02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 3 Kasım 2016 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: SERPİL ÜNAY ‘OHAL hatırası’ Cumhuriyet’in hemen karşısındaki duvar boyunca sıra sıra ilan panoları uza nır. Tahmin edebileceğiniz türde ti cari reklamlar... Yapılan operasyon sonrası gazetenin önü değişen ka labalıklarla dolduğunda, tam kapı nın karşısına denk gelen iki panoda “Hakimiyet milletindir” yazıyordu. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası, Türkiye’nin birçok noktasına yer leştirilen ilanlardan biri. O pazartesi günü Avrupa Parla mentosu Başkanı Martin Schulz, bu gözaltıları Türkiye’de ifade özgürlüğüne da ir kırmızı çizgi nin aşılması ola rak tarif etmişti. O güne dek ba sın özgürlüğüne PÖınğaürnç dair kısıtlamalar, haber alma ve verme hakkı ih lalleri uç uca ek lendiğinde kırmızı çizginin çoktan geçilip üzerinde tepinildiğini iddia eden de çıkacaktır tabii. Lakin ni telendirme önemliydi. Hükümetin buna cevabı Başba kan Binali Yıldırım’dan parti grup toplantısında geldi. Yıldırım “He men koro halinde başladılar. Basın özgürlüğü elden gidiyor. Biz buna alışığız. Basın özgürlüğüne sonu na kadar sahip çıkacağız. Basın öz gürlüğüyle bir meselemiz yok” di yordu. İsteyen gülebilirdi. Ve he men ardında da “kırmızı çizgi” alarmı veren Schulz’a onun değil de Kasımpaşa’nın anlayacağı dil den cevap veriyordu: “Kardeşim senin çizgine mizgine biz bakma yız. Kırmızı çizgiyi millet çizer bi ze, millet. Senin çizginin ne hük mü var? Senin çizginin üstüne bir çizgi de biz çizeriz.” Yıldırım, 15 Temmuz’dan sonra partisinin seç meni olmayanlara yönelik bir tür silah gibi kullanılan “millet”i, Av rupa Parlamentosu Başkanı’na yö neltiyordu şimdi, hâkimiyet bütün dünyada millletindi sanki. Cumhuriyet yazar ve yöneticile Operasyon sabahından beri kapının önü hiç boşalmadı. Birileri ‘Haber alma hakkı engellenemez’ demek için hep oradaydı Cumhuriyet’e desteğe her yaştan binlerce kişi geliyor. Gruplar kadar tek başına gelenler de büyük güç veriyor. Vedat ARIK rinin gözaltına alınmaya başladığı pazartesi sabahından beri kapının önü hiç boşalmadı. Gecenin saati ilerledikçe, ayazın yüzü sertleştiğinde azaldı; hiçbir saatte caddeler boyu genişleyerek on binleri de bulmadı ama birileri gazetenin yalnız olmadığını hissettirmek için, “Haber alma hakkı engellenemez” demek için hep oradaydı. CHP’den, HDP’den milletvekilleri dışında birçok CHP ilçe teşkilatı, bir dolu demokratik kitle örgütü üyesi bahçeyi boş bırakmadı. Sözleşip, örgütlenip topluca gelenler dışında tek başına orada bulunanlar var bir de. Ülkede olağanüstü hal pervasızlığının ayyuka çıktığı günlerde, bir insanı tek başına evinden çıkaran hakiki bir güçtür. Bir kitle örgütü gücü dür yerine göre. Evinde dursa duramayacak, kararını verecek, kapısını kilitleyip, belki belediye otobüsüne binip sadece bir gazetenin başına gelenlere itiraz etmek için yollara düşecek. Aslında kendisi için yapacak bunu. Bu yazıyı yazarken böyle kadınlar var aşağıda, böyle erkekler var. Bekliyorlar. Misal Cumartesi Anneleri/İnsanları yıllar boyu devlet gözetiminde kaybolmuş kayıp yakınlarının haberlerini yayımlayan Cumhuriyet’e destek ziyaretine geliyor. Onları dinleyip alkışlıyorlar. Misal Türkiye Gazeteciler Sendikası ilk kez grev değil, cesaret duyuran bir afiş asıyor binaya; “Bu işyerinde cesaret var” yazıyor kocaman harflerle. Kapının önündekiler biraz daha uzun sohbete girse siyaseten anlaşamayacakları mevzu yok değil, bu da bir hakikat, ama ortaklaştıklarından çok değil. Bu yüzden de “Özgür basın susturulamaz”, en üst katlara kadar yükselen, en güçlü slogan galiba. Bir de “Faşizme karşı omuz omuza”. Girişe konmuş, desteğe gelenlerin özenerek doldurduğu defterde en sık kullanılan kelime “faşizm” olabilir. Çizgiyi kim çizer? Destek için ziyarete gelenlerden Türkiye’nin olağanüstü hal günlerine dair şipşak bir fotoğraf çıkıyor. Televizyonu, gazetesi, ajansı kanun hükmünde kararnamelerle kapatılmış meslektaşlar, işten atılıp aylardır iş arayan, bulamayınca hayatlarında ilk kez başka bir iş yapmayı deneyen gazeteciler, barış için imza attıkları gerekçesiyle üniversitesinden atılmış hocalar... Sanki arkasında “OHAL hatırası” yazan bir fotoğraf karesi bu. Kiminin içi daha beyaza yakın, kimi kararmış. “Kardeşim senin çizgine mizgine biz bakmayız. Kırmızı çizgiyi millet çizer bize, millet” der gibi duruyor karşı kaldırımda “Hakimiyet milletindir”. Tarihin bu evresinde milletin bir kısmının iradesi alet edilerek geri kalanının hayatı, hakkı hukuku yeni çizgilerle belirlenmek istiyor. Hâkimiyet kurulmak isteniyor. Bunun bir adı var. Ve kesinlikle demokrasi değil. teslim olmayız 3 Var mıdır bunun izahı? Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın Cumhuriyet yöneticileri ve gazetecileri hakkında gözaltı kararı veren İstanbul Cumhuriyet Savcısı Murat İnam’dan şikâyetçi olduğunu biliyor muydunuz? Peki, Cumhuriyet yöneticileri ve gazetecilerini Gülen’le irtibatlı diye gözaltına aldırıveren savcının “Silahlı FETÖ örgütüne üye olmaktan” yargılandığını biliyor muydunuz? Yani gazetemize Gülenci olduğu iddiasıyla Cumhurbaşkanı’nın da müşteki olduğu bir davada yargılanan bir savcı eliyle operasyon yapılıyor. Herhalde memleketin içine girdiği hukuki ve siyasi açmazı daha iyi özetleyen bir örnek bulmak mümkün değil. Cebir Ve Şiddet Kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni Ortadan Kaldırmaya Veya Görevlerini Yapmasını Kısmen Ya da Tamamen Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etmek suçundan Gülenci diye yargılanan bir savcı, senelerce Gülenciler hakkında kamuoyunu uyarmış Hikmet Çetinkaya’yı Gülenci diye gözaltına alabiliyor. İnsan ister istemez, Cumhuriyet’e karşı yapılan bu saldırının ardında kimin olduğunu sorguluyor. Saldırıyı tezahüratla karşılayan iktidar medyası Gülencilikten yargılanan birinin ardında saf tuttuğunun farkında mı acaba? Böyle puslu ortamlarda en çok bağıranların aslında günahlarını gizlemeye çalışanlar olduğu sıklıkla görü lür. Kendi suçlarından sıyrılmak için Cumhuriyet gazetesini kullanmaya çalışanların amaçlarına ulaşmaları güç. Aksine bu yaptıklarıyla kendilerini şimdiden tarih önünde mahkum ettiler. Havadaki pus dağıldığı zaman elbette yargı önünde de mahkum olmaları muhtemeldir. En sıradan devlet memurları Bank Asya’da hesabı var diye ihraç edilirken çok ağır suçlamalarla cemaatçi olmaktan yargılanan bir savcı nasıl hâlâ görevinin başındadır. Nasıl Cumhuriyet gazetesine medyaya yansıdığı kadarıyla delik deşik iddialarla saldırabilmektedir. İktidar medyası hangi sebeple cemaatçilikten yargılanan bir savcının gözaltı kararlarını coşkuyla alkışlamaktadır? Bütün bu sorulara cevap bulunmadan yokuş aşağı demir bir gülle gibi yuvarlanan memleketin serbest düşüşü engellenemez. Vaktinde koalisyon kurmuş AKP ve cemaat bir kavgaya tutuşmuştur. Kavgalarının neticesi ortada. Bu neticenin faturasını ödemesi gerekenler o koalisyonun ortaklarıdır. Memleketi elbirliğiyle darma duman edip faturasını bu koalisyona başından beri muhalif olan kesimlere çıkarmaya çalışıyorlar. Buna müsaade edersek işte bugünkü gibi saçma sapan tablolarla karşılaşılır. FETÖ üyesi olmaktan yargılandığı davada Erdoğan’ın müşteki olduğu bir savcı gelir Cumhuriyet’e dadanır. Var mı bu garabetin izahını yapabilecek bir babayiğit? C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle