15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumartesi 25 Haziran 2016 EDİTÖR: CAN DOKER TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ Dünyayı ayağa kaldıran haber: Johnson mektubu Cüneyt Arcayürek, 1966’da ABD Başkanı Johnson’un Türkiye’yi tehdit eden mektubunu ortaya çıkaran gazeteciydi. Haldun Simavi, haber sonrası Arcayürek’i yanına çağırdı. ‘Niye yazdın?’ diye sordu, Arcayürek, ‘Herkes peşindeydi, ben yazdım’ dedi Arcayürek, Ankara’da Türkiye’nin ilk gökdelenindeki Hürriyet ofisinde gazete okurken... Simavi’lerin iktidara bir yakınlığı olmadı n Muhabirlerin yazısını önce editörler, siyasetin ona dikte ettiği şekilde edit ettikten sonra genel yayın yönetmene gönderiyordu herhalde... Ulus parti gazetesi ama bize tepeden ‘şunu yapın’ diyen yok. O gün böyle bir şey yoktu. Haber haberdi. Zaten parti gazetesi olunca ne türlü haberler yapabileceğinizi biliyorsunuz. Gazetenin bütün manşetleri partiden geliyor zaten. Parti gazetesi dışındaki basına gelince; Hürriyet, gazetecilikten başka işi olmayan Sedat Simavi’nin mesela. Cumhuriyet babadan Nadir Nadi’ye geçen gazetecilikten başka işleri olmayan iktidarla yakın uzak hiçbir ilgisi olmayan bir ailenin. Hürriyet Sedat Bey’den sonra Haldun ve Erol Bey’e kalır. Simavi’lerin hiçbir iktidarla yakınlığı olmamıştır. Haldun Bey bir rotatif makinesinin sökülüşünü ve monte edilişini bilir. Arıza olduğunda, sorunun nerede olduğunu ustası kadar bilirdi. Şimdi bugünkü patronların hangisi gazeteci patron? 2002’den itibaren yavaş yavaş korku imparatorluğu kurulduktan sonra artık iktidarın havasına göre editörler haberin havasını yumuşatıyorlar. Fikret Otyam’ın papağanları ve Cüneyt Arcayürek n Ulus’tan sonraki durak Hürriyet galiba? Erol Simavi benim arkadaşım. Süreyya Pavyonu’na onun sayesinde girdim. Yemek yemenin usulünü bile ondan öğrendim. İstanbul’a Erol’a gittim. Ankara büroda bir muhabirlik istedim. Cüneyt ‘yapamam’ dedi. ‘Niye’ dedim ‘Adnan Bey’ dedi ve arkasından ‘Borcun var mı?’ diye sordu. O kadar parayı getirdi verdi bana. O sırada bana bir öneride bulundu ‘Kıbrıs saatini yazar mısın’ diye. Her gün 15 dakikalık bir metin yazıyordum, radyodan okunuyordu. Bir süre sonra Almanya’ya gittim.1960’ta darbe olmuş, Necati Zincirkıran İstanbul’a genel yayın yönetmeni olunca beni Ankara Temsilciliği’ne öneriyor. Erol, hemen ‘Evet’ diyor. Ama Haldun Bey, ‘Bir konuşayım’ diyor... Haldun Simavi gibi Türkiye’ye gazete patronu gelmedi. Gittik. Bir baktı “yavrum” dedi ‘Ne diyorsun sen bu 1960 işlerine?’ Ben de ‘Valla beyefendi kusura bakmayın oyla gelen bir partiyi nasıl devirirler, ne hakları var?’ dedim. ‘Hadi git oğlum işe başla’ dedi. O gün anladım ki Haldun Bey, 60 darbesinin yanında değil. Ve haberlerle bu tutumunu göstermiştir. Yani idamlar olduğunda bütün gazeteler, başta Bedii Faik’in Dünya’sı, Ad nan Bey’in darağacında fotoğrafını koydu. Hürriyet’te çıkmadı. Haldun Bey ‘Koyamazsınız’ dedi. Ne sehpaya gidişi ne başka bir şey. Öbürleri tersini yaptılar Cumhuriyet dahil. Ancak 1960 ihtilaline ‘herkes darbe diyor ben ihtilal diyorum’. Çünkü, belki Türkiye’de siyasi iradeye askerin müdahalesi olarak kabul edilir, bence de öyle ama sonra yaptıkları 61 Anayasası Türkiye’nin gördüğü en geniş özgürlükleri sağlayan, sosyal hayata çağdaş bir yön veren bir anayasadır. Sağ partiler bunu hazmedememişlerdir. Başta Demirel... n Şu ünlü Johnson mektubunu yayımlamanız olay oldu değil mi? O dönem sol yazarların hemen hepsi Demirel’e karşı vaziyet aldı. Amerika’ya gitmiş ‘Bu Amerikancı’dır’ damgası vurulmuştu. O zaman da Amerika’ya karşı haklı bir tepki var. İşte Johnson mektubu. O mektup asker gibi Türkiye’yi tehdit etmiştir. ‘Kıbrıs’a müdahale edersen canına okurum’ gibisinden bir mektup. Onun tam metnini yayımlayınca dünya ayağa kalktı. Büyük bir gurur tabii. Beni Haldun Bey çağırdı. Haldun Bey’in titizlendiği bir şey var. Sadece gazetecilik yapmak istiyor. Ne yanlı ne de Amerikan karşıtı bir gazetecilik.’ Neden yaptın bunu?’ de di. Dedim ‘Herkes bu mektubun peşine düşmüş ben de aldım yazdım’. ‘Hadi git oğlum hadi git’ dedi. Rahatlıyor böyle yapınca. Acaba Amerikan karşıtlığı nedeniyle mi yazdım diye endişelenmiş. Çünkü o dönem Çetin Altan da, İlhan Selçuk da öyle yazıyor. Mektup biliniyordu o dönemde ama tam metnini biz bastık. Ve hâlâ anılıyor. Türkiye’nin dış politikasına yön vermiş bir şey. Kıbrıs harekatına da ilk giden gazeteci olmak bize nasip olmuştu. Çektiğim bütün resimler tam sayfa çıktı. n Hürriyet’te siz çalıştığınız dönemde mi Simavi kardeşler ayrıldı? Tabii canım. Beyrut’taydım. Sefaretten ‘Necati Zincirkıran seni arıyor’ dediler. Telefonda ‘Ne var Necati’ dedim. ‘Hemen gel, Erol’la Haldun ayrıldı’ dedi. Şok oldum. ‘Biz kime kaldık’ dedim. Gülerek ‘ Erol’a’ dedi. Erol’u çok severim, arkadaşım ama Haldun Bey’in gitmesine çok üzüldüm. Haldun Bey Babıali’de gördüğüm en önemli patrondu. Gazeteye gittim doğru. Ayrılma gerekçesini öğrendim. Haldun Bey’de para var. Hürriyet 1 numaralı gazete, satıyor. ‘Malları bölüşelim, Hürriyet’i sana bırakıyorum’ demiş çekmiş. Sonra Haldun Bey güya Erol Bey’e ‘Ben gazete çıkarmayacağım’ demiş ama iki üç ay sonra Günaydın’ı çıkardı. Günaydın’ı çıkarttığında biz 1 milyon küsur satıyoruz. Günaydın öyle bir gazete oldu ki Hürriyet’ten 300 bin götürdü yahu. ‘Şapka taktığı için gâvur diye bağırdılar’ n Ankaralı değilsiniz. Babanız Ulusal Kurtuluş mücadelesine katılmak için Ankara’ya gelmiş sanırım? İstanbul’dan babam daha ulusal savaş başlamak üzereyken, annemi yanına alarak kucağında ağabeyim Nezih’le beraber gelmişler Kastamonu üzerinden. Ve babam ulusal mücadeleye hemen katılıyor tabii. Babam Almanya’da tahsil gördüğü için Almanca biliyor. Yabancıların tercümanlığını yapıyor. Babam daha o dönemde, şapka giyiyor. Şapka giydiği için gâvur diye bağırıyorlar arkasından. Ama Atatürk şapka devrimini yapınca “Bir şapka verir misin?” diyen bizim eve koşuyor. Annem tabii ki o Kurtuluş Savaşı’nın içinde bulunmuş. Cumhuriyet Halk Partisi’nin ne getirmek istediğini idrak etmiş bir kadın. Annem, Atatürk’e İsmet Paşa’ya toz kondurmazdı. BİTTİ haber 11 AB’de genişleme değil, daralma zamanı! Avrupa Birliği’nde çanak çömlek patladı. Muhafazakâr Parti içinde zayıflayan liderliğini pekiştirmek için Başbakan Cameron’ın üç yıl önce ortaya attığı bir laf, bugün Birleşik Krallık’ı büyük bir belirsizliğe sürüklediği gibi, 43 yıldır süren AB genişleme macerasının sonuna gelindiğini ilan etti. Önümüzdeki yıllarda ne Birleşik Krallık son yirmiotuz yılda bildiğimiz ülke olacak ne de AB hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edecek. Yazılı anayasası olmayan bir demokrasi olan Birleşik Krallık da halkoylaması geleneklerde olan bir karar alma yöntemi değildir. Birleşik Krallık’ı oluşturan dört ulusta birden ilk halkoylaması 1975’te yapıldı. O zaman sorulan soruyla dün yapılan ikinci halkoylamasında sorulan soru aynıydı! Sadece iki yıl önce AB üyesi olmuş Britanyalılar, katılımın yüzde 65 olduğu seçimde o zaman büyük bir çoğunluk (yüzde 67) üyelik lehine oy kullanmıştı. 41 yıl sonra daha büyük bir katılımın (yüzde 70) olduğu oylamada, bu kez AB’den çıkalım diyenler az bir farkla (yüzde 52) öne geçti. Seçimin ilk büyük mağlubu Cameron oldu. Üç ay içinde parti liderliğini, dolayısıyla başbakanlığı bırakacağını açıkladı. Cameron’ın iki kez kazanmasını sağlayan rest çekme yöntemi, bu kez siyasal yaşamının sonu oldu. Birinci resti İskoçya’da ayrılma halkoylamasını kabul ederek çekmişti. Kazandı. İkinci resti, AB üyeliğini halkoylamasına götürme vaadiyle çekti ve 2015 seçimlerinde beklenmedik bir zafer elde etti. Ama çekirge üçüncü kez sıçrayamadı. Halkoylaması Birleşik Krallık’ı, sonunun ne olduğu şimdilik belli olmayan bir belirsizliğe soktu ve ciddi bir sosyal bölünme yarattı. Keza AB’yi de büyük bir türbülansa soktu. Cameron istifasını açıklamakla yetinmeyip Lizbon Antlaşması’nın 50. maddesini hemen işleteceğini, yani takriben iki yıl sürecek üyelikten çıkma işlemlerini başlatacağını da ilan etti. Bu, kendisinden başbakanlığı devralacak olan kişinin kucağına bütün sorunları bırakmak demek. 28/29 Haziran’da toplanacak AB Konseyi’nde bu ayrılığın nasıl olacağı ilk kez somut olarak ele alınacak. AB cenahında ise Birleşik Krallık’ın ayrıldığı bir birlikten başka ülkelerin de çıkmak istemeleri ihtimali (İsveç, Polonya...) artık yabana atılmıyor. Birleşik Krallık’ın AB ile nasıl bir serbest ticaret antlaşması yapacağı belli değil. Eldeki Norveç, İsviçre ve Kanada anlaşmaları mı harıl harıl elden geçiriliyor şu anlarda. Her durumda iki yıl sonra AB parlamentosunda siyasal denge de büyük ölçüde değişecek. Aynı şey, bir ölçüde Avrupa Komisyonu için de geçerli. Diğer yandan Birleşik Krallık’ın birliğinin devamı da artık belirsiz. İskoçya Başbakanı oylama sonuçları açıklanır açıklanmaz yeni bir bağımsızlık oylamasının artık gündemde olduğunu ilan etti. AB’den çıkma arzusunun arkasında üç neden yatıyor. Birincisi, esas olarak İngilizlerin kendilerini hiçbir zaman tam Avrupalı hissetmemiş olmaları. Bu milliyetçilik sularında yüzen “adalı farklılığı”, ulusal egemenliğin yitirildiği endişesi ve “eski Britanya” nostaljisiyle destekleniyor. Diğer iki neden ise, son genişleme dalgası sonrasında AB içinden gelen göçmenlere karşı gelişen ırkçı tınılı tepki ve temsili demokrasiye son derece bağlı olan İngilizlerin AB Komisyonu’nu antidemokratik bir teknokrat tahakkümü olarak görmeleri. Britanyalı birçok sosyal tarihçi işin özünün, Britanyalıların hep kendilerini Alman veya Fransızlardan ziyade Amerikalılara, Avustralyalılara, hatta Hintlilere daha yakın hissetmelerinde yattığını söylerler. Serbest dolaşımla AB’den gelen göçün bir işgal algısı oluşturması ve Britanya parlamentosunun bu göçe karşı önlem almak için egemenlik haklarına yeniden kavuşması gerektiğine olan inanç, AB’den ayrılma yandaşlarının sandıkta kazanmasına yol açtı. Avam Kamarası’nda milletvekillerinin takriben yüzde 70’i AB’den çıkılmaması kanaatindeyken halkoylamasından çıkan sonuç az bir farkla da olsa ters yönde oldu. Bu durum, neden temsili demokrasinin beşiği İngiltere’de halkoylamasına geleneksel olarak hiç rağbet edilmediğini belki anlatıyor. Bundan sonra gözler esas olarak AB’de olacak. AB’nin daha güçlü bir siyasal entegrasyonu gerçekleştirememesinde esas sorumluluğun Birleşik Krallık olduğu hep söylendi. Önümüzdeki yıllarda kıta Avrupa’sının iki büyük gücü Almanya ve Fransa’nın, “İngiliz ayakbağından” kurtulunca gerçek bir siyasal birlik kurmayı başarabilecekler mi? Pek umut vaat etmeseler de, göreceğiz? Her durumda 20. yüzyıl hızla geride kalıyor... Prof.Yaşar Nuri Öztürk bugün sonsuzluğa uğurlanıyor Teravih namazının 8 rekat kılınabileceği tartışmasına sinirlenen Cübbeli Ahmet, namazı 34 rekata çıkardı Sakalı Şerif’in çalınması sonrasında, ülke genelinde hırsızlık vakalarıyla ilgili paylaşımlarda artış gözleniyor Fitreyi fakire verince 10 sevap, ilim talebelerine (cami olur, TÜRGEV olur) 7000 sevap :) Kombine biletler satışta Transfer sezonu başladı Erdoğan: “El Nusra da canla başla savaşıyor...” C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle