27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 7 Şubat 2016 10 otre Dame de Sion’un efsane Türk edebiyatı öğretmeni Nimet Leyla Başak*, edebiyata aşkla bağlıydı, dolayısıyla tutkuyla öğretirdi. Görmezden gelinemeyecek kadar alımlı, hatta şuh bir kadındı. Onu severdik, çünkü şefkatli ve eğlenceliydi. Nefret ederdik, çünkü “gereksiz yere” çok çalıştırırdı. Bu “gereksiz yere” tanımı önemli, çünkü NDS’de zaten her dersi çok çalışmaya alışıktık. Ama Leyla Hanım’ın, bize Nâzım Hikmet dururken Yahya Kemal’in şiirlerini ezberletmesini, serbest ölçü varken aruz ölçüsünün “fa’ulün, mefa’ilün, fa’ilatün…” kalıplarını saydırmasını anlayamazdık. Diyelim ki “komünist” Nâzım’dan korkuyordu. Ne var ki Tevfik Fikret’e, hatta Mehmet Akif’e bile şair demiyordu, Leyla Hanım. Eskilerden ille de Fuzuli hayranıydı, gönlündeki yeniler (!) Ahmet Haşim’le sınırlı. Çağdaş Türk edebiyatının her anlamda gönlümüze ve aklımıza hitap eden hem de ne büyük ustaları yerine; Divan edebiyatının artık konusu kadük olmuş, betimlediği duygular bile tedavülden kalkmış şairleri ile yazarlarını okumak işkence gibi gelirdi! HHH Haklıydık. Bugün de haklı olduğumuzu, tarih ve edebiyat derslerindeki sıralamanın tersine çevrilmesi; öğrencilere çağdaş olandan başlayarak geriye doğru öğretilmesi gerektiğini düşünürüm. Neyse. Lisenin son üç yılı “rahle”sinden geçtiğimiz Leyla Hanım, bize Divan edebiyatıyla zulmetmekle yetinmedi. Arapça ve Farsça 1000 kelimeden oluşan bir sözlük de ezberletti. Bugün Türkiye’de ortalama 300 kelimeyle konuşulduğunu düşünürseniz, 1000 Basmane / İzmir kelimenin önemi yorum TASARIM: SERPİL ÜNAY N r.” “Vatanım, Fransız dilidi ALBERT CAMUS dökmek için yerli yersiz Arapça ve Farsça sözcükler kullanmaları pek yaygın. Bakıyorum, aynıları 1990’larda Türkçe söylemine İngilizce serpiştirenler… Yirmi yıl önce İngilizce bilgisini ortaya dökmek için gariban göçmen gibi konuşanların, şimdilerde Osmanlıca caka satmak amacıyla göçmenleşmesi garip değil mi? Aslında değil. HHH Çünkü onlar hiç Türkiye odaklı olmadı. Yirmi yıl önce ABD’ye, İngiltere’ye falan öykünüyorlardı, şimdi AKP iktidarı sayesinde Osmanlı’ya. Üstelik, eskiden AKP yandaşıyken şimdi muhalifler, yine de aynı “ortaya karışık” dili kullanıyorlar. Oysa dil, toplumsal kimlik demektir. Osmanlı toplumsal kimlik olmadığı, olamadığı için Arapça, Farsça, Türkçe karışımı, üstelik hükmettiği halklara konuşturamadığı bir “esperanto” uydurmuştu. Neyse ki dinimiz İslamın dili var. Okullulara Arapça dersleri, alaylılara iki dilde yayın yapan Diyanet İşleri Başkanı ve imamlar sayesinde yakında resmi dilimiz, Arapça. Latin alfabeden Arap alfabesine geçiş de umulandan daha kolay olacak gibi görünüyor. Mezar taşlarını okumak için yola çıktılar, turistik güzergâhları Arap harfleriyle yazdılar. Şimdi Suriyelilerin açtıkları ve Suriyelilere hizmet için açılan dükkân tabelalarıyla, ümmet Elif, Ba diye saymaya başladı bile. Sonuçta, Türklerden bir millet yaratmaya çalışmak, galiba hataydı. Çünkü hiçbir millet kimliğini kolayca inkâr ve yabancılaşmaya bunca yatkın değildir. *Dağ Büyüsü Şiir kitabı, İstanbul Matbaası/1969 Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi* an Yücel’in bu sözlerini sık sık başlık yaptığım olmuştur, şimdi de zamanı geldi: “Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.” Bu başlığı atmamın nedeni, hamasi sözlerden, abartılan durumlardan sıkılmış olmam ve bir yazar olarak tanıklıklarımı, bildiklerimi artık kendime saklamadan yazmak istememdir. Malumunuz, ülkemizin Güneydoğusu’nda bir çatışma hatta bir savaş hali yaşanıyor. Hepiniz bilirsiniz bu satırların yazarı “halkların kendi kaderlerini tayin etme” hakkına inanan bir sosyalisttir. Ancak bu hakkın kullanımı için, hep birlikte mevcut şartları ve gerçeklikleri konuşmak, tartışmak zorundayız. Öncelikle bu durumun bir iç savaş olmadığını söylememiz gerek. İyi ki değil, çünkü iç savaş, toplumun farklı kesimlerinin birbirleriyle savaşma halidir. Güneydoğu’da bu durum söz konusu değil. Orada devlet güçleriyle, artık Kürdistan için bağımsızlık isteyen güçler savaşıyor. Bu savaşta da devletin orantısız bir güç kullandığını da belirtmek isterim. Ancak olay barış zamanından başlıyor. Türkiye Cumhuriyeti istihbarat örgütleri, bildikleri halde PKK güçlerinin kentlere silah yığmasına göz yummuşlardır. Neden? Bu soru hemen hepimizin kafasını karıştıran bir sorudur. Nasıl oluyor da bir ülkenin istihbaratı ve güvenlik güçleri “terör örgütü” tanımlamasını yaptıkları Sur’da ölen güvercin bir örgütün kentlerde silah yığler çocukların sepet masına müdahale etmemiştir? lerinde. Kim unuta PKK barış süreci olmasına, sibilir bu görüntüleri. lahların aşamalı olarak bırakılmasına “evet” derken bu yığmayı neden yapmıştır? Neden PKK’nin Kandil’deki yöneticileri, HDP büyük bir atılım yapıp, aşağılık baraj sistemini aşınca, “bu işler böyle olmaz” demeye başlamıştır? Neden HDP’nin bu başarısının çok kıymetli olduğunu kabul etmemişlerdir? “Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi” sözünden yola çıktık ya, devam edelim. Cumhurbaşkanı’nın “süreci bitirdim” dediği anda, neden gene son derece kıymetli olan “özerklik” kavramı hiçbir altyapısı olmadan Güneydoğu’daki yedi ilçede birden bire ortaya atılmış ve öz savunma birlikleri devletin savaş ilanını adeta canı gönülden kabul etmişlerdir? Bu “canı gönülden kabul ediş”te hiç kuşkusuz, bölgedeki yaşayan tüm Kürt nüfusunun savaşa gireceği, savunma yapacağı bilgisi öngörülmüştür. PKK kendisinin güçlü olduğu yerlerde, 1419 yaşında genç insanları silahlandırarak öne sürmüş, arkadan tüm halkın katılımını beklemiştir. Bu olmadı. Topyekün bir kalkışma olmadı. Ve çatışmalar uzadığında, açıkça söylememiz gerekir, bölge halkı PKK’nin ısrarını ve onlarca sivil yurttaşın neden öldüğünü sorgulamaya başladı. Öte yandan çatışanlar arasında ölüm kutsallaştırıldı. Bütün bunlar olup biterken gene yoksul çocukları direniş uğruna öldü, gene yoksul çocukları vatan uğruna öldü. Uykusuz geçen bir Diyarbakır gecesinde karanlık ve çürük bir diş gibi görünen Sur’a bakarak bunları düşündüm. Çok değil yedi ay önce Sur’da dolaştığımda, konuştuğum gencecik çocuklar aklıma geldi. Biri şöyle demişti: “Kürdistan kurulduğunda ben de pilot olacağım.” Belki de o gencecik çocuk çatışmalarda öldü, pilot olma hayali bir rüzgârla birlikte sonsuza karıştı. Ben bir yazar olarak, gördüklerimi tanıklıklarımı anlatmaya çalıştım. Sorular sordum. Çünkü bu ülkeye vurgunum; denizlerine, yaylalarına, Mezopotamya’nın kadim topraklarına vurgunum ve içim acıyor, ağlayarak uyanıyorum, Sur’da gördüğüm o hemşire kız şimdi nerede? Bana yemek sunan Havva Hanım ne yapıyor? Siz de bu soruları sorun ve ne olursa olsun gerçeği bulmaya çalışın. İki gündür Assos’tayım, bu yıl Felsefe Sanat ve Bilim Derneği’nin 16’ncısı yapılan Assos Felsefe Günleri’nde, “Özgürlük ve Adalet” kavramlarını tartışıyoruz. Yaklaşık gençyaşlı üç yüz kişi yeni bir şeyler öğrenmek ve bunu kendi ve ülkemizin yaşamına aktarmak için buradayız. Sizlere daha sonra yapılan tartışmaları aktaracağım, çünkü henüz her şey bitmedi. Kimlik inkâr, kişilik nanay ortaya çıkar. İşte bu anlamda Leyla Hanım’a şükran borçluyum ve aziz anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Sayesinde Osmanlıca öğrendim diyemem, ama Osmanlıcayı çözmeyi öğrendim, diyebilirim. HHH Çünkü Leyla Hanım’ın eğittiği NDS kuşaklarına ezberlettiği küçük sözlük, bizlere Arapça ve Farsçanın maymuncuğunu da verdi: Sözcüklerin bir hecesinden yola çıkarak türediği kök sözü bulmayı öğretti. Ama yurtdışında geçirdiğim uzun yıllarda, daha önemli bir şey öğrendim: Yabancı bir dili iyi öğrenmek, anadili iyi öğrenmiş olmaktan geçiyordu. Çoğu göçmenin yarı Türkçe, yarı yabancı dil karışık konuşması ve zaten yazamaması; başlangıçta bir dili çok iyi bilmemek, yani anadil zayıflığından kaynaklanıyordu. 1990’lı yıllarda, özellikle gazeteciler arasında yazarken değilse bile konuşurken, Türkçe söylemin arasına İngilizce tümceler serpiştirmek modası vardı. Bunlar derdini yarı Türkçe, yarı Almanca vb. anlatmaya çalışan göçmen yurttaşlarımızı anımsatırdı, bana. Günümüzde, yazar gibi yapan çok bilmişlerin (hiç bilmişler mi demeliyim?) Osmanlıca bilgilerini ortaya behicak@yahoo.com.tr C KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK Don Kişot’lara özgürlük! u yıl Cervantes’in 400. ölüm yıldönümü. 1615’te Don Kişot’un ikinci cildini tamamladı Cervantes. 23 Nisan 1616’da çağdaşı William Shakespeare’den 10 gün önce öldü. 50 ülkede 2 binden fazla etkinlik düzenleniyor Cervantes’in 400. ölüm yıldönümü nedeniyle. Ankara’da geçen hafta “Don Kişot’un İzleri” adlı sergi açıldı. Sergi “Günümüzün Don Kişot’ları” benzetmesiyle Can Dündar ve Erdem Gül’e adandı. Haberi okurken Nâzım Hikmet’in Don Kişot şiiri geldi aklıma: “Bir temmuz sabahı fethine çıktı / güzelin, doğrunun ve haklının: / Önünde şirret, aptal devleriyle dünya, / altında mahzun ve kahraman Rosinant’ı. / Bilirim, / hele bir düşmeyegör hasretin halisine, / hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek, / yolu yok, Don Kişot’um benim yolu yok, / yeldeğirmenleriyle dövüşülecek.” Dünyanın bugüne kadar en çok basılan romanlarından olan Don Kişot’un birbirinden farklı tasvirleri yer alıyor sergide. Picasso’dan Dali’ye kadar yüzlerce sanatçının yağlıboya, gravür ve heykelleri... HHH Başka neler oldu geçen hafta? ABD Kongresi Dış İlişkiler Komitesi’nde konuşan milletvekili Ciciline göre “Türkiye artık iyileşemeyecek kadar demokrasi yolundan kaydı”. Uluslararası Af Ögütü’nden Andrew Gardner The Times’a konuştu. “Türkiye’de ifade özgürlüğü tarihin en dip noktasında” dedi. Strasbourg Basın Kulübü, kentin merkezinde bulunan ofis binasına Can Dündar için pankart astı. Pankartta “Gazetecilik suç değildir”, “Dündar’a özgürlük” yazıyor. Birleşmiş Milletler’in İnsan Hakları Komiseri Zeyd Raad ElHüseyin, Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmalarından duyduğu kaygıyı dile getirdi. Sloven düşünür Zizek, “Türkiye’de çürümüş bir şeyler var” diye yazdı. Orhan Pamuk verdiği röportajda şöyle dedi: “Can Dündar tutuklandığında, oturup romanını yazamıyorsun. Bana ne diyemiyorsun.” Silivri Cezaevi önündeki “Umut Nöbeti”ne katılan Aydın Boysan’ın sözlerini anımsıyor musunuz? “Doğduğumda Vahdettin vardı ve ülke daha özgürdü.” HHH Can Dündar ve Erdem Gül 73 gündür hapisteler. Tutukluluk cezaya dönüştü. Mahkeme “skandal” iddianameyi kabul etti. Can ve Erdem 25 Mart’ta duruşmaya çıkacaklar. O güne kadar 120 gün hapiste yatmış olacaklar. Ne var iddianamede? Hiçbir şey. Kanıt diye sunulanlar Can ve Erdem’in yaptıkları haberler. HHH Kiminle karşılaşsam aynı soruyu soruyor: “Can ve Erdem için 25 Mart’taki duruşmada nasıl bir karar çıkar?” “Bence mahkeme her ikisini de tahliye eder” diyorum. Bu kez, “Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun” diye soruyorlar. “Dava dosyasına bakınca durum zaten anlaşılıyor. Kanıt yok” diye yanıtlıyorum. Çoğu görüşüme katılıyor. Bazıları endişeli, şöyle diyorlar: “IŞİD’ciler, canlı bombalar için 1231 yıl hapis cezası istenirken yaptıkları haberler yüzünden suçlanan Can ve Erdem için iki kez müebtanahmet@gmail.com bet artı 30 yıl isteniyor. Bu nasıl olabilir?” www.ahmettan.com “Savcı ölçüsüz abanmış” diye yanıtlıyorum. Bu kez “Herkesin aylar öncesinden bildiği MİT TIR’ları meselesi nasıl devlet sırrı olabilir” sorusu geliyor. “Olamaz” diyorum, “Bu yüzden de tahliye edilecekler.” 25 Mart’ta “Günümüzün Don Kişot’ları”nın duruşmasındayız. Sonra mı? “Don Kişot’un İzleri” sergisi İstanbul’a gelmiş olacak. Belki hep birlikte sergiye gideriz. B ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com.tr Bakan Eroğlu, Yassıada’da ağaç kesildiğini duymamış! YENİ ‘Ağaç da yok rant da’ rman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Yassıada’nın imara açılmasından sonra basına yansıyan fotoğraf sorularına, “Orada ağaç mağaç yok, rant da yok” yanıtını verdi. Toplu temel atma ve açılış töreni için Aydın’da bulunan Bakan Eroğlu, Yassıada’da ağaç kesimleri ve rant iddialarıyla ilgili soruya şöyle cevap verdi: “Hep ranttan bahsediliyor, kimseye rant yapmış değiliz. Yassıada daha proje safhasında. Orada da ağaç mağaç yok yani, tamam mı? Bunu demek istiyorsunuz? Pekiyi siz Aydın’da koskoca bir şehir ormanı katledilirken, ona sesinizi niye çıkarmıyorsunuz da üç beş tane ağaç kesilmiş ne olmuş; orası demokrasi adası olacak” dedi. Eroğlu, rantla ve ağaçlarla ilgili olarak da,“Ben kestiklerini filan duymadım ama bir ağaç keserlerse 20 ağaç dikeriz, bunun sözünü ben veriyorum. İstanbul’un eski ve yeni fotoğraflarına bir bakın. Merak etmeyin, bizde rant filan yok” diye konuştu. O 7 ŞUBAT 2016 SAYI: 32995 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç Akın Atalay İcra Kurulu Başkanı Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Haber Koordinatörleri Murat Sabuncu Ayşe Yıldırım Başlangıç Yazıişleri Müdürleri Bülent Özdoğan Baydu Can Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu l Haber l Ekonomi: Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörleri Nazende Körükçü Hakan Çankaya Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel Veysel Eroğlu ESKİ Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Pınar Ersoy Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Ahmet Rasim Sok. No: 14 Çankaya 06550 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Canımız, Annemiz Emekli Öğretmen ve Çatalca Belediye Meclis Üyesi Dostlarımıza Teşekkür! Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05.35 05.19 05.41 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 07.02 12.25 15.08 06.45 12.10 14.55 07.05 12.33 15.21 Cenaze merasiminde bizleri yalnız bırakmayan başta MHP İstanbul 3. Bölge Milletvekili Arzu ERDEM, MHP İstanbul İl Başkanı M. Bülent KARATAŞ, Çatalca Belediye Başkanı Cem KARA, MHP İlçe Başkanı Ertuğrul ÖLÇER, CHP İlçe Başkanı Halil GÖK, eski Belediye Başkanlarımız Fırat AYKUT ve İsmail İP, Belediye Meclis Üyelerimiz, Çatalca ve çevre Belediye Başkan Yardımcılarımız, Belediye personelimiz, İlçe Milli Eğitimi Müdürü Ahmet SAÇAK, emekli Öğretmenlerimiz, taziye mesajlarını gerek çelenk göndererek, gerek SMS ile, gerek basın yolu ile, gerekse sosyal paylaşımlar üzerinden bizlere ileten, bizleri bu acılı günümüzde yalnız bırakmayan, cenazemize katılan aile dostlarımıza ve sevenlerimize teşekkür ediyoruz. Ayrıca tedavi sürecinde ilgilerini hiç esirgemeyen Acıbadem Atakent Hastanesi yönetimine, doktorlarına ve personeline teşekkürü bir borç biliriz. Dostlar sağ olsun! Oğulları Kubilay ve Koray AYDOĞAN Kızı Ebru UYAROĞLU MERAL AYDOĞAN’ın Akşam 17.35 17.22 17.47 Yatsı 18.56 18.41 19.05 Eşi Metin AYDOĞAN Yazarımız rahatsızlığı nedeniyle pazar yazısını yazamamıştır. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle