06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 22 Ekim 2017 yorum 13 Eşcinsellik de sınıfsaldır Okurlarına tarihin en kral eşcinsel âşıkları Mevlana ve Şems’i platonik iki âşık gibi sunmak için epey çaba harcayan, rivayete göre, cemaat istemiş ve o günlerde domates Türkiye coğrafyasında yokken iki tarihi kişiliğe domates soyduran Elif Şafak biseksüel olduğunu açıklamış. Kimse sormamıştı ama o açıklamış. Öyleyse bizim de bu ülkedeki eşcinsel kişilerin mücadelesini gözünün içine baka baka anlatmamız gerek. Bu arada pek çoğunuz kadınlar için pembe, erkekler gri kapaklı AŞK romanını kapış kapış aldınız. Ve bu platonik aşk pek bir hoşunuza gitti. Mevlana’nın Şems’e yazdığı üç mektubu okusaydınız, bu aşk platonik mi görürdünüz. Bu ülkede eşcinsellik zor iştir. Eğer ünlü bir yazar, ünlü bir modacı ya da aileden zengin biri değilseniz, hayat sizin için eksiyle başlar. Özellikle de yoksulsanız ve törelerin, geleneklerin eşcinselliği adeta “veba” gibi aşağıladığı bir bölgede yaşıyorsanız, yaşam bazen çekilmez olur. Yıllar önce İç Anadolu’da, Sivas bölgesinde bir köye uğramıştım. Karların yolları kapadığı köyde, bir annenin hiç durmayan ağıdı bütün köyü kuşatmıştı. “Ömer’i intihar etmişti.” Anneye başsağlığına gittiğimde, onu oğlunun fotoğrafına sarılmış ağlarken bulmuştum. Ömer neden intihar etmişti? Anne bir an gözlerini silmiş, çevresindekilere tek tek bakmış ve şöyle demişti: “Aha bunlar neden olmuştur, Ömer’im bu yüzden kendini ipe salmıştır. Hiç durmadan alay ettiniz onunla, yürüyüşüyle alay ettiniz, ‘kız gel buraya, kız git buradan’ diyerek onu alaylı tükürüklerinizle boğdunuz.” Kimseden ses çıkmamıştı, “kız Ömer intihar etmişti.” Ömer öyle çok aşağılanmıştı ki, intiharı asla bağışlamayan dinsel inancına rağmen kendini öldürmüştü. Bir başka hikâye, yıllar önce Diyarbakır’da önemli bir dava vardı. Eşcinsel olduğu için babası ve iki amcası tarafından 14 kurşunla öldürülen 17 yaşındaki Roşin Çiçek’in davası. Diyarbakırlı Roşin, gencecik bir çocuktu. Cinsel kimliğiyle yeni yeni tanışıyordu. Anlayamadığı, kavrayamadığı duygularla kendi başına mücadele ediyordu. Kimselere açılamıyordu, çünkü çevrede erkek bedeninden hoşlandığı duyulsa, hayatı kararırdı. Suskundu ama içgüdüleri zaman zaman onu ele veriyordu. Aile durumunu sorgulamaya başlamıştı. Olacak şey miydi? Bir erkek, erkek gibi davranmalıydı, korkak tavuklar gibi değil. Neydi bu Roşin’in halleri, eline bir gün bile silah almamıştı. Düğünlerde, derneklerde silah patladığında kulağını kapatıp bir kuytuluğa sığınıyordu. O gün de babası ve amcasıyla atışmıştı. Babası sormuştu, “Yoksa sen ib… misin? Sen bizi rezil etmek için mi dünyaya geldin? Bizim ailede böyle biri çıkmaz, çıktı mı da yeri mezardır.” Azarlara, aşağılanmalara dayanamayan Roşin fırlayıp evden çıkmıştı. O çıktıktan sonra babası ve amcaları, iddialara göre, kararlarını vermişlerdi. Ve bir gün sonra Roşin’in ölüsü bir yolda atılmış olarak bulundu, 14 yerinden kurşunlanmıştı. Davaya bakan Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi, belki de bir ilke imza atarak sanıklar hakkında ağırlaştırılmış müebbet verdi. Neden bir ilk çünkü bu tür davalarda hâkimlerin “iyi hal” ve “töre ve gelenekler” gibi hafifletici sebepleri sıklıkla ele aldıklarına ve ceza yasasında mevcut cezaların sanıklar lehine düşürüldüğüne tanığız. Böylesi durumlarda sanıklar “aile namusunu korudum” cümlesine pek sık başvururlar. Ve bu gerçekten etkili oluyor. Çünkü bu ülkede hemen herkes “aile namusuyla” fazlasıyla ilgilidir. Aileyi kutsallaştıran bu tür geleneksel kodlar, pek çok kadın ve erkeğin yaşamını karartır. Ve bu en kutsal olan yaşam hakkına direkt bir tecavüzdür. Ve hayatın büyük sahnesinde, herkese yer var. Not: Eşcinselliğin nasıl sınıfsal bir yapıya sahip olduğunu anlamak için Fransız filmi “Mavi En Güzel Renktir”i izlemenizi şiddetle tavsiye ederim. Mesele öyle, “Ben biseksüelim” demek kadar lay lay lom değil. 22 EKİM 2017 SAYI: 33618 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05.50 05.35 05.58 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı 07.16 12.56 15.51 18.22 19.42 06.59 12.40 15.38 18.08 19.26 07.20 13.03 16.03 18.33 19.49 T ut ki sen Buda’dasın şimdi, ben de Peşte’de boz bulanık akan Tuna’yı seyrediyoruz ayrı kıyılardan. Hani “vakit biraz akşamdı” der ya Turgut Büyük Saat’inin üç yüz elli altıncı sayfasında, işte öyle bir saatte, bir sabit kalem çıkar da cebinden, ıslatıp kurumuş dilinle uzun bir mektup yaz bana, haber ver geriye hiç dönmeyenlerden. CEVAT ÇAPAN Hicri takvime göre tevellüt 1324’tü, Edirne nüfus kütüğüne “Kazım ile Zehra’dan olma” kaydıyla geçirildi. Miladi doğum tarihi, kâh 1906, kâh 1908 yazıldı. Osmanlı mülkünde, kimsenin soyadı yoktu. Dolayısıyla kimliği, Kazım oğlu Kazım tamlamasından ibaretti. Ama doğumundan birkaç gün sonra askere giden babası, kimbilir nerede ve hangi koşullarda öldüğünden onu hiç tanımadı. Tanımadığı için yokluğunu da çekmedi. Küçük Kazım, ana bir baba ayrı ablası Sabbek ve “kardaşım” dediği ağabeyi Nizamettin’le Karanfiloğlu Mahallesi’nde, sonuncu merhum babanın konağında oturuyorlardı. Oysa evde, daha çok ölmüş bir ağabeyden söz ediliyordu. Zor zamanlardı. Osmanlı parçalanıyor, Türk askerleri bir cepheden ötekine savrulup yıllarca dönmüyor ya da gittikleri yerde ölüyorlardı. Zehra Hanım çok güzel bir kadındı. Evleniyor, çocuk doğuruyor, eşi mutlaka bir harbe gidiyor ve şehitlik haberi geliyordu. O da yeniden evleniyor, Son duraktan bir önce* yine doğuruyor ve dul kalıyordu. Bir oğlunu toprağa vermiş, asıl ona yanıyordu. İlerki yıllarda, bir ikincisini de şehit verecek, yavaş yavaş aklını yitirecekti. Aile varlıklıydı. Ama zengin ya da yoksul herkes, ülkenin kaderinden keder payını alıyordu. Yıllar sonra göbek adı Ali’yi de ekleyip Ali Kazım Kırıkkanat adını alan babam, ölümünden sonra bulduğum kısacık hatıratında Edirne’de yaşadığı bir günü şöyle anlatmış: “Okul müdürü, kardaşımla beni çağırarak dayımın vurulduğunu ve tedavi için Almanya’ya gönderildiğini söyledi. Bizi bir hademe ile eve gönderdi. Annemin yüzü kızarmış ve gözleri şişmişti. Büyük annem de İstanbul’dan gelmişti. Ev kalabalıktı. Çok geç yattık. Tuhaf değil mi, dayımın vurulmuş olması beni hiç müteessir etmedi. Kardaşım, durup durup soruyordu, ‘Acaba yarası neresinde?’ diye. Bilmediğim için susuyordum. Bir ara, kolunun veya bacağının kopmuş olabileceği aklıma geldi ve çok ürktüm. Dayım çok yakışıklı bir adamdı. Onu kolsuz veya bacaksız görmek, çok acı olacaktı. Bu düşüncemi kardaşıma söyleyince, ikimiz de üzüldük ve böyle yaşayacaksa, ölmesi daha iyi dedik. Bu konuşma herhalde yüksek sesle olmuş ki, oda kapısı açıldı, annem içeri girdi ve bizi hayli hırpaladı...” Bir roman yazmaya hazırlanıyorum, aziz okurlarım. Osmanlı İmparatorluğu taş taş yıkılırken doğup, Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşumuna tanık ve öldükleri güne kadar Atatürk’ün çocukları kalan annem ile babamın arasındaki büyük aşkın ve inanılmaz maceralarının izini süren bir roman olacak... Edirne’ye daha önce de gittim. Oysa geçen hafta sonu katıldığım Kitap Fuarı’nda, Osmanlı’nın ilk emperyal başkentini kafamda bu romanın taslağıyla keşfe çıkmak, bambaşka bir duygu yoğunluğu yaşattı. Edirne’nin CHP’li Belediye Başkanı Recep Gürkan, tarih kültürü ve AKP iktidarının CHP’li diye hiç mi hiç mali destek vermediği kente restore ederek kazandırdığı eski yapılar, bisiklet yolları, harika bir Kent Müzesi, ilk atık su arıtma tesisi ve daha pek çok akıllı, akılcı projeyle gönlümü kazandı. Keşke hep yandaş belediyelere çalışan hükümet de Edirne’nin tarihi ve coğrafi önemini anlasa, sınır kentlerinin bir ülkenin ışıldakları; müthiş bir turistik gelir potansiyeli olduğunu kavrasa, yatırım dağıtımında adil davransa... Bilmem yansıtabildim mi, ama duygulanarak yazdığım bu yazıya ancak ve yalnız, sevgili Cevat Çapan’ın muhteşem dizeleri eşlik edebilirdi. * CEVAT ÇAPAN, ‘son duraktan bir önce’/Yapı Kredi Yayınları, 2017 Demek ilahi adalet gibi güncel hukuka da güveniyor. sdaaAnimşikleaârhiskadoriınlkaiyoallanuşwtraı[email protected] Dün aniden attı kendisi lam kazanacak. Sa ni yeniden ortaya: rıksız olunca da müf “Biz İstanbul’a ihanet et tü nikâhı olmaktan çı tik... Etmeye de devam kacak ediyoruz! Bundan ben de Zaten imam nikâhı sorumluyum!” belgesiz bir işlem “İhaneti” bu sütunlarda di. Müftü nikâhı “Dini bizler dile getirsek, 48 sa nikâhın belgesi mi olur Hileli şer, şerli hileat geçmeden, suç duyuru su, hoop savcının huzuru ve uçsuz bucaksız gözal be P..” itirazlarına son verecek. Yine de yasada tı “TCK md: 299. Cumhur boşluk var. başkanına hakaret ve iftira, Tayyip Bey’in bu 4 yıla kadar hapis.” ilan eder... Yoksa bu kez ne seç işe bir daha el atma HHH meni tıpış tıpış sandığa götürmek sı gerek. Amacı, “antrenman olsun” diye mümkün olur, ne de parti örgütü Müftüler, nikâh sırasında sa mi nedir, yasaların “etkin pişman nü tıkır tıkır çalıştırmak!) rık takarsa besmele çekmeleri de Yapay zekâ ne yapsın? Yapay zekâ tartışması iki filozofu karşı karşıya getirmiş. “Hangisi haklı” diye sormuşlar insanlara: Bentham mı, Kant mı? Konu sürücüsüz arabalarla ilgili. Genellikle yapay zekâ ve robot teknolojileri “bilimkurgu” gibi algılanır. Oysa durum öyle değil. Sürücüsüz araba yavaş yavaş sokaklarda belirmeye başladı. lık” hükümleri! Yoksa İslamiyetin “tövbe ve is tiğfar” ilkelerinden istifade. Hiç kuşkusuz asıl hedef son bir el daha oynayıp ebedmüddet “Reyislik”. Ama önce seçmeni son bir kez daha uyutmak şart. “Kandırıldım” teranesi, “mağduriyet” nanesi ağzına tat verdi bir kere. Seçmen yufka yürekli. “Aman diyene kılıç kalkmaz!” Aslında “İstanbul’a asıl ihanet eden FETÖ’dür... PKK’dir” de diyebilirdi. Demek ki nutuklarını bu tema üzerine yazan danışman hafta izninde. Yine de samimi itirafta, tövbe eder görünmekte biraz erken, Kadir Gecesi’ne daha çok vakit var. Tövbe için en uygun zaman, o gecedir: “Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.” (Kadr suresi 3. ayet) 2019 daha erkene hatta Ramazana çekilebilir. Çünkü Kadir Gecesi, o ayın sonunda. (CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, belediye başkan adaylarını açıklamaya “A” harfinden Aydın’dan başladı. İnşallah “İ”ye, İstanbul’a gelinceye kadar yorulur da “İstanbul belediye başkan adayının önseçim ile belirleneceğini” HHH Siyaset, son bir hamle ile daha çok diniman eksenine çekiliyor. Müftü nikâhı da “İstanbul’a ihanet ettik” türü bir hilei şeriyedir, yani “şeriata uygun hile!..” İstanbul’a ihanetin hem derin hem çok taze hem de ibretliktir. Kentin asırlık siluetinin afedersiniz, içine eden işadamı – mütaahhit ile uzunca zamandır küs idi. Geçen gün barıştı. Ne karşılığı? Okumuş olduğu imam hatip lisesinin onarımı ile adının okula verilmesi karşılığı. “Recep Tayyip Erdoğan” adının bu tür bir becayişe ve mübaaya tabi kılınması, en çok kendisine oy veren milyonları üzüyor olmalı. Ki kendisi de dün ihaneti itiraf etti. O işadamı, fazla katları yıkma sözünü yerine getirmedi. İhanet devam ediyor. İhanet, yüzlerce yıldır değişmeyen Sultanahmet Camisi’nin ve Ayasofya’nın arkasında “ucube” gibi sırıtıyor. Sırıtacak. Hem de bir onarım karşılığı! HHH Nikâh yüzünden müftülerimizin, başlarını kaşıyacak vakitleri olmayacak. İnşallah başlarında sarık olmaz şart olacak. Sarıksız müftü olabilir. Ama “Besmelesiz müftü” haşa! HHH Müftü nikâhı “dindar nesil” için en köklü adımdır. Geriye nesillerin “kindar” olması kalıyor. Onu da iktidarın söylevdemeç ve uygulamaları sağlayacaktır. Ama müftü nikâhı ile iş bitmiyor. İslam kaynaklarına göre, “gerdek” veya “zifaf namazı” da öngörülüyor. İyi haber bunun için ezan okunmasına gerek yok, iki rekat namaz yetiyor. Ve namazı sadece damat kılıyor. İktidar, müftü nikâhında “medeni” sözcüğüne özel vurgu yaparak bu yasaya göre yapılacağını söylüyor. “Hile” de “şer” de burada zaten. Çünkü “medeni” sözcük olarak “şehirli” ve “uygar” anlamına gelse de köken bakımından “Medine’ye ait” demek! HHH Medeni nikâhı, kadın nikâh memuru da kıyabiliyor. Müftü nikâhında ise buna olanak yok. Çünkü İslamda, kadının adı da “kadın müftü” de yok. “Kadın imam” yani “İmame” ise, ancak tespihin ucuna takılan boncuk adı olarak var! Yapay zekâ uzmanları, aşılmaz gibi görünen teknik sorunları bir bir aşmışlar fakat bu kez karşılarına “teknik olmayan” sorunlar çıkmış. Üstelik bu “teknik olmayan” sorunları da nasıl çözeceklerini pek bilemiyorlar. Konuyu basit bir senaryoyla şöyle anlatabiliriz. Diyelim ki yapay zekâ tarafından kullanılan arabanın freni patladı. O sırada yaya geçidinden iki kadın geçiyor. Birinin yanında iki kız çocuğu var. Çocuklar 5 ve 8 yaşlarında. Diğer kadın kucağında bir bebek taşıyor. Araba eğer direksiyonu kırmazsa 5 kişinin ölümüne neden olacak. Arabada tek kişi var. 50’li yaşlarda bir erkek. Eğer arabayı kullanan yapay zekâ, direksiyonu sağ veya sola kırarsa duvara çarpacak bu kez arabadaki yolcunun ölümüne neden olacak. Soru şu: Arabayı kullanan yapay zekâ ne yapmalı? MİT (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü) yapay zekâ konusunda Amerika’nın saygın üniversitelerinden biri. Buradaki uzmanlar, “Moral Machine” adıyla bir yazılım geliştirmişler. Yani “ahlak makinesi”. Bu makine yukarıda aktardığıma benzer yüzlerce senaryo oluşturmuş. Web sitesine bağlanan (http://moralmachine.mit.edu) insanlara anketler uygulanmış. Yanıt aradıkları soru çok basit: “Yapay zekâ bu gibi durumlarda nasıl davranmalıdır?” Bu anketlere bütün dünyadan 5 milyon insan katılmış. Sonra iki filozoftan da ilham alarak soruları şöyle formüle etmişler. Bentham’a göre, araba faydacı bir etikle hareket etmelidir. Hasarı ve yaşam kaybını KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] en aza indirmeye çalışmalıdır. Bu eylem bir kişiyi öldürecek olsa da. Kant’a göre araba, vazifesinin icabına göre hareket etmeli. Prensiplere sadık ka lınmalıdır. Ve prensiplerden biri de şöyle dir: Öldürmeyeceksin. Dolayısıyla yukarıda ki örnekte, bir insana zarar verecek şekilde hareket etmemelidir. Araba kendi haline bı rakılmalıdır. Daha fazla insana zarar vere cek olsa bile. Yapılan ankete katılanlara “Hangi filozofa katılıyorsunuz” diye sormuşlar. Büyük ço ğunluk Bentham’a hak vermiş. Fakat ankete katılanlara bir soru daha sorulmuş: “Bentham’ın ilkelerine göre ha reket eden bir arabayı satın alır mısınız?” Bu kez ankete katılanların neredeyse tümü, “Hayır” yanıtını vermiş. Ankete katılanlar, alacakları sürücüsüz arabanın her ne olursa olsun, kendilerini koruması gerektiğini söylemişler. “Aksi hal de o arabayı satın almayız” demişler. Ne olacak şimdi? HHH MİT’nin bu araştırmasıyla ilgili bizi bilgi lendiren arkadaşım, tam da konuyu tartıştı ğımız sırada masadakilere aynı soruyu yö neltti: Peki, Bentham mı, haklı Kant mı? Ben ilk yanıt verenlerden olamadım çün kü bir yandan iPad’den gündemi okuyor ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI ve her nedense hâlâ bazı haberler karşısı[email protected] da şaşırıp kalabiliyordum. Gözümü “Bir ka dınla tokalaşmak, ateş tutmaktan daha kor kunç” diyen üniversite rektörü haberinden alamıyorken düşündüm: Dünya neleri tartı şıyor, biz neyi? Masadaki dostlardan biri ise şöyle ya nıt verdi: “Karl Marx haklı. Sadece geliri ni düşünen, kârını maksimize etmekten baş ka derdi olmayan kapitalist zihniyetin yapay zekâsı çözümden çok sorun yaratır. Çünkü bu zihniyet geliştirilen yapay zekâyı da kâr etme hırsıyla kullanacaktır.” Peki, siz ne dersiniz? Kim haklı? Bent ham mı, Kant mı, Marx mı yoksa dünyadan bihaber rektör mü? C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle