25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Olaylar ve GOrUSler 16 [email protected] EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Çatışma nasıl bitecek? Prof. Dr. AHMET ÖZER Toros Üniversitesi Bu soru zincirini doğru cevaplayabilmek, objektif bir biçimde tespitleri yapıp, doğruları ve yanlışlıkları ortaya koymak için bir an durup kendimizi tarafların yerine koyarak olaya bakalım. PKK açısından bakınca… Son yıllarda Ortadoğu’da büyük değişimler ve yeni gelişmeler oldu. PKK yeni konjoktürün yarattığı olanaklardan yararlanarak yeni kazanımlar elde etmek istiyor. Olayların seyri PKK’nin bu nedenle yeni bir strateji denemeye giriştiğini gösteriyor. Bütün bunların Suriye’deki gelişmelerle yakından ilişkisi var tabii. PKK, Rojava’daki konumun tahkim edilmesini istiyor. Buna bağlı olarak savaşı kırsaldan kentlere taşıyarak bölgedeki şehirleri ve kasabaları Kobaneleştiriyor. Bu stratejiyle bir yandan hâkimiyet alanlarını büyütmek ve pekiştirmek isterken öte yandan devletin şiddetine maruz kalmış yerleri, insanları, yıkılmış kasabaları başta Birleşmiş Milletler olmak üzere dünyaya göstererek içyüzünü teşhir ettiğini düşünüyor. Türkiye açısından… Buna karşılık Türkiye Rojava’daki Kürt koridorunu kendine tehdit olarak görüyor. IŞİD’e karşı verdiği mücadele ile Batı’nın desteğini ve takdirini kazanan PYD’nin uluslararası meşruiyetini kırmak için PKK ile aynıleştirmeye çalışıyor. PKK’yi çatışmalı bir ortama çekiyor. Böylece hem şiddete dayalı tarafını öne çıkarmak hem de bizatihi şiddet yoluyla PKK’nin zayıflatılmasını, deyim yerindeyse belini kırıp masaya öyle oturmasını istiyor. PKK ise devletin silahla kendini alt edemeyeceği mesajını vermek için, büyük kayıpları ve bölgede meydana gelen yıkımları göze alıyor. Bu çerçevede, bölgede güçlü olduğu yerlerde hendek ve Bugün sorulması gereken temel soru şudur: Uzun bir süreden sonra bu çatışma neden başladı, kim başlattı, sonuçları nasıl gelişecek, kimleri nasıl etkileyecek ve nasıl bitecek? Ülkemizin yaşadığı bu kaos ortamından kurtulmak için en önemli nokta çözüm masasına geri dönülmesidir. barikatlarla özyönetim ilan ederek Türkiye’yi meşgul etmek, Rojava’nın güçlenmesini sağlamak istiyor. Batıda ise gerçekleştirdiği bombalı eylemlerle hükümeti sarsmak, halkın tepkisini ona yöneltmek istiyor. Bu strateji bir yandan PKK’nin dünya nezdinde son zamanlarda IŞİD’e karşı verdiği mücadeleyle kazandığı meşruiyetini sorgulatıyor, öte yandan bölge halkı tarafından sorgulanıyor. Gözlemciler halkın giderek örgütle arasına mesafe koymaya çalıştığını söylüyor. Ancak halkın örgüte kızgınlığı devlete yakınlığı anlamını taşımıyor. Çatışmalarda sadece halkın evi barkı yıkılmıyor, çok sayıda sivil de can veriyor. HDP’nin durumu Bir kere HDP’nin geliştirdiği ve 7 Haziran seçimleriyle batıdan da büyük tevecüh gördüğü Türkiyelileşme söylemi büyük yara aldı. HDP’yi destekleyen batıdaki aydınlar ve halkın bir kısmı “aldatılmışlık duygusu” yaşıyor. Böylece HDP adeta iki arada bir dere de kaldı. PKK’nin yaptıklarını ne tam onaylıyor ne de tam karşı çıkabiliyor. Bu kararsızlık ve bu konuda politika üretememezlik hali onu sadece çözüm gücü olmaktan uzaklaştırmıyor, halktan da uzaklaşmasına yol açıyor. Peki, ana muhalefet? MHP tamamen güvenlik politikasına saplanmış durumda. Bu konuda iktidarın koltuk değneği adeta. Ölüm ve kan üzerinden bir politikanın sonuç vereceğini söyleyip duruyor. Bu da ülkeye kan kaybettiriyor. CHP ise cesur bir adım atamıyor. Bir yandan devleti ele geçirdiğini söylediği AKP hükümetinin politikalarını eleştirirken öte yandan buna alternatif olacak cesur çözümler ortaya koyamıyor. Bu kaostan nasıl çıkılacak? Çıkış üç noktada odaklanıyor: Birinci nokta, dış politikanın gözden geçirilmesidir. Türkiye’nin Suriye politikasının kökten yanlış olduğu ortaya çıkmasına rağmen ısrarla bu politikanın değiştirilmeden sürdürülmesi Türkiye ve Ortadoğu halklarına zarar veriyor. Türkiye’nin Suriye’de Kürtler başta olmak üzere diğer halklarla “kaybet kaybet” politikası yerine “kazan kazan” politikasına dönmesi gerekir. İkinci önemli nokta çözüm masasına dönülmesidir. Bunun için öncelikle bir çatışmasızlık ortamının yaratılması elzemdir. Çözüm masası kurulmazsa ve çatışmalar bu şiddetle devam ederse taraflar kan kaybederken, bölge halkı yaşananlar karşısında aidiyet bağlarını sorgulayacak ve duygusal kopuş artacaktır. Hiçbir çatışma ve savaş sonsuza kadar sürmeyeceğine göre, sonunda masaya oturulduğunda taraflar masaya kaybetmiş olarak oturmak zorunda kalacaktır. (Bu meyanda olan, ölen yoksul halk çocuklarına olmuş olacak.) Üçüncü nokta da, hükümetin demokrasi alanını daraltmak için kullandığı bütün ideolojik askeri ve yasal baskıları, antidemokratik uygulamaları bir kenara bırakması; bir an evvel demokrasiyi ve özgürlükleri genişletecek, eşitliği ve adaleti sağlayacak adımlar atması olacaktır. Türkiye rotasını kaybediyor ERHAN AYAZ Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim Görevlisi, Yakın Doğu Enst. Stratejik Araştırmalar Merkezi Suriye krizi üzerinden yürütülen vekâlet savaşlarından doğan yeni Soğuk Savaş tartışmalarından tutun da, mezhep savaşlarının küçük ama çok acı bir laboratuvarı olmasına kadar Suriye büyük bir trajediye dönüştü. Trajedinin boyutu o kadar büyük bir hal almış durumda ki 21. yüzyılın geçirgen sınırları nedeniyle sorgulanamaz sandığımız yapıları ve değerlerini de en hafif kelimeyle tarumar etmiş durumda. Avrupa dahi oluşturması yüzyıllar almış değerlerini Suriye krizinin komplikasyonları nedeniyle kaybetmeye başladı. Mülteci krizinin yarattığı insanlık adına çok acı görüntüleri Avrupa’da gördük ve görmeye devam ediyoruz fakat Avrupa’nın değerlerini hiçe saymasının en son örneği ise son yapılan TürkiyeAB Zirvesi oldu. Türkiye’nin AB yolculuğu Avrupa’nın “bizden uzak dursunlar da ne yaparlarsa yapsınlar” şeklinde özetlenebilecek panik havasıyla ve belli bir stratejiden yoksun şekilde gerçekleşen zirve, yıllar sonra Türkiye ve AB’nin ortak kaybedişlerinin simgesi olarak anılacak. Türkiye’nin AB yolculuğu günahlarıyla, sevaplarıyla Türkiye’nin şu an arar hale gelmiş olsa da gerçekleştirdiği temel demokratik reformların ardındaki ki yaklaşık iki yüzyıllık bir modernleşme hedefi doğrultusunda temel itici güç unsuru idi. AB mülteci krizinin Avrupa’yı derinden etkilemesi ve radikal İslam ya da radikal sağ partiler gibi başka sorunların ortaya çıkmasına neden olmasının ardın Suriye krizi öyle bir hal almış durumda ki yakın tarihin 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana gördüğü en kompleks kriziyle karşı karşıyayız. Avrupa dahi oluşturması yüzyıllar almış değerlerini Suriye krizinin komplikasyonları nedeniyle kaybetmeye başladı. dan birden Türkiye’yi hatırlamış olsa da bu pek hayra alamet bir durum değil. Dünya Kadınlar Günü’nün TürkiyeAB Zirvesi’ne denk gelmesi dahi aslında durumun vahametini anlatıyor. Türkiye, Dünya Ekonomik Forumu verilerine göre cinsiyet eşitliğinde değerlendirilmeye alınan 145 ülke arasında 142. durumda. Kıbrıs sorunu, Fransa ve Almanya’nın Türkiye karşıtı tutumları vb. nedenden dolayı donmuş durumda olan TürkiyeAB ilişkilerinin sonucunda Kopenhag Kriterleri, Ankara Kriterleri’ne dönüşmüş tü. Ankara Kriterleri’nin evrensel değerlerden ne kadar uzak olduğu ortada. AB üç maymunu oynuyor İfade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, toplanma hakkı, temel hak ve özgürlükler gibi temel Avrupa değer ve normlarından bu kadar uzaklara savrulmuşken, AB’nin kendi değerlerini hiçe sayarcasına attığı bu adımın iki taraf için de uzun vadede bir yararı olmayacak. Türkiye’de yaşanan ve AB değerleri açısından kabul edilemeyecek temel hak ihlallerine, polis şiddetine, Kürt sorunu nun çözümünde uygulanan yeni stratejiye, kutuplaştırıcı siyasete, yanlış Suriye politikası ve temel demokratik kazanımlar sorgulanır hale gelmeye başlamışken bu gerçekliğin karşısında AB tabiri yerindeyse üç maymunu oynamayı tercih ediyor. Yanıtsız sorular Medyanın zirvenin ardından mülteci sorununu ele alışı aslından zirvenin Türkiye adına ne kadar başarısız geçtiğinin göstergesi olabilir. Türkiye henüz Suriyeli mülteciler meselesinin çok başında ve sorun AB’den gelecek 6 milyar dolarla çözülebilecek sorun olmaktan çok uzak. Bir düşünün Suriye’den gelen şu ana kadar 3 milyon Suriyelinin Türkiye’de doğan çocuklarını gelecekte hangi şartlarda temel eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlandırabileceğiz? Tüm bunlarla birlikte ekonomik olarak Türkiye’den fersah fersah önde olan Almanya dahi göç dalgası ve entegrasyon sorunlarından endişe ederken Türkiye bu bedeli nasıl karşılayacak? Tüm bunlardan önce BM Cenevre Sözleşmesi’ne tam olarak dahil olmamış bir Türkiye mültecilerin haklarını ne ölçüde ve keyfiyetten uzak şekilde sağlayabilecek? Sorulması gereken soru çok ama Türkiye’nin verdiği yanıtlar ne yazık ki uzun vadeli stratejileri içinde barındıran yanıtlar olamıyor. Türkiye ile AB yanlış yöne doğru giden tren içerisinde birbirlerine doğru koşuyorlar. Fakat vagonların varacağı yerin ne yazık ki iki tarafın da hiç arzu etmediği karmaşıklık ve sorunlarla dolu bir varış noktası olacağını söyleyebilmek mümkün. Suriye krizi ve mülteciler sorunu Avrupa zihniyetinin parçalanmasının en somut örneği olarak tarihe geçiyor. KÜLTÜR SANAT Cuma 1 Nisan 2016 Yahudi soykırımı sırasında binlerce çocuk da kamplardaydı. İnsanlık acısının belgecisiydi Dünya edebiyatına Yahudi soykırımı ile ilgili edebi tanıklığıyla damga vuran Macar yazar Imre Kertész, dün 86 yaşında öldü. 2002’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer gö rülen tanınmış Macar kalem Im re Kertész, Yahu di bir ailenin çocu ğu olarak dünya ya geldi. Kertész, 1944’te, 15 yaşın dayken Auschwitz Toplama Kampı’na gönderilmiş, bura dan Buchenwald’a yönlendirilmişti. Her iki tecrübe, ya zarın insanlık ve modern tarihte ya şadığı en önem li trajedilerden bi ri olan Yahudi Soy Imre Kertész, Yahudi soykırımı ile ilgili kırımı üzerine çok edebi tanıklığı üzerinden Nobel almıştı. kıymetli eserler vermesine sebep olmuştu. Çeviri de yaptı lan “Kadersizlik”i (1975) ise 10 yılda yazdı. Bu kitabı bastırmakta siyasal nedenlerle 1945’te serbest kalışını takiben, ülkesi Macaristan’a döndüğünde tüm ailesini yi güçlük yaşayan Kertész, basıldıktan sonra da uzun süre ‘keşfedilmedi’. tiren Imre Kertész, bundan üç yıl sonra gazeteciliğe başladı. Ancak zaman içinde, bu gazete Komünist Parti’nin yayın organına dönüşünce, işinden oldu. Bu durum üzerine kâh fabrikalarda çalışan, kâh Endüstri Bakanlığı Yayın Servisi’nde emek veren Kertész, yaşamının ilerleyen dönemini kapsayan 50’li ve 60’lı yıllarda müzikal ve komediler yazdı, çeviriyle hayatını kazandı. Nietzsche, Hofmannsthal, Schnitzler, Freud, Roth, Wittgenstein ve Canetti gibi, kendi hayatını ve eserlerini de etkileyen birçok Alman yazardan çeviriler yapan Kertész, dünya edebiyat çevrelerince ‘başyapıt’ı sayı Kitapları Türkçede Brandengburg ve Gundolf ödülü sahibi yazarın birçok çalışması, Türkçeye de Can Yayınları tarafından kazandırılmıştı. Imre Kertész’in Türkçede yer alan başlıca kitapları arasında, “Dosya K.”, (Otobiyografik söyleşiler, 2010), 1970’lerin sonlarında kaleme aldığı “Polisiye Bir Öykü”, “Doğmayacak Çocuk İçin Dua” ve “Fiyasko” ile “Tasfiye” yer alıyordu. Yazar, “Holokost” olarak da tariflenen Yahudi soykırımı üzerine, şu sözü sarf etmişti: “Holokost, henüz sona ermemiş bir durumdur... Her yerde onu hissediyorum. Şu ana dek bir katharsis yaşanmadı.” l Kültür Servisi Sinematek geleneği sürüyor Gazetemiz yazarlarından, arkeolog Yasemin Cebenoyan ile teröre kurban verdiğimiz Onat Kutlar anısına düzenlenen “Sinematek Yaşıyor” etkinlikleri, “50’nci Yılda 50 Film, 50 Sunum” çerçevesinde bugün saat 19.00’da, İstanbul Caddebostan Kültür Merkezi’nde izlenecek olan Luchino Vis ‘Leopar’ conti imzalı “Leopar” filmi ile başlıyor. Filmi, tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı sunacak. Etkinlik, ücretsiz olarak izlenebiliyor. l Kültür Servis Ankara’da yeni yayınevi: Dafne Kitap Ankara’da yeni bir yayınevi kuruldu: Dafne Kitap. Kültürden edebiyata, felsefeden sosyolojiye, çocuk kitaplarından eğitim kitaplarına uzanacak geniş yayın yelpazesiyle, okuru nitelikli yapıtlarla, düşünce ve sanat dünyasının usta kalemleriyle buluşturmayı hedefleyen Dafne Kitap’ın yayın yönetmenliğine, bir süre önce Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’ndan ayrılan yazar Orhan Tüleylioğlu getirildi. İlk kitaplarını Nisan ayında yayımlayacak olan Dafne Kitap, internet sitesi ‘www.dafnekitap.com’da yeni projelerinin ipuçlarını da verdi. l ANKARA Cumhuriyet Çıplaklığın yeni adresi: Hull kenti Dünya çağdaş sanatına toplu çıplak insan manzaralarıyla damgasını vuran Spencer Tunick, bu kez İngiltere’nin Hull şehrinde 9 Temmuz’da yapacağı özel fotoğraf çekimi için gün saymaya başladı. Projesiyle yine yüzlerce bedeni bir araya toplayacak. Tunick, Doğu York shire limanında toplayacağı ‘sivil’lerle yüklü çalışmasına ‘Hull Denizi’ ismini verdi. Önbilgiye göre, insanlar ilgili toplu fotoğrafta bedenlerine yapılmış kozmetik makyaj müdahalesi sayesinde, soyut ve renkli bir ‘insan denizi’ görüntüsü ortaya koyacak. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle