’nun üzüntüsü, öfkesinden büyük. İhraç kararı verenler, inandı ğı değerlerden, bilimden vazgeçeceği ni düşünenler ise yanılıyor. Kaboğlu, “Türkiye’de insan hakları ve demokra sinin, hukuk devleti ekseninde temel lenmesi için, ‘her zaman, her yerde ve herkes ile birlikte’ fikri olarak ve hu kuki sınırlar içinde barışçıl yol ve yöntemler ile mücadeleye son nefesi me kadar, devam edeceğim...” diyor. n Şu an ne hissediyorsunuz? Bu ve benzeri uygulamalar, Osman lıTürkiye kazanımları hiç olmamış, Anadolu toprakları, hukuk ve insan hakları kavramları ile hiç tanışma mış izlenimi uyandırıyor. Bu neden le, hissettiklerimi sözcüklerle anlat mam mümkün değil. Üstelik, ağırlıklı insan hakları alanında çalışan biri ola rak, KHK uygulamalarına tanık olun ca, adeta “tarihsel ve toplumsal bellek silinmesi” eşiğine gelindiği algısı doğ muyor değil. Dahası, Türkiye toplumu nun kazanımlarına ve birikimine ha karet olarak da görülebilir. n Bugüne dek binlerce hukukçu yetiştirdiniz... Böyle bir isme yapı lan bu hoyratlığı nasıl yorumluyor sunuz? AKP içinden de kararı eleşti renler oldu... Öncelikle, haysiyet kırıcı, insan onu runu zedeleyici. Böyle bir işlemi te sis edenler, muhatabı, daha doğrusu “düşmanı” kurşunlayıp öldürseler, da ha az etkileyici olur. Düşünün, hukuk çu olarak şu kadar on yıllık birikim ve deneyiminiz var. Mesleki yaşamınız boyunca hukukçu adaylarına “hak hukuk ve adalet” anlayışını aşılamak için çabalamış bulunuyorsunuz... Bir gece, “darbe girişiminde bulunan te röristler “için oluşturulmuş bulunan “torba düzenleme”ye adınızın eklendi ğini görüyorsunuz. Eğer belleğinizi ve özgeçmişinizi silme olanağınız varsa, ancak o durumda yatağa girdiğinizde kalbinizin sabaha kadar çarpmaya de vam edeceğinden emin olabilirsiniz... Anayasaya aykırı n Sizce bu ihraç kararı bir yerlerden dönebilir mi? Yargıya başvurup itiraz ettiğinizde, sonuç ne olur? Öncelikle, bu hukuksuzluğun bir yerlerden dönmesinden çok, yapılmaması veya geri alınması daha önemli. Şu yaygın söylem kesinlikle kabul edilemez: “Yanlışlık varsa düzeltilir; haksızlık varsa giderilir...” Bu tür söylemler, işlemi yapanların yaptıkları işlemin hukukilik ve dayanakları konusunda kuşkulu oldukları anlamına gelir. Oysa, OHAL yönetimi sırasında da olsa, bir hukuk devletinde yapılan her işlem gerekçeli olmak durumunda. OHAL yönetiminde, özgürlükyet daha az etkilerdi Yayımlanan son KHK ile ihraç edilen Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, ‘Türkiye’de insan hakları ve demokrasinin, hukuk devleti ekseninde temellenmesi için son nefesime kadar, devam edeceğim’ dedi İmam konuşuyor ben konuşamıyorum Hukuki bir deyim bulamıyorum n Önceki röportajımız sırasında konuşmuştuk, oradaki akademik çevreler ısrarla Paris’e yerleşmenizi tavsiye ederken, ‘hayır’ yanıtı vermiştiniz... Sorbonne’daki dersleriniz ne olacak? Sorbonne Nouvelle (Paris 3) Üniversitesi’nde 3 aylık konuk öğretim üyesi olarak derslerime geçen hafta başladım. Fakat Marmara’daki derslerimi de sürdürebilmem için, oradaki dersleri, şubat, mart ve nisan aylarında olmak üzere dört ayrı haftaya topladık. İlk hafta derslerimi tamamlayıp döndüm ve üç gün sonra, “terör örgütü kararnamesi”ne adımın eklenmesi ile sadece 43 yıllık devlet memurluğu görevim sona erdirilmedi, pasaportum da iptal edildi. Bunun anlamı şu: Eğer hukukla hiçbir şekilde bağlantısı olmayan bu kararname düzeltilmez ise Paris’e gidemeyeceğim için oradaki öğretim üyeliği görevimi de yapamayacağım. Sözün özü: KHK altında imzası bulunan Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlar, büyük bir olasılıkla, “darbe kararnamesi”ne eklenen listede adımın bulunduğundan haberdar değil; ama bu düzenleme, beni, ulusal ve uluslararası alanda bütün haklarımdan yoksun kılıcı sonuçlar doğuruyor. Böyle bir yaptırımı nitelemek için hukuki bir deyim bulamıyorum. ki dengesi, yetki lehine bozulur ama, OHAL yönetimi de bir hukuk rejimi olup, yer, konu ve zaman bakımından sınırlıdır ve yargısal denetime açıktır. OHAL KHK’leri için de bu kayıtlar geçerlidir. Bunun çerçevesi, hem kullanım hem içerik bakımından anayasa madde 120, 121 ve 15 tarafından çizilmiştir. Her KHK, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılır. Bu açık anayasal kurala karşın, çoğu zaman KHK Resmi Gazete tarihi ile Bakanlar Kurulu kararı tarihi arasında örtüşme bulunmuyor. Mesela, 7 Şubat kararnamesinde, 1 Şubat tarihinde yapılan toplan tı dayanak gösteriliyor. Uygulama şöyle bir izlenim yaratıyor: Bakanlar Kurulu, Cumhurbaşkanı Başkanlığı’nda bir kez toplanıyor. İlerleyen gün ve haftalarda, birçok KHK çıkarılıyor. Bu uygulama, anayasaya açıkça aykırıdır. Bu uygulama, yetki kullanımının siyasi makamlardan idari bürokrasiye kaydırıldığı yönünde ciddi kuşkular yaratmaktadır... OHAL KHK uygulaması, anayasaya ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne açıkça aykırı olduğu gibi, düzenleme yapma tarzı da, özellikle yargısal başvuru yollarını zorlaştırıcı ve etkisiz kılmak için engelleyici bir tarz... n ‘OHAL’de anayasa yapılamaz’ dediğiniz için böyle bir şeyi yaşıyor olabilir misiniz? Anayasa süreci dört nala ilerliyor, referandum tarihi açıklandı. Sonuç ne olur sizce? “OHAL’de anayasa yapılamaz” görüşü, gün geçtikçe teyit ediliyor. Eğer bu görüşüm nedeniyle, adım “darbeterör kararnamesi”ne eklenmiş ise anayasa değişikliği sürecinin meşruluğu daha da tartışmalı hale gelir. İçinde bulunulan ortamın çelişkileri de cabası. Bir rektör, bir vali, bir kaymakam, bir cami imamı, anayasa değişikliği üzerinde görüş açıklıyor; ama anayasa hukuku uzmanları açıklayamıyor. Ben, “anayasacılar olmadan bir anayasa değişiklik süreci”nin bu şekilde kotarılmasına hiç tanık olmadım. Bir zamanların Latin Amerika “pembe dizileri”ni çağrıştıran ekranlardaki sözüm ona “anayasa tartışma” programlarında kaç anayasacı yer bulabiliyor? Bu durum, başlı başına “anayasal bilgilenme hakkı”nı zedeleyici... Bu nedenle, halkoylaması sonucunu, değindiğim böyle bir ortama göre değerlendirmek gerek... n Referandumda ‘evet’ çıkarsa ne olur? Evet oyu çıkması için uygulanan ve anayasal kamuoyunun oluşumuna engel olan yol ve yöntemler, olası bir evet sonrasında tanık olunacak uygulamalar hakkında kaygı verici malzemeler sunuyor... Bu nedenle, yeni tarihli olsa da, bunun “anayasal düzen” olarak nitelenmesi kolay olmayacak... Anayasal bilgi kirliliği geçerli n Bu geriye dönüşün sebepleri ne? Osmanlı Türkiye tarihinin en derin kırılması. Ama bunu haklı kılan bir neden yok. Üç nedene hızlıca işaret edilebilir. Bir, AK Parti’nin, parlamenter rejim birikimi bakımından, OsmanlıTürkiye (özellikle anayasalsiyasal) tarihi ile çelişkisi. İki, AK Parti’nin, Türkiye’yi “ileri demokrasi” eşiğine taşıdığı iddiası bakımından, 14 yıllık iktidar dönemi ile çelişkisi. Üçüncüsü de AK Parti’nin kendi seçmeni ile çelişkisi: AK Parti tabanına yakın kuruluşlarca hazırlanan anayasa rapor ve taslakları, genellikle parlamenter rejim yanlısı. TBMM’de oylanan değişiklik teklifinin içeriğine yabancı... n AKP’nin evet kampanyasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Buna AK Parti kampanyası demek zor. Bu bir devlet kampanyası; evet için seferberlik... Böyle bir ortamda serbest tercihin ortaya çıkması mümkün değil. Çünkü “anayasa bilgilenme hakkı”ndan çok, “anayasal bilgi kirliliği” geçerli. haber 11 Eskiden vatan hainiydi, şimdi terörist oldu! 1982 Kasım’ında yapılan halkoylaması öncesi, hayır kampanyası yasaktı. Askeri iktidar ve onu destekleyen sivil güçler ve medya, hayır oyu kullanacak olanları vatan hainliğiyle suçluyorlardı. Hayır oyunun ince beyaz zarfın içindeki mavi pusulayla belli olacağı ve sandık çıkışı tutuklanacakları korkusu seçmende hâkimdi. Sandık başında asker bekliyordu. Yüzde 91.3 katılım oranıyla, sandıktan yüzde 91.4 oranında evet çıktı. Evet oyu verenlerin arasında aşırı merkeziyetçi devlet yapılanmasını, milliyetçiotoriter ideolojiyi, TSK’nin siyasal konumunun güçlendirilmesini destekleyenler herhalde çoğunluktaydı. Bir de korkudan evet oyu verenlerle, “aman bir an önce başımızdan gitsinler” diyerek beyaz pusulayı zarfa koyanlar vardı. Bu sonuncuların oranının epey yüksek olduğu iddia edildi. O zamanlar kamuoyu anketleri gelişmemişti. 1982’de kalben evetçi olanlarla korkudan veya defi belâ kabilinden evet oyu verenler arasındaki oranları bilmiyorum. İki ay sonra yapılacak halkoylaması, 1982’de getirilen anayasal düzeni daha ileriye götürüp, askeri cuntanın beyin takımının çok özeneceği bir merkezileşmeyi öngörüyor. “Ülke bölünüyor, anarşi her yeri sardı!” temasını işleyip, halk oyuyla seçilen bir emekli generalin bütün bu yetki ve kuvvetleri elinde toplamasını, 1980 darbecilerinin beyin takımı heyecanla desteklerdi. Zaten aradaki benzerlikler çarpıcı. 1982’de hayır diyenler vatan haini ilan edilirken, şimdi bir mertebe daha yükseltilip terörist oldukları ima ediliyor. 1982 halkoylaması öncesi, ünlü 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’na dayanarak on binlerce kamu çalışanı “ihraç” edilmişti. Hapishaneler dolup taşıyordu. Büyük bir devlet terörü dalgası toplumun üzerine sinmişti. “Asmayalım da besleyelim mi?” diyen Başkan Evren’in emriyle idam cezaları aralıksız infaz ediliyordu. Halkoylamasında anayasanın kabul edilmemesi halinde, askeri cunta yönetiminin hep iktidarda kalacağını cuntacı güçlerin borazanları açıkça söylüyorlardı. Bugün idam cezasının uygulanmaması dışında, Türkiye’nin hali 1982 sonbaharına birçok açıdan çok benziyor. Yürürlükteki anayasayı ilan ettiği her KHK’de çiğneyen iktidar, “ben istediğimi yaparım” umarsızlığı içinde sürekli yetki suiistimali yapıyor. Bazı açılardan, 1980 cunta yönetiminin bile aklına gelmeyen veya yapmaya cüret etmediği tasarruflarda bulunup özel mülkiyete idari kararla el koymakla yetinmeyip, yargı kararı olmadan müsadere ediyor. Dalga dalga yayımladığı keyfi “atılanlar” listeleriyle, sadece hukuk devletini ayaklar altına almıyor, bütün kamu çalışanlarının üzerinde büyük bir baskı yaratıyor. Tutukluluk, yargısız infaz yöntemi olarak, kitlesel biçimde uygulanıyor. “Taraf olmayan bertaraf olur” sözünü yıllardır tekrarlayan bir otokratın peşine takılanlar, bütün yetkilerin bir kişinin elinde toplanmasına, cumhuriyetçi sultan rejimi kurulmasına karşı çıkanları vatan haini ve dahi terörist ilan ediyorlar. AKP sözcülerinin pek sevdiği bir söz, bugün onlar için bütünüyle geçerli: “Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır!” Bugün iktidarın sergilediği zihniyet ve tavır, anayasa değişikliği kabul edilirse yapacaklarının en açık teminatıdır. Önümüzdeki halk oylamasını 1982’den farklı kılan olgulardan biri burada yatıyor. Bu anayasaya evet demek, “aman başımızdan gitsinler” anlamına gelmiyor. Tam tersine, yürürlükte olan bütünüyle keyfi yönetim tarzının anayasalaşmasını, kalıcılaşmasını ve kurumlaşmasını kabul etmek demek. AKP ve MHP seçmenleri arasında, ya bu yetki tekelini istemeyen, bundan korkan ya da “buna ne gerek vardı” diyen bir kesim var. Evet oyu verme motivasyonunun şimdilik düşük olduğunu AKP yandaşı gözlemciler de dile getiriyor. Halk oylaması kampanyasında hayır oyu vermeyi teröristlikle bir tutulmasını isteyen irade de bunu esas olarak kendi seçmenindeki çekinceyi kırmak, onları terörize etmek için yapıyor. Çünkü iktidardaki zihniyet için millet kendine koşulsuz evet dediği, biat ettiği sürece millettir. Aynı 1980 askeri cuntasının zihniyeti gibi. ALMAN KOMEDYEN TARTIŞMASI Böhmermann’ın şiirine kısmi yasak Almanya’da komedyen Jan Böhmernann’ın kamu kanalı ZDF’de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hakkında okuduğu küfürlü şiire mayısta geçici olarak getirilen kısmi ihtiyati tedbir onaylandı. Hamburg Eyalet Mahkemesi, şiirin “cinsellik ve hakaret içeren kısımlarının” düşünce özgürlüğü kapsamına girmediğine ve yasaklı kalmasına hükmetti. Ancak mahkeme, Erdoğan’ın şiirin tamamının yasaklanması talebini reddetti. Daha önce Erdoğan’ın Böhmermann hakkında “yabancı devlet yöneticilerine hakaretle” ilgili 103. maddeden dava açılması talebiyle ilgili Mainz Savcılığı takipsizlik kararı vererek cezai soruşturmayı durdurmuştu. Alman Bakanlar Kurulu da 103. maddenin 1 Ocak 2018’den itibaren feshine onay vermişti. l Dış Haberler C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle