27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumartesi 28 Ekim 2017 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: SERPİL ÜNAY haber 11 İNSAN HAKLARI DERNEĞİ: CEZAEVLERİNDE 357’Sİ AĞIR 1025 HASTA MAHKÛM VAR Cezaevi öldürüyor İHD Diyarbakır Şubesi ve Diyarbakır Tabip Odası tarafından, “Dünya Hasta Hakları Haftası” nedeniy le hasta tutuklu ve hükümlülerin duru muna dikkat çekmek için basın toplan tısı düzenlendi. İHD Diyarbakır Şube si Cezaevi Komisyonu Üyesi Muhterem Süren, İHD verilerine göre hapishane lerde toplam 357’si ağır olmak üzere 1025 has ta tutuklu ve hükümlü olduğunu vurgulayarak “tarafsızlığını yitiren Ad li Tıp Kurumu’nun has MAHMUT ta mahpusların yaşam ORAL larıyla ilgili değerlendir me tekeline son verilme si gerektiğini” söyledi. İHD Diyarbakır Şube binasında dü zenlenen basın toplantısında konu şan TTB Merkez Konsey Üyesi Doktor Şeyhmus Gökalp, sağlığa erişim hak kının ihlalinin önlenebilmesi amacıyla ceza infaz sisteminin insan hakları ve ‘ADLİ TIP tarafsızLIĞINI YİTİRDİ’ Hasta mahpuslarla ilgili tıbbi değerlendirmelerde Adli Tıp Kurumu’nca hazırlanan raporların esas alınmasının, birçok ağır hasta mahpusun ya dört duvar arasında yaşamını yitirmesine ya da hapishaneden ölüm sınırında çıkmasına neden olduğuna dikkat çeken Süren “Mevcut kurumsal yapısı ve siya si iktidara bağlılığı nedeniyle Adli Tıp Kurum’unun tarafsız davranamadığı, dolayısıyla düzenlediği raporlarda bilimsel ve objektif kriterlere uygun değerlendirmeler yapmadığı açıktır. Bu nedenle, Adli Tıp Kurumu’nun hasta mahpusların yaşamlarıyla ilgili değerlendirme tekeline son verilmelidir” diye konuştu. evrensel değerler çerçevesinde revize edilmesi gerektiğini vurguladı. Hazırlanan ortak basın metnini okuyan Muhterem Süren ise cezaevlerinde halen ölümler, sevk ve sürgünler, işkence ve kötü muamele, tecrit ve izolasyon, haberleşme haklarının engellenmesi, ailelerle görüş engelleri, disiplin soruşturmaları gibi çok sayıda hak ihlali yaşandığını söyledi. Özellikle has ta mahpuslara dönük etik olmayan yaklaşımlar ve bürokratik engellerin bulunduğuna dikkat çeken Süren, “Bu nedenlerle insani ve yaşamsal ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak bir durumla karşı karşıya bırakılan ve adeta ölüme terk edilen hapishanelerdeki hasta mahpus sayısı, bu durumu gözler önüne sermektedir. 22 Haziran 2017 tarihli son İHD verilerine göre hapishanelerde toplam 357’si ağır olmak üzere 1025 hasta mahpus bulunmaktadır. Adalet Bakanlığı’nın verdiği bilgilere göre ise 2017 yılı Şubat ayı itibarı ile Adli Tıp Kurumu raporuyla ağır ve sürekli hastalığı belgelenen tutuklu ve hükümlü sayısı 841’e ulaşmıştır” diye konuştu. Kelepçeli tedavi Hapishanelerin fiziki şartlarının tutuklu ve hükümlülerin beden ve ruh sağlığını bozduğunu, bu sebeple de kronik hastalıkları olan mahpusların hastalıklarının daha da ağırlaştığını belirtti. Süren “Aylarca hastaneye sevk edilmeyi bekleyen birçok mahpus, hastaneye gitme fırsatı yakaladığında ise, kolluk refakatinde veya kelepçeli tedavi dayatmasıyla karşı karşıya kalmakta, bu onur kırıcı muameleye karşı koyunca da tedavi olamadan hapishanelere geri gönderilmektedir” diye konuştu. l DİYARBAKIR ESP, ETHA ve EHB TUTUKLAMALARINA TEPKİ Baştan suçlu ilan etmişler Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) ve hak savunucuları, perşembe gecesi tutuklanan ETHA editörü İsminaz Temel ile muhabiri Havva Cuştan, Ezilenlerin Hukuk Bürosu (EHB) avukatları Özlem Gümüştaş ve Sezin Uçar’ın, Suruç’ta hayatını kaybeden Hatice Ezgi Sadet’in ablası Özgen Sadet ve parti üyelerinin de aralarında olduğu 12 kişinin serbest bırakmasını istedi. HDK Eşsözcüsü Gülistan Kılıç Koçyiğit, İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, ESP Genel Başkan Yardımcısı Fadime Çelebi’nin de aralarında bulunduğu grup, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nde bir araya geldi. Gülseren Yoleri, 12 kişinin tutuklandığı soruşturmada arama ve yakalama kararına gerekçe olarak, “suç delillerini elde etmek üzere...” denildiğine dikkat çekerek, “İnsanları baştan suçlu ilan etmişler, ama ellerinde deliller yok” dedi. Suçlamalar arasında gözaltında kaybedilen Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç’un mezarları başında yapılan anmalar ile Gazi katliamı anmasının da olduğunu belirten Yoleri, “Bu anmalar 1996 yılından beri her yıl yapılmaktadır. Suç oluşturan bir eylem değildir. İnsan hakları faaliyetleri suçlamalara konu edilmiş oldu” diye konuştu. ESP ile dayanışma içinde olduklarını söyleyen Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Egemenler, tutuklanan arkadaşlarımızın dışarıda olmaları durumunda mücadelenin gelişeceğini, ezilenlerin sesine ses katacaklarını bildikleri için bu kadar yoğun tutuklamalar gerçekleşmektedir. Bu köhnemiş zihniyet kendi sonunu hızlandırıyor” dedi. Suruç’ta yaralandılar Fadime Çelebi de son 1.5 yıldır tüm toplumsal muhalefete dönük ciddi bir saldırının olduğunu söyledi. Başkanları Çiçek Otlu’nun tutuklandığını, parti binalarına bomba bırakıldığını, üyelerinin kaçırıldığını, sürekli polis tacizine maruz kaldıklarını anımsatan Çelebi, “Asla hiçbir üyemiz, hiçbir yöneticimiz geri adım atmayacak. Biz değerlerimize daha sıkı sarılacağız” dedi. Suruç ailelerinden Hacer Elçin ise katliamda yaralanan Mazlum Demirtaş ve Havva Cuştan ile katliamda yaşamını yitiren Ezgi Sadet’in ablası Özgen Sadet’in tutuklandığını belirtti. Tutuklanan avukatlar Gümüştaş ve Uçar’ın Suruç davası avukatları olduğuna da dikkat çeken Elçin, Suruç davasının 3. duruşmasının 13 Kasım’da görüleceğini anımsattı. Elçin, “Tutuklayarak, gözaltına alarak Suruç ailelerini asla susturamayacaksınız” dedi. l İSTANBUL / Cumhuriyet ÇHD’YE OPERASYON İzmir’de 6 avukat gözaltına alındı KHK’lerle kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği’nin İzmir şubesinde çalışan 6 avukat, aynı biçimde işlerine son verilen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya destek paylaşımları nedeniyle “terör örgütü propagandası” suçlamasıyla gözaltına alındı. ÇHD’liler, “Üyesi olduğumuz ve propagandasını yaptığımız örgütümüz ÇHD’dir” açıklaması yaptı. Dün sabah İzmir’deki avukatların işyerleri ve evlerine baskın düzenlendi. Avukatlardan Nergiz Tuba Aslan, Dinçer Çalım, Bahattin Özdemir, Şule Arslan Hızal, Emel Diril ve Yaman Cankan gözaltına alındı. Alihan Pilaf’ın ise adresinde bulunamadığı kaydedildi. Avukatların dosyasına dair “kısıtlama” kararı verildiği öğrenildi. Avukatların özellikle Gülmen ve Özakça’ya dair sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek “örgüt propagandası” yapmakla suçlandığı kaydedildi. l HAKAN DİRİK / İZMİR Anne ve babası tutuklanan 8 yaşındaki Arev’e sahip çıkan teyzesi Tülay Vayiç: VİCDAN İSTİYORUZ ESP Hopa İlçe Yönetim Kurulu Üyesi ve Sosyalist Kadın Meclisleri Temsilcisi Nurcan Vayiç Aksu, sosyal medya paylaşımları nedeniyle “terör örgütü propagandası” iddiasıyla 24 Ekim’de, çevreci kimliğiyle bilinen eşi HDP Hopa ilçe eş başkanı Cemil Aksu ise sosyal medya paylaşımları nedeniyle “terör örgütü propagandası yapmak” ve “suçu ve suçluyu övmek” iddiasıyla 25 Ekim’de tutuklandı. Aksu çiftinin 8 yaşındaki 2. sınıf öğrencisi oğlu Arev’e teyzesi Tülay Vayiç sahip çıktı. Gazetemize konuşan Tülay Vayiç, “Perşembe günü cezaevinde ziyarete gittik, ikisinin de moralleri iyi. Nurcan ablama Cemil’in tutuklandığını biz söyledik, orada öğrendi. Arev de babasının tutuklandığını cezaevinin önünde öğrendi. Orada ikisiyle de görüştü. Arev’e nasıl davranmamız gerektiği konusunda pedagoglardan yardım alıyoruz. Ben Kemalpaşa’da oturuyorum. Arev buradan Hopa’ya okula gidip geliyor. Her şeyi anlayabilecek yaşta. Annenin, babanın yerini tutamaz kimse, bir çocuğun annesi ve babasıyla arasındaki bağ çok farklı. Annesi ve babasını ziyarete götüreceğiz haftada bir. Onlar da cezaevinde 45 saat görüşebilecekler” dedi. Avukatların karara itiraz ettiğini belirten Vayiç, şöyle konuştu: “Bir çocuğa bunların yaşatılmaması gerekiyor. Annebaba ve çocuk arasındaki bağın duvarlarla koparılamayacağını biliyorlar. Vicdan istiyoruz. Ellerini vicdanlarına koysunlar. Arev gibi çocuklar bunu yaşadı, yaşıyor. Arev’in anne ve babasına kavuşmasını istiyoruz. Hukuki sürecin çok çabuk ilerlemesini bekliyoruz. Herkes duyarlılık gösterdi. Dimdik ayaktayız, boyun eğmeyeceğiz. Terörize etmeye kalksalar da bu insanlar sosyalist, ekolojist insanlar. Bu işin peşini bırakmayacağız, takipçisi olacağız” diye konuştu. l Yurt Haberleri SALDIRGANLAR BELEDİYEDE YÖNETİCİ Kayseri’de geçen hafta ilahiyatçı yazar İhsan Eliaçık’a saldıranlar arasında AKP’li Kayseri Büyükşehir ve Kocasinan belediyesinin yöneticilerinin de bulunduğu belirlendi. Saldırıyla ilgili görüntüleri analiz edip saldırganların kimliklerini belirleyen Kayseri Yeni Haber gazetesi yazarı Recep Bulut, köşesinde şu bilgileri verdi: “İlk dikkat çeken isim eli telsizli kişi. Yani ilk sözlü saldırıyı başlatan kişi. Adı Mehmet Yangın! Peki, kim bu Mehmet Yangın? Mehmet Yangın daha önce Kocasinan Belediyesi’nde idi. ParkBahçeler Şefliği yapıyordu. Ayrıca, Başkan Ah met Çolakbayrakdar’ın ‘adeta koruması’ gibi yanında görev yapıyordu. Kocasinan Belediyesi’nden ilişiği kesilmiş. Ama her ne hikmetse Kocasinan Belediyesi’nden ilişiği kesilen Mehmet Yangın hemen Büyükşehir Belediyesi KAYTUR AŞ’de Destek Hizmetleri Müdürü olarak görev almış! Bu nasıl iş?” Altında kalırlar Yangın’ın, Kocasinan belediyesinde birlikte çalıştığı Aytekin Demir’den destek aldığını belirten Bulut şöyle devam etti: “Peki, Aytekin Demir kim dersiniz? O da Mehmet Yangın’ın kankası! Her ne kadar Mehmet Yan İHSAN ELİAÇIK gın Büyükşehir KAYTUR AŞ’ye gitmişse de Aytekin Demir, Kocasinan Belediyesi’nde kaldı! Kocasinan Belediyesi Temizlik İşleri Şefi olarak görev yapıyor. Yazar İhsan Eliaçık’a yönelik saldırının gerçekleştirildiği gün, Mehmet Yangın, kankası Aytekin Demir’i arayarak, ‘ekibi toplayıp’ Dünya Ticaret Merkezi önüne getirmesini istiyor. Ekip araçları ve ellerinde telsizlerle derhal yola çıkıyor. Başta Saha Amirleri Abdullah Moluluo ve Ahmet Demirezen. Yani, Aytekin Demir, Kocasinan Belediyesi Temizlik İşlerinde çalışan çavuşlar ve saha amirlerini toplayarak Dünya Ticaret Merkezi önüne kelimenin tam anlamıyla çıkarma yapıyor. Hem Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik hem de Kocasinan Belediye Başkanı Ahmet Çolakbayrakdar, bunun hesabını hem adli hem de idari yönden sormalı. Sormazlarsa bu çirkin saldırının altında kalırlar!” l Yurt Haberleri Polisten yazılama Okmeydanı’nda 1 kişinin ölümüne, 5 kişinin de yaralanmasına neden olan kavgaya müdahale eden polislerin, gece saatlerinde Grup Yorum’un müzik çalışmalarını yürüttüğü İdil Kültür Merkezi’nin karşısındaki duvara, “Devlet geldi” diye yazılama yaptığı ortaya çıktı. Grup Yorum’dan yapılan açıklamada, “Polisler, iki aile arasında yaşanan ve çok üzüldüğümüz bu olayı fırsata çevirerek Okmeydanı’nda gece saatlerine kadar terör estirdi. Gece saatlerinde kültür merkezimizin karşısında bir duvarda yazılı olan NuriyeSemih yazılamasını sildiler, sonra da “Devlet geldi” diye yazdılar” denildi. l İSTANBUL/Cumhuriyet İktidarın ‘beka sorunu’ “Ülkemizin içinde bulunduğu şartlar, milli varlık ve beka sorununu gündeme getiriyor. Son derece önemli ve hayati bir tarihi süreci yaşıyoruz.” Bu ve benzeri cümleleri iktidarın zirvesinden AKP medyasına, birkaç yıldan beri hemen her gün duyuyoruz. Ülkenin bir ateş çemberi içinde olduğunu, devletin varlık ve beka sorunuyla karşı karşıya kaldığını, AKP ve müttefikleri her vesilede tekrarlıyor. Ezici çoğunluğu kurgulanmış olan bu tehditleri bertaraf etmenin yolu onlara göre, cezaevlerini doldurmaktan geçiyor. Yeni Türkiye düzeninin tasarımcıları, otokrat yönetimi rahatsız eden herkesin birkaç ay veya birkaç yıl cezaevini tatması ve bu korkunun toplumda yaygınlaşmasının, “beka sorununu” çözeceğine inanmış gözüküyorlar. Bu “beka ve varlık” endişesi, ilk bakışta şovenlik dozu yüksek bir etnik milliyetçiliğin ya da ulusalcılığın korkularını ve tutkularını ifade ediyor gibi gözüküyor. Sevr sendromu hemen akla geliyor. Ama bu korkuyu biraz deşince, aslında büyük ölçüde iktidar tarafından üretilen bir kaygı olduğu görülüyor. İktidarın bu meseleyi bu denli dile getirmesinin arkasında, söz konusu olanın iktidarın giderek akutlaşan beka endişesi taşıması var. Bugün Türkiye’de Erdoğan partisinin çok belirgin biçimde iktidarda varlığını devam ettirme sorunu var. Halbuki çok partili demokratik yaşamda, iktidardaki güç, iktidarı kaybetmeyi kendisi açısından bir varlık ve yokluk sorunu olarak görmeye başladığında, demokrasinin temel kurallarından biri olan iktidarın el değiştirmesine olağandışı, yani kabul edilemez bir nitelik atfetmeye başlar. Muhalefetin iktidarı demokratik yollardan devirmeye çalışması, suç olur. Her taşın altında darbe girişimi aranır. İktidarın demokratik yollardan el değiştirmesi olasılığı, devletin çökmesi, ülkenin bölünmesi, her türlü felaketin başa gelmesi olarak sunuluyorsa, orada beka sorunu olan ne devlettir ne de ülke. Beka sorunu iktidardaki gücün iktidarı kaybetme endişesinin ifadesidir. Bu endişe, iktidardaki gücün iktidarı kaybederse, o güne kadar sorulamayan hukuksuzluklarının hesabının kendinden sorulacağı endişesinden kaynaklanır. “Ben gidersem devlet çöker” demek, ben gidersem devlet içinde kurduğum düzen çöker, hepiniz bunun altında kalırsınız, demektir. Burada “herkes” iktidar partisi ve çeperinde beslenenlerdir. Sadece iktidarda olmaktan kaynaklanan çıkar ilişkilerinin değil, yeni medeniyet inşası olarak takdim edilen ve kifayetsiz fırsatçıların köşe kapmasına olanak sağlayan medeniyetsizleşme sürecinin de sona ermesi anlamına gelecektir bu değişim. Bu nedenle devletin yeniden yapılanması ve medeniyetin yeniden inşası projesinin birlikte sunulması bir rastlantı değildir. İkisi arasında sadece ideolojik değil, organik bir ilişki vardır. Beka, bugün, yeniden yapılandırılan devlet ve yeniden inşa edilmek istenen medeniyetle iktidardaki varlığını devam ettirmeye çalışan kliğin ve onun dağıttığı imkânların bağımlısı olanların sorunudur. Türkiye’de Erdoğan partisinin gerçek bir beka ve varlık sorunu olduğundan kuşku yok. Daha fazla baskı, daha fazla şiddet, daha fazla hukuksuzlukla bu korkularını defetmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken kendi beka endişelerini daha da derinleştiriyorlar. Yıllar sürse de devam Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin 28 Kasım 2015’te Sur’da çatışmalarda zarar gören Tarihi Dört Ayaklı Minare önünde basın açıklaması yaptıktan sonra öldürülmesinin ardından 98 hafta geçti. Diyarbakır Barosu, her hafta olduğu gibi bu hafta da Elçi için basın açıklaması yaptı. Açıklamasını okuyan Baro Genel Sekreteri Mahsum Batı, “Bu etkinliğimiz yıllar sürse de failler yakalanıncaya kadar devam edecektir” dedi. 16 yaşındaki liseli gencin ölümü Bilirkişi raporu: Polisin eli tetikte Esenyurt’ta 9 ay önce silahından çıkan kurşunla 16 yaşındaki lise öğrencisi Ömer Barış Topkara’nın ölümüne neden olan polis memuru H.D.S’nin (20) yargılandığı davaya bilirkişi raporu ulaştı. Raporda, H.D.S’nin Topkara’nın omuzuna silahın kabzasıyla vurduğu anda sağ işaret parmağının silahın tetik bölümünde olduğu, vurmanın etkisiyle tetiğe bastığının tespit edildiği belirtildi. Mahkeme heyeti, daha önce olay anında elinin tetikte olmamasına rağmen silahının ateş aldığını söyleyen sanık polis memuru H.D.S’nin tahliye istemini reddetti. l DHA C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle