06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 22 Ekim 2017 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: İLKNUR FİLİZ Arabulucuyu bırakKADINLARDAN, BOŞANMADA ARABULUCU DÜZENLEMESİNE SERT TEPKİ kadına şiddeti önle Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün müftülere nikâh yetkisini öngören düzenlemenin Meclis’ten geç mesinin ardından boşanma lar için “Aile arabuluculu ğunun” getirileceğini açık lamasına tepki gösteren ka dınlar, kendilerini yeni bir ZEHRA ÖZDİLEK tehlikenin beklediğini söyledi. Kadın örgütlerinin temsilcileri, arabuluculuk dü zenlemesiyle kadınların dinsel baskı altı na alınacağını vurguladı. ŞİDDET VARSA ARABULUCU OLMAZ İstanbul Barosu Kadın Hakları Merke zi Başkanı Hale Akgün ‘aile arabuluculuğu’na kesinlikle karşı olduk larını belirterek boşan ma davalarının çoğu nun psikolojik ve fi ziksel şiddet içerdiği ni söyledi. Anlaşan çift Hale Akgün lerin zaten boşanmaya gitmeyeceğine değinen Akgün, “Şiddet varsa kanunlar açıktır hiç bir şekilde arabuluculuğa gidilemez. Ne da yanakla aile arabuluculuğu yapılmaya kal kılıyor. Bu yöntem kadın ve çocuk üzerin de baskı olacaktır. Onun yerine kadının şid det başvurusu olduğu zaman kanun ve söz leşmede açıkça yazdığı gibi şiddet uygula yan kişiyi terapiye gönderseler, buna bütçe ayırsalar o zaman böyle şeylere gerek kal maz” dedi. Çocuğun velayet hakkının mut laka mahkemenin takdirinde olduğunu di le getiren Akgün, “Arabulucuyla bu konuda karar oluşturulamaz. Boşanma kesinleştik ten sonra görülen mal rejimine dair davalar ayrıdır. Sadece bu konuda arabuluculuk pro sedürü kabul olabilir ki boşanma zaten ger çekleşmiştir bu aşamada. Kadını boşanma dan vazgeçirmeye çalışmak toplumsal bas kıya da dönüşecek, dini baskı da olacaktır. Şu anda uygulanan ‘arabuluculuk’ duyumla rımıza göre bazı birimlerin uyguladığı dini baskı ile yapılan bir arabuluculuk.” YAPI TAŞLARI ÖNCEDEN DÖŞENDİ Türkiye Kadın Dernekleri Fedarasyo nu Başkanı Canan Gül lü de ‘Aile arabulucu luğu’ yönteminin yapı taşlarının 2015 yılın da döşenmeye başlan dığını belirterek şöy le konuştu: “Bir buçuk sene sonra bir boşan Canan Güllü ma komisyonu oluşturulmuştu taslak raporu olarak kaldı. Kadın hareketinin, kadınlar için çok sıkıntılı bulduğu yaklaşık 12 tane mad de vardı ve 12 maddeden bir tanesi de ‘Aile arabuluculuğu’ydu. Medeni hukukla kazanıl mış olan bütün hakların geri alınmasını sağ lamaya yönelik düzenlemelerdir. Bugün yer leştirilmeye çalışılan ‘sen kadınsın evinde şiddetini gör, görünmez ol, sen mahkemelerin önüne gitme’dir. O boşanma komisyonunun bir maddesi der ki ‘mesai saatleri içinde ka dın şiddete uğruyorsa karakola gitmesin’ bu bile tek başına bu ülkenin isyanıdır.” BAŞKA KANUNLARLA GERİ GETİRİYORLAR Kadın Cineyetlerini Durduracağız Platformu Başkanı Gül süm Kav ise Türkiye’de can derdi ve bir sürü sorun varken Meclis’te şiddeti araştırmak ye rine aile bütünlüğünü korumak için bir ko misyon kurulduğuna Gülsüm Kav değinerek kendilerinin ona ‘boşandırtmama komisyonu’ dediklerini söyledi. Kav, bu ko misyonun kararlarına ilk andan itibaren kar şı çıktıklarını dile getirerek, “O komisyon da arabuluculuk, birtakım aile danışma mer kezleri açarak orada diyanet görevlilelerini görevli kılma gibi maddeler vardı. 2015 yı lından başlayarak son 3 yıldır kadınların sü rekli reddettiği bir şeyi başka başka yollar la başka kanunlarla karşımıza getiriyorlar. Şimdi kadınların kendilerine şiddet uygula yan kişiyle aynı masaya oturtturulup arabu lucuk uygulanmak istenmesi asla kabul ka bul edilemez. Başka davalarda arabuluculuk yöntemi olabilecek bir durumdur. Ama şid detin söz konusu olduğu boşanma davaların da asla söz konusu olmamalıdır... Arabulucu luk kadınları dinsel baskı altına alarak yürü tüleceğinin tehlikesidir” dedi. Firari yazar Edemir şimdi mülteci kamPında yaşıyor Yazar Hüseyin Edemir, ‘örgüt üyeliği’nden hüküm giydiği, 1.5 yıl ha pis yattığı davanın yeniden açılması için çok uğraştı. Çünkü, dosyasına imza atan polisler, savcılar, hâkimler ve Yargıtay üyeleri FETÖ’den tutuklanmıştı. Mahke HİLAL KÖSE me, başvurusunu, ‘olağanüstü kanun yo lu’ çerçevesinde değerlendirsin diye Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdi. Başsavcılık, ileri sürülen sebeplerin ‘itiraza mesnet olacak yeterlilikte’ görülmediğini bildirdi. ‘Maddi ve hukuki herhangi bir sebep tespit edilemediğinden’ itiraz yoluna gitmedi. Oysaki, benzer durumda olan pek çok dosya yeniden açılmıştı. Edemir de yeni hayatı için yollara düştü. Eylül ayında Yunanistan’a geçti. Şimdi Zürih’te mülteci kampında. İltica başvurusunun sonucunu bekliyor. Ölmeden önce o davayı kazanmak istiyorum n Nasılsın şimdi? Nasıl bir yola çıktın? Özgür hissediyorum. Üzgün hissediyorum. Sevdiğim insanlardan uzağa düşmenin acısı var. Annemi düşünüyorum. O gizli gizli ağlarken gözyaşları kalbime damlıyordu. Doğduğum köye bir daha gidemeyeceğim. Belki de bir daha asla ya da yıllarca dönememek korkunç bir ağırlık. Hapishane, işkence ve hatta ölüm tehdidi altında 4 yıl 364 gün yaşadım. Düşmanın ahlaksızlığı ve alçaklığı, dostların sessizliği İsviçre’ye uzanan yolu hızlandırdı ve sonrasına hazırladı. Artık yeni hayallerim, yeni planlarım ve hedeflerim var. n Nedir onlar? Daha çok okuyup daha çok yazacağım. Pek çok yazar yazmak için yaşar. Bense yaşamak için yazdım. Beni hayatta tutan bu tutkuya asla ihanet etmeyeceğim. Hapishanedeyken mahpus arkadaşlarıma verdiğim bir söz vardı: “Hayatımın kalan kısmını tecrit işkencesine karşı mücadele ederek geçireceğim” demiştim. Enternasyonal bir noktaya evirilmeye çalışacağım. n Bir dava hayatını bambaşka bir yere savurdu. Olan biteni nasıl açıklıyorsun yıllar sonra? Yaşananları açıklamaktan ziyade anlamlandırmaya çalışıyorum. Bir gün bir mahkeme kararıyla hayatınız elinizden alabilir. Karşımda nefret çetesi ve günümüzdeki kanlı kardeşleri vardı. Sinsi bir plandı. Başardılar ama burada kalmayacak. Ölmeden önce bu davayı kazanmak istiyorum. Onun için uzun yaşamaya çalışacağım. n Kamp hayatı nasıl? Kampta dünyanın renklerini gördüm. Hayatın acılarını, umutlarını, yalanlarını, kahramanlarını tanıdım. Hapisten kaçanlar da yaşlı teyzeler der henüz doğmuş bebekler de var. Yalnız Batı Avrupa’dan hiç kimse yok! Türkiye’nin doğu ve güney komşularının hepsinden insanlar var. Afrika’nın hemen her ülkesinden, Tibet’ten, Venezüella’dan... Kendi topraklarında değer görmeyenler burada da değer görmüyor genelde. Ama Türkiye’den gelenlere karşı pozitif bir önyargı var. Nefes nefese film gibi kaçış n Kaçış nasıldı? Meriç’e doğru yürümek için arabadan iner inmez arkadan gelen bir araçtan çıkanlar bize ateş etmeye başladı. Kimdiler, neden bize ateş açtılar bilmiyorum. İki rehberle kaçak dört kişiydik. Koşmaya başladık. Dolunay vardı. Ağaçların arasına daldım. Ayçiçek tarlalarına düşmüştüm. Sivrisinek yağmuru vardı sanki. İlk kez bir akıllı telefon kullanacaktım. Nefes nefeseydim ve bir türlü telefonu kullanamıyordum. Anlaştığımız şebekenin bizi sattığını düşündüm.... Neyse ki konumumu tespit etmeyi başardım. Bir süre yürüdükten sonra, paramın ve telefonumun içinde olduğu siyah omuz çantamı düşürdüğümü fark ettim.Geri döndüm. Karanlıkta çantamı aramaya başladım. Yoktu. Artık umudum kalmamıştı. Bu sırada ay buluttan çıktı. Üç adım ötemde çantam vardı. Hemen açıp telefonu aldım. Sonra Türkiye’den birlikte yola çıktığım arkadaşla yazışmaya başladık. n Buluşabildiniz mi? İki saat sonra üç kişi bir araya geldik. Dördüncü kişi 1 saat 15 dakika uzaktaydı. Maalesef bırakmak zorundaydık. Saat altıya gelirken Meriç’e vardık. 3. kişinin bacağında ve kolunda platin varmış. İçimden neci olduğunu sormak geçti. Baktım lafı dolandırıyor. “FETÖ’cü müsün sen” dedim. “Değilim ama oraya bağladılar” diye açıklamaya çalıştı. Bölgesel bir TV’de gazeteciymiş. Başımdan geçenlerin cemaat organizasyonu olduğunu söyledim. Hak verdi. Kolu neredeyse hiç tutmu yor. Bacağı da iyi değil. Bir süre sonra geride kalmaya başladı. Çantasını aldım ve askılarını omuzlarıma geçirip göğsüme astım. Yürümesi için yüreklendirmeye çalıştım. Saat altıya gelirken Meriç’e vardık n Karşıya geçiş nasıl oldu? Botumuz yoktu ve nehir kıyısı boyunca bot aramaya başladık. Gömülü bir botu çıkarmaya çalışırken güneş doğmuştu. Bu sırada nehirden sesler gelmeye başladı. Kadınlı çocuklu bir grup karşıya geçiyordu. “Botu gönderin” diye bağırmaya başladık. Para vereceğimizi söyledik. Hiç umursamadılar. Sonra adı ve hikâyesi bende saklı bir kişi gülümseyerek botu bize getirdi... Meriç’in ötesine geçtiğimde çocukluğumdan kalma bir davul zurna çalıyordu içimde. Cemaatçiyi ise kuzeni gelip aldı arabayla. Yunanistan’da dört gün gözaltında kaldık. Yollar cemaatçi dolu n Başına gelenlerin sorumlusu cemaatin bir üyesine yardım ettin. Yardıma muhtaç birini öylece bırakmak benim vicdanımda yeri olmayan bir düşünce... Yunanistan’da fark ettim ki yollar cemaatçi dolu. Her gördüğüme şunu söyledim “AKP, size sizin bize uyguladığınız hukuku uyguluyor.” “Hayır, asla!” diyen olmadı. Adalet konusunda gözleri yerden kalkmıyor. Düşünceleri iktidarda kendileri hapiste olan bir oluşumdan bahsediyoruz ama bu yaşananlardan sonra cemaat, neye evirilecek merak ediyorum. Ayşe Öğretmen anne oldu SEYHAN AVŞAR Telefonla bağlandığı Beyaz Show’da “Çocuklar ölmesin” dediği için yargılanan ve 1 yıl 3 aylık hapis cezası onanan öğretmen Ayşe Çelik, önceki gece 21.45 sıralarında özel bir hastanede kız çocuğu dünyaya getirdi. Arkadaşlarının önerisiyle bebeğe “güzellik” anlamına gelen Deran ismi verildi. Hasta yatağında görüştüğümüz Ayşe öğretmen, “Duygu larım tarifsiz. Deran’ı kucağıma alırken dahi özene bözene davranıyorum. Evladını kaybeden bütün annelere rabbim yardım etsin. Evlat kaybetmenin acısı çok büyük olsa gerek” dedi. Yaşadığı zorlu günler nedeniyle hipertansiyon hastası olan Ayşe Öğretmen’in 23 Ekim tarihinde sezaryan ile doğum yapması bekleniyordu. Deran bebek, aceleci davranıp 2 gün erken dünyaya gözlerini açtı. Bebeğini kucağına almanın mutluluğunu yaşayan Ayşe öğretmen, “Şu an çok mutluyum. Duygularımı tarif etmekte zorlanıyorum. Annelik duygusu bambaşka bir şeymiş. Çocuğunun kılına zarar gelsin istemiyor insan. Deran’ı kucağıma alırken dahi özene bözene davranıyorum. Evladını kaybeden bütün annelere rabbim yardım etsin. Evlat kaybetmenin acısı çok büyük olsa gerek. Rabbim kimseye yaşatmasın” diye konuştu. haber 11 Büyük cehalet teorisi Karşı karşıya olduğumuz ve her geçen gün dozu artan mevcut baskı dönemiyle ilgili farklı teoriler var kulağıma gelen. Kimileri olan bitene “Büyük Kötülük” gözüyle bakıyor. Büyük Kötülük teorisine göre devlette 15 Temmuz sonrası FETÖ’yle mücadele amacıyla başlayan olağanüstü hal, bilinçli bir kararla diğer muhaliflere uzandı. Amaç, Türkiye’yi iktidar açısından dikensiz bir gül bahçesine dönüştürmek ve toplumdaki tüm özerk nefes alma alanlarını yok etmek. Yeni ve kimsenin nefes alamadığı bir Türkiye yaratmak. İkinci teori, yeni bir “devleti kuşatma” operasyonuyla karşı karşıya olduğumuz yolunda. Bu teze göre güvenlik bürokrasisinde Cemaatçilerden boşalan yerlere Avrasyacılar, aşırı milliyetçiler ya da eski derin devlet geldi ve bu grup, aslında kimseyi dinlemiyor. Tayyip Erdoğan halihazırda bu koalisyonun sözcüsü gibi dursa da, iddia o ki, aslında Batı’yla çatışma derinleştirilerek Erdoğan’ın da bir anlamda kuşatılması ve elinin zayıflaması hedefleniyor. Bu minvalde teorileri son dönemde sık sık duyuyorum. Özellikle Cumhuriyet davası, Büyükada’daki insan hakları savunucularının akıl almaz iddialarla tutuklanması, Osman Kavala gibi saygın ve hayatını Türkiye’de demokrasi kültürünün gelişmesine adamış birinin gözaltına alınması gibi konuları anlamlandıramayanlar, bu iki tezden birine sarılıyor. Ancak mevcut Türkiye’yi anlamak adına dikkate almamız gereken üçüncü bir bakış açısı da var. Buna da “Büyük Cehalet” tezi diyebilirsiniz. Emin olun ki büyük bir cehaletle karşı karşıyayız. Son yıllarda Türkiye’de ciddi bir kurumsal çöküş yaşandı. Gülencilerin, ele geçirdiği devlet kadrolarından atılmasıyla, yargı ve kolluk gücünde hızlı ve geniş alımlar yapıldı. Üst makamlara Gülencilerin tasfiye ettiği ya da oraya buraya sürdüğü güvenlik yetkilileri geldi. Alt makamlar ise devletin çöküşünü engellemek için, kalifikasyona bakmadan hızlıca dolduruldu. Birkaç yıllık avukatlar hâkim yapıldı, parti referansıyla gelenler polis yapıldı. Bu kadrolar halihazırda Türkiye’nin kuşatma altında olduğuna ve iç ve dış güçlerin her gün Türkiye’yi bölmek için yeni planlar yaptığına inanıyor. Sizin, benim okuyup da güldüğümüz o yandaş manşetlere, inanıyorlar. İnanmanın ötesinde, o manşetleri suç duyurusu kabul ediyorlar. Eli kalem tutan, dünyayı iyi tanıyan gazeteci arkadaşlar “Yok artık! Herhalde 15 Temmuz darbesinin de hasbelkader o hafta sonuna denk düşen Büyükada’daki bir İran seminerinden yönetildiğini düşünmüyorlar!” diyor. “Emin olmayın” diyorum. Mevcut kadrolar, her türlü sivil toplum inisiyatifinin, STK projesinin, düşünce kuruluşlarının düzenlediği her beyin fırtınasının Türkiye’yi bölme amaçlı “sinsi” bir girişim olduğunu düşünüyor. Bu kadrolar, global dünyanın sürekli bir akışkanlık ve etkileşim odağı olduğunun ve bunun da sivil ve kültürel inisiyatifler üzerinde serpildiğinin farkında değiller. Bu dünyalara çok uzaklar ve açık toplum tecrübeleri yok. Kapalı toplumlara has komplo teorilerine inanıyorlar. Tartışmaların yaşandığı, dünyanın farklı yerlerinden gelen uzmanların bir masa etrafında görüş alışverişinde bulunduğu bir dünyanın varlığından bile haberleri yok. Bunu ancak “gizli toplantı” ya da “istihbarat faaliyeti” diye algılayabiliyorlar. Bırakın uluslararası konferansları, bir Batılı ile arkadaş olmak, yabancı bir gazeteciye demeç vermek bile uzak bir tecrübe onlar için. Dünyayı, siyaset literatüründe “Hobbesin” denilen darül harp hali olarak görüyorlar. Ve bu bitmeyen harp durumunda gazetecileri, STK’leri, sivil toplumu, muhalifleri “iç düşman” olarak tanımlıyorlar. Ezcümle; şu anda görev yapan kadrolar, sizin, benim gülüp geçtiğimiz o manşetlere inanıyorlar. O kadar ki, Büyükada’da dükkân dükkân dolaşıp darbe sahiden buradan mı yönetildi diye soruşturmak, onlara abes gelmiyor. Devletin tepesindekiler ise büyük çoğunlukla bu işlerin abesle iştigal olduğunun farkında. Ama onlar da, ya iç hesaplar ya da Batı’ya olan kızgınlıklarından dolayı mevcut duruma müdahale etmeye gerek görmüyorlar. Ve bizler, böyle böyle kapanıyoruz... Helin’in babası: Ailelere büyük görev düşüyor 17yaşında öldürülen lise öğrencisi Helin Palandöken’in babası Nihat Palandöken’in, ekmekvegul.net adlı internet sitesinde bir mektubu yayımlandı. Palandöken, “Biz ebeveynler olarak evlatlarımıza maddi olarak her şeyin en iyisini sağlamaya çaba harcıyoruz, fakat anladım ki anne ve babaya düşen görev ‘bu kızdır veya erkektir’ değil de özgür düşünen, erdemli bir birey yaratmak. İnsanın giyimine, kuşamına, inancına, fikirlerine saygılı olmayı öğretirsek kadınlara uygulanan şiddet ve cinayetleri önlemiş oluruz, en azından minimize edeceğimizi düşünüyorum” dedi. l İSTANBUL/Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle